GERÇEK İMANIN LEZZETİ

Enes b. Malik (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Kimde üç şey bulunursa, imanın lezzetini tadmış olur:

Allah ve Rasulü, kendisine başkalarından daha sevgili olan kimse,

Bir kulu seven, fakat yalnız Allah için seven kimse,

Allah, kendisini kâfirlikten kurtardıktan sonra, yine kâfirliğe dönmekten ateşe atılacakmışcasına hoşlanmayan kimse.” (1)

İmam Müslim (rh.a.)’in bir rivyetinde, hadisin son cümlesi şu şekilde kaydedilmiştir:

Enes (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) buyurdu, diyerek ötekilerin hadisinin benzerini söylemiş. Şu kadar var ki O, “Küfre dönmekten” ifadesinin yerine: “Yahudi veya Hristiyan olmağa dönmekten.” demiştir. (2)

Hadiste geçen “Halâvetü’l-İman”, yani imanın tatlılığı veya imanın lezzeti ifadesi, imam Neseî (rh.a.)’in bir rivayetinde: “Halâvetü’l-İslâm” yani İslâm’ın tatlılığı veya lezzeti diye yer almıştır. (3)

Buradan da anlaşıldığı gibi, imanın ve İslâm’ın tatlılığı, yani lezzeti birbirinden ayrılmayan bir bütündür… İmanın lezzetini almak, İslâm’ın lezzetini almak demektir… İman, kalben tasdik, İslâm, vücud ile isbattır…

Sahih-i Müslim Şarihi imam Muhyiddin Nevevî (rh.a.):

“Bu hadis-i şerif, İslâm’ın esas kaidelerinden büyük bir kaidedir.” demiştir.

Buhârî Şarihlerinden Bedrüddin Aynî (rh.a.), bu söze şunları ilâve etmektedir:

“Nasıl büyük bir kaide olmasın ki, bu hadiste  imanın aslını, hatta aynini teşkil eden Allah ve Rasulullah sevgisi vardır. Hakikatte Allah ve Rasulullah sevgisi, Allah’dan başkasını sevmemek ve küfre dönmekten tiksinmek, imanı haddi zatında kuvvetli, kalbi imana yatkın ve imanı etiyle kanına karışmış olan kimselere müyesserdir. İşte imanın tadını bulacak olan ancak bunlardır.” (4)

İslâm’ın esas kaidelerinden biri olan bu hadis-i şerifte, gerçek imanın üç temel ilkesi gündeme gelmiştir… Bu üç temel ilkenin bir arada bulunmasıyla imanın veya İslâm’ın lezzeti alınabilinir… Çünkü bu üç ilke, birbirinden ayrılmazlar… Birisinin bulunduğu yerde diğerleri de bulunur… Bu ilkeler, birbirlerinin lazımlarıdırlar ve birbirinden kopmaları mümkün değildir… Gerçek iman, bunlarsız olmaz ve bunlar olmayınca imandan söz edilemez…

Şimdi imanın veya İslâm’ın lezzetine ermenin ilkeleri olan üç ilkeye birer birer ele alalım!

1) “Allah ile Rasulü, kendisine başkalarından daha sevgili olmak:

Bir muvahhid mü’min, Rabbi ve İlâhı Allah’ı her şeyden daha üstün görüp her şeyden daha çok sevmelidir… Allah’a karşı olan sevgisi, başka şeylere olan meyli ile hiç kıyaslanmaz, denk tutulmaz bir sevgi olmalıdır… Bu sevginin göstergesi ise, katıksız ve şübhesiz bir iman ile itirazsız bir itaattır… Allah (Azze ve Celle) , yegâne yaratıcı ve yegâne hakim olandır… O’ndan başka bir yaratıcı olmadığı gibi, O’ndan başka insanın hayatına hakim olan bir başkası da yoktur… Muvahhid mü’minler, buna böyle iman eder, böyle kabul eder ve bunu, hayata böyle uygularlar…

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle), hem göklerde, hem de yerde yalnız ve yalnız ilâh olan O’dur… Yaratmak ve emretmek yalnızca O’na mahsustur… Hüküm, yani hakimiyet, kayıtsız-şartsız O’na aiddir. Mü’min müslümanların hayatları boyunca itaat edecekleri tek merci, Allah Teâlâ’dır… Muvahhid mü’minler, Rabbleri Allah’a itaat ettikleri için, Allah’ın hükümleriyle hükmeden mü’min Ulu’l Emr’e de itaat ederler… Heva ve heveslerini ilâhlaştıranlara asla itaat etmez, Allah ile ilişkisini kesenlerle ilişkisini keser, İslâm’ı reddedenleri reddederler…

Rabbimiz Allah (c.c.), bu hakikatları, şu ayet-i kerimelerinde beyan buyurur:

“Göklerde ilâh olan ve yerde ilâh olan O’dur. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, bilendir.

Göklerin ve yerin ve ikisi arasında bulunanların mülkü kendisinin olan (Allah) ne yücedir. Kıyamet saatının ilmi O’nun katındadır ve siz, O’na döndürüleceksiniz.” (5)

“…. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah, ne yücedir.” (6)

“…. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştr. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.” (7)

“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasulü’ne itaat edin ve sizden olan emir sahiblerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu, Allah’a ve Rasulü’ne döndürün. Şayet Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.” (8)

“Şimde sen, kendi hevasını ilâh edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’dan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz, yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz?”(9)

“Şunların hiç birine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık, alabildiğine ayıplayan, kötüleyen, söz getirip götüren,

Hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, alabildiğince günahkâr,

Zorba-saygısız, sonra da kulağı kesik.” (10)

“Rabbinden sana vahyedilene uy. O’ndan başka ilâh yoktur. Ve müşriklerden yüz çevir.” (11)

“Rabbinizden size indirilene uyun, O’ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz?” (12)

Ve her gece günün son namazı olan “Vitir namazı”nı edâ eden muvahhid mü’minler, namazın vitrinde, yani son rekat olan üçüncü rekatında ruku’ya varmadan önce ve kıraattan sonra, “Allahu Ekber” diye tekbir getirip ellerini kaldırır, tekrar bağladıktan sonra okuduğu “Kunut Duası”nda şunları söyleyip Rabbi Allah’a söz vererek ahd ederler:

“Sana karşı itaatsizlik edip günah işleyenleri terkeder ve ondan uzak dururuz.” (13)

Bu kunut duası, Emiru’l-Mü’minin İmam Ömer b. Hattab (r.a.)’dan, O’nun oğlu Abdullah b. Ömer (r.a.)’dan ve Abdullah ibn Mes’ud (r.a.)’dan rivayet olunmuştur.

Gerçek imanın lezzetini tadan muvahhid mü’min müslümanların, yegâne Rabbleri Allah’a karşı olan sevgilerinin gereği budur… Allah’a hiç bir şüphe duymadan ve imanına hiç bir batıl karıştırmadan iman etmek, imanın gereği olan Allah’ın razı olduğu salih amelleri işlemek, yani tam teslimiyet ile itaat etmek, Allah’ı sevmenin göstergesidir… Muvahhid mü’min, yalnız ve yalnız Allah’a itaat edecek ve hevasını ilâhlaştıran kim olursa olsun reddedip itaat etmeyecektir…

Bu, Rabbimiz Allah’ın kesin emridir::

“…. Kalbini, Bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi istek ve tutkularına (hevasına) uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.” (14)

Kâfir ve müşrikler, Allah’dan başka taptıkları put ilâhlarını Allah’ı sever gibi severler… Çünkü onlar, Allah’a ortak ettikleri put ilâhlarından korkuyor ve umuyorlar. Korku ve umudlarını, Allah’a şirk koştuklarına bağlıyorlar… Halbuki gerçek imana sahib mü’min muvahhidler, ancak yegâne Rabbleri Allah’dan korkar ve ondan umarlar… Gerçek imanın sahih olma şartlarından birisi de, korku ve umut arasında olmaktır… Bundan dolayı mü’min müslümanların Allah’a olan sevgileri çok kuvvetli ve bu sevginin ne üstünde bir sevgi vardır, ne de dengi olabilecek bir sevgi olabilir…

Rabbimiz Allah, şöyle buyurur:

“İnsanlar içinde, Allah’dan başkasını eş ve ortak tutanlar vardır ki, Onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise, Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür..” (15)

Allah’a olan bu sevginin göstergesi ise, yegâne hayat önderimiz Rasulullah (s.a.v.)’e tabi olmaktır… Rasulullah (s.a.s.)’e tabi olup itaat etmek, yani O’nun Sünneti üzere yaşamak, O’nun gibi davranmak, Allah’a olan sevginin gereğidir… Mü’min müslümanların böyle olmalarını emreden bizzet Allah Teâlâ’nın kendisidir:

“De ki: ‘Eğer siz, Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da, sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.’

De ki: ‘Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin.’ Eğer yüz çevirirlerse, şübhesiz Allah, kâfirleri sevmez.” (16)

Mü’min müslümanların Allah’a ve Rasulullah (s.a.s.)’e olan sevgilerinin üstünde, hiç bir sevgi yer alamaz, almamalıdır da!.. Böyle bir durum ortaya çıkarsa, yani başkalarına karşı olan sevgi, Allah ve Rasulullah (s.a.s.)’e olan sevginin önüne geçerse, bu hâl, Tevhid akidesine ters olup imanı zedeleyen bir hâldir!..

Bunun için şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“De ki: ‘Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz,. kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’dan, O’nun Rasulü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.” (17)

Enes (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur yegâne hayat önderimiz ve örneğimiz Rasulullah (s.a.s.):

“Hiç bir kul, ben, kendisine ehlinden, malından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça (kemâliyle) iman etmiş olmaz.” (18)

Gerçek imanın tadına ermenin ölçüsü, bir başka hadiste de şu şekilde beyan edilir…

Abbas b. Abdulmuttalib (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.), şöyle buyurur:

“İmanın tadını, Rabb olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, peygamber olarak da Muhammed (s.a.s.)’e razı olan tatmıştır.” (19)

Mü’min muvahhid kulun her şeyi Allah için olması, imanın bütünleşmesi demek olduğu gibi, amellerin en faziletlisidir… Muvahhid mü’minler, Allah için sever, Allah için buğzederler… Allah yolunda Allah için sadaka verir, kötülüklerin her türlüsünü Allah için önlerler…

Muaz el-Cühenî (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kim Allah için verir, Allah için önler, Allah için sever, Allah için buğzeder ve Allah için evlenirse, o kimsenin imanı bütünleşir.” (20)

Ebu Zerr (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Amellerin en faziletlisi, sevdiğini Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir.” (21)

Maddî ve manevî bütün imkânlarını kullanarak Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e inanıp itaat eden, yani Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’ye göre yaşayan mü’min muvahhidler, Allah ile Rasulü (s.a.s.)’i başkalarından daha çok sevdiklerini isbatlamışlardır… Onların katıksız imanları ve itirazsız teslimiyetleri, bu sevginin apaçık belirtisidir…

2) “Bir kulu sevmek, fakat yalnız Allah için sevmek”:

Yalnız mü’minler kardeştir (22) ve aralarındaki sevgi de, onları kardeş kılan Allah içindir… Onlar, Allah için ve Rasulullah (s.a.s.)’in gösterip öğrettiği ölçü ile birbirlerini severler… Birbirinin kardeşi olduğuna inanıp kabul eder ve bir vücudun organları olduğunun farkına varırlar… Aralarındaki ilgi ve ilişki, Rabbleri Allah’ın emrettiği şekilde gerçekleşir… Onlar, körleştiren bir sevgiyle değil, şuurlu ve bilgilenmiş bir şekilde birbirilerini severler…(23) Olgun mü’min müslüman olma yolunda birbirilerini tamamlar ve kusurlarını gidermeye çalışırlar…

Birbirilerini Allah için seven mü’min muvahhid kullar için, imam Ömer b. Hattab (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur hayat önderimiz Rasulullah (s.a.s.):

“Allah’ın kulları arasında öyle kimseler vardır ki, kendileri peygamberlerden ve şehidlerden olmadıkları hâlde, Allah indindeki derecelerinden dolayı kıyamet gününde peygamberler de, şehidler de kendilerine gıbta edecekler!”

Ashab-ı Kiram:

— Ya Rasulellah (s.a.s.), onlar, kimlerdir? Bize haber ver, dediler.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Onlar, aralarında akrabalık bulunmadığı, aralarında mallar alıp vermedikleri hâlde Allah’ın kelâmı olan Kur’ân’ı seven ve Onun sebebiyle birbirini seven kimselerdir.

Allah’a yemin ederim ki, onlar, nur üzerindedirler. Onların yüzleri de nurdur. (Kıyamette) insanlar korktuğu vakit onlar korkmayacak, insanların üzüldüklerinde onlar, üzülmeyecek.”

Ve şu ayeti okudu:

“Haberiniz olsun ki, Allah’ın velilerine hiç bir  korku yoktur. Onlar, kederlenecek de değiller.” (Yûnus, 10/62)(24)

Bir sonraki ayet-i kerime’de Allah’ın velileri, yani dostları olan mü’min muvahhid, müttaki müslüman kulların vasıfları şöyle beyan olunur:

“Onlar, İman edenler ve (Allah’dan) sakınanlar (müttakiler)dir.” (25)

Emiru’l-Mü’minin İmam Ömer b. el-Hattab (r.a.), Ebu Hüreyre (r.a.) ve Ebu Malik el- Eş’arî (r.a.)’ın görüşüne göre:

“Allah’ın dostlarından maksadın, aralarında maddî bir çıkar ve akrabalık bağı olmadan birbirlerini Allah için severen kimselerdir.” (26)

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Hiç şübhe yok ki, kıyamet gününde Allah:

— Nerede Benim azametim için birbirini sevenler? Bugün Ben onları, kendi gölgemde gölgelendireceğim. Benim gölgemden başka hiç bir gölge bulunmayan günde! diyecektir.” (27)

Birbirilerini yalnız Allah’ın rızası için sevenler, bu sevgiden dolayı hiç bir maddî menfaat beklemeyenler, yani mü’min müslümanlar, bu dostluklarını sürdürürken çok dikkatli olmalıdırlar… Allah için olan bu dostluklarını kıskanan, mü’min müslümanların apaçık düşmanı olan şeytan (28) ve şeytanın hizbinden insanlar, (29) onların aralarına girip oları birbirine düşman yapabilirler… Bu konuda çok dikkat etmeli ve hassas davranmalıdırlar…

Mü’min müslümanlar, birbirilerini Allah için severken, ölçülü ve dengeli olmalıdırlar… Ölçüyü kaçırmak ve dengeyi bozmak sûretiyle aşırı gidenler, her zaman kaybeder ve helâk olurlar…

Abdullah (İbn Mes’ud, r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Taşkınlar (haddini aşanlar, aşırı gidenler), helâk olmuştur.” (30)

Sevgide ve dostlukta, aynı zamanda kinde ve düşmanlıkta ölçülü olmayı, ölçüyü de dengede tutmayı emreden Rasulullah (s.a.s.)’dir…

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur hayat önderimiz Rasulullah (s.a.s.):

“Sevdiğini azar azar sev, belki günün birinde sevmediğin kişi olur ve sevmediğine de azar azar buğz et, belki günün birinde sevdiğin kişi olur.” (31)

Aşırı derecede sevgiden sonra ortaya çıkan kırgınlık ve düşmanlıklar, insanı mânen yıkar, çok üzer, yıpratır… Aşırı düşmanlıktan sonra ortaya çıkan dostluklar insanı, evvelki aşırılığından dolayı mahcub eder ve birbirilerinin yüzüne baktırmaz bir durum ortaya çıkarır… Bundan dolayı sevgide ve düşmanlıkta aşırı gidilmemeli, her iki konuda da dengenin sağlanması gereklidir…

Emiru’l-Mü’minin İmam Ömer b. el-Hattab (r.a.) şöyle demiştir:

— Sevgin, taşkınlık derecesinde bir yük olmasın. Düşmanlığın da (yok etme derecesinde) telef olmasın.

(Ravîlerden Eslem, dedi ki):

— Bu nasıldır? diye sordum.

O, şöyle dedi:

— Sevdiğin zaman, çocuğun düşkünlükle sevmesi gibi külfetle seversin ve düşmanlık ettiğin zaman da, arkadaşının yok olmasını istersin. (32)

Yegâne Rabbimiz Allah, mü’min müslüman kullarına adaleti ayakta tutmayı, aşırı gitmemeyi ve dengeli olmayı emretmektedir:

“Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz,  sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’dan korkup sakının. Şübhesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (33)

Hayat önderimiz ve örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), mü’min müslümanların birbirlerine karşı nasıl davranmaları gerekiyorsa öğretmiş, dikkat edilmesi gereken konulara dikkat çekmiştir…

İbn Abbas (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurmuştur Rasulullah (s.a.s.):

“Kardeşinle münakaşa etme, onunla (kırıcı şekilde) şaka etme ve ona, yerine getiremeyeceğin vaadde bulunma!” (34)

Muaz  (b. Cebel, r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Bir kişiyi sevip dostluk kurduğunuzda, onunla münakaşa etmeyin. Birbirinizle alış-veriş yapmayın. Onu başkasına sormayın. Çünkü ona düşman olan birisine rast gelebilirsiniz. O da, onda olmayan bir şeyi söyler de aranızı bozar.” (35)

3) “Allah, kendisini kâfirlikten kurtardıktan sonra yine kâfirliğe dönmekten ateşe atılacakmışcasına hoşlanmamak”:

Kâfir ve müşrik bir inançtan, bu inancın gereği olan hayattan kurtulup iman ve İslâm nimetine kavuşan mü’min müslüman kişi, çok hassas olup her hâlinde dikkatli davranmalıdır… Çünkü şeytan ve şeytanın hizbinden olan insanlar, mü’min müslümanların baş düşmanıdır… Bu apaçık olan düşmanlar, gerek maddî, gerekse mânevi cepheden mü’min müslümanların ayağını kaydırmak, onu tekrar küfre ve şirke döndermek için var güçleriyle çalışmakta tüm imkânlarını kullanmaktadırlar… Bu konuda ne kadar gizli ve açık oyunları var ise ortaya koymakta, her türlü tuzağı kurmaya devam etmektedirler…

Şeytan ve yeryüzünde şeytana tabi olmuş insanlar, yani tağutî ideolojileri benimsemiş olanlar, mü’min müslümanları, Tevhid akidesinden ve İslâm üzere yaşamaktan alıkoymak için dosdoğru olan hak yolunun başını tutmuş, kulları sapıttırmaya var güçleriyle uğraşmaktadırlar…

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) bunu, mü’min müslüman kullarına haber vermekte, şeytan ve şeytanın hizbine karşı çok uyanık davranmayı emretmektedir!..

“(Şeytan) dedi ki: ‘Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar (ı, insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.

Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.’

(Allah) dedi ki: ‘Kınanıp alçalmış ve kovulmuş olarak ordan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle (hepinizle) dolduracağım.” (36)

Ve insan kullarına seslenerek, onları şeytan ve şeytanilere karşı dikkatli olmaya çağıran Rabbimiz Allah, şöyle buyurur:

“Ey Âdemoğulları, Şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belâya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları (kedilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz, gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık.” (37)

Abdullah b. Mes’ud (r.a.), şu olayı anlatır:

Rasulullah (s.a.s.), bir gün bize bir çizgi çizdi. Sonra:

“Bu, Allah’ın yoludur.” buyurdu. Ardından bunun sağından, solundan bazı çizgiler çizdi. Sonra:

“Bunlar, (bir takım) yollardır. Onlardan her yolun başında, ona çağıran bir şeytan vardır.” buyurdu.

Sonra da şu ayeti okudu:

“Bu, benim dosdoğru olan yolumdur. Şu hâlde ona uyun. Sizi, O’nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın…” (En’âm, 6/153) (38)

Allah ve Rasulullah (s.a.s.), mü’min müslümanları, şeytana ve İslâm topraklarını işgal edip islâm’ı devre dışı bırakarak mü’minleri esaret altında tutarak şeytanî düzenlerini egemen kılan tağutlara karşı böyle uyarmaktadır…

Abdullah b. Abbas (r.a.) ise, Rasulullah (s.a.s.)’i okuduğu En’âm, 6/153. ayeti ve benzeri ayetleri şu şekilde izah etmektedir:

“Allah, mü’minlere, cemaat hâlinde olmayı emretti. Ve onlara, ihtilafa düşmeyi ve bölük pörçük olmayı yasakladı. Ve kendilerinden önceki ümmetlerin Allah’ın dini hususunda tartışıp birbirine düşmeleri sebebiyle helâk olduklarını haber verdi.” (39)

İşgal altındaki İslam topraklarındaki egemen tağutî güçler, mustaz’af mü’min müslümanları İslâm’dan uzaklaştırmak ve Tevhidi kendilerine unutturmak için tüm imkânlarını seferber etmişlerdir… Temel eğitimlerinden, gazete, dergi, radyo, televizyon ve sinemalarına varıncaya kadar her sahada küfür ve şirk gündemdedir… Bütün eğitim araçlarıyla insanlara küfür, şirk, fısk ve fücur aşılamak için çalışmaktadırlar… Yüz yıla yakın bir zamandır işgal altındaki İslâm topraklarında yaşayan mustaz’af, mazlum mü’min müslümanlara uygulanan bu korkunç zulüm, bir kaç nesli mahv-u perişan etti…

Gün geçtikçe, yıllar yılları kovaladıkça bu irtidad hareketi, her türlü zulmü, işkencesi ve şeytanî planlarıyla korkunç bir boyut kazandı… Öyle garib ve acaib bir nesil ortaya çıktı ki, adı müslüman, fakat akide bakımından fikren ve fiilen İslâm ile çatışan, hatta savaşan bir durum sergiler oldular… Allah dostları olan muvahhid mü’minlere düşman, fakat Allah düşmanları olan müstekbir tağutlara dost olan bir nesil!.. İşte ateşe atılmak bu hâl idi!.. Muvahhid mü’min müslümanların bu hâle düşmemeleri için uyarıyor yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)…

İman ettikten sonra irtidad, yani İslâm’dan çıkmak, ateşe atılmaktdır!..O hâl üzere ölmek, ebedî cehennemlik olmaktır!.. İrtidad eden kişi, ya İslâm’ın temel ilkelerinden birisini veya bir kaçını inkâr etmiş, ya da yegâne Rabbimiz Allah’ın zatına veyahud sıfatlarına şirk koşmuştur… İrtidad böyle gerçekleşir…

İşgal edilerek “Daru’l-Harbe” dönüşen İslâm topraklarında egemen tağutların bütün çabaları, bu irtidad hareketini hızlandırıp çoğaltmaktır…

İman ettikten  sonra tekrar küfür ve şirke dönerek o hâl üzere ölenleri, affetmeyeceğini beyan buyuran Rabbimiz Allah, (40) mü’min müslüman kullarını şöyle ikaz ediyor:

“… Eğer güç yetirirlerse sizi dininizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler. Sizden kim dininden geri döner (irtidad eder) ve kâfir olarak ölürse, artık onların bütün işledikleri (amelleri) dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar, ateşin halkıdır, onda süresiz kalacaklardır.” (41)

İnsanı ebedî cehennemlik yapan korkunç irtidad hâli, İslâm’dan başka bir hayat nizamını benimsemek, ya da İslâm’a rağmen tağutî ideolojileri kabul etmekle gerçekleşir… İslâm’ı bırakıp ondan uzaklaşarak tağutî ve beşerî herhangi bir ideolojik sistemi benimseyip onu hayata egemen kılanlar, bununla beraber İslâm’ı hayattan uzaklaştırıp mahkum edenler, İslâm ile ilişkilerini kesmişlerdir… Daha önce müslüman olduklarını zannedip söylüyorlarsa da, İslâm’ı bırakıp gayr-ı İslâmî herhangi bir tağutî sistemi kabul ettiklerinden dolayı irtidad gündeme gelmiş olur…

Yegâne Rabbimiz, Melikimiz ve İlâhımız Allah (Azze ve Celle), İslâm’dan başka bir inancı benimseyip onun ilkelerine göre hayatı tanzim edenleri kabul etmemekte, onları da, oların o tağutî sistemlerini de reddetmektedir…

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah (c.c.):

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa (benimserse), asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır.

Kendilerine apaçık belgeler geldiği ve elçinin hak olduğuna şahid oldukları hâlde, İmanlarından sonra küfre sapan bir kavmi Allah, nasıl hidayete erdirir? Allah, zulmeden bir kavmi hidayete erdirmez!

İşte bunların cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetlerinin üzerine olmasıdır.

İçinde temelli kalıcıdırlar. Onların azabı hafifletilmez ve onlar gözetilmezler.

Ancak bundan sonra tevbe edenler, salih olarak davrananlar başka. Çünkü Allah, gerçekten bağışlayandır, esirgeyendir.” (42)

İslâm, yegâne hayat nizamıdır. İslâm’sız bir ömür sürmek, dünyada zillet, ahirette ebedî ateşte olmaktır… Yegâne hayat nizamı İslâm’ı tanıyan, O’nunla tanışan ve O’nu bırakıp başta ideolojileri, başka sistemleri kabul edenler, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetledikleri kişilerdir… İrtidad edenler, daha sonra pişman olur, tevbe eder, tekrar İslâm’a döner ve mü’min müslümanlarla kardeş olursa, Allah, kendilerini affedeceğini beyan buyurur. Çünkü gerçekten Allah, bağışlayan ve esirgeyendir…

İşgal altındaki İslâm topraklarındaki İmam Ebu Bekir (r.a.)’sız olan irtidad hareketlerinin içine düşenler, müstekbir tağutlara ya tamamen, ya da kısmen itaat edenlerdir… İkrah-ı mülci ve zaruret hâli olmadan, işgalcı tağutî güçlere itaat etmek, onların egemenliklerini kabul etmek, irtidadı ortaya çıkarır… İkrah-ı mülci ve Zaruret hâlinin şartları iyi bilinmeli ve idrak edilmelidir… Bu şartlar, kişinin keyfî yorumlayacağı, dünya menfaatı için te’vil edeceği şartlar değildir…

Rabbimiz Allah, imandan sonra küfre dönmenin sebebini beyanla şöyle buyurur:

“Şübhesiz kendilerine hidayet açıkca belli olduktan sonra, gerisin geri (küfre) dönenleri, şeytan kışkırtmış ve uzun emellere kaptırmıştır.

İşte böyle, çünkü gerçekten onlar, Allah’ın indirdiğini çirkin karşılayanlara dediler ki: ‘Size bazı işlerde itaat edeceğiz.’ Oysa Allah, sakladıkları şeyi (sır olarak konuştuklarını) biliyor.

Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak?

İşte böyle, çünkü gerçekten onlar, Allah’ı gazablandıran şeye uydular ve O’nu razı edecek şeyi çirkin karşıladılar. Bundan dolayı (Allah,) amellerini boşa çıkardı.

Yoksa kalblerinde hastalık bulunanlar, Allah’ın kendilerini hiç (ortaya) çıkarmayacağını sandılar?” (43)

Kâfir ve müşrikler, bir de irtidad edenler, yani mürtedler, Allah’a hiç bir zarar veremezler… Onların zararları, ancak kendilerine ve onları engellemeyen, onlarla mücadele edip onların şerrlerini, zulümlerini ortadan kaldırmayan diğer insanlaradır… Onların zararları, insanlık âleminedir, dünya hayatına ve yeryüzünedir… Ekini ve nesli yok eder bu şerr ve zulme dayalı iktidarlar:

“O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.” (44) diye buyurur Allah.

Ve şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“Küfürde büyük çaba harcayanlar seni üzmesin. Çünkü onlar, Allah’a hiç bir şeyle zarar veremezler. Allah, onları ahirette pay sahibi kılmamayı ister. Onlar için büyük bir azab vardır.

Onlar, imana karşılık küfrü satın alanlardır. Onlar, Allah’a hiç bir şeyle zarar veremezler. Onlar için acıklı bir azab  vardır.” (45)

İslâm, İman ettikten sonra küfre ve şirke geri dönmek demek olan irtidad suçunu işleyenlere hayat hakkı tanımaz… Mürtedler, tevbeye davet olunurlar. Eğer tevbe eder ve irtidaddan vazgeçerek tekrar İslâm’a dönüp ihtidâ ederlerse, affolunurlar… Eğer irtidadlarında inad eder, vazgeçmezler ise, İslâm Devleti’nin hakim olduğu ve Allah’ın hükümleriyle hükmedilen “Daru’l-İslâm”‘da öldürülürler…

Abdullah b. Mes’ud (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah’dan başka (ibadete layık) İlâh bulunmadığına ve benim Allah’ın Rasulü olduğuma şehadet etmekte olan müslüman bir kimsenin kanı helâl olmaz. Ancak şu üç şeyden biriyle helâl olur:

Maktulün hayatı karşılığında öldürülmesi,

Zinâ edenin evli (yahud dul) olması,

İslâm Dini’nden çıkıp müslüman cemaatini terk etmesi.” (46)

Rabbimiz Allah, muvahhid mü’min müslüman kullarına şöyle buyurur:

“Ey İman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidad eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise, güçlü onurlu, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah, (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.” (47)

Ve Tevhid akidesini, yani sağlam imanı ve salih amelin korunması için kimlere dost olunacağını beyan buyurur Rabbimiz Allah:

“Ey İman edenler, sizden önce kendilerine kitab verilenlerden dininizi, alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri dostlar (veliler) edinmeyin. Ve eğer inanıyorsanız Allah’dan korkup sakının.” (48)

“Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun Rasulü, rükû ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü’minlerdir.

Kim Allah’ı, Rasulü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şübhe yok, galib gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır.” (49)

Katıksız imanın lezzetini tatmış olan mü’min muvahhidler, bu duruma dikkat etmeli ve bu konuda çok hassas davranıp uyanık olmalıdır!..

Bu, böyledir!..