GERÇEK KARDEŞLİK

Abdullah İbn Ömer (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Müslüman, müslümanın kardeşidir.

Müslüman, müslümana zulmetmez.

Müslüman, müslümanı (tehlike ve musibette) terk de etmez.

Her kim, müslüman kardeşinin hacetinde bulunursa, Allah da, onun hacetini yerine getirir.

Her kim, bir müslümandan bir keder (bir darlık) giderip onu ferahlatırsa, Allah da, onun kıyamet gününün kederlerinden bir kederini giderip ferahlatır.

Her kim, bir müslümanı (dünyadaki ayıbından) örterse, Allah da onu kıyamet gününde örter.” (1)

Yegâne Rabbimiz Allah, yalnız ve yalnız mü’minlerin kardeş olduğunu beyanla şöyle buyurur:

“Mü’minler, ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’dan korkup sakının, umulur ki, esirgenirsiniz.” (2)

Rabbimiz Allah’ın ve O’nun Rasulü (s.a.s.)’in beyan buyurduğu üzere, ancak mü’min müslümanlar birbirlerinin kardeşleridirler… Bundan dolayı mü’min müslümanın, mü’min müslümandan başka dostu ve kardeşi yoktur… Hangi ırktan, hangi bölgeden ve hangi dilden olursa olsun mü’min müslüman olduktan sonra birbirlerinin kardeşleri ve dostlarıdırlar… Fakat mü’min müslüman olmadıktan sonra ana-baba bir kardeş bile olsa, mü’min müslümanın kardeşi ve dostu olamaz… Hiç bir zaman ana-baba bir olan bir müşrik, bir kâfir, bir mürted, mü’min müslümanın kardeşi değildir… İslâm’daki kardeşlik anlayışı, kan bağı ile değil, din bağı iledir… Aynı dinden, yani İslâm Dini’nden olduktan sonra hangi ırktan, bölgeden, renk ve dilden olursa olsun iki mü’min müslüman Kardeş ve dosttur… Fakat bir ana-babadan olan kardeşlerden biri mü’min müslüman, diğeri ise, müşrik ve kâfir ise bunlar, birbirinin ne dostu, ne de kardeşidirler… Yegâne hayat nizamı İslâm’da durum bundan ibarettir!…

Asr-ı Saadet’in en hayırlı neslinden çok çarpıcı bir örneği kaydetmek yerinde ve faydalı olur…

İbn İshak dedi ki:

Bana, Nübeyh b. Vehb –ki bu, Beni Abduddar’ın kardeşidir– haber verdi ki:

Rasulullah (s.a.s.), (Bedir) esirleri (ni) getirdiği zaman Ashabı arasında onları dağıttı. Ve dedi ki:

“Esirlere, iyi davranın!”

Ebu Aziz b. Umeyr b. Hişam –ki bu, Mus’ab b. Umeyr’in ana-baba bir kardeşidir– esirlerin içinde idi.

Ebu Aziz, şöyle dedi:

— Kardeşim Mus’ab b. Umeyr ve Ensar’dan bir adam bana geldiler. Ensar’dan olan adam beni esir ediyordu.

Mus’ab, Ensarî’ye dedi ki:

— Ellerini sıkı tut (elinden kaçırma), çünkü onun annesi çok mal sahibidir. Umulur ki o, senden onu kurtarmak için sana fidye verir!

(Ebu Aziz) dedi ki:

— Beni, Bedir’den getirdikleri zaman, Ensar’dan bir topluluk içindeydim. Sabah ve akşam yemeklerini getirdikleri zaman ekmeği hasseten bana verirler, kendileri hurma yerlerdi. Çünkü Rasulullah (s.a.s.) bizi, onlara tavsiye etmişti. Onlardan bir adamın eline bir ekmek kırığı düşmezdi ki, onu bana versin. Ben de utanıyor, onlardan birine o ekmeği veriyordum. O da onu, ihtiyacı olan kimseye veriyordu.

İbn Hişam, şöyle dedi:

Ebu Aziz (Zürare) Bedir’de, Nadr b. Hâris’den sonra müşriklerin sancaktarı idi. Onun kardeşi Mus’ab b. Umeyr, Ebu Yeser’e (ki bu, onu esir eden kimsedir) bir şey söylediği zaman Ebu Aziz, O’na dedi ki:

— Senin ev sahibin bu mudur?

Mus’ab da, O’na (neseben kardeşi olan Ebu Aziz’e) şöyle dedi:

— Benim kardeşim O’dur, sen değilsin!

Bunun üzerine O’nun annesi, Kureyş esirlerine karşılık verilen en yüksek fidyeyi sordu.

Ona, denildi ki:

— Dört bin dirhemdir.

Bunun üzerine dört bin dirhemi gönderdi ve O’nun fidyesini ödemiş oldu. (3)

İşte iman kardeşliği budur! İşte İslâm kardeşliğinin gereği!…

Muvahhid mü’min olan Mus’ab b. Umeyr (r.a.), müşrik olan ana-baba bir kardeşine cevabı:

“Benim kardeşim O’dur, sen değilsin!”

“O” dediği, muvahhid mü’min Ensarî (r.a.), Mus’ab b. Umeyr (r.a.)’ın iman kardeşiydi, dâvâ arkadaşıydı ve birbirinin velisi olma konumundaydı… Asıl kardeşlik bu idi!…

İşgal edilmiş İslâm topraklarında yaşayan ve kurtuluş mücadelesi veren mü’min müslümanlar arasında bu kardeşlik inancının yeniden diriltilmesi ve canlı tutulması gerekir!… Yeniden İslâm’a hareketinde, mü’min müslümanlar arasında yeniden kardeşlik anlaşması canlandırılmalıdır… Yeniden Ensar ve Muhacir kardeşliği oluşturulmalıdır!…

İşte böyle bir kardeşlik anlayışının oluşması sonucu mü’min müslüman, diğer mü’min müslümanların kardeşi olduğunun şuuruna varır, bunu idrak eder ve buna inanır… O zaman müslüman, müslümanın bir parçası olduğu gündeme gelir, adaletle hükmedilir ve müslüman müslümana zulmetmediği gibi onu, tehlike ve musibetlerde yalnız bırakmaz, terk etmez, her anında onun yanında olmaya çalışır… Mü’min müslüman kardeşinin ihtiyacını gidermeye gayret eder, bunun için tüm imkânlarını kullanır… O mü’min müslüman kardeşinin bir kederinin, bir sıkıntısının olmamasını ister, eğer böyle bir keder ve sıkıntı var ise, tüm imkânlarıyla onun yok olmasını te’min eder… Ve mü’min müslüman kardeşinin, şahsını ilgilendiren bir kusuru, bir ayıbı var ise, onu örtmeye çalışır, onu utandırmaz… Bütün bu yaptıklarını, yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak için ve saf bir ihlâs ile yapar… Karşılığını yalnız ve yalnız Rabbi Allah’dan bekler… Bu çalışmasını, bir ahiret yatırımı olarak algılar ve Allah’dan başka kimseden bir karşılık taleb etmez!…

Bu çalışmalardan dolayı gurura, kibire kapılmaz, Allah’ın sevip razı olduğu tevazuyu elden bırakmamaya gayret eder!… Bilir ve inanır ki, Allah katındaki üstünlük, ancak takva iledir…

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Şübhesiz Allah katında en üstün (kerim) olanınız, takvaca en ileride olanınızdır.” (4)

Takvanın gereği de Allah’a ve Rasulullah (s.a.s.)’e teslim olmaktır!… Allah’ın emirlerini, Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti örneğince yerine getirmek, yani İslâm’ı hayatımızda yaşayıp hayata hakim kılmaktır!…

Muvahhid mü’minler, her mü’min müslüman kardeşini kendisi gibi kabul eder ve kendisi için arzuladığı hayrın, iyiliğin, güzelliğin bir mislisinin de mü’min kardeşinin olmasını ister… Kâmil iman sahibi olmanın gereği budur…

Enes b. Malik (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Hiç biriniz kendiniz için arzu ettiğinizi, kardeşiniz için arzu etmedikçe (kemâliyle) iman etmiş olmazsınız.”(5)

Aynı konuda bir başka hadis, Rasulullah (s.a.s.)’ın yemin etmesiyle başlıyor.

Enes (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Nefsim kabza-ı kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, hiç bir kul kendisi için dilediğini, komşusu için yahud din kardeşi için de dilemedikçe (tam) iman etmiş olmaz.” (6)

Allah’ı seven ve Allah’ın kendilerini sevdiği,(7) Allah’dan razı olmuş ve Allah’ın kendilerinden razı olduğu,(8)Allah’a olan sevgilerinin çok şiddetli olan gerçek mü’minler, (9) Allah’a olan sevgilerinden dolayı Rasulullah (s.a.s.)’e itaat ederler ve bu itaat, Allah’ın onları sevmelerine sebeb olur… (10)

İmanın gereği olan Rasulullah (s.a.s.)’e itaat, O’nun emirlerine, O’nun Sünneti’ne itaattan başka bir şey değildir!… Rasulullah (s.a.s.), mü’min müslüman Ümmetine kardeş olmayı ve kardeşliğin gereğini yapmayı emrediyor… Mü’min kardeşine değer vermeyi ve onu hor görmemeyi buyuruyor… Her mü’min müslüman değerlidir… Onun değeri, İman etmesi ve İslâm’a teslim olmasından kaynaklanıyor… Böyle izzet sahibi bir mü’min müslüman nasıl horlanır, nasıl hakir görülebilinir?..

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kişiye kötülük namına, müslüman kardeşini tahkir etmesi kâfidir.” (11)

Mü’min müslüman kişi, mü’min müslüman olmak kaydıyla kardeşine her hâlinde yardımcı olmalıdır… Mazlumsa, onu zulümden kurtarmalı, zalimse, onun zulmünü engellemekle ona yardımcı olmalıdır… Bir zalime en büyük yardım, onun zulmünü engellemek ve onu zulüm yapmaktan alıkoymaktır… Böylece hem dünyada kendisine yardımcı olunmuş olunur, hem de ahirette… Dünyada şerefli yaşamasına, ahirette cehennemden kurtulmasına yardım edilmiş olunur…

Enes b. Malik (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.):

“(Ey mü’min, sen mü’min) kardeşine, zalim iken de, mazlum iken de yardım et!” buyurdu.

Sahabîler:

— Ya Rasulellah, şu mazlum kişiye yardım edebiliriz. Fakat o zalime nasıl yardım ederiz? diye sordular.

“Zalimin iki elinin üstünü tutarsın (yani onu, zulümden men edersin).” buyurdu. (12)

Bu konuda, şu olay anlatılır:

Cabir (r.a.) şöyle demiştir:

Biri Muhacirler’den, diğeri Ensar’dan iki çocuk kavga ettiler. Bunun üzerine muhacir yahud muhacirler:

— Yetişin ey Muhacirler!

Ensarî de:

— Yetişin ey Ensar! diye haykırdılar.

Derken Rasulullah (s.a.s.) çıkarak:

“Ne bu Cahiyyet halkı dâvâsı?” diye sordu.

Ashab:

— Bir şey yok ya Rasulellah! Yalnız iki çocuk kavga ettiler de biri, diğerinin kıçına vurdu, dediler.

Rasulullah (s.a.s.):

“O halde zararı yok. Kişi, zalim de olsa, mazlum da olsa din kardeşine yardım etsin. Zalimse, onu men’etsin. Zira bu, onun için bir yardımdır. Mazlum ise, ona yardımda bulunsun!” buyurdular. (13)

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:

“Bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’dan korkup sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (14)

“Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’dan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.” (15)

Kimden gelirse gelsin, kim yaparsa yapsın, bir kötülüğü gören mü’min müslüman, o kötülüğü, imkânları dahilinde, gücünün yettiği kadar önlemeye çalışacak, eliyle, diliyle ve kalbiyle karşı koyacaktır… Mü’min müslümanın bu tavrı, imanının bir gereği ve imanlı olmanın bir ölçüsüdür…

Ebu Said (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse onu, hemen eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü yetmiyorsa, diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa, kalbiyle değiştirsin (buğz etsin). İmanın en zayıfı da budur.” (16)

Bu şekilde davrananlar, mü’min müslümandırlar. Bunun ötesinde imandan bir hardal tanesi bile yoktur… Çünkü kötülüğe karşı eliyle, diliyle ve kalbiyle mücadele etmek, imanın varlığının bir göstergesidir… Bu mücadele olmazsa, o kişide imandan söz edilemez!… Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.) böyle buyurmuşlardır!… (17)

Mü’min müslüman, diğer mü’min müslüman kardeşleri için bir ayna gibidir… Evde, sokakta, çarşı-pazarda, iş yerinde, her zaman ve her yerde bu ayna vazifesini görmelidir… O mü’min müslüman kardeşine yardımcı olmalı ve ondaki kusurları gidermelidir… Aynaya bakıp kendini kontrol eden bir kişinin kendisini düzelttiği gibi, mü’min müslümanlar, birbirlerini şefkat ve merhametle kuşatmalı, bir birini kontrol altında tutup düzeltmelidirler… Mü’min müslüman, böylece olgunlaşmış olur… Kusurları, mü’min müslüman kardeşi tarafından görülüp edeb dairesinde düzeltilmeye çalışılan mü’min müslüman kişi, kardeşine teşekkür etmeli, onu olgun karşılamalı ve ikazlara kulak vermelidir… Dost, acı söyler amma tatlı sonuç elde etmek içindir… Onun acı söylemesi, nefse ağır geldiğindendir… Yoksa sonucunda hasıl olacak tatlılık gibidir söyledikleri!…

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Mü’min, mü’minin aynasıdır. Mü’min, mü’minin kardeşidir. Onu, kusurlardan men’eder ve onu her tarafından kuşatır.” (18)

Bizi yaratan, bizim için tabi olacağımız kanunlar koyan ve bizi eğitip terbiye eden Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:

“Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp küçük düşürmeyin ve birbirinizi olmadık kötü lakablarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalimlerin tâ kendileridir.

Ey iman edenler, zandan çok kaçının, çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan tiksindiniz. Allah’dan korkup sakının. Şübhesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.” (19)

Muvahhid mü’min müslüman, yegâne Rabbi Allah (c.c.)’nin bu emirlerine sıkı sıkı sarılır, tam teslimiyet ile teslim olur… Böylece hem kendisi olgunlaşır, hem de İslâm toplumu!… Çünkü İslâm toplumu, ferdlerin olgunlaşmasıyla olgunlaşır ve iyiler, hayırlılar toplumu olur… Mü’min müslümanlar, birbirlerinin kardeşi olduğu şuuruyla birbirlerini kabul edip bağırlarına basarlar ve birbirlerine bütün imkanlarıyla yardımcı olurlarsa, olgun İslâm toplumunu oluştururlar…

Cabir b. Abdillah (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Ey Muhacir ve Ensar toplulukları, sizin (din) kardeşlerinizden mal ve akrabası olmayan kimseler var. Sizin herbiriniz (onlardan) iki veya üç kişiyi bağrına bassın. Bizden birinin (savaşa giderken) kendisini taşıyacak bir bineği olamıyabilir. Ancak onlarınki gibi nöbetleşe binebileceği gibi bir bineği olabilir.” (20)

Asım İbn Süleyman anlatıyor:

Ben, Enes İbn Malik’e:

— Rasulullah (s.a.s.)’in:

“İslâm’da (Cahiliyye devrinin) ahdi yoktur.” buyruğu sana ulaştı mı? diye sordum.

Enes (r.a.):

— Rasulullah (s.a.s.), Medine’de benim evimde Muhacir (Kureyş) ile Ensar arasında kardeşlik akdi yaptı, dedi. (21)

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) tarafından gerçekleştirilen Muhacir ve Ensar kardeşlik akdinden çarpıcı bir örneği buraya kaydediyoruz…

Enes b. Malik (r.a.) şöyle anlatır:

Abdurrahman b. Avf (Muhacir olarak Mekke’den Medine’ye) geldiği zaman Rasulullah (s.a.s.), O’nunla Sa’d İbnu’r-Rabî el-Ensarî arasında kardeşlik akdi yaptı. Ensarî’nin yanında iki kadın vardı.

Ensarî, Abdurrahman’a kadınlarını ve malını yarıya bölüşmeyi teklif etti.

 

Abdurrahman İbn Avf, Sa’d İbnu’r-Rabî’ye:

— Allah, ehlin ve malın hususunda sana bereket ihsan eylesin. Sen bana, içinde alış veriş yapılan çarşıya delalet et, dedi.

Akabinde Abdurrahman İbn Avf (Kaynuka kabilesine aid) çarşıya gitti. Sonunda bir miktar yoğurt kurusu, bir miktar da yağ kazandı. (22)

İmam Tirmizî (rh.a.) ve İmam Neseî (rh.a.)’ın kaydında, Sa’d İbnu’r-Rabî (r.a.)’ın sözleri yer almaktadır.

Sa’d, Abdurrahman’a:

— Gel, malımı ikiye bölüp seninle paylaşayım ve benim iki karım var, birini boşarım, iddeti dolduğu zaman onunla evlen! dedi.

İman ve İslâm kardeşliği ile kardeş olan mü’minler:

“Rabblerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şûra ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler,

Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.” (23)

İbn Ömer (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Allah aşkına size sığınana yardım edin. Allah adını anarak isteyene verin. Tehlikeye maruz kalıp da Allah rızası için yardım isteyene yardım edin. Size iyilik yapanı mükafatlandırınız. Eğer mükafatlandıracak bir şey bulamazsanız, razı ettiğinize inanıncaya kadar ona dua ediniz…” (24)

Bu, böyledir!..