DİN, NASİHATTIR

Temimi’d-Darî (r.a.)’dan Rasulullah (s.a.s.):

“Din, nasihattır.” buyurdu.

(Ravî, diyor ki:)

— Kime? dedik.

“Allah’a, Kitabına, Rasulü’ne, müslümanların imamlarına ve bilumum müslümanlara.” buyurdu. (1)

Huzeyfe b. Yeman (r.a.) da, şu hadisi rivayet etmiştir.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Bir kimse, müslümanların işlerine ehemmiyet vermezse, onlardan değildir.

Bir kimse, Allah için, Rasulü için, Kitabı için, müslümanların idarecisi için ve bütün müslümanlar için sabah-akşam hayır dilemezse, yine onlardan değildir.” (2)

Seyyid Şerif Cürcânî, nasihat kelimesi için şöyle diyor:

“Nasihat: İçinde iyilik bulunan şeye çağırma ve içinde bozukluk (kötülük) bulunan şeyi de yasaklamadır.”(3)

Nasihat, Rabbimiz Allah’ın insan kullarının arasında seçip vazifeli kılarak, kendilerine vahyederek insanlara gönderdiği bütün Rasul ve Nebîlerin ortak hareketidir… Onlar, aralarında vazifeli kılındıkları toplumlarını iyiliğe, hakka, doğru ve güzele davet ediyor, bütün çirkinlik, kötülük, yani şirk, küfür, fitne ve fesaddan alıkoymaya çalışıyorlardı…

İçinde bulundukları ve irşadlarıyla meşgul oldukları toplum için emin nasihatcılar olan Peygamberler (Allah’ın salat ve selâmı cümlesinin üzerine olsun), insanlara, şirk, küfür, fitne ve fesadın her türlüsünü yasaklıyor, onları, tevhide, imana, iyilik, güzellik ve faydalı şeye davet ediyorlardı… İnsan olmaya engel olan her türlü ahlâk dışı hâl, hareket ve sözlerden vazgeçmeleri, şirk akidesini terk etmeleri için onları irşad etmeye tüm imkânlarını seferber ediyorlardı… Onlara, Tevhid akidesini anlatıyor ve benimsetmeye çalışıyorlardı… İnsanlara, güzel ahlâk ilkelerini anlatıyor ve bunun yolunu gösteriyorlardı… Birbirlerine karşı iyilikle davranmayı, adaletli olmayı, birbirlerinin hakkına saygılı olmayı öğretiyorlardı… Zulmün ve sömürünün her türlüsünü ortadan kaldırmak için uğraşıyorlardı…. İnsanın, insana kul olması ve insanın, insanın rabbi olması durumunun korkunç bir sapma olduğunu, insanın insana kul olmasının veya rabb olmasının batıl olduğunu, böyle bir hâlin insan şahsiyetine yakışmadığını, tüm insanların yalnız ve yalnız Allah’a kul olmasının gereğini beyan ediyorlardı… İnsan, insanın ne kulu olabilir, ne de rabbi!… Bütün insanlar, ancak Âlemlerin Rabbi Allah’a kul olmak için yaratılmışlardı… (4)İnsanlardan bazıları, diğerlerin rabbiymiş gibi davranıp tağutlaşmış olmaları ve diğerlerinin onlara kul-köle olup itaat etmeleri, korkunç bir şirk ve bir küfürdür… İnsanların bu batıl sapıklıktan kurtulup, birbirine tapmak hâlinden uzaklaşıp, sadece Allah’a kul olmak için, yani tağuttan kaçınıp Allah’a kul olmalarını sağlamak için çalışıyorlardı Peygamberler… Peygamberlerin asıl vazifesi bu idi… Onları, bunun için vazifeli kılmıştı Âlemlerin Rabbi Allah (Azze ve Celle)… (5)

Bundan dolayı Nuh (a.s.), şirk toplumunu oluşturan kavmine şöyle sesleniyordu:

“Size, Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. (Ayrıca) size öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi ben, Allah’dan biliyorum.” (6)

Böyle bir vazifeden dolayı Hud (a.s.), kendisinin tebliğ ettiği hak dine gelmemek için direnen müşrik kavmine şu nasihatı yapıyordu:

“Size, Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. Ben, sizin için güvenilir bir nasihatçıyım.” (7)

Muvahhidlerin ve müttakilerin önderi Rasulullah (s.a.s.)’in beyanıyla, “Din, nasihattır.” Nasihat, din ilkelerinin temelidir… Dinin bütünü olmamakla beraber, din ilkelerinin çoğu nasihat ile gündeme gelir… Dini ayakta tutan ana sütun, nasihattır…

“Din, nasihattır.” hadisi, Abdurrahman b. Ya’mer ed-Dilî (r.a.)’ın Rasulullah (s.a.s.)’den rivayet ettiği:

“Hacc, Arafat (vakfesi)dir.” (8) hadisi gibidir.

Her ne kadar, Arafat vakfesinden başka Haccın diğer ilkeleri varsa da, Arafat vakfesi olmadan diğerlerini yapmakla Hacc vazifesi yerine gelmiş olmaz!… Konunun önemini beyan etmek için söylenmiş az ve öz bir ifade olup “Cevamiu’l-Kelim” olan hadislerden birisidir bu!… Yani az ve öz bir söz ile bir çok mânâlar ifade etmektir…

Bu hakikatin beyanından sonra, önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in, dinin kimler için nasihat olduğu beyanına geçelim…

 

1) Dinin Allah için nasihat oluşu:

İslâm ulemasından Hattabî (rh.a.)’in bu konunun aydınlanması için şu çok değerli tesbitinden sonra konuyu geçebiliriz…

Hattabî (rh.a.):

“Bu izafetin hakikati, kendi nefsine nasihat olması itibariyle kula racidir. Çünkü Allah, herhangi bir kimsenin nasihatinden müstağnidir.” demiştir. (9)

Allah’a nasihattan maksad, O’na gereği üzere ve katıksız iman etmek, O’na hiç bir şeyi ve hiç bir şekilde ortak etmemek, zatına ve sıfatlarına şirk koşmamak, sıfatlarında küfre sapmamak, Allah’ı, bütün kemâl sıfatlarıyla vasıflandırıp, noksan sıfatlardan tenzih etmek, O’na tam teslimiyet ile itaat ve ibadet etmek, hiç bir zaman O’na isyan etmemek, O’na âsî olmaktan alabildiğine kaçınmaktır!…

Yalnız ve yalnız Allah’ın hükümlerine ve kanunlarına tabi olmak, O’nun hükümlerinin dışında hiç bir tağutî ve beşerî düstura tabi olmamak ve hiç bir hükme itaat etmemek!… Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek… O’na iman edip itaat eden mü’min müslümanlara karşı sevgi beslemek ve O’na isyan edip dinini reddedenlere karşı gerekli tavrını net olarak ortaya koymak…

Kullarına bağışladığı nimetlerini i’tiraf edip nankör olmamak ve nimetlerinden dolayı O’na kâmil mânâda şükretmek, her işte O’nun rızasını gözetmek, ihlas üzere samimi olmak, her zamanda ve her mekanda Allah’ın farkında olmak, yani ihsan üzere yaşamak, dolayısıyla daimî zikir hâlinde olmak, “Dinin, Allah için nasihat oluşu”nun gereğidir…

İnsanlara, Allah’ı tanıtmak ve onları Allah’a iman etmeye davet etmek de, bu nasihatın bir parçasıdır… İnsanların, tağuta kulluktan kurtulmaları ve yalnızca Allah’a kul olmalarını sağlamak, onların hidayetine vesile olmak, “Dinin Allah için nasihat oluşu”nun içinde yer alır…

İnsanın, şuursuz, ilimsiz, idraksiz ve sorumsuz bir şekilde sadece, “Ben de inandım” demesi ile mes’elenin bitmediği böylece anlaşılmış olmaktadır… Allah’ı, Rububiyet ve Uluhiyet konusunda Tevhid etmedikçe, bu Tevhidi bozacak gizli ve açık tüm şirkten arınmadıkça, kabul gören bir imana sahib olamaz insan!… İnsan, muvahhid bir mü’min ve müttaki bir müslüman olmadıkca, kâmil mânâda bir imana sahib olamaz!…

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle), şöyle buyurur:

“İnsanlar, (sadece) ‘iman ettik, diyerek, imtihandan geçirilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?” (10)

Gerçek iman, neye ve kime inanacağının, neyi ve kimi reddedeceğinin şuurunda olmak demektir… Kime kul olup itaat edecek ve kimin kulluk teklifini reddedeceğini idrak edenler imanı kavrayabilir ve ona sahib olabilirler… Bu kabul ve bu reddi de, insan kullarına onların yegâne Rabbi Allah beyan buyurmuştur…

“Ey Âdemoğulları, Ben size, yemin vermedim mi ki, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.

Bana kulluk edin, doğru yol budur.” (11)

“Sizin ilâhınız yalnızca Allah’dır ki, O’nun dışında ilâh yoktur. O, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır.” (12)

Allah, yalnızca kendisine kul olmayı, kul olmak konusunda kendisine hiç kimseyi ortak kılmamayı bütün kullarına emrediyor… Şeytana ve şeytanlaşmış insanlara itaat etmemeyi, onların hükümlerine tabi olmamayı buyuruyor… Hem Allah’a inanıp hayatî mes’elelerin bazılarında O’na itaat etmek, hem de tağuta inanıp hayatın diğer mes’elelerinde ona tabi olmak, şirkin tâ kendisi olduğunu iyi anlamak lazımdır… Bu, şuna benzer ki:

Hayatî mes’elelerin bazılarında Fir’avn’a tabi olmak ve bazı mes’elelerde de, Fir’avn’ın egemenliğine zarar vermeden, onu rahatsız etmeden, Musa (a.s.)’ın Allah’dan alıp tebliğ ettiği Din’e tabi olmak!… Yine hayatî mes’elelerin çoğunda Nemrud’a tabi olurken, bazılarında da, Nemrud’un egemenliğini kabul etmekle beraber, onu kollayıp korurken İbrahim (a.s.)’ın Allah’ın kendisine vahyettiği Din’e tabi olmak!… Ve yine hayatî, gerek şahsî, gerekse toplumsal mes’elelerde Ebu Cehil’in cahilî ve şirk yasalarına tabi olurken, Ebu Cehil’in iktidarını ve müşriklerin eğemenliğini sağlamlaştırmaya çalışırken, güzel ahlakın bazı ilkelerinde Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’e ve Allah’dan getirdiği İslâm Dini’ne tabi olmak!…

İşte böyle bir durumdur, işgal edilmiş, İslâm topraklarında yaşanan korkunç durum…. İşte böyle bir manzaradır, işgalci tağutî müstekbir egemenlerin cahil bıraktığı mazlum ve müstaz’afların sergilediği manzara!…

Dinin Allah’a nasihat oluşu, bu durumu kökten değiştirmek, bu manzarayı inkılab etmek demektir!..

Rabbimiz Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“İşte sizin ümmetiniz bir tek ümmettir ve Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse Ben’den korkup sakının.” (13)

“Şübhesiz, sana bu kitabı hak ile indirdik. Öyleyse sen de dini yalnızca O’na halis kılarak Allah’a ibadet et.

Haberin olsun, halis (katıksız) olan din, yalnızca Allah’ındır.” (14)

“Oysa onlar, dini yalnızca O’na halis kılan hanifler (Allah’ı birleyenler) olarak sadece Allah’a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekatı vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam) din budur.” (15)

“Senden önce hiç bir elçi göndermedik ki, Ona şunu vahyetmiş olmayalım: ‘Ben’den başka ilâh yoktur, öyleyse Bana ibadet edin.” (16)

İnsanların yegâne Rabbi, Meliki ve İlâhı olan Allah (Azze ve Celle)’nin insan kullarının üzerindeki hakkı, kulların Allah’a hiç bir şeyi ortak kılmamaları ve yalnızca Allah’a itaat ederek kul olmalarıdır… Rasulullah (s.a.s.), Muaz b. Cebel (r.a.)’a bu şekilde beyan buyurmuştu. (17)

Yegâne Rabbimiz Allah’ın emri budur ve yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti böyledir… İşte sapasağlam din budur ve dinin gereği böyledir!… Bunun dışındaki tüm anlayışlar, tüm bakış açıları batıl olup haktan sapmadan başka bir şey değildir… Hak Din olan İslâm’ın dışında herhangi bir teklif dalaletin tâ kendisidir… Hak Dini, Allah beyan buyurmuş ve öğretmiştir… Kullara düşen görev, Hak Din İslâm’ı Allah’ın beyan buyurup öğrettiği gibi kabul etmek, inanmak ve uygulamaktır… Bunun dışında herhangi bir inanç ve herhangi bir uygulama teklifi, haddini aşmak ve Allah’a isyan etmekten başka bir şey değildir!…

Rabbimiz Allah, şöyle buyurur:

“De ki: ‘Siz Allah’a, dininizi mi öğreteceksiniz? Oysa Allah, göklerde ve yerde olanları bilir. Allah, her şeyi bilendir.” (18)

“Rasullerini hidayet ve hak din üzere gönderen O’dur. Öyle ki, O’nu (Hak Din olan İslâm’ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır, müşrikler hoş görmese bile.” (19)

Çünkü yaratmak da, emir de, Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’ya aiddir. (20) Hüküm, yani hakimiyet, kayıtsız-şartsız, yalnız ve yalnız Allah Teâlâ’ya aiddir… (21) Allah, hükmünde, yani hakimiyetinde hiç kimseyi ortak kılmaz!…(22)

Dinin Allah’a, yani Allah için nasihat oluşunun kısaca mânâsı budur… Konu, başlı başına ciltler dolusu izaha müsaid bir konudur… Şimdilik Allah’ın verdiği akıl nimetini kullanabilenler için, bu kadar bir izahı yeterli görüyoruz…

“Şübhesiz bunlarda, düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.” (23)

 

2) Dinin, Allah’ın Kitabı’na nasihat oluşu:

Allah’ın Kitabı, Kur’ân-ı Kerim’dir. Dinin, Allah’ın Kitabı için nasihat oluşu, Kur’ân’ın Allah katından vahy ile inzal olduğuna, O’na ve O’ndan önceki Allah’ın gönderdiği semavî kitabların, yani Tevrat, Zebur, İncil ve Suhuf’un bozulmamış olan asıllarının hak olduğuna inanıp tasdik etmek… Kur’ân’daki emirlere ve nehiylere inanıp itaat etmek… Emirleri yerine getirmek ve nehyedilenlerden sakınmak…

Kur’ân-ı Kerim’i, yegâne hayat düsturu olarak kabul etmek ve tabi olmak… Ondan başka hiç bir kanun tanımamak, tağutların ortaya getirdikleri ve işgal ettikleri İslâm topraklarında uygulamaya çalıştıkları şirk ve zulümden kaynaklanan hükümleri reddetmek… Mü’min müslümanların yegâne hayat düsturu Kur’ân-ı Kerim’i her yerde ve her zaman korumak ve O’na saldıranlarla mücadele etmek… Kur’ân’ı gerektiği şekilde, edebine riâyet ederek okumak, anlamak, hükümlerinin ve ayetlerinin üzerinde derin derin düşünmek, hikmetini kavramak…

Kur’ân-ı Kerim’i hayatın her birimine hakim kılmaya çalışmak… Bu çalışma sırasında öne çıkan tüm engelleri sabırla aşmak, onlara karşı direnmek ve bu direnciyle engelleri parçalamak… İşte bütün bunlar, Dinin Allah’ın Kitabına, yani Kur’ân için nasihat oluşunun gerekleridir…

Rabbimiz Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“Hiç şübhesiz zikri (Kur’ân’ı) Biz indirdik Biz. O’nun koruyucuları da gerçekten Biziz.” (24)

“Biz, Kitab’da hiç bir şeyi noksan bırakmadık.” (25)

“Elif-Lâm-Mîm.

Bu, kendisinde şüphe olmayan, müttakiler için yol gösterici bir Kitab’dır.” (26)

“Elif-Lâm-Râ. Bu, bir Kitabtır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, o güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik.” (27)

“Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.”(28)

Kur’ân-ı Kerim, gerek şahsî, gerekse toplumsal, yani ferdden devlete tüm ihtiyaçların plan ve proğramıdır… Kur’ân’da hayatî mes’elelerden hiç biri noksan olmamak kaydıyla her şey anlatılmış veya işaret edilmişdir… Kur’ân-ı Kerim, önderimiz Rasulullah (s.a.s.), izahı ve uygulamasıyla hayata hakim kılınmış ve Kıyamete kadar aynı metod ile hareket edilmek üzere miras bırakılmıştır…

Cabir b. Abdillah (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur müttakilerin ve muvahhidlerin önderi Rasulullah (s.a.s.):

“Size öyle bir şey bıraktım ki, ona sımsıkı sarılırsanız bir daha asla sapmazsınız. Size, Kitabullah’ı baraktım.”(29)

Zeyd b. Erkam (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Ben size, iki ağır yük (sakaleyn) bırakıyorum. Bunlardan birincisi, içinde doğru yol ve nur bulunan Kitabullah’dır. Öyle ise, Kitabullah’ı alın ve ona sarılın.”

Müteakiben Kitabullah’a terğib ve teşbihte bulundu. Sonra:

“Bir de, Ehl-i Beytimi (bırakıyorum). Ehl-i Beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım! Ehl-i Beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım! Ehl-i Beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım!” buyurdu. (30)

Şu hadisi de Zeyd b. Erkam (r.a.) rivayet eder. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Ben size, (yek vücud) bir şey bırakıyorum ki, buna sarıldığınız takdirde, benden sonra asla dalalete düşmeyeceksiniz. İkisi de birbirinden büyüktür:

Gökten yere uzanan bir ip (ilâhî nizam) olan Allah’ın Kitabı ve yakınlarım, Ehl-i Beytim.” (31)

Gökten yere uzanan bir sapasağlam ipe, bir kopmaz kulpa (32) sımsıkı yapışmayı emrediyor Rabbimiz Allah:

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağlıp ayrılmayın.” (33)

İşte dinin Allah’ın Kitabına nasihat oluşu budur… Kalbleri mühürlenmiş ve kalbleri kilitlenmiş olanlar, Kur’ân-ı Kerim’i düşünemez ve anlayamazlar (34) Hidayete talib olanlar, Kur’ân-ı Kerim’i iyiden iyiye düşünür, inanır ve hayatını ona göre düzenler… Ayrıca Kur’ân’ı hayata hakim kılmak hareketinde yer almanın, ihmal edilemez görevi olduğuna inanırlar!…

 

3) Dinin, Allah’ın Rasulü (s.a.s.)’e nasihat oluşu:

Dinin, Rasulullah (s.a.s.) için nasihat oluşundan maksad, İslâm’ın en son din, Kur’ân-ı Kerim’in en son kitab olduğu gibi Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in en son Rasul ve en son Nebî olduğuna kalben tasdik, dil ile ikrar etmektir… Rasulullah (s.a.s.)’e iman edip O’nu tasdik edenler, Kur’ân-ı Kerim’deki emir ve nehiyleri O’nun gibi anlamak ve O’nun gibi uygulamak üzere hareket ederler… O’nu, Rasulullah kabul etmek, dini, yani İslâm’ı O’nun gibi anlamak ve O’nun gibi yaşamak demektir…

Rasulullah (s.a.s.)’i, gerek ferdî, gerek toplumsal hayatta yegâne örnek kabul etmek, (35) Rasulullah (s.a.s.)’e itaatın, Allah’a itaat olduğuna inanmak, (36) Rasulullah (s.a.s.), mü’minlere kendi nefislerinden daha evlâ olduğuna (37) ve Allah’ı sevmek, O’na itaat etmekle gerçekleşeceğine, O’ndan yüz çevirmenin küfür olacağına iman etmek,(38) dinin Allah’ın Rasulü (s.a.s.) için nasihat olduğudur…

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’i, öz nefsinden, babasından, annesinden, eşinden, çocuğundan, malından ve bütün insanlardan çok sevmek, bu imanın gereğidir…(39) Sahih bir imanın şartlarından olan bu sevgi, (40) aynı zamanda imanın lezzetine ulaşmanın üç şartından birisidir…(41)

Ve yegâne hayat örneği ve muvahhidlerin önderi Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara, sımsıkı bağlandığınız müddetçe asla doğru yoldan sapmayacaksınız. Bunlar:

Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün Sünneti’dir.” (42)

Enes b. Malik (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Her kim, benim sünnetimden yüz çevirirse o, benden değildir.” (43)

 

4) Dinin, müslümanların imamlarına nasihat oluşu:

Müslümanların İmamları, Ümmetin başında bulunan, Ümmeti Allah’ın hükümlerine ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ne göre idare eden muvahhid mü’min Ulu’l-Emr’dir… İmam, kendisine tabi olunan ve emirlerince hareket edilinen önder şahsiyettir…

Dinin, müslümanların imamlarına nasihat oluşu, Onlar, Allah’ın Kitabı ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünnetiyle hareket edip idare ettikleri müddetce kendilerine itaat etmek, bütün iyiliklerinde onlara yardımcı olmak, kendilerine doğruları tavsiye etmek, onları kötülüklerden alıkoymak, adaletle hükmetmelerini sağlamak demektir… Yanlışlık yaptıklarında, adaletten saptıklarında ve İslâm’dan taviz verdiklerinde, karşılarına geçmek, onlara tavır koymak,  doğruya, adalete ve tavizsizliğe gelmeleri için çalışmak da, bu nasihatın cümlesindendir…

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasulü’ne itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre de (itaat edin).” (44)

Muvahhid mü’minlerden olmayan ve Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyen işgalcı tağutların hiçbir hükmüne itaat edilmez!…

Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s):

“Cihadın en efdalı, zalim sultana veya zalim emirin yanında söylenecek adaletli sözdür.” (45)

Zulüm kimden gelirse gelsin, mü’min müslümanların reddettiği ve hiç bir zaman kabul edemeyeceği bir şeydir…

Adaletle, yani İslâm ile yönettiği müddetçe mü’min müslüman ulu’l-emre itaat etmek, her mü’min müslümanın boynunun borcudur… Allah’ın kitabıyla hükmeden yönetici, ister azası kesik bir zenci köle bile olsa mü’min müslümanlar, onu dinler ve itaat ederler… (46)

Eğer idareci, Allah’ın hükmüyle hükmetmez ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ne aykırı davranırsa, Ona karşı çıkılır, ikaz edilir, yanlıştan vazgeçmesi için israr edilir, dinlenilmez ve itaat edilmez…

Ebu Bekir b. Ebi Şeybe, şöyle dedi:

Bayram günü ilk defa işe namazdan evvel hutbe ile başlayan Mervan’dır.

Bir adam, ayağa kalkarak ona:

— Namaz, hutbeden öncedir, demiş.

Mervan:

— Oradaki terk edilmiştir, cevabını vermiş.

Bunun üzerine Ebu Said:

— Amma şu zat, hakikaten kendisine düşeni yaptı, demiş. (47)

Medine emiri olan Mervan’a karşı bu tavır, ancak mü’min müslümandan gelen bir tavırdır. Çünkü Ancak Bayram namazlarında Sünnet olan, hutbenin namazdan sonra okunmasıdır… Mervan, Sünnet’e aykırı davranınca cemaatten ve Ebu Said (r.a.)’ın tabiriyle hakikaten kendisine düşeni yapan bir muvahhid mü’min Zat, hemen kendisini ikaz etmiştir…

Dinin, müslümanların imamı için nasihat oluşu, onlar meşru, yani İslâm’a uygun emirlerinde itaat etmek, hatalarını düzeltmek ve adaletle hükmetmelerini sağlamak olduğunu bir kez daha hatırlatmakta fayda vardır…

 

5) Dinin, bilumum müslümanlara nasihat oluşu:

Bütün mü’min müslümanların kardeş olduğuna inanmak, (48) Onların aralarını düzeltmek, onların birbirinden takvadan başka bir üstünlüklerinin olmadığını bilmek, (49) din ve dünya işlerinde onları irşad edip faydalı olan şeyleri göstermek, aralarında sulh ve selameti sağlamak, onlara doğruları öğretmek, kendilerine iyiliği emredip kötülüklerden alıkoymak, onlara zarar vermemek, şahsî kusurlarını örtmek, onları aldatmamak, onlara karşı hased etmemek ve hor görmemek, mü’min müslüman oldukları için değer vermek ve onları sevip saymak, kendisi için arzu ettiğini onlar için de arzu etmek, hastalarını ziyaret edip acılarını paylaşmak, hangi durumda olursa olsun zulüm etmemek üzere yardım istediğinde yardımlarına koşmak, onların mallarını, canlarını, ırzlarını kendi malı, canı ve ırzı gibi korumak, bu nasihatın cümlesindendir…

Şöyle buyurur Önderimiz Rasulullah (s.a.s.):

“Sizden biriniz, mü’min kardeşi nasihat istediği zaman, ona nasihat etsin.” (50)

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:

“Allah’a ve Rasulü’ne karşı içten bağlı kalıp hayra çağıranlar oldukları sürece, güçsüz-zayıflara, hasta ve infak için bir şey bulamayanlara bir sorumluluk (günah) yoktur. İyilik edenlerin aleyhine de bir yol yoktur. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (51)

İhlas ile Allah’a davet edenler, hayra çağıranlar, mü’min müslümanlar için samimi olanlar, onların en iyi nasihatçılarıdırlar…

Cerir b. Abdullah (r.a.) şöyle demiştir:

— Ben, Rasulullah’a, Lâ ilâhe illallah ve Muhammed Rasulullah’ın mânâsına şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek (Allah ve Rasulü’nün emirlerini) işitip itaat eylemek ve her müslümana nasihat etmek üzere bey’at ettim.(52)

Diğer bir rivayette ise, şöyle diyor Cerir b. Abdullah (r.a.):

— Ben, Rasulullah (s.a.s.)’e namazı ikamet etmek, zekatı vermek, her müslümana nasihat edip hayır dileyeni olmak üzere bey’at ettim. (53)

Yine Cerir b. Abdullah (r.a.) anlatıyor:

Müslümanlar bey’at ederken Rasulullah (s.a.s.)’in yanına gelerek:

— Ya Rasulellah (s.a.s.), elini uzat, sana bey’at edeceğim. Bana lazım olan şartları da söyle! Sen onları, daha iyi bilirsin, dedim.

O da:

“Allah’a kulluk etmen, namazı kılman, zekatı vermen, müslümanlara sadakatle bağlanman, müşrikleri terk etmen hususunda bey’atının kabul ediyorum.” buyurdu.(54)

Tam bir ihlas ile Rasulullah (s.a.s.)’e bey’at eden Cerir b. Abdullah (r.a.)’ın bey’atına bağlılığını dile getiren şu ibret ve hikmet dolu olaya dikkat edelim!…

Hafız Taberânî’nin rivayeti, Hz. Cerir’in son derce âlicenab ve cömerd bir zat olduğunu gösterir.

Mezkur rivayete göre, Cerir (r.a.), kendisine bir at satın almak için kölesine emretmiş, o da, 300 dirheme bir at satın alarak parasını ödemek için atla birlikte sahibini de Cerir (r.a.)’a getirmiş.

Cerir, atı beğenmiş ve sahibine:

— Senin atın, 300 dirhemden fazla eder. Onu, 400 dirheme satar mısın? demiş.

At sahibi:

— Bu, sana kalmış bir şeydir ya Eba Abdullah, demiş.

Cerir:

— Senin atın bundan fazla eder. Onu, 500 dirheme satar mısın? demiş ve:

— Senin atın bundan fazla eder, diyerek yüzer yüzer artırmak suretiyle hayvanın fiyatını 800 dirheme yükseltmiş.

Nihayet onu, 800 dirheme satın almış. Kendisine neden böyle yaptığı sorulunca:

— Çünkü ben, Rasulullah (s.a.s.)’e, her müslümana sadakatlı olacağıma bey’at ettim, demiş. (55)

Rasulullah (s.a.s.) verilen bey’at sözünün gereği bu idi… Kendi nefsi için düşündüğünü, kendisi için dilediği hayrı ve iyiliği kardeşi için de dilemek, kâmil imanın gereğidir… (56) Zilletten kurtulup izzetli bir hayata kavuşmanın yolu da budur!…

Bu, böyledir!..