DİNDE FAKÎH OLMAK

Muaviye b. Ebu Süfyan’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Allah, her kimin hayrını dilerse ona, din hususunda büyük bir anlayış verir (dinde fakîh kılar).” (1)

İnce ve tam bir anlayış ve kavrayış olan tefakkuhu dile getiren bu hadis hakkında şarih, şunları kaydetmektedir:

“Hadisde geçen “Fıkıh” kelimesi, Arab dilinde anlamak, bilmek demektir. Din lisanında ise, Şeriat ilmine tahsis edilmiştir. Şer-i Şerife “Fıkıh” adının verilmesinin sebebi ise, Şer’î hükümlerin bir takım kaideler, deliller, kıyaslar, derin ictihadlar ile ve büyük bir anlayış kabiliyeti ile meydana çıkarılmasıdır.

Kastalânî:

— Hadiste, fıkıh kelimesinin lugat mânâsı ile yorumlanması daha uygundur. Çünkü dinî ilimlerin hepsine şâmil olmuş olur. Aksi takdirde yalnız Şerîat ilmine münhasır kalır, der.

Sindî diyor ki:

— Din hususunda fıkıh bilgisi, kalbe Allah korkusunu veren ve korkunun etkisini kişinin dış organlarında gösteren öyle bir ilimdir ki, artık sahibi, kendi çevresini uyarmağa girişir.

Tevbe Sûresi’nin (Meâli aşağıya alınan) 122. ayeti buna, işaret buyurur:

“Bununla beraber mü’minlerin hepsinin toplanıp birden savaşa gitmeleri doğru değildir. Her kabileden büyük bir kısım savaşa çıkmalı. Onlardan bir kısmı da, din hususunda fıkıh bilgisini öğrenmek ve kabileleri savaştan geri döndüğü zaman, onları Allah’ın azabı ile korkutmak için geri kalmalıdır. Olur ki, Allah’ın azabından sakınırlar.” (Tevbe, 9/122)

Dârimî’nin İmran’dan rivayet ettiğine göre kendisi, Hasan hazretlerine bir mes’ele ile ilgili olarak:

— Ya Eba Said, fıkıhçılar böyle söylemiyorlar? deyince,

Hasan:

— Vah, vah! Sen, şu ana kadar tek bir fıkıhçı gördün mü? Fıkıhçı, ancak dünyayı bırakan, ahirete gönül veren, dinî hususlarda basiret sahibi olan ve Rabbine ibadet etmeye devam eden kimsedir, dedi.

Hadislerde geçen “Hayır” ile büyük hayır veya hayırların hepsi kasdedilirse, fıkıh bilgisi olan kimsenin büyük hayra veya hayırların hepsine mazhar olduğu, fıkıh bilgisi olmayan kimsenin bu büyük hayırdan mahrum kaldığı veya hayırların hepsini alamadığı ifade edilmiş olur.”(2)

Rabbimiz Allah, hangi mü’min müslüman kulunun hayrını dilerse onu, dinde fakîh kılar… Rabbimiz Allah’ın dinde fakîh kıldığı kişiler, O’nun mü’min ve müttaki kullarıdır… Çünkü müttaki mü’minler, en hayırlı yol olan İslâm üzeredirler… Onlar, yaratılmışların en hayırlılarıdırlar… Çünkü en hayırlı önder kul olan Rasulullah (s.a.s.)’in izi üzere devam eden ümmetidirler…

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:

“İman edip salih amellerde bulunanlar ise, işte onlar da, yaratılmışların en hayırlılarıdır.” (3)

O müttaki mü’minler, Allah’ın dinine yardım etmiş, Allah da onlara yardım edip ayaklarını sabit kılmıştır…(4) Onlar, katıksız bir iman ile inanıp emrolundukları vazifelerini hakkıyla yerine getiren, yalnız ve yalnız Allah’a ibadet eden,(5) Allah’ı razı etmiş ve Allah’dan razı olan salih kullardır…(6)

Rabbimiz Allah, hayr üzere olan ve olmaya devam eden kullarının hayrını diler… Onları, hayır üzere sabit kılar, onları sever ve onları korur… Allah, mü’min müslümanların yegâne yardımcısıdır…

“İşte böyle, çünkü Allah, iman edenlerin velisidir. Kâfirlerin ise, velisi yoktur.” (7)

“İman edenlere yardım etmek ise, bizim üzerimize bir haktır.” (8)

“Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın, sizin Mevlânız O’dur. İşte ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcı.” (9)

“Allah ise, müttakilerin velisidir.” (10)

Böyle buyuruyor Rabbimiz ve Mevlâmız Allah… Allah, mü’min müttaki kullarının velisi, yani dostu ve yardımcısıdır… Allah, onları sever, onlar da Allah’ı severler… Allah, onlar için hayır diler ve onları dinde fıkıh kılar… Kendilerine ince ve derin bir anlayış verir… Onları kollayıp korur…

Katade b. en-Numan (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah, bir kulu sevdiği vakit onu, dünyadan korur. Tıpkı sizden birinizin hastasını sudan korumaya devam etmesi gibi.” (11)

Yegâne Rabbimiz Allah, hayır üzere olan mü’min müttaki kullarının hayrını dilediği takdirde onu, tefekkuh ehli kılar… Ona bu ince anlayışı vermekle beraber, ilim elde etme yollarını açar ve kolaylaştırır. Onu, Peygamberlerin (Allah’ın salat ve selâmı cümlesinin üzerine olsun) bıraktığı ilim mirasına varis kılar… O mü’min müttaki kul, ilmi tahsil ederek elde ederken, ayrıca o ilmin inceliklerini ve hikmetlerini de elde eder… Sadece malumat sahibi olmaz, öğrendiklerinden, bildiklerinden faydalanır ve faydalandırır… İlmi, yerli yerinde kullanır, onu, kendisi ve insanlık âlemi için faydalı hâle getirir… İlmi, kendisiyle salih amel edilen bir hâle getirir… İlim odur ki, dünyada ahiret için kullara faydalı olsun yoksa faydasız ilimden her zaman Allah’a sığınmak gerek… Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) böyle yapardı… Faydasız ilim, yani ferde ve topluma, maddî ve mânevî zararlı olan bilgiden Allah’a sığınırız…

Zeyd b. Erkam (r.a.) şöyle demiştir:

— Size ancak Rasulullah (s.a.s.)’in söylediği gibi söylüyorum.

O:

“Allah’ım, ben aczeden, tenbellikten, korkaklıktan, cimrilikten ihtiyarlıktan ve kabir azabından sana sığınırım. Allah’ım, nefsime takva ver ve onu pâk eyle, onu, pâk edecek yegâne Sen varsın. Onun, velisi ve Mevlâsı Sensin!

Allah’ım, ben, fayda vermeyen ilimden, korkmayan kalbden, doymayan nefisten ve kabul olunmayan duadan sonra sığınırım.” derdi. (12)

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Cabir (r.a.)’ın rivayetiyle ümmetine şöyle buyurur:

“Allah’dan faydalı ilim isteyiniz ve (sahibine) fayda sağlamayacak ilimden Allah’a sığınınız.” (13)

Dünyada, insanların yaradılış gayelerine uygun yaşamaları, huzur ve saadet içinde olmalarını sağlayacak ilim, faydalı ilimdir… Bu ilim, Peygamberlerin bıraktığı, miras olarak mü’min müslümanlara emanet ettikleri ilimdir…

Ebu’d-Derda (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“… Muhakkak âlimler, peygamberlerin varisleridir. Şübhesiz peygamberler, ne altın, ne de gümüşü miras bırakırlar. Peygamberler, miras olarak, ancak ilim bırakırlar. Bu itibarla kim, peygamberlerin mirası olan ilmi elde ederse, tam bir hisse almış olur.” (14)

Peygamberlerin, hasseten son peygamber Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in mirasına sahib olanlar, mirası kendilerine bırakan yüce şahsiyetten emanet olarak aldıkları mirası, şartlarına riâyet ederek devam ettirmelidirler… Rasulullah (s.a.s.)’e varis olmanın gereği budur!… Rasulullah (s.a.s.)’in mirasını yüklenen muvahhid mü’minler, mirasa ihanet etmeden, sadık bir varis olarak sahib çıkmalı ve hakkıyla gereğini yapmalıdırlar…

İlim mirası,dindir… Mü’min müslümanlar, dinleri konusunda tavizsiz ve çok hassas olmalıdırlar…

Muhammed b. Sîrîn (rh.a.)’in beyanıyla:

“Şübhesiz ki, bu ilim, dindir. Öyle ise, dininizi kimlerden aldığınıza dikat edin!…” (15)

Ümmetin imamlarından İmam Mâlik (rh.a.)’in bu konudaki hassasiyeti takdire şayandır…

Şöyle diyor İmam Mâlik (rh.a.):

— Bu ilim, dindir. Binaenaleyh dininizi kimden aldığınıza dikkate din! Vallahi ben, şu direklerin yanında, “Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu, diyen yetmiş kişiye yetiştim. Fakat onlardan hiç bir şey almadım. Halbuki bu zevatın her biri, kendisine beytü’l-mal güvenilecek kadar emin insanlardı. Onlardan hadis almayışımın sebebi, hadis ilmine ehil olmamalarıdır.” (16)

Allah (Azze ve Celle)’nin dinde fakih kıldığı, derin ve ince anlayışa sahib olan mü’min müslümanlar, ilimden kendilerine ulaşan herhangi bir şeyin, illetini ve hikmetini çok iyi kavrayan şahsiyetlerdir… İlim-irfan sahibi bu değerli şahsiyetler, Allah’ın kendilerine bahşetmiş olduğu keskin firaset ve basiretle, mes’elenin inceliklerini kavrar ve hassas noktalarını anlarlar…

Zeyd b. Sabit (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur önderimiz Rasulullah (s.a.s.):

“Benim sözümü işitip de (başkasına) tebliğ eden adamın yüzünü, Allah ağartsın. Çünkü fıkıh (kaynağı olan hadisleri) ezberleyen nice adamlar, fakîh değildir. Ve fakîh olan (hadis) hafızları, kendilerinden daha kuvvetli fakîhlere (hadisleri) iletebilirler.” (17)

Gerek Daru’l-İslâm’daki İslâm toplumunu, gerekse işgal altındaki İslâm topraklarında, yani Daru’l-Harb’e dönüşmüş İslâm beldelerinde İslâm Cemaatını yönetecek mü’min müslüman şahsiyetlerin, ilmiyle âmil âlimler olması tercih olunur!… Böyle bir tercih, ümmet için birlik, beraberlik, huzur ve selâmet kaynağıdır… Bu tercihi ciddiye almamak veya ihmal etmek, bir çok fitnenin sebebi olur…

Temim ed-Dârî, – Emiru’l-Mü’minin İmam Ömer b. Hattab (r.a.)’dan şu ince görüşü rivayet eder…

İmam Ömer (r.a.) şöyle buyurdu:

— Kim ki, topluma bilgi sahibi olanı başkan (emir) yaparsa bu, hem o, hem de onlar için dirlik (vesilesi) olur. Kim ki, topluma bilgisiz olanı başkan (emir)yaparsa bu, hem o, hem de onlar için helâk (sebebi) olur.” (18)

Âlemlerin yegâne Rabbi Allah, mü’min müttaki kullarından dilediğini dinde fakîh kılar, amma mü’min müttaki kulların da, dinde fakîh olmak için tüm imkânlarını kullanarak, gereği üzere çaba harcaması lazımdır… İlim, şartlarına uyularak elde edilir… Elde edilen bu ilmin, faydalı olması ve derin bir kavrayışa sahib olmak için Rabbimiz Allah’dan yardım taleb edilir… Allah rızasını kazanmak, faydalanmak ve faydalandırmak, yani kendisiyle kulluğun gereği kolan ameli yapmak için ilim taleb edip bu uğurda cehd ederek gayret gösterenlere Allah, ummadıkları yerden rızıklandırır… Çünkü o mü’min müttaki kulun, tüm gayreti Allah yolunda ve Allah için olmaktır…

İslâm Milleti’nin imamlarından Şehid İmam Ebu Hanife (rh.a.) şöyle anlatır:

(Hicretin) sekseninci yılında doğdum. Doksan altı senesinde onaltı yaşındayken babamla Hacca gittim.

Mescid-i Haram’a girdiğimde kalabalık bir ders halkası gördüm.

Babama:

— Bu halkanın öğretmeni kim? diye sordum.

Babam:

— Peygamberimiz (s.a.s.)’in arkadaşı Abdullah b. el-Haris b. Cez’ el-Zebîdî’dir, dedi.

İlerledim. İyice yaklaştım. Şöyle dediğini işittim:

— Rasulullah (s.a.s.)’den duydum.

Buyurdu ki:

“Allah’ın dinini anlamada üstün başarı gösteren kimsenin, dünya ve ahiret ile ilgili neyi varsa, Allah Teâlâ karşılar ve ona ummadığı yerlerden rızık verir.” (19)

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Rabbimiz Allah’ın buyurduğunu açıklıyordu… Malum olduğu üzere Rabbimiz Allah, Rasulü (s.a.s.)’e Kur’ân’ı açıklama vazifesini vermiştir… (20) Rasulullah (s.a.s.)’in vazifesi, kendisine inzâl edilen Kur’ân-ı Kerim’i kullara açıklamak ve nasıl uygulanacağını yaşayarak gösterip örnek olmaktı…(21)

Rasulullah, (s.a.s.), Kalî, Fiilî ve Takrirî Sünnetiyle Rabbimiz Allah’ın Kelâmı ve emirlerin olan Kur’ân-ı Kerim’i insanların anlayacakları şekilde açıklıyordu… O’nun ahlâkı, Kur’ân’ın kendisiydi… Böyle açıklamıştı mü’minlerin annesi Aişe (r.anha)!… (22)

Rabbimiz Allah, şöyle buyurur:

“Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şübhesiz yollarımızı gösteririz. Gerçekten Allah, ihsan edenlerle beraberdir.” (23)

Meşhur müfessirlerden İbn Kesir (rh.a.), bu ayetin tefsirinde şunları kaydeder:

“Bizim uğrumuzda mücahede edenleri” ayetinde, Allah Rasulü (s.a.s.), Ashab’ı ve kıyamet gününe kadar O’na tabi olanlar kasdedilmektedir.

“(İşte onları) elbette yollarımıza eriştiririz (dünyada ve ahirette yollarımızı onlara gösteririz.).”

İbn Ebi Hatim der ki:

— Bize babamın… Akkâ ahalisinden Ebu Ahmed Abbas el-Hemedanî’den rivayetinde göre, O:

“Bizim uğrumuzda mücahede edenleri, elbette yollarımıza eriştiririz. Şübhesiz ki Allah, ihsan edenlerle beraberdir.” ayeti hakkında şöyle demiştir:

— Bildikleri ile amel edenleri Allah, bilmediklerine eriştirecektir.

Ahmed İbn Ebu el-Havarî der ki:

— Bunu, Ebu Süleyman ed-Dârânî’ye naklettim de çok hoşuna gitti ve şöyle dedi:

— Kendisine bir hayır ilhâm edilene, eserde (Şer’î bir haberde) işitinceye kadar onu işlememesi yaraşır. Haberde işittiği zaman, onunla amel eder ve Şeriat’ın haberi, yapmakta olduğuna muvâfık düştüğü zaman Allah’a hamdeder. (24)

Bildikleriyle amel edenleri Allah’ın, bilmediklerine eriştirmesi, Rabbimiz Allah’ın hayrını dileyip dinde fakîh kıldığı mü’min müttaki kulları için bir ilâhî ihsandır!.. (25)

Kendisine farz-ı ayn olan ilimleri elde eden mü’min müttaki kul, bunlarla amel eder, Allah’a karşı kulluk vazifelerini hakkıyla yerine getirirse, kendisinden istenen ve bekleneni gereği gibi yapmış olur…

Kendisine verilmiş imkânları yerinde kullanan ve bildiği ile âmel eden mü’min kişiye Allah, O’nun ihtiyacı olan bilmediklerini çeşitli vesileler ile öğretir… Çünkü o kul, sahib olduğu nimetin kıymeteni bilen ve yerli yerinde değerlendiren kâmil bir kuldur… Kişi, önce Rabbi Allah’ın kendisine bahşetmiş olduğu nimetin hakkını verecek ki Allah (Azze ve Celle), onun üzerinde nimetini ziyadeleştirsin ve ona, yeni yeni nimetler bahşetsin…

Rabbimiz Allah, şöyle buyurur:

“Ve yine hatırlayın ki, Rabbiniz şunu belirtmiştir: ‘Andolsun ki, şükrederseniz elbette size daha çok (nimet) veririm (arttırırım). Nânkörlük ederseniz, hiç şübhesiz Benim azabım çok şiddetlidir.” (26)

Rabbimiz Allah’ın kendisine verdiği ilim nimetinin hakkını verene Allah, onun için nimetini fazlalaştırır… Bildiğinin hakkını vermek de, onunla amel etmek ve kulluk vazifelerini tam yapmak demektir.

Yezid b. Seleme el-Cu’fî (r.a.) dedi ki:

Yezid b. Seleme (kendisini kasdediyor):

– Ya Rasulullah, senden bir çok hadisler işittim. Sonraki hadisin, öncekini unutturmasından endişe ediyorum. Bana (içinde bir çok hususları) toplayan bir tabirle konuşunuz, dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

“Bildiğin hususlarda Allah’ın emirlerine muhalefet etmekten sakın!” buyurdu. (27)

Müttaki mü’min, bildiklerini öncelikle kendi nefsine karşı gizlemeyecek, kendisine ihanet etmeyecek ve bildikleriyle amel etmeye çalışacaktır… İnsanların kendisine sordukları şeylerin cevabını biliyorsa, onlardan ilmi saklamayacak ve bildiklerini kendilerine söyleyecektir… İlmin yayılmasını sağlayacak, tüm imkânlarını kullanarak insanlara ulaştırıp, onların ilimden faydalanmalarına ve hidayet bulmalarına vesile olacaktır… İlmin saklanmasının ağır vebâl olduğuna inanacak ve bundan alabildiğince kaçınacaktır…

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur önderimiz Rasulullah (s.a.s.):

“Hıfzettiği bir ilim kendisine sorulup da onu gizliyen her adam, kıyamet günü ateşten bir gem onun ağzına vurulmuş olduğu hâlde (mahşere) getirilir.” (28)

İlmin gizlenmesinin ağır suç olduğunu, Rabbimiz Allah şöyle beyan buyurur:

“Gerçek, apaçık belgelerden indirdiklerimizi ve insanlar için kitabta açıkladığımız hidayeti gizlemekte olanlar, işte onlara, hem Allah lânet eder, hem de lânet ediciler lânet eder.

Ancak tevbe edenler, (kendilerini) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar (a gelince), artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim.” (29)

İlim, gerçekten ihtiyaç sahibi olanlardan ve işin gerçek ehli durumunda bulunanlardan saklanmayacaktır, fakat ehil olmayanlara da ilimden bir şey öğretilmeyecek, eşkiyanın eline silâh verilmeyecektir… İlim, bir emanettir!… Emanetin ehline verilmesini, Rabbimiz Allah emretmektedir… Çünkü emanet, ehliyet sahibi olanlara verilir…

Rabbimiz şöyle buyurur:

“Şübhesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiblerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmetiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.”(30)

Enes b. Malik (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“İlim aramak, her müslüman üzerine farzdır. Ehil olmayan insanların yanına ilim bırakan kimse, domuzların boynuna cevher, inci ve altın gerdanlık takan adama benzer.” (31)

Allah’ın, hayrını dilediği ve dinde fakîh yaptığı müttaki mü’min, gerek kendisi, gerekse toplum için lehde ve aleyhde olan şeyleri bilen, iyiliği emr ve kötülükten nehyeden kişidir… İlmin kıymetini ve sorumluluğunu bilen bir şahsiyettir… Ulu-orta konuşmayan, konuştuğu  vakit hayır söyleyen veya susan, bilmediği, delillendiremediği şeyleri söylemeyen, dinde delilsiz ve kendi kanaatı ile hareket etmeyen bir karektere sahibdir…

İslâmî mes’elelerde, ilimsiz ve delilsiz konuşmanın sorumluluğunu bilen, bundan dolayı ehli olduğu mes’eleleri anlatan, bilmediği konuları bilenlere havale eden muvahhid mü’min şahsiyet, ilimsiz konuşanların hem dal, hem de mudîll, yani hem sapan, hem de saptıran olduğunun farkında olmalıdır… Böyle bir durum, hem ferd, hem de toplum için büyük bir felâkettir….

Abdullah b. Amr b. el-As (r.a.) şöyle demiştir:

(Vedâ Haccı’nda) Rasulullah (s.a.s.)’den işittim, şöyle buyuruyordu:

“Allah ilmi, kullarından çekip çıkarmak (yani silmek) süretiyle değil, âlimleri kabz etmek süretiyle kabz edecektir. Nihayet hiç bir âlim kalmayınca halk, bir takım cahil kimseleri kendilerine başkanlar edinirler. Bunlara, bir takım sualler sorulur, onlar da, ilimleri olmadığı hâlde fetva verirler de, hem kendileri dalâlete düşerler, hem de halkı dalâlete düşürürler!” (32)

Mü’min müttaki kul, kıyamet günü öğrendiği ilmin hesabını vereceği ve hesaba çekileceğinin şuurunda olan olgun bir kişiliğe sahibdir… Öğrendiği ilim ile nasıl amel ettiğinin hesabını vereceğini bilen mü’min müttaki kul, Allah’ın izni ve yardımıyla elde ettiği ilmi, Allah’ın rızasını kazanmak için faydalı yerlerde harcar… Bunun için de, mes’elelerin inceliğini, ilet ve hikmetini bilen fakih olması gereklidir…

Sorumsuzca ve ilmin müsrifi olanlar, büyük bir suç işlemekte olduklarının farkındalar mı acaba?.. Öğrendikleri ilmin sorumluluğunu yerine getirmeyenler ve onu yanlış yerlerde kullananlar, ne korkunç bir felaket içinde olduklarını biliyorlar mı acaba?.. Sadece kendilerine değil, tüm insanlık âlemine zarar veren bir tutum içinde bulunduklarını ne zaman hatırlayacak ve bu suçu işlemekten  ne zaman vazgeçecekler?..

İbn Mes’ud (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“İnsanoğluna beş şeyden hesab sorulmadıkça, onun ayakları kıyamet gününde Rabbinin katındn ayrılmayacaktır:

Ömrünü nerede tükettiğinden,

Gençliğini nerede yıprattığından,

Malını nereden kazanıp, nereye harcadığından,

Ve öğrendiği ilimde nasıl davrandığından.” (33)

Ebu Bekre (r.a.)’ın rivayetiyle ümmetine şu tavsiyede bulunur önderimiz Rasulullah (s.a.s.):

“Ya ilim öğreten, ya ilim öğrenen, ya dinleyen veya bunları seven ol! Sakın beşincisi olma, yoksa helâk olursun!” (34)

Rabbimiz Allah’ın hayırlarını dileyip dinde fakîh kılmış olduğu mü’min müttakî kullar, yalnız ve yalnız Allah’dan korkan kişilerdir… Çünkü Allah’ı en iyi tanıyan, bilen ve inanan âlimlerdir…

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:

“Kulları içinde ise, Allah’dan ancak âlim olanlar içleri titreyerek korkar. Şübhesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.” (35)

Sa’d b. İbrahim’e sordular:

— Medinelilerin en fakîhi kimdir?

O da:

— Rabbinden en fazla korkanları (en müttakileri), cevabını verdi. (36)

Emiru’l-Mü’minin İmam Ali b. Ebi Talib (k.v.) şöyle diyor:

— Gerçek fakîh, insanları, Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe düşürmeyen, onlara, Allah’a isyan hususlarında kolaylık tanımayan, onları, Allah’ın azabından emin kılmayan, Kur’ân’ı, onu istemeyip başkasına meylederek terk etmeyen kimsedir.

Durum şu ki:

Kendisinde ilim olmayan ibadette, kendisinde anlama olmayan ilimde, kendisinde düşünme olmayan okumada hiç bir hayır yoktur. (37)

Bu konuda, Ümmetin imamlarından İmam Hasan Basrî (rh.a.)’ın, hayra ulaştırılan ve dinde fakîh olan kişiler için söylediklerini hatırlatarak sözümüzü bitirelim:

“Fakîh, ancak dünyayı bırakan, ahirete gönül veren, dinî hususlarda basiret sahibi olan ve Rabbine ibadet etmeye devam eden kimsedir.” (38)

Bu, böyledir!..

Muaviye b. Ebu Süfyan’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Allah, her kimin hayrını dilerse ona, din hususunda büyük bir anlayış verir (dinde fakîh kılar).” (1)

İnce ve tam bir anlayış ve kavrayış olan tefakkuhu dile getiren bu hadis hakkında şarih, şunları kaydetmektedir:

“Hadisde geçen “Fıkıh” kelimesi, Arab dilinde anlamak, bilmek demektir. Din lisanında ise, Şeriat ilmine tahsis edilmiştir. Şer-i Şerife “Fıkıh” adının verilmesinin sebebi ise, Şer’î hükümlerin bir takım kaideler, deliller, kıyaslar, derin ictihadlar ile ve büyük bir anlayış kabiliyeti ile meydana çıkarılmasıdır.

Kastalânî:

— Hadiste, fıkıh kelimesinin lugat mânâsı ile yorumlanması daha uygundur. Çünkü dinî ilimlerin hepsine şâmil olmuş olur. Aksi takdirde yalnız Şerîat ilmine münhasır kalır, der.

Sindî diyor ki:

— Din hususunda fıkıh bilgisi, kalbe Allah korkusunu veren ve korkunun etkisini kişinin dış organlarında gösteren öyle bir ilimdir ki, artık sahibi, kendi çevresini uyarmağa girişir.

Tevbe Sûresi’nin (Meâli aşağıya alınan) 122. ayeti buna, işaret buyurur:

“Bununla beraber mü’minlerin hepsinin toplanıp birden savaşa gitmeleri doğru değildir. Her kabileden büyük bir kısım savaşa çıkmalı. Onlardan bir kısmı da, din hususunda fıkıh bilgisini öğrenmek ve kabileleri savaştan geri döndüğü zaman, onları Allah’ın azabı ile korkutmak için geri kalmalıdır. Olur ki, Allah’ın azabından sakınırlar.” (Tevbe, 9/122)

Dârimî’nin İmran’dan rivayet ettiğine göre kendisi, Hasan hazretlerine bir mes’ele ile ilgili olarak:

— Ya Eba Said, fıkıhçılar böyle söylemiyorlar? deyince,

Hasan:

— Vah, vah! Sen, şu ana kadar tek bir fıkıhçı gördün mü? Fıkıhçı, ancak dünyayı bırakan, ahirete gönül veren, dinî hususlarda basiret sahibi olan ve Rabbine ibadet etmeye devam eden kimsedir, dedi.

Hadislerde geçen “Hayır” ile büyük hayır veya hayırların hepsi kasdedilirse, fıkıh bilgisi olan kimsenin büyük hayra veya hayırların hepsine mazhar olduğu, fıkıh bilgisi olmayan kimsenin bu büyük hayırdan mahrum kaldığı veya hayırların hepsini alamadığı ifade edilmiş olur.”(2)

Rabbimiz Allah, hangi mü’min müslüman kulunun hayrını dilerse onu, dinde fakîh kılar… Rabbimiz Allah’ın dinde fakîh kıldığı kişiler, O’nun mü’min ve müttaki kullarıdır… Çünkü müttaki mü’minler, en hayırlı yol olan İslâm üzeredirler… Onlar, yaratılmışların en hayırlılarıdırlar… Çünkü en hayırlı önder kul olan Rasulullah (s.a.s.)’in izi üzere devam eden ümmetidirler…

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:

“İman edip salih amellerde bulunanlar ise, işte onlar da, yaratılmışların en hayırlılarıdır.” (3)

O müttaki mü’minler, Allah’ın dinine yardım etmiş, Allah da onlara yardım edip ayaklarını sabit kılmıştır…(4) Onlar, katıksız bir iman ile inanıp emrolundukları vazifelerini hakkıyla yerine getiren, yalnız ve yalnız Allah’a ibadet eden,(5) Allah’ı razı etmiş ve Allah’dan razı olan salih kullardır…(6)

Rabbimiz Allah, hayr üzere olan ve olmaya devam eden kullarının hayrını diler… Onları, hayır üzere sabit kılar, onları sever ve onları korur… Allah, mü’min müslümanların yegâne yardımcısıdır…

“İşte böyle, çünkü Allah, iman edenlerin velisidir. Kâfirlerin ise, velisi yoktur.” (7)

“İman edenlere yardım etmek ise, bizim üzerimize bir haktır.” (8)

“Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın, sizin Mevlânız O’dur. İşte ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcı.” (9)

“Allah ise, müttakilerin velisidir.” (10)

Böyle buyuruyor Rabbimiz ve Mevlâmız Allah… Allah, mü’min müttaki kullarının velisi, yani dostu ve yardımcısıdır… Allah, onları sever, onlar da Allah’ı severler… Allah, onlar için hayır diler ve onları dinde fıkıh kılar… Kendilerine ince ve derin bir anlayış verir… Onları kollayıp korur…

Katade b. en-Numan (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah, bir kulu sevdiği vakit onu, dünyadan korur. Tıpkı sizden birinizin hastasını sudan korumaya devam etmesi gibi.” (11)

Yegâne Rabbimiz Allah, hayır üzere olan mü’min müttaki kullarının hayrını dilediği takdirde onu, tefekkuh ehli kılar… Ona bu ince anlayışı vermekle beraber, ilim elde etme yollarını açar ve kolaylaştırır. Onu, Peygamberlerin (Allah’ın salat ve selâmı cümlesinin üzerine olsun) bıraktığı ilim mirasına varis kılar… O mü’min müttaki kul, ilmi tahsil ederek elde ederken, ayrıca o ilmin inceliklerini ve hikmetlerini de elde eder… Sadece malumat sahibi olmaz, öğrendiklerinden, bildiklerinden faydalanır ve faydalandırır… İlmi, yerli yerinde kullanır, onu, kendisi ve insanlık âlemi için faydalı hâle getirir… İlmi, kendisiyle salih amel edilen bir hâle getirir… İlim odur ki, dünyada ahiret için kullara faydalı olsun yoksa faydasız ilimden her zaman Allah’a sığınmak gerek… Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) böyle yapardı… Faydasız ilim, yani ferde ve topluma, maddî ve mânevî zararlı olan bilgiden Allah’a sığınırız…

Zeyd b. Erkam (r.a.) şöyle demiştir:

— Size ancak Rasulullah (s.a.s.)’in söylediği gibi söylüyorum.

O:

“Allah’ım, ben aczeden, tenbellikten, korkaklıktan, cimrilikten ihtiyarlıktan ve kabir azabından sana sığınırım. Allah’ım, nefsime takva ver ve onu pâk eyle, onu, pâk edecek yegâne Sen varsın. Onun, velisi ve Mevlâsı Sensin!

Allah’ım, ben, fayda vermeyen ilimden, korkmayan kalbden, doymayan nefisten ve kabul olunmayan duadan sonra sığınırım.” derdi. (12)

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Cabir (r.a.)’ın rivayetiyle ümmetine şöyle buyurur:

“Allah’dan faydalı ilim isteyiniz ve (sahibine) fayda sağlamayacak ilimden Allah’a sığınınız.” (13)

Dünyada, insanların yaradılış gayelerine uygun yaşamaları, huzur ve saadet içinde olmalarını sağlayacak ilim, faydalı ilimdir… Bu ilim, Peygamberlerin bıraktığı, miras olarak mü’min müslümanlara emanet ettikleri ilimdir…

Ebu’d-Derda (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“… Muhakkak âlimler, peygamberlerin varisleridir. Şübhesiz peygamberler, ne altın, ne de gümüşü miras bırakırlar. Peygamberler, miras olarak, ancak ilim bırakırlar. Bu itibarla kim, peygamberlerin mirası olan ilmi elde ederse, tam bir hisse almış olur.” (14)

Peygamberlerin, hasseten son peygamber Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in mirasına sahib olanlar, mirası kendilerine bırakan yüce şahsiyetten emanet olarak aldıkları mirası, şartlarına riâyet ederek devam ettirmelidirler… Rasulullah (s.a.s.)’e varis olmanın gereği budur!… Rasulullah (s.a.s.)’in mirasını yüklenen muvahhid mü’minler, mirasa ihanet etmeden, sadık bir varis olarak sahib çıkmalı ve hakkıyla gereğini yapmalıdırlar…

İlim mirası,dindir… Mü’min müslümanlar, dinleri konusunda tavizsiz ve çok hassas olmalıdırlar…

Muhammed b. Sîrîn (rh.a.)’in beyanıyla:

“Şübhesiz ki, bu ilim, dindir. Öyle ise, dininizi kimlerden aldığınıza dikat edin!…” (15)

Ümmetin imamlarından İmam Mâlik (rh.a.)’in bu konudaki hassasiyeti takdire şayandır…

Şöyle diyor İmam Mâlik (rh.a.):

— Bu ilim, dindir. Binaenaleyh dininizi kimden aldığınıza dikkate din! Vallahi ben, şu direklerin yanında, “Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu, diyen yetmiş kişiye yetiştim. Fakat onlardan hiç bir şey almadım. Halbuki bu zevatın her biri, kendisine beytü’l-mal güvenilecek kadar emin insanlardı. Onlardan hadis almayışımın sebebi, hadis ilmine ehil olmamalarıdır.” (16)

Allah (Azze ve Celle)’nin dinde fakih kıldığı, derin ve ince anlayışa sahib olan mü’min müslümanlar, ilimden kendilerine ulaşan herhangi bir şeyin, illetini ve hikmetini çok iyi kavrayan şahsiyetlerdir… İlim-irfan sahibi bu değerli şahsiyetler, Allah’ın kendilerine bahşetmiş olduğu keskin firaset ve basiretle, mes’elenin inceliklerini kavrar ve hassas noktalarını anlarlar…

Zeyd b. Sabit (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur önderimiz Rasulullah (s.a.s.):

“Benim sözümü işitip de (başkasına) tebliğ eden adamın yüzünü, Allah ağartsın. Çünkü fıkıh (kaynağı olan hadisleri) ezberleyen nice adamlar, fakîh değildir. Ve fakîh olan (hadis) hafızları, kendilerinden daha kuvvetli fakîhlere (hadisleri) iletebilirler.” (17)

Gerek Daru’l-İslâm’daki İslâm toplumunu, gerekse işgal altındaki İslâm topraklarında, yani Daru’l-Harb’e dönüşmüş İslâm beldelerinde İslâm Cemaatını yönetecek mü’min müslüman şahsiyetlerin, ilmiyle âmil âlimler olması tercih olunur!… Böyle bir tercih, ümmet için birlik, beraberlik, huzur ve selâmet kaynağıdır… Bu tercihi ciddiye almamak veya ihmal etmek, bir çok fitnenin sebebi olur…

Temim ed-Dârî, – Emiru’l-Mü’minin İmam Ömer b. Hattab (r.a.)’dan şu ince görüşü rivayet eder…

İmam Ömer (r.a.) şöyle buyurdu:

— Kim ki, topluma bilgi sahibi olanı başkan (emir) yaparsa bu, hem o, hem de onlar için dirlik (vesilesi) olur. Kim ki, topluma bilgisiz olanı başkan (emir)yaparsa bu, hem o, hem de onlar için helâk (sebebi) olur.” (18)

Âlemlerin yegâne Rabbi Allah, mü’min müttaki kullarından dilediğini dinde fakîh kılar, amma mü’min müttaki kulların da, dinde fakîh olmak için tüm imkânlarını kullanarak, gereği üzere çaba harcaması lazımdır… İlim, şartlarına uyularak elde edilir… Elde edilen bu ilmin, faydalı olması ve derin bir kavrayışa sahib olmak için Rabbimiz Allah’dan yardım taleb edilir… Allah rızasını kazanmak, faydalanmak ve faydalandırmak, yani kendisiyle kulluğun gereği kolan ameli yapmak için ilim taleb edip bu uğurda cehd ederek gayret gösterenlere Allah, ummadıkları yerden rızıklandırır… Çünkü o mü’min müttaki kulun, tüm gayreti Allah yolunda ve Allah için olmaktır…

İslâm Milleti’nin imamlarından Şehid İmam Ebu Hanife (rh.a.) şöyle anlatır:

(Hicretin) sekseninci yılında doğdum. Doksan altı senesinde onaltı yaşındayken babamla Hacca gittim.

Mescid-i Haram’a girdiğimde kalabalık bir ders halkası gördüm.

Babama:

— Bu halkanın öğretmeni kim? diye sordum.

Babam:

— Peygamberimiz (s.a.s.)’in arkadaşı Abdullah b. el-Haris b. Cez’ el-Zebîdî’dir, dedi.

İlerledim. İyice yaklaştım. Şöyle dediğini işittim:

— Rasulullah (s.a.s.)’den duydum.

Buyurdu ki:

“Allah’ın dinini anlamada üstün başarı gösteren kimsenin, dünya ve ahiret ile ilgili neyi varsa, Allah Teâlâ karşılar ve ona ummadığı yerlerden rızık verir.” (19)

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Rabbimiz Allah’ın buyurduğunu açıklıyordu… Malum olduğu üzere Rabbimiz Allah, Rasulü (s.a.s.)’e Kur’ân’ı açıklama vazifesini vermiştir… (20) Rasulullah (s.a.s.)’in vazifesi, kendisine inzâl edilen Kur’ân-ı Kerim’i kullara açıklamak ve nasıl uygulanacağını yaşayarak gösterip örnek olmaktı…(21)

Rasulullah, (s.a.s.), Kalî, Fiilî ve Takrirî Sünnetiyle Rabbimiz Allah’ın Kelâmı ve emirlerin olan Kur’ân-ı Kerim’i insanların anlayacakları şekilde açıklıyordu… O’nun ahlâkı, Kur’ân’ın kendisiydi… Böyle açıklamıştı mü’minlerin annesi Aişe (r.anha)!… (22)

Rabbimiz Allah, şöyle buyurur:

“Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şübhesiz yollarımızı gösteririz. Gerçekten Allah, ihsan edenlerle beraberdir.” (23)

Meşhur müfessirlerden İbn Kesir (rh.a.), bu ayetin tefsirinde şunları kaydeder:

“Bizim uğrumuzda mücahede edenleri” ayetinde, Allah Rasulü (s.a.s.), Ashab’ı ve kıyamet gününe kadar O’na tabi olanlar kasdedilmektedir.

“(İşte onları) elbette yollarımıza eriştiririz (dünyada ve ahirette yollarımızı onlara gösteririz.).”

İbn Ebi Hatim der ki:

— Bize babamın… Akkâ ahalisinden Ebu Ahmed Abbas el-Hemedanî’den rivayetinde göre, O:

“Bizim uğrumuzda mücahede edenleri, elbette yollarımıza eriştiririz. Şübhesiz ki Allah, ihsan edenlerle beraberdir.” ayeti hakkında şöyle demiştir:

— Bildikleri ile amel edenleri Allah, bilmediklerine eriştirecektir.

Ahmed İbn Ebu el-Havarî der ki:

— Bunu, Ebu Süleyman ed-Dârânî’ye naklettim de çok hoşuna gitti ve şöyle dedi:

— Kendisine bir hayır ilhâm edilene, eserde (Şer’î bir haberde) işitinceye kadar onu işlememesi yaraşır. Haberde işittiği zaman, onunla amel eder ve Şeriat’ın haberi, yapmakta olduğuna muvâfık düştüğü zaman Allah’a hamdeder. (24)

Bildikleriyle amel edenleri Allah’ın, bilmediklerine eriştirmesi, Rabbimiz Allah’ın hayrını dileyip dinde fakîh kıldığı mü’min müttaki kulları için bir ilâhî ihsandır!.. (25)

Kendisine farz-ı ayn olan ilimleri elde eden mü’min müttaki kul, bunlarla amel eder, Allah’a karşı kulluk vazifelerini hakkıyla yerine getirirse, kendisinden istenen ve bekleneni gereği gibi yapmış olur…

Kendisine verilmiş imkânları yerinde kullanan ve bildiği ile âmel eden mü’min kişiye Allah, O’nun ihtiyacı olan bilmediklerini çeşitli vesileler ile öğretir… Çünkü o kul, sahib olduğu nimetin kıymeteni bilen ve yerli yerinde değerlendiren kâmil bir kuldur… Kişi, önce Rabbi Allah’ın kendisine bahşetmiş olduğu nimetin hakkını verecek ki Allah (Azze ve Celle), onun üzerinde nimetini ziyadeleştirsin ve ona, yeni yeni nimetler bahşetsin…

Rabbimiz Allah, şöyle buyurur:

“Ve yine hatırlayın ki, Rabbiniz şunu belirtmiştir: ‘Andolsun ki, şükrederseniz elbette size daha çok (nimet) veririm (arttırırım). Nânkörlük ederseniz, hiç şübhesiz Benim azabım çok şiddetlidir.” (26)

Rabbimiz Allah’ın kendisine verdiği ilim nimetinin hakkını verene Allah, onun için nimetini fazlalaştırır… Bildiğinin hakkını vermek de, onunla amel etmek ve kulluk vazifelerini tam yapmak demektir.

Yezid b. Seleme el-Cu’fî (r.a.) dedi ki:

Yezid b. Seleme (kendisini kasdediyor):

– Ya Rasulullah, senden bir çok hadisler işittim. Sonraki hadisin, öncekini unutturmasından endişe ediyorum. Bana (içinde bir çok hususları) toplayan bir tabirle konuşunuz, dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

“Bildiğin hususlarda Allah’ın emirlerine muhalefet etmekten sakın!” buyurdu. (27)

Müttaki mü’min, bildiklerini öncelikle kendi nefsine karşı gizlemeyecek, kendisine ihanet etmeyecek ve bildikleriyle amel etmeye çalışacaktır… İnsanların kendisine sordukları şeylerin cevabını biliyorsa, onlardan ilmi saklamayacak ve bildiklerini kendilerine söyleyecektir… İlmin yayılmasını sağlayacak, tüm imkânlarını kullanarak insanlara ulaştırıp, onların ilimden faydalanmalarına ve hidayet bulmalarına vesile olacaktır… İlmin saklanmasının ağır vebâl olduğuna inanacak ve bundan alabildiğince kaçınacaktır…

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur önderimiz Rasulullah (s.a.s.):

“Hıfzettiği bir ilim kendisine sorulup da onu gizliyen her adam, kıyamet günü ateşten bir gem onun ağzına vurulmuş olduğu hâlde (mahşere) getirilir.” (28)

İlmin gizlenmesinin ağır suç olduğunu, Rabbimiz Allah şöyle beyan buyurur:

“Gerçek, apaçık belgelerden indirdiklerimizi ve insanlar için kitabta açıkladığımız hidayeti gizlemekte olanlar, işte onlara, hem Allah lânet eder, hem de lânet ediciler lânet eder.

Ancak tevbe edenler, (kendilerini) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar (a gelince), artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim.” (29)

İlim, gerçekten ihtiyaç sahibi olanlardan ve işin gerçek ehli durumunda bulunanlardan saklanmayacaktır, fakat ehil olmayanlara da ilimden bir şey öğretilmeyecek, eşkiyanın eline silâh verilmeyecektir… İlim, bir emanettir!… Emanetin ehline verilmesini, Rabbimiz Allah emretmektedir… Çünkü emanet, ehliyet sahibi olanlara verilir…

Rabbimiz şöyle buyurur:

“Şübhesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiblerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmetiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.”(30)

Enes b. Malik (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“İlim aramak, her müslüman üzerine farzdır. Ehil olmayan insanların yanına ilim bırakan kimse, domuzların boynuna cevher, inci ve altın gerdanlık takan adama benzer.” (31)

Allah’ın, hayrını dilediği ve dinde fakîh yaptığı müttaki mü’min, gerek kendisi, gerekse toplum için lehde ve aleyhde olan şeyleri bilen, iyiliği emr ve kötülükten nehyeden kişidir… İlmin kıymetini ve sorumluluğunu bilen bir şahsiyettir… Ulu-orta konuşmayan, konuştuğu  vakit hayır söyleyen veya susan, bilmediği, delillendiremediği şeyleri söylemeyen, dinde delilsiz ve kendi kanaatı ile hareket etmeyen bir karektere sahibdir…

İslâmî mes’elelerde, ilimsiz ve delilsiz konuşmanın sorumluluğunu bilen, bundan dolayı ehli olduğu mes’eleleri anlatan, bilmediği konuları bilenlere havale eden muvahhid mü’min şahsiyet, ilimsiz konuşanların hem dal, hem de mudîll, yani hem sapan, hem de saptıran olduğunun farkında olmalıdır… Böyle bir durum, hem ferd, hem de toplum için büyük bir felâkettir….

Abdullah b. Amr b. el-As (r.a.) şöyle demiştir:

(Vedâ Haccı’nda) Rasulullah (s.a.s.)’den işittim, şöyle buyuruyordu:

“Allah ilmi, kullarından çekip çıkarmak (yani silmek) süretiyle değil, âlimleri kabz etmek süretiyle kabz edecektir. Nihayet hiç bir âlim kalmayınca halk, bir takım cahil kimseleri kendilerine başkanlar edinirler. Bunlara, bir takım sualler sorulur, onlar da, ilimleri olmadığı hâlde fetva verirler de, hem kendileri dalâlete düşerler, hem de halkı dalâlete düşürürler!” (32)

Mü’min müttaki kul, kıyamet günü öğrendiği ilmin hesabını vereceği ve hesaba çekileceğinin şuurunda olan olgun bir kişiliğe sahibdir… Öğrendiği ilim ile nasıl amel ettiğinin hesabını vereceğini bilen mü’min müttaki kul, Allah’ın izni ve yardımıyla elde ettiği ilmi, Allah’ın rızasını kazanmak için faydalı yerlerde harcar… Bunun için de, mes’elelerin inceliğini, ilet ve hikmetini bilen fakih olması gereklidir…

Sorumsuzca ve ilmin müsrifi olanlar, büyük bir suç işlemekte olduklarının farkındalar mı acaba?.. Öğrendikleri ilmin sorumluluğunu yerine getirmeyenler ve onu yanlış yerlerde kullananlar, ne korkunç bir felaket içinde olduklarını biliyorlar mı acaba?.. Sadece kendilerine değil, tüm insanlık âlemine zarar veren bir tutum içinde bulunduklarını ne zaman hatırlayacak ve bu suçu işlemekten  ne zaman vazgeçecekler?..

İbn Mes’ud (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“İnsanoğluna beş şeyden hesab sorulmadıkça, onun ayakları kıyamet gününde Rabbinin katındn ayrılmayacaktır:

Ömrünü nerede tükettiğinden,

Gençliğini nerede yıprattığından,

Malını nereden kazanıp, nereye harcadığından,

Ve öğrendiği ilimde nasıl davrandığından.” (33)

Ebu Bekre (r.a.)’ın rivayetiyle ümmetine şu tavsiyede bulunur önderimiz Rasulullah (s.a.s.):

“Ya ilim öğreten, ya ilim öğrenen, ya dinleyen veya bunları seven ol! Sakın beşincisi olma, yoksa helâk olursun!” (34)

Rabbimiz Allah’ın hayırlarını dileyip dinde fakîh kılmış olduğu mü’min müttakî kullar, yalnız ve yalnız Allah’dan korkan kişilerdir… Çünkü Allah’ı en iyi tanıyan, bilen ve inanan âlimlerdir…

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:

“Kulları içinde ise, Allah’dan ancak âlim olanlar içleri titreyerek korkar. Şübhesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.” (35)

Sa’d b. İbrahim’e sordular:

— Medinelilerin en fakîhi kimdir?

O da:

— Rabbinden en fazla korkanları (en müttakileri), cevabını verdi. (36)

Emiru’l-Mü’minin İmam Ali b. Ebi Talib (k.v.) şöyle diyor:

— Gerçek fakîh, insanları, Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe düşürmeyen, onlara, Allah’a isyan hususlarında kolaylık tanımayan, onları, Allah’ın azabından emin kılmayan, Kur’ân’ı, onu istemeyip başkasına meylederek terk etmeyen kimsedir.

Durum şu ki:

Kendisinde ilim olmayan ibadette, kendisinde anlama olmayan ilimde, kendisinde düşünme olmayan okumada hiç bir hayır yoktur. (37)

Bu konuda, Ümmetin imamlarından İmam Hasan Basrî (rh.a.)’ın, hayra ulaştırılan ve dinde fakîh olan kişiler için söylediklerini hatırlatarak sözümüzü bitirelim:

“Fakîh, ancak dünyayı bırakan, ahirete gönül veren, dinî hususlarda basiret sahibi olan ve Rabbine ibadet etmeye devam eden kimsedir.” (38)

Bu, böyledir!..