FITRATA DÖNÜŞ

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Her çocuk ancak fıtrat üzere dünyaya getirilir. Bundan sonra annesi-babası (Yahudî ise) onu Yahudî yaparlar, (Hristiyan ise) onu Hristiyan yaparlar, (Mecusî ise) onu Mecusî yaparlar.

Nitekim kusursuz doğan bir hayvan yavrusu içinde siz, kulağı, dudağı, burnu ve ayağı kesik olanı hiç görüyor musunuz?”

Bundan sonra Ebu Hüreyre (r.a.), şu ayeti söyledi:

“O hâlde sen, yüzünü bir muvahhid (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir ki, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’’ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rum, 30/30) (1)

Aynı hadisin, Sahih-i Müslim’deki iki ayrı rivayetini burada zikretmek, konunun anlaşılmasına açıklık kazandıracaktır.

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Hiç bir doğan çocuk yoktur ki, fıtrat üzere doğmuş olmasın. Sonra annesi-babası onu, Yahudileştirir, Hristiyanlaştırır ve Müşrikleştirir.” (2)

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“……. Eğer annesi-babası müslüman iseler, çocuk da müslüman olur…” (3)

Hadisin yorumuna geçmeden önce bu konuda İslâm ulemasının beyanına bakalım … Hadisin şerhinde şu görüşlere yer verilmektedir:

“Fıtrat: Her çocuğun doğduğu zaman aldığı sıfattır. Bu hadislerde murad ne olduğu ihtilaflıdır.

Hafız İbnü Hacer:

— En meşhur kavle göre fıtrattan murad, İslâm’dır, diyor.

Ma’zirî’nin beyanına göre bazıları:

— Fıtrat: Çocuklar, babalarının sulblerinde iken kendilerinden alınan sözdür. Onlar, bu hâl üzere doğarlar ve anneleri-babaları değiştirinceye kadar bu hâl üzere devam ederler, demiş.

Bir takımları:

— Fıtrat: Doğacak çocuk hakkında Allah tarafından verilen saadet veya şekavet hükmüdür, mütaalasında bulunmuşlardır.

Nevevî’ye göre ise, bu hususta esah olan mânâ şudur:

Her çocuk, müslümanlığı kabule müheyya (hazırlanmış) olarak dünyaya gelir. Hangi çocuğnu annesi-babası müslümansa, o, dünya ve ahiret ahkâmı hakkında müslüman sayılır ve müslüman olarak devam eder. Annesi-babası kâfir olan çocuk, dünya hükümleri hakkında kâfir sayılır. İşte annesinin-babasının onu, Yahudileştirmesinden, Hristiyanlaştırmasından, Mecusîleştirmesinden murad budur. Yani çocuğa annesinin-babasının hükmü verilir. Çocuk, bu hâl üzere buluğa ererse, küfrü de devam etmiş sayılır. Ezelde saadeti mükadderse, müslüman olur. Değilse, küfrü üzere ölür.” (4)

“Din Duygusu:

Bu hadis-i şerifin talim buyurduğu en büyük bir hakîkat da, insanlarda din duygusunun ve hakîkat aşkının fıtrî oluşu ve akıllara hayret veren şu hayatın ve haricî, dahilî bir takım ihtisasatla mücehhez bulunan şu muazzam binâ-yi beşerin, o necib din duygusu üzerine kuruluşudur. Bu hakikatı, gerek mevzûu-bahsimiz olan hadis-i şerifteki peygamberimizin mübarek sözlerinden, gerek istidlâlen zikredilen (Fıtratullah) ayet-i kerimesinden öğrenmiş bulunuyoruz.

Ehl-i tefsîr, ayet-i kerimedeki “Fıtrat”ı, Din-i Hakk’ı kabule isti’dâd ve kâbiliyet ma’nâsına hamlederler ki, nazmın muktezası budur, hilkat-i asliyye demektir.

İbn Atiyye diyor ki:

— Fıtrat lafzının şâyân-ı i’timâd tefsiri, nevzâdın masnûât-ı ilâhiyyeyi temyîze, şuûnât-ı kevniyyeyi tefrika müstaid bir hey’et ve kabiliyyette yaratılışıdır. Bu kabiliyyet inkişâf ettikçe, nevzâd, halıkını bilir ve bulur, şerâyi’deki hüsnü idrak eder…” (5)

Bu konuda, bazı İslâm âlimlerinin görüşlerini naklettik… Gerek hadis-i şeriften, gerekse İszlâm ulemasının görüşlerinden anlaşılan odur ki, insanoğlu, İslâm Dini’ni kabule hazır olarak dünyaya gelmektedir… Halikimiz, Rabbimiz, İlâhımız ve Melikimiz Allah Teâlâ, insan kullarını, fıtrat dini olan İslâm üzere yaratmıştır.

İmam Buhârî (rh.a.)’in beyanıyla: “El-Fıtratu, el-İslâm mânâsınadır.” (6)

Mü’min müslüman bir anne ve babadan olsun veya kitablı, ya da kitabsız gayr-ı müslim bir anne ve babadan olsun, her dünyaya gelen insanoğlu bu fıtrat üzere doğmaktadır… Bebeklikten itibaren onunla meşgul olan annesi, babası, yakın çevresi, eğitim ve öğretim kurumları ile egemen devlet gücü onu, kendileri gibi yetiştirmeye ve eğitmeye gayret ederler… Eğer anne, baba, yakın çevre, eğitim ve öğretim kurumları ile egemen devlet gücü İslâm ise, o çocuk hiç zorlanmadan fıtratına uygun bir ortamda müslüman olarak hayatına devam edip büyür… Yok eğer onun yetişmesi ve yönlenmesinde etkin olan bu nesneler, kitablı veya kitabsız gayr-ı müslim iseler, o çocuk, fıtratına aykırı olarak ve zorlanarak onlara tabi olur ve onlar gibi olmaya başlar… Onlar, fıtrat üzere doğan bu insan yavrusunu fıtratına aykırı olarak, kendi gayr-ı İslâmî ideolojilerine ve batıl akîdelerine göre yetiştirirler… Yahudî, Hristiyan, Mecusî, müşrik ve çağdaş ideolojilerden birisine mensub kılarlar… Onun fıtratını bozar ve kendisini Allah’ın dininden uzaklaştırarak, beşerî ve tağutî akîdelere inanmaya, bu akîdelerin gereği gibi yaşamaya zorlarlar!…

İnsanlık âleminin çekirdeği olan ilk insan topluluğu da, anneden yeni doğan çocuğun fıtrat üzere olduğu gibi, fıtrat dini üzere idiler… Onlar, bir tek ümmet idi. Akîdeleri, Tevhid’den başkası değildi…

İlk insan topluluğu, Tevhid Akîdesi gereği yegâne Rableri Allah’ın emrettiği şekilde kulluğun gereği gibi amel etmeye devam ederken, aralarında çıkan fikir ayrılıkları sonunda parçalanıp fırka fırka oldular… Önceleri hak üzere iken, bu fikir ayrılıkları sonucu batıl fırkası da oluşmuş oldu… Birileri, fıtratlarına aykırı olan batıl bir yol tuttular ve fıtrat dininden ayrılmış oldular… Onlardan dünyaya gelen yeni nesli de, kendileri gibi batıl, küfür ve şirk üzere yetiştirmeye gayret ettiler…

Rabbimiz, bu konuda şöyle buyurur:

“İnsanlar tek bir ümmetten başka değildi, sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka aralarında hüküm verilmiş olurdu.”(7)

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle), Tevhid üzere ve tek ümmet olup anlaşmazlığa düşerek parça parça olan ve şirke düşen kullarını uyarmak, tekrar Tevhid’e dönmelerini sağlamak için Peygamberini ve beraberlerinde kitablar gönderdi…

Bu konuyu şöyle beyan buyurur Rabbimiz:

“İnsanlar, tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak Peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan azgınlık ve kıskançlıkları yüzünden anlaşmazlığa düşenler, O, (Kitab) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya iletir.” (8)

Dünya hayatı, Rabbimiz Allah’ın kullarını imtihan ettiği bir yerdir… Allah dilerse, kulların tümünü yine tek bir Tevhidî Ümmet yapar, fakat Sünnetullah gereği imtihan olanlar, serbest bırakılmışlardır!.. Bu serbestlik, imtihanın bir gereğidir…

Rabbimiz Allah, şöyle buyurur:

“… Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı, ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.” (9)

Fıtrat üzere, yani İslâm’ı kabule hazır doğan çocuğun üzerinde etkin olan yetkililer, kitablı veya kitabsız gayr-ı müslim olurlarsa, çocuğun fıtratını bozup İslâm dışı bir hayata mecbur kılacaklarını beyan ettik… Bunlar, doğurmak istedikleri veya doğurdukları çocukları, kâfir ve müşrik yapmak için doğuruyorlardı… Fıtrat üzere doğanları, telkinle, eğtim ve öğretimle, olmazsa baskı ile fıtrattan uzaklaştırıyor ve kendilerine benzetiyorlardı…

Bu korkunç hakikatı, onların aralarında dokuzyüzelli yıl yaşayıp (10) kendilerine bir çok kerreler deneyen, gizli gizli, açık açık Tevhid’e davet eden (11) Ulu’l-azm peygamberlerden olan Nuh (a.s.)’ın duasından anlıyoruz…

“Nuh: ‘Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden, yurt edinen hiç kimseyi bırakma’ dedi.

‘Çünkü Sen, onları bırakacak olursan, Senin kullarını şaşırtıp saptırırlar ve onlar, kötülükte sınırı aşan (facir) kâfirden başkasını doğurmazlar.” (12)

Kişinin annesi, babası, yakın çevresi, eğitim kurumu, otoriter devlet ve egemen kültür, yani içinde yaşadığı ortam ve toplum onu, maddî ve mânevî etkiler, yoğurur, yetiştirir… Bunlar, hangi akîdenin, hangi ideolojinin ve hangi dinin mensubları ise, çocuk ona göre şekil alır… Tâ ki, kendisini, bunlardan daha çok etkileyen ve onların fikirleriyle hareketlerini bastıran çok güçlü bir akîde, çok kuvvetli bir fikirle karşılaşıncaya kadar bu, böyle devam eder…

Esved İbn Serî (r.a.) şöyle anlatır:

Allah Rasulü (s.a.s.)’e geldim ve O’nunla beraber savaştım. Bir de binit ele geçirdim. O gün insanlar, o kadar çok kişi öldürdüler ki, çocukları bile öldürdüler.

Bu, Allah Rasulü (s.a.s.)’e ulaştığında:

“İnsanlara ne oluyor ki, bu gün ölümü geride bırakmışlar da soylarını doğruyorlar.” buyurdu.

Bir adam:

— Ey Allah’ın Rasulü, bunlar, müşriklerin çocukları değil mi? diye sordu da, Efendimiz:

“Uyanık olunuz! Sizin hayırlılarınız ancak müşriklerin çocuklarıdır.” buyurdu.

Sonra da:

“Zürriyeti öldürmeyiniz, zürriyeti öldürmeyiniz.” deyip şöyle devam etti:

“Dili ile ifade edebileceği zamana kadar her insan, fıtrat üzere doğar. Sonra annesi-babası onu, Yahudileştirir veya Hristiyanlaştırır.” (13)

Cabir İbn Abdullah (r. anhuma)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Her doğan, fıtrat üzere doğar. Bu, dili ile ifade edeceği zamana kadardır. Dili ile ifade edebildiği zaman ise, ya şükreden veya nânkör olur.” (14)

Fıtrat, insanların üzerinde yaratıldığı değişmez hakikattır… Bu da, Allah’ın dini İslâm’dır… İslâm, fıtrat dinidir ve insanoğlu fıtrat üzere yaratılmıştır… İnsan, İslâmsız olduğu vakit, fıtratı değişmiş ve bozulmuş olur… İslâm üzere yaşadıkca ve onu etkileyen tüm birimler İslâm üzere oldukça o, fıtrat üzere sağlıklı ve olgun bir şahsiyet elde eder… Balığın en sağlıklı yaşamasına vesile olan su ortamında yaşadığı gibi, fıtrat üzere olanın hayatı, iyilik, güzellik, doğruluk, mutluluk ve sıhhat üzere devam eder… Fıtrattan, yani İslâm’dan uzaklaştırılan ve fıtratı bozulan insanlar ise, en sıcak iklimde sudan çıkarılıp kızgın kumların üzerine atılan balık misalidirler!…

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın, “Fıtrat Hadisi”ni rivayet ettikten sonra delil olarak okumuş olduğu Rum Sûresi’nin otuzuncu ayet-i kerimesi, bu hakikatı apaçık beyan etmektedir… Allah’ın kulu olan insan, bir hanif, bir muvahhid olarak tüm varlığıyla Allah’ın fıtrat dinine dönmelidir… İslâm’a teslim olmalı ve gereğini yapmalıdır… Çünkü insanlar, bu din üzere, bu plan ve proğram üzere yaratılmışlardır… Dosdoğru ayakta duran din, fıtrat dini olan İslâm’dır… Kim ki, ona tabi olur ve gereği gibi yaşarsa, o, doğruluğu ve canlılığı bulmuş, mutlu bir hayata kavuşmuştur… Bu hakikatta hiç bir değişme olmaz… Çünkü bu Sünnetullah’dır… Sünnetullah’da ise, değişme olmaz!..

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Sen, Allah’ın Sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve Sen, Allah’ın Sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın.” (15)

Meşhur tefsir âlimlerinden Fahruddin er-Râzî (rh.a.), şunları beyan eder:

“Daha sonra Allah Teâlâ:

“O hâlde sen, yüzünü bir muvahhid olarak, dine, Allah’ın insanları üzerine yarattığı fıtratına çevir. Allah’ın yaratmasında değişiklik yoktur.” buyurmuştur.

Bu, şu mânâyadır:

İş ortaya çıkıp, vahdaniyyet zahir olup, müşrikler hidayeti bulmadığına göre, onlara iltifat etme. Kendini dine çevir.

Ayetteki: “O hâlde sen, yüzünü bir muvahhid (hanîf) olarak dine çevir.” ifadesi, her şeyinle, bütün varlığınla dine yönel, demektir. Burada Allah Teâlâ, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in kendisini, “yüz” kelimesi ile ifade etmiştir. Bu, tıpkı: “Her şey helâk olucudur, ancak O (Allah’ın) yüzü müstesna…” (Kasas, 28/88) ayetinde olduğu gibidir. buradaki yüz, Cenab-ı Hakk’ın zatı ve sıfatları mânâsınadır. Ayetteki “hanîf” kelimesi, dinin dışında kalan herşeyden meyledici, yüz çevirici olarak demektir. Yani, “O dine yönel ve başka her şeyden dön.” Yani, “Kalbinde, kendine meyledeceğin başka hiç bir şey kalmasın” demek olup, mânâ olarak: “Müşriklerden olmayın.” (Rum, 30/31) ifadesine yakındır.

Daha sonra Allah Teâlâ, “Fıtratallah” buyurmuştur. Bu, “Allah’ın tevhidine yapış.” Çünkü Allah insanları, O Tevhid (inancı) üzerine yaratmıştır. Zira O, onları Hz. Âdem (a.s.)’ın sulbünden alıp, “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” demiş, bunun üzerine onlar da: “Elbette Rabbimizsin  “ demişlerdir, demektir. (A’raf, 7/172) (16)

Yegâne Rabbimiz Allah, birer muvahhid olarak tüm varlığımızla dine, yani İslâm’a bağlanmamızı emrettikten sonra şöyle buyurur:

“Gönülden katıksız bağlılar olarak, O’na yönelin ve O’ndan korkup sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın.’

(O müşrikler ki,) kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça parça olmuşlardır. Ki, her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır.” (17)

“Gönülden katıksız bağlılar olarak” yani imanına hiç bir katkı katmadan, şirkten, küfürden, bid’at ve hurafeden tamamen arınmış olarak Allah’a yönelmek ve salih amel işleyip müttaki olmak, ayrıca müşriklerden olmamak ve dinlerini fırka fırka yapmayanlardan olmak, “misak” anında Rabbimiz Allah’a verilen sözün gereğidir!…

Âlemlerin Rabbi Allah ile yalnızca kendisine ibadet etmeleri için yarattığı (18) kulları arasında sözleşme olan “Misak”ı, şöyle beyan buyurur Rabbimiz Allah:

“Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: ‘Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?’ (demişti de) onlar: ‘evet (Rabbimizsin), şahid olduk, demişlerdi. (Bu,) kıyamet günü: ‘Biz, bundan habersizdik’ dememeniz içindir.

Ya da: ‘Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu. Biz ise, onlardan sonra gelme bir kuşağız. İşleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helâk mı edeceksin’ dememeniz için.

İşte Biz, ayetleri böyle birer birer açıklarız. Umulur ki, dönerler.” (19)

Her ne kadar içinde dünyaya geldiği ortam ve toplum şirkin egemen olduğu bir toplum ise de, Rabbimiz Allah, onlara Peygamberini ve ilâhî mesajı olan Kitabını gönderip onları şirkten, küfürden ve her türlü sapıklıktan vazgeçip Tevhid’e dönmeleri için uyarmakta ve yol göstermektedir… Bu mesajı anlamak, idrak etmek, hakikatı duymak, görmek ve gereğini yapmak için de, tüm imkânları yaratmıştır Rabbimiz Allah!…

Rabbimiz şöyle buyurur:

“Allah sizi, annelerinizin karnından hiç bir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki, şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi.” (20)

“Şübhesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu, işiten ve gören yaptık.

Biz ona, yolu gösterdik, (artık o,) ya şükredici olur, ya da nânkör.” (21)

“Biz ona, iki yol-iki gaye gösterdik.” (22)

“(Fir’avn onlara) dedi ki: ‘Sizin Rabbiniz kim ey Musa?’

Dedi ki: ‘Bizim Rabbimiz, her şeye yaratılışını veren, sonra doğru yolu gösterendir.” (23)

“De ki: ‘Herkes kendi yaratılışına (fıtrat tarzına) göre davranır. Şu hâlde kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbim daha iyi bilir.” (24)

“Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene,

Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı İlhâm edene (andolsun).

Onu arındırıp temizleyen gerçekten felah bulmuştur.

Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp saran da elbette yıkıma uğramıştır.” (25)

“Yeryüzünde, kesin bir bilgiyle inanacaklar için ayetler vardır.

Ve kendi nefislerinizde de. Yine de görmüyor musunuz?” (26)

Rabbimizin ve O’nun emriyle Peygamberlerinin bunca yol göstermesinden, bilgilendirmesi ve aydınlatmasından sonra, insanlara her hangi bir itiraz kapısı açık kalmamıştır… Onlar, içinde bulundukları cahiliyye ve şirk toplumunu ve de müşrik atalarını bahane edip yakalarını kurtaramazlar…

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“Onlara: ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denildiğinde, derler ki: ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.’ Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)?” (27)

Ne zaman onlara: ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denilse, onlar: ‘Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (akîdeye/geleneğe) uyarız’ derler. (Peki,) ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulmamış idiyseler?” (28)

“Hayır, dediler ki: ‘Gerçekten atalarımızı bir ümmet (belirli bir din) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izleri (eserleri) üstünde doğru olana (hidayete) yönelmiş (kimse)leriz.” (29)

İnsanlar, Allah’ın kendilerini uyarmak ve müjdelemek için, onlara örnek olsun ve onlar, ona tabi olup kurtulsun diye gönderdiği Peygamberlerine tabi olmayanlar, inzâl buyrulan vahye teslim olmayanlar, fıtrata dönemez ve değişemezler… Bunların, kişiliklerin bozulmasında etkin olan müşrik ve kâfir etkenlerden kurtulması için gayret etmesi gerekir… İnsanlardaki, küfürden imana, şirkten tevhide dönüş arzusu ve çabası, onları, Allah’ın izniyle değiştirip fıtrata dönmelerini sağlayacaktır… Atalarını üzerinde buldukları gayr-ı İslâmî her türlü şirk ideolojilerini red ve terk ederek, İslâm hidayetini gönül kapılarını açanlara Allah, hidayeti nasib ederek, iman üzere kurtulmaları gerçekleşmiş olur… Eğer özlerinde bu değerler değişimi isteği yok ise ve bu uğurda bir çalışmaları yoksa Allah, onları değiştirici değildir… Bu, değişmeyen bir Sünnetullah’dır…

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip bozmaz.” (30)

“Nedeni şu: Bir Kavim (toplum) kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Alah, şübhesiz işitendir, bilendir.” (31)

İnsan, fıtratında olan fıtrî karekterini bozmadıkca ve onun üzerine olduğu müddetçe, hayatı boyunca çok faydasını görür… Elbette iman ile beraber gündeme gelen bu fıtrî güzellikler, ahiret hayatı için de faydalı olur…

Hakim b. Hızâm (r.a.) anlatır:

Ben:

— Ya Rasulullah, cahiliyyet devrinde kendileriyle ibadet edegelmekte olduğum sadaka vermek, köle azad eylemek, hısımlık bağını devam ettirmek, nev’înden bir takım işler hakkında ne düşünürsün? Bu işlerde benim için bir ecir ve sevab var mıdır? dedim.

Rasulullah (s.a.s.):

“Sen, geçmiş olan hayırların üzerine İslâm’a girdin.” buyurdu. (32)

Fıtrat dini İslâm’a inanmayan ve teslim olmayan müşriklere, her hangi bir sıkıntı geldiğinde veya herhangi bir felakete uğradıklarında, küllenmeye terk ettikleri fıtratın üstünde külleri temizleyip apaçık ortaya çıkardıklarına binlerce şahid olunmuştur… Sıkıntı ve felaket anlarında fıtratlarına dönüp Rableri Allah’a yalvaran kişilerden o felaket ve sıkıntı kaldırıldığında yine ihanete dönüp şirk koşarlar…

Rabbimiz şöyle beyan eder bu hâlet-i ruhiyyeyi:

“Onlar, gemiye bindikleri zaman, dini yalnızca O’na hâlis kılan gönülden bağlılar olarak, Allah’a yalvarıp yakarırlar. Amma onları karaya çıkarıp kurtarınca hemen şirk koşarlar.

Kendilerine verdiğimiz (nimetler)e nânkörlük etsinler ve yararlanıp metalansınlar diye. Ancak onlar, yakında bileceklerdir.” (33)

“Hayır, gerçekten insan azar.

Kendisini müstağnî gördüğünden.” (34)

“Kendisine bir şerr (kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar.” (35)

“İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder. Zararını üstünden aldığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara Bizi hiç çağırmamış gibi döner gider. İşte ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir.” (36)

İşgal altındaki İslâm topraklarında zalim tağutların egemenliğindeki mustaz’af mü’min müslümanlar, kendilerine dayattırılan gayr-ı İslâmî şirk ideolojilerinden kaynaklanan akîdeleri, fikirleri, düşünceleri ve hâl ile hareketleri reddedip yalnız ve yalnız Allah’ın fıtratta var ettiği fıtrat dini İslâm’a sarılmalıdırlar… Yeniden İslâm’a dönüp, yeni baştan bir şahsiyet olarak yapılanmalıdırlar… Gökler, yer ve ikisi arasındakilerin, Âlemlerin Rabbi Allah’a teslimiyetleri gibi teslim olmalıdırlar… Ulu’l-azm peygamberlerden İbrahim (a.s.) gibi bir teslimiyet ile teslim olmak gerekir… Çünkü İbrahim (a.s.) ve O’nunla beraber iman etmiş olan müvahhid mü’minler, kendilerinden sonra gelen bütün mü’minler için örnektirler… (37)

Şöyle buyurur Rabbimiz:

“Sonra duman hâlinde olan göğe yöneldi. Böylece ona ve yere dedi ki: ‘İsteyerek veya istemeyerek gelin.’ İkisi de: ‘isteyerek (itaat ederek) geldik’ dediler.” (38)

“Kendi nefsini aşağılık kılandan başka, İbrahim’in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, Biz O’nu, dünyada seçtik, gerçekten ahirette de O, salihlerdendir.

Rabbi, O’na: ‘Teslim ol’ dediğin de (O:) ‘Âlemlerin Rabbine teslim oldum’ demişti.

Bunu İbrahim, oğullarına vasiyet etti, Yakub da: ‘Oğullarım, şübhesiz Allah sizlere bu dini seçti. Siz de ancak müslüman olarak can verin’ (diye benzer bir vasiyette bulundu).

Yoksa siz, Yakub’un ölüm anında orada şahidler miydiniz? O, oğullarına: ‘Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?’ dediğinde, onlar: ‘Senin İlâhına ve ataların İbrahim, İsmail veİshak’ın ilâhı olan bir tek İlâh’a ibadet edeceğiz. Bizler, O’na teslim olduk’ dediler.” (39)

Rabbimiz Allah, egemen tağutların zulmü ve sömürüsü altında bulunan mü’min müslüman kullarının, yeniden sımsıkı olmak kaydıyla kendi ipi olan Kur’ân’a sarılmalarını, (40) Rasulullah (s.a.s.)’i örnek edinip (41)çalışmalarını emrediyor…

Ve şöyle buyuruyor Rabbimiz:

“Kendileri Allah’ı unutmuş, böylece O da, onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların tâ kendileridir.” (42)

İşgal edilmiş ve Daru’l-Harb’e dönüştürülmüş ülkelerinde, egemen tağutların zulmü altındaki mazlum mü’min müslümanlar, bu zilletten, bu horlanmışlıktan ve bu sömürüden, fıtrata dönüp İslâm’a sarılmakla kurtulacaklardır… Daha önce böyle bir hayatın bir benzerinden kendilerini, Allah’a dönmek ve İslâm’a sarılmakla kurtaran mü’min müslümanlar, Allah’ın izni ve yardımı ile yine aynı sapasağlam kulpa yapışmakla kurtulacaklardır… Fıtrat üzere doğanları, fıtratlarını bozup şirk ideolojilerinin mahkumiyetine zorlayan zorbaları ve yeryüzünde fitne çıkaranları yok etmek için mü’min müslümanların elbirliği etmeleri gerekir!..

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şübhesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır, bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.”(43)

“Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendini) Allah’a teslim ederse, artık gerçekten o, kopmayan bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah’a varır.” (44)

“Şübhesiz, sana bu kitabı hak ile indirdik. Öyleyse Sen de, dini yalnızca O’na hâlis kılarak Allah’a ibadet et.

Haberin olsun hâlis (katıksız) olan din, yalnızca Allah’ındır.” (45)

“De ki: ‘Rabbim, adaletle davranmayı emretti. Her mescid yanında (cecde yerinde) yüzlerinizi O’na doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak dua edin. Başlangıçta sizi yarattığı gibi döneceksiniz.” (46)

İşgal edilmiş İslâm topraklarında zorba zalim egemenler tarafından değiştirilmeye çalışılan ve şirke ayarlı ideolojilere tabi kılınmaya uğraşılan mü’min müslümanlar, yeniden canlanacak, İslâm’la hayat bulacak, fıtrat dinine yüzünü döndürüp herşeyiyle teslim olacak ve değişecektir… Şirk ve küfür değerlerini tamamen reddedecek ve hayatta tek ölçüsü İslâm olacaktır… Hayat nizamı olan İslâm ile yeniden hayat bulacaktır!…

Bu, böyledir!…