HELÂL VE HARAM SINIRI

Numan b. Beşir (r.a.)’dan.

Rasululah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Helâl belli, haram da bellidir. İkisi arasında (helâl mı, haram mı, belli olmayan bir takım) şübheli şeyler vardır ki, çok kimseler, bunları bilmezler. Her kim şübheli şeylerden sakınırsa, ırzını da, dinini de tertemiz tutmuş olur.

Her kim şübheli şeylere dalarsa, (içine girmek yasak olun) koruluk etrafında davarlarını otlatan bir çoban gibi, çok sürmez içereriye dalabilir.

Haberiniz olsnu, her devlet başkanının kendine mahsus bir koruluğu olur. Gözünüzü açın, Allah’ın yeryüzündeki koruluğu da, haram ettiği şeylerdir.

Haberiniz olsun, bedenin içinde bir lokmacık et parçası vardır ki, iyi olursa bütün beden iyi olur, bozuk olursa bütün beden bozulur. İşte o (et parçası), kalbdir.” (1)

İbnü’l-Arabî (rh.a.):

“Bütün hükümleri, yalnız bu hadisten çıkarmak mümkündür.” demiştir.

Bu sözü izâh eden Kurtubî (r.a.) de:

“Çünkü bu hadis, helâl, haram ve sair hükümlere, bütün amellerin kalbe bağlı olduğuna tafsilatıyla şâmildir. İşte bu cihetle bütün ahkamın ona ircaî mümkün olur.” şeklinde mütaalada bulunmuştur. (2)

“Helâl bellidir, haram da bellidir.” Çünkü neyin helâl, neyin haram olduğu Allah ve Rasulü (s.a.s.) tarafından apaçık ve birer birer beyan edilmiş, mü’min müslümanlara öğretilmiştir… Helâlın nasıl işleneceği ve haramdan nasıl kaçınılacağı bildirilmiş, muvahhid mü’minler bu konuda uyarılmışlardır…

Şöye buyuruyor Rabbimiz Allah:

“De ki: ‘Gelin, size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin, yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin –sizin de, onların da rızıklarını Biz vermekteyiz.– Çirkin kötülüklerin (fuhuşun) açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olmak dışında, Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti. Umulur ki, akıl erdirirsiniz.” (3)

“Ölü eti, kan, domuz eti, Allah’dan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı bir hayvan tarafından yenmiş –(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç– dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar, fısktır (günahla yoldan sapmalıdır).” (4)

“Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyle ise, bun(lar)dan kaçının. Umulur ki, kurtuluşa erersiniz.” (5)

“Zinaya yaklaşmayın, gerçekten o, çirkin bir hayasızlık ve kötü bir yoldur.” (6)

“De ki: ‘Rabbim, yalnız çirkin hayasızlıkları –onlardan açıkta olanlarını ve gizli olanlarını– günah işlemeyi, haklı nedeni olmayan isyan ve saldırıyı, kendi hakkında isbatlayıcı bir delil indirmediği şeyi Allah’a şirk koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmşıtır.” (7)

El-Miktam b. Ma’diyekrib (r.a.)’ın rivayetiyle yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Dikkat! Kendisine, benden bir hadis ulaşacak ve koltuğuna gerilmiş olduğu hâlde:

— Bizimle sizin aranızda Allah’ın Kitabı vardır. Bu Kitab’da neyi helâl bulursak, onu helâl kabul eder ve neyi haram bulursak, onu haram kabul ederiz! diyecek olan bir adam çıkacak mı?

Oysa Rasulullah’ın haram kıldığı şey, Allah tarafından haram kılınan şey gibidir.” (8)

İmam Ebu Davud (rh.a)’in rivayeti daha tafsilatlıdır… O’nun rivayet ettiği hadisi de burada anmak, konunun anlaşılmasına yardımcı olacaktır…

Mikdam b. Ma’diyekrib (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Dikkat! Bana Kur’ân verildi. Kur’ân’la beraber onun bir benzeri daha verildi.

Dikkat! Yakında midesi tok, rahat koltuğunda oturan bir kimse şöyle der:

— Şu Kur’ân’a sıkı sarılın. Onda, helâl bulduğunuzu helâl sayın. Haram bulduğunuzu da haram sayın.

Dikkat! Size ehli eşeklerin eti helâl değildir. Yırtıcı hayvanlardan, parçalayıcı dişi olanların eti helâl değildir. Kendileri ile aranızda anlaşma bulunan kimselerin getirdiklerini almanız, size helâl değildir. Ancak sahibinin ona ihtiyacı yok ise, o zaman helâl olur.

Bir kimse, bir kavme misafir olarak inerse onu, ağırlamaları gerekir. Eğer onu ağırlamazlarsa, o şahsın, onları takib ederek ağırlamayana misilleme olarak cezalandırma, misafir etmeme hakkı vardır.” (9)

Önderimiz Rasulullah (s.a.v.)’in beyanlarından apaçık belli olan odur ki, Rasulullah (s.a.s.), Kur’ân-ı Kerim’de mücmel olarak beyan edilen şeyleri, müfassal olarak açıklama yetkisine sahibtir… Bu yetki, Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) tarafından kendisine verilmiş ve Rasulullah (s.a.s.)’in Peygamberlik vazifesidir…

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“… Sana da Zikr’i (Kur’ân’ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirilen (emir ve nehy) i açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler diye.” (10)

“Rasul, size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’dan korkun. Şübhesiz Allah, cezası (ikâbı) pek şiddetli olandır.” (11)

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Size, ne emrettimse onu alınız (ona sarılınız) ve sizi neden nehyettimse ondan vazgeçiniz.” (12)

Yine Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdular.

“Sizler, sizi bırakıp teklif etmediğim hususlarda beni, kendi hâlime bırakınız. Sizden evvelki ümmetler, ancak çok sual sormaları ve peygamberlerine karşı ihtilafları sebebiyle helâk olmuşlardır.

Ben, sizleri bir şeyden nehyettiğim zaman, ondan sakının. Sizlere bir şeyi emrettiğim zaman da emrimi tutunuz. Gücünüzün yettiği kadar onu yerine getiriniz.” (13)

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in haram kıldığı şey, Allah’ın haram kıldığı şey gibidir… Çünkü O (s.a.s.), Kur’ân-ı Kerim’i tafsilatiyle açıklamakla vazifelidir… Yeryüzünün en hayırlı nesli olan Ashab (Allah cümlesinden razı olsun), bu hakikatı, bu şekilde anlamış, inanmış, amel etmiş ve beyan etmiştir…

En hayırlı nesil olan Ashab’dan Abdullah İbn Mes’ud (r.a.) şöyle demiştir:

— Allah, şu kadınlara lânet etmiştir:

Bedenlerine düğme yapanlar, yaptıranlar, yüzünün tüylerini yolanlar, seyrek dişli güzel görünmek için dişlerinin arasını yontan sırıtkanlar, Allah’ın yarattığını değiştirenler.

Abdullah’ın bu hadisi, Esedoğullarından Ümmü Yak’ub denilen bir kadının kulağına ulaştı. (Bu kadın, Kur’ân okur, anlardı.) Hemen İbn Mes’ud’a geldi ve:

— Senin, şöyle şöyle kadınlara lânet ettiğin haberi bana ulaştı, dedi.

İbn Mes’ud da, ona:

— Ben, Rasululah (s.a.s.)’in lânet ettiği kimselere niye lânet etmeyeyim? Ve Allah’ın Kitabı’nda var olan kimselere niye lânet etmeyeyim? dedi.

Kadın:

— Andolsun ki, ben Mushaf’ın iki kabı arasında ne varsa okudum, fakat senin söylemekte olduğun şeyi onda bulamadım, dedi.

İbn Mes’ud da, ona:

— Yemin olsun eğer sen, onu okumuş isen, elbette onu bulmuşsundur. Allah Teâlâ’nın:

“Rasul, size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının.” (Haşr, 59/7) buyurduğunu okumadın mı? dedi.

Kadın:

— Evet, dedi.

İbn Mes’ud:

— Şübhesiz ki, Rasulullah, ondan nehyetti, cevabını verdi.

Kadın:

— Ben, senin ehlin (Zeyneb bintu Abdullah es-Sakafîye’nin) bunu yapmakta olduğunu görüyorum, dedi.

İbn Mes’ud:

— Ehlime git ve ona bak! dedi.

Kadın, ona gitti, baktı, fakat düşünmüş olduğu hâcetinden bir şey göremedi. (Dönüp bunu, İbn Mes’ud’a bildirince,)

İbn Mes’ud:

— Eğer eşim böye yapmış olsaydı, O, bizimle arkadaşlık edemezdi, dedi. (14)

Helâl belli, haram da bellidir… Çünkü Allah ve Rasulü (s.a.s.), bunları apaçık beyan etmişlerdir… Yegâne Rabbimiz Allah’ın ve O’nun yetkili kılıp vazifelendirdiği Resulü (s.a.s.)’in helâl kıldığını kim haram kılabilir veya haram kıldığını kim helâl kılabilir?.. Yeryüzünde bunu yapacak olan, azgın egemen ve zalim bir tağuttan başkası değildir!… Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in haram kıldığını, yani yasakladığını helâl, yani serbest, helâl kıldığını da haram kılan ve bunu yasallaştırıp emnyet güçleriyle koruyan kimse veya kimseler, Allah’a karşı baş kaldıran, O’nun hükümlerini çiğneyen azgın tağuttan başkası olabilir mi?

İman etmek ve mü’min müslüman olmak isteyenler, önce bu zorba, azgın, zalim tağutu inkâr ve reddetmelidirler… Tağut reddolunduktan sonra iman gerçekleşebilir…

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, O, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır, bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.” (15)

“Andolsun, Biz her ümmete: ‘Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının.’ (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik…” (16)

“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi? Bunlar, tağutun önünde muhakeme olmayı istemektedirler. Oysa onlar, onu reddetmekle emrolunmuşlardı. Şeytan da, onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister.” (17)

Tağutların egemen olduğu İslâm topraklarında esaret altındaki insanlar, tağutun izin verdiği kadar Allah’ın hükümlerine uymak ve hayatî konularda tağutun yasalarına arzu edip kabullenerek itaat etmek ile iman iddiasını boşa çıkarırlar… O kişilerin böyle davranması, imanlarına şirk karıştırmalarını gündeme getirir… Şirk karışmış iman da, kabul edilen iman değildir… Bu tip insanlar, Rabbimiz Allah’ın şu ayet-i kerimesinde vasıflarını beyan buyurduğu insanlardır:

“Onların çoğu Allah’a iman etmezler de, ancak şirk katıp dururlar.” (18)

Muvahhid mü’minlerin üzerine anın vacibi olan vazifelerinden birisi de, bu tip insanları yermek ve dışlamak değil, onlara İslâm’ı tebliğ edip kendilerini yegâne hayat nizâmı olan İslâm’a davet etmek, onların hidayetine vesile olmaktır!… Onların uyanmasına ve tevhid ile tanışmasına vesile olmak için tüm imkânları seferber etmek gerekir… Bu çalışma, Allah yolunda cihadın tâ kendisidir!… Rabbimiz Allah’ın emrettiği ve bu emri yerine getirenleri övdüğü bir cihad faaliyetidir bu çalışma!…

Şöyle buyurur Rabbimiz:

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte bunlardır.” (19)

“Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve: ‘Gerçekten ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?” (20)

İşgal altındaki İslâm topraklarında egemen olan tağutların esaretinde yaşayan insanların, hidayet bulmasına ve dolayısıyla tağutları reddetmesine vesile olmak kadar güzel bir şey var mıdır?.. Tağutu reddedip yalnız Allah’a kul olan mü’min müslümanların çoğalması, kurtuluşun bir fecr-i sadıkıdır ki, aydınlığın karanlığı, nurun zulematı kovup zaman ve mekânı ihatası gerçekleşir…

Helâl ve haram sınırlarını ancak Allah ve Rasulü (s.a.s.) tayin eder… Bundan başka, helâl ve haram tayin etmek hakkı hiç kimseye tanınmamıştır… Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in çizdiği sınır aşılmamalıdır…

Rabbimiz, bu konuda mü’min müslümanları uyarıyor ve Allah’ın tayin ettiği sınırlara dikkat edilmesini emrediyor:

“Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını çiğnerse, gerçekten o, kendi nefsine zulmetmiş olur.”(21)

“Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yaklaşmayın.” (22)

“İşte bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, onlara tecavüz etmeyin. Kim Allah’ın sınırlarına tecavüz ederse, onlar, zalimlerin tâ kendileridir.” (23)

Allah’ın sınırlarını gözetmek ve korumak muvahhid, mü’minlerin imanı gereğidir… Allah’ın sınırları, indirdiği emir ve hükümlerdir… Yaklaşmayın, yapmayın, aşmayın ve geçmeyin diye mü’min kullarını nehyettiği şeylerin bütünüdür Allah’ın sınırları!…

Rabbimiz şöyle buyurdu:

“Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslâm uğrunda) seyahat edenler, rukû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlar, sen, (bütün) mü’minleri müjdele.” (24)

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) bu mü’min kullarına hitaben şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler, Allah’ın sizin için helâl kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şübhesiz Allah, haddi aşanları sevmez.” (25)

“De ki: ‘Allah’ın, kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?’ De ki: ‘Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir. Kıyamet günü ise, yalnızca onlarındır. Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız.” (26)

Selman-ı Farisî (r.a.) şöyle demiştir:

Raslullah (s.a.s.)’e, sade yağ, peynir ve Fira (yani yabanî eşek veya deriden ma’mul elbise)’nın hükmü soruldu.

Rasulullah (s.a.s.):

“Helâl, Allah’ın, Kitabın’da (açık veya kapalı olarak) helâllığını bildirdiği, haram da, Allah’ın, Kitabı’nda (açık veya kapalı olarak) haramlığını bildirdiği şeydir. Kitab’ın (veya Allah’ın) söz etmediği (yani helâl veya haram olduğunu belirtmediği) şey de, Allah’ın afiv ettiği (yani mübah kıldıı) şeylerdendir.” (27)

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Ey insanlar, şübhesiz ki Allah, Tayyib’dir. Tayyib’den başka bir şey kabul etmez. Allah, mü’minlere de, Rasullere emrettiği şeyi emreder:

“Ey Rasuller, helâl olan şeylerden yiyin ve salih amellerde bulunun. Çünkü Ben, sizin yaptıklarınızı pekâlâ bilirim.” (Mü’minun, 23/51) (Başka bir ayette) “Ey iman edenler, size verdiğimiz rızıkların helâl, hoş olanlarından yiyin.” (Bakara, 2/172) buyurmuştur.” dedi.

Sonra şunları söyledi:

“Bir kimse (Hakk yolunda) uzun sefere çıkar, saçları dağılmış, toza-toprağa bulanmış bir hâlde ellerini semaya uzatarak:

— Ya Rabbi, ya Rabbi diye dua eder.

Halbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, (hasılı) kendisi haramla beslenmiş olursa, böylesinin duâsı nasıl kabul edilir?” (28)

Şu hadisi de, burada anmak, yerinde bir hareket olur inşaallah!..

Ka’b  b. Ucre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Ey Ka’b b. Ucre, bilmiş ol ki, haramdan gıdasını alıp büyüyen bir ete ancak ateş evlâdır.” (29)

Rabbimiz Allah, helâl ve temiz nimetlerini mü’min müslüman kulları için rızık kılmış, bu tertemiz rızıkdan yemelerini ve harammlardan uzak durmalarını emretmiştir… Helâl kılınmış temiz nimetler, insanın fıtratına en uygun olan yiyeceklerdir… İnsan fıtratına uygun olduğu için gerek vücud, gerekse ruh için sağlıklı yaşamanın vesilesidir…

Rabbimiz şöyle buyurur:

“Öyleyse Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helâl (ve) temiz olanlarını yiyin. Eğer O’na kulluk etmekteyseniz, Allah’ın nimetine şükredin.

O, size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah’dan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa, saldırmamak ve sınırı aşmamak üzere (yiyebilir). Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla: Şuna helâl, buna haram demeyin. Çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şübhesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.” (30)

İmam Nevevî (rh.a.) şöyle demiştir:

“Eşya, helâl, haram ve şübheli şeyler olmak üzere üç kısımdır. Helâlın hükmü meydandadır, gizli bir tarafı yoktur. Ekmek ve meyve yemek, konuşmak, yürümek ve saire bu kabildendir. Haramın hükmü de açıktır. İçki içmek, kan dökmek, zinâ etmek, yalan söylemek ve saire gibi.

Şübheli şeylere gelince:

Bunlardan murad: Helâl veya haram olduğu açık açık belli olmayan şeylerdir. Bundan dolayıdır ki, bunların hükmünü çok kimseler bilmez. Fakat ulema, ya nasla, ya kıyas ve istishab gibi bir delille bunları bilirler. Bir şey, helâl ile haram arasında tereddüte kalır da hakkında nas veya icma bulunmazsa, o mesele hakkında müctehid ictihad eder ve onu, Şer’i bir delille helâl veya haramdan birine katar. Bundan sonra o şey, helâl veya haram hükmünü alır. Bazan mes’elenin delili de ictihaddan hâli kalmaz. Bu takdirde vera ve takva, o şeyi yapmamayı gerektirir.” (31)

İmam Kurtubî (rh.a) de şunları beyan eder:

“Şübhesiz ki, ortada açık açık helâl ve haram kılınmış şeylerle, helâl veya haram hükmü verilmesi tereddütlü olanlar vardır. İşte deliller, bunlar hakkında birbirlerine muârıza etmektedir. Müştebihat (şübheli şeyler) de bunlardır. Bunların hükmü ihtilaflıdır.

Bazıları:

— Haramdır, çünkü harama götürür, demiş.

Bir takımları:

— Mekruhtur, vera’ ve takva bunların terkini icab eder, mütaleasında bulunmuş, bunlar hakkında haram veya mekruh hükmü verilmeyeceğini söyleyenler de olmuştur. Doğrusu, ikinci kavildir. Çünkü Şeriat, onları haram olmaktan çıkarmıştır. Bunlar, şübhe götüren şeylerdir.

Peygamber (s.a.v.):

“Sana şübhe veren şeyi bırak, şübhe vermeyini yap!.” (32) buyurmuştur ki, vera’ da budur.” (33)

Değerli İslâm ulemasının beyanıyla şübheli şeylerin hükmü böylece açıklanmış oldu. Şübheli şeylerden kaçınan, hem dinini, hem de ırzını tertemiz tutmuş olur. Din sözü, Allah’a aid olan şeyleri kapsarken, ırz kelimesi ise, insana tealluk eden şeylere işaret etmektedir.

Burada, şunu da hatırlatmak gerekir ki, şübheli şeylerden kaçınmak adına vesvese hastalığına yakalanmamaya dikkat edilmelidir…

“Vukuu ihtimalden uzak olan şeyleri caiz görerek üzerinde durmak ise, kaçınılması istenen şübheli şeylerden değil, vesvese kabilindendir. Belki mahremi vardır endişesiyle büyük şehirden evlenmemek, ihtimal pislik karışmıştır diye ovadaki suyu kullanmamak, görmeden pislik bulaşmış olabilir düşüncesiyle elbiseyi yıkamak ve sair buna benzer şeyler hep vesvese olup, vera’ ve takva ile alakası yoktur. Bu gibi şeyler, Şeriatın maksadlarını bilmemekten ileri gelir.” (34)

Takva, dinde aşırı gitmeden ve vesvese hastalığına yakalanmadan dindeki hassasiyeti korumak gereğidir…

Atiyye es-Sa’dî (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Kul, mahzurlu olan şeye düşmekten çekinerek, mahzurlu (sakıncalı) olmayan şeyi bırakmadıkça takvalı kişilerden olmak derecesine ulaşmaz..” (35)

Takva sahibi muvahhid mü’minler, hangi şartlarda ve hangi ortamda olurlarsa olsunlar, helâl lokmaya azamî derecede dikkat ederler… İster mü’min müslümanarın bütün emniyetlerinin sağlandığı Daru’l-İslâm’da olsun, isterse işgal sonucu Daru’l-Harb’e dönüşmüş İslâm beldelerinde olsun, mü’min müslümanların vazifesi, imkânlar dahilinde Allah’a kul olmaya devam etmek, haramlara yaklaşmamak ve helâl rızık ile meşgul olmakdır… Muvahhid mü’minler, zaruret hâlinde ölmeyecek kadar, haram kılınan yiyeceklerden yemesinin dışında haramlara yaklaşmamalıdırlar… Hangi ülke ve hangi toplumda olursa olsun müttaki mü’min, bu hâl ve bu tavır üzere olmalıdır!… İslâm üzere yaşamalı ve helâl lokma yemelidir…

Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Her kim helâl lokma yer, Sünnet (Şeriat) gereğince amel eder ve insanlar da, onun kötülüklerinden emin olurlarsa, mutlaka cennete girer.”

Bunun üzere bir adam:

— Ya Rasulullah, bugün halk arasında bu (vasıfta kişiler) pek çoktur, dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

“Benden sonraki asırlarda da bulunacaktır.” (36) buyurdu.

Müslümanlar arasında helâl-haram sınırlarını ortadan kaldırıcı, sınırlara tecavüz edici ve dolayısıyla helâlı haram, haramı helâl edici hiç bir anlaşma, görüşme ve şart gündeme gelmesi caiz değildir… Dinini ve ırzını tertemiz kılmak için şübheli olanlardan bile kaçıran müttaki müslümanlar, helâl-haram sınırlarını hiçe sayıcı hiç bir hareketin içinde bulunamazlar…

Amr b. Avf el-Müzenî (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Müslümanlar arasında sulh caizdir. Ancak helâlı haram kılan ve haramı helâl kılan sulh müstesnadır ve müslümanlar şartlarına bağlıdırlar. Ancak helâlı haram kılan veya haramı helâl kılan şart müstesnadır.” (37)

Bütün bu bilgilerden sonra, işgal edilmiş İslâm topraklarındaki mustaz’af mü’min müslümanların durumunu tekrar gözden geçirmek gerek… Egemen tağutlar tarafından Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in koyduğu sınırlar tecavüze uğranıp çiğnenmiş, helâller haramlaştırılırken tüm haramlar helâl kılınmış, hatta egemen güçlerin emniyet güçleri tarafından koruma altına alınmış, insanlar harama teşvik edilerek, onların bu haramları işlemeleri için her türlü imkân sağlanmıştır… Zinâdan faize, hırsızlıktan kumarın her çeşidine, insanların haklarının gasbedilmesinden içkinin her türlüsüne, şirkin hakimiyetinden tağutların hükümlerine boyun eğilip itaat edilmesine kadar her türlü zulmün, sömürünün ve işkencenin işlendiği işgal altındaki İslâm topraklarında hayat nasıl olur?!… Düşünme kabiliyetini, tüm bu olumsuzluklara rağmen kaybetmemiş, düşünebilenler, bulabilirlerse sakin bir ortamda sakin bir kafa ile başlarını iki elleri arasına alıp uzun uzun ve de derin derin düşünmelidirler!…

Allah’ın affetmediği ve Allah’a karşı işlenen en korkunç suç olan şirk, (38) tüm kurum ve kuruluşlarıyla egemen olduğu işgal olan İslâm topraklarında, haramların her türlüsü yasallaşmış ve egemen güçler tarafından işletilmektedir…  Böyle bir ortamın, İslâm ile yer değiştirmesi nasıl gerçekleşir?.. Şirkin yerine Tevhid, küfrün yerine iman, haramların yerine helâller nasıl geçebilir ve bu değişim ne ile gündeme gelir?.. Düşünme kabiliyetini yetirmeyenler, bunu tekrar tekrar düşünmeli ve kötülüklerin yok olması, iyiliklerin hayata hakim kılınması için çözüm üretmelidirler!..

İslâm inkılâbı, bir değerler inkılâbıdır… İslâm inkılabı, bir değerler değişimi ınkılâbıdır!… Şirk ve küfür değerlerinin, İslâm değerleriyle yer değiştirme inkılâbıdır İslâm inkılâbı!… Haramların helâllere yenik düştüğü ve yerini helâllere terk ettiği bir inkılâbdır İslâm inkılâbı!.. Tebliğ ve davet inkılâbıdır bu!… İnsanları irşad etmek, onları uyarmak, uyandırmak, bilgilendirmek ve şuurlandırmak inkılâbdır İslâm inkılâbı!… İnsanların, kullara kul olmasından kurtulup hayatlarının her biriminde Rableri Allah’a kul olması sağlama çalışmasıdır İslâm inkılâbı!… Bütün kötülük odakların yok olması, iyiliğin, güzelliğin ve hayrın egemen olması çabasıdır İslâm inkılâbı!… İnsanların, yaratılış gayelerine uygun yalnızca Allah’a ibadet edecekleri bir ortamın sağlanması gayretidir İslâm inkılâbı!… Zulmün ve sömürünün her türlüsünün ortadan kaldırıldığı, hakkın ve haklının galib geldiği bir cihadın anlamıdır İslâm inkılâbı!.. Ve İslâm inkılâbı, bir değerler değişimi inkılâbıdır!… Ve İslâm inkılâbı, gönüllerin fethi inkılâbıdır!…

Hangi ortam ve hangi toplumda olursa olsun müttaki mü’min, yapacağı her hayırlı işi, mütmain bir kalb ile gerçekleştirecektir… Muvahhid mü’minler, yaptıkları işlerin hayırlı mı hayırsız mı, olumlu mu olumsuz mu, iyi mi kötü mü olduğunu, önce değişmez İslâm ölçüsüne havale edecek, oradan onay alacaktır… Onay aldıktan sonra tekrar imanın ihata ettiği kalbine danışacak, oradan da sıhhatli bir onay aldıktan sonra niyetlendiği işi gerçekleştirecektir… Fetva, anlatışa göre verilir… Dil neyi gündeme getirirse, fetva o yönden olur… Eğer dil ile kalb bütünlüğü oluşmuş ise, fetva yerinden verilmiştir… Yok eğer dil, kalbtekini anlatmaz, kalbe mühalefet ederse, verilen fetva yerini bulmaz, kalb onu kabul etmez… Verilen fetva, kalbe havale edilmeli ve oradan onay alınmalıdır… Muvahhid mü’minin kalbi, imanın mekânı olduğu için, her şeyi katıksız iman ölçüsünce değerlendirir!… Tevhide, imana, topyekün İslâm teslim olmuş bir kalb, muvahhid mü’mini, haramlardan uzaklaştırdığı gibi, şübhelerden de arındırır ve Allah’ın izniyle dinini ve ırzını tertemiz bir hâle getirir!…

Vâbisa (r.a.)’dan.

O, Rasulullah (s.a.s.)’e iyilik ve kötülük hakkında soru sormayı içinden geçirerek geldi.

Rasulullah (s.a.s.) sordu:

“Sen mi söyleyeceksin, yoksa ben mi sana haber vereyim?”

— Sen, bana haber ver, dedi.

“Sen bana, iyilik ve kötülüğün ne olduğunu sormak için geldin değil mi?”

Adam:

— Evet, dedi.

Bunun üzerine üç parmağını bir araya toplayıp göğsüme koydu ve buyurdu ki:

“Evet vâbisa, kendi nefsine sor, kendi nefsine sor! —üç kere tekrarladı– iyilik, ruhunun yatıştığı (mütmain olduğu) şeydir. Kötülük ise, insanlar sana fetva verseler de, içini kazıyan ve göğsünde tereddüt duyduğun şeydir.” (39)

Rasulullah (s.a.s.)’in hadislerinden ilhamla Hassan İbn Ebi Sinân (rh.a) şöyle demiştir:

— Ben, takvadan kolay bir şey görmedim:

“Seni şübheye düşürecek şeyi, sana şübhe vermeyecek şeye terk et!” (40)

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in beyanıyla:

“Gözünüzü açın, Allah’ın yeryüzündeki koruluğu da, haram ettiği şeylerdir.”

Bundan dolayı Allah’ın sınırlarını çiğnememeli ve çiğnetmemelidir mü’min müslümanlar!… Helâl ile haram arasındaki şübheli olan sınıra yaklaşmamalı ve bu sınıra tecavüz eden egemen müstekbir güçlere karşı gerekli tavrını sergilemelidir… Helâl ve haramın belli olan sınırlarını ortadan kaldıran, helâlleri yasaklayan ve haramları koruyan egemen tağutlara karşı, Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in emrettiği şekilde davranmalıdır… Bu tavır, Allah’a gerçek kul, Rasulullah (s.a.s.)’e gerçek ümmet olmanın vazgeçilmez ilkesidir…

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in kalbin itminan bulması veya rahatsız olması hakkındaki bir hadis-i şeriflerini hatırlatarak konuyu bağlayalım…

Nevvas b. Sem’ân el-Ensarî (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdular:

“İyilik, ahlâkın güzelliğidir. Günah ise, kalbinde gıcık yapan ve başkalarının müttali olmasından hoşlanmadığın şeydir!.” (41)

İşte kişinin kendisini tartacağı en ideal ölçü budur… Bu ölçüye göre her mü’min müslüman, kendisini hesaba çekip, nefs muhasebesini yapabilir!..

Bu, böyledir!..