BİD’ATLARDAN ARINMAK

Mü’minlerin annesi Aişe (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Her kim, bizim şu din işimizin içinde ondan olmayan bir bid’at icad ederse, o (icad), reddedilmiştir, batıldır.” (1)

Sahih-i Müslim’deki diğer bir hadiste mü’minlerin annesi Aişe (r.anha)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Her kim, bizim dinimizde olmayan bir amel işlerse o, merduddur.” (2)

Sünen-i Ebu Davud’daki rivayette şu ziyade vardır:

Muhammed b. İsa, rivayetinde şöyle dedi:

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Kim, bizim sünnetimizin aksine bir şey yaparsa o, reddolunmuştur.” (3)

Canımızdan çok sevdiğimiz önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)’in beyanlarına dikkat edilecek olunursa, dinde yani İslâm’da olmadığı hâlde dindenmiş gibi kabul edilerek, işlenen, ibadet kastı ile işlendiği için bir sevab umulunan amellere bid’at denildiği görülecektir… İslâm’da olmayan her hangi bir şeyin ibadet kastıyla ortaya çıkarılması ve amel hâline getirilmesi bid’attır… Bid’at ile amel etmekten sevab uman, onun böyle olduğuna inanan kişi, ehl-i bid’attır!… Onun bu inancı ve ameli, önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in beyanlarıyla reddolunmuş ve tamamen batıl olan bir inanç, bir ameldir…

Bid’at kavramı için İslâm ulemasından şu beyanların yapıldığını görüyoruz…

Seyyid Şerif Cürcânî (rh.a.):

“Bid’at: Sünnete aykırı olan adettir. Çünkü onu söyleyen imamın (Peygamberin ve halifesinin) sözü olmadan onu, kendisi icad etmiştir.” demiştir. (4)

Allâme İbn Abidin (rh.a.) şunları kaydeder:

“Bid’at: Peygamber (s.a.s.)’den malum ve meşhur olan şeyin aksini itikat etmektir. Fakat bu, inad sebebiyle değil, bir nev’î şübhe iledir.” (5)

Elmalılı M. Hamdi Yazır (rh.a.) şunu beyan eder:

“Bid’at: Lugatta, misli (örneği) sebk etmeyen (geçmeyen) ilk şey mânâsına gelen ‘bid’ kelimesinden alınacak, Şeriatta, dinde aslı olmayan şey mânâsında kullanılmıştır.

Bid’ât: Adette hiç örneği geçmemiş, yeni türemiş, türedi.

Bid’at, bilhassa Sünnet ile yakından çok ilgilidir. Aslında Sünnet olmayan bazı hususların Sünnet olarak tervic edilmeye çalışıldığı tarihen sabit vak’alardandır.” (6)

İmam Gazâlî (rh.a.) de şöyle diyor:

“Selef mezhebinin hak olduğu delil ile sabit olmuştur. Bunun zıddını kabul etmek bid’attır. Bid’at ise, mezmumdur, sapıklıktır.

Yarım âlimlerin müteşabihlerin te’viline girişmesi bir dalâlet, bütün âlimlerin de bu mes’elelere dalması kötü bir bid’attır. Bid’at ve dalaletin aksi de, bunlardan her suretle çekinmektir. Bu da, en güzel ve tehlikesiz bir Sünnettir.” (7)

Gerek akîde de, gerekse amelde olsun Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in beyan buyurmadığı ve İslâm ruhuna aykırı olarak gündeme gelen şeyler bid’at olarak kabul edilmiştir… Bid’atların çoğu, cahiliyye dönemlerinin adet ve geleneklerinden oluşmakta, zaman zaman kılık değiştirerek ortaya çıkmaktadır… Bazı bid’atlar, yeni keşfedilen akîde ve hareketlerden meydana gelmekte, ya da gayr-ı müslimlerden alınmaktadır… Bid’atları ortaya atan ve onlarla amel edenler bunu, bir ibadet düşüncesi içinde gerçekleştirmektedir… Allah’dan başka şeylerden, ya korkmak, veya ummak sonucu dilekte bulunmak ve o dileğinin olacağına inanmak bid’atın temelini oluşturmaktadır…

Allah’ın emretmediği ve Rasulullah (s.a.s.)’in yapmadığı her hangi bir ameli, ibadet kastı ile yapan ve ondan maddî, ya da mânevî bir menfaat bekleyenler, bunu işlerken dinin bir gereği olarak işleyenler, dinde olmayan bir şeyi dine sokuşturmuş, böylece bid’at çıkarmış olurlar… Dinde olmayan herhangi bir şeyi dine ekleyen, nasıl ki, bid’at işliyorsa; dinde olan bir şeyi de çağı, zamanı ve ülkeyi bahâne ederek dinden çıkarıp noksanlık yapanlar da, bid’at işlemiş olurlar… Dinde olmayanı dine sokuşturmak, dinden olanı ondan çıkarmak ile eş değerdedir… İkisi de, bid’at ile amel etmektir…

Eğer dinden çıkarılan ve red edilen şey, dinin asıl ilklerinden ise, bu hareket bid’at değil, irtidad olur!…

İbn Abbas (r.a.) şunu anlatır:

Rasulullah (s.a.s.), hutbe yaparken, güneşte dikilmiş bir adam gördü de onun ismini ve hâlini sordu.

Sahabîler:

— O, Ebu İsmail’dir. Ayakta dikilmeye, oturmamaya, güneşten gölgelenmemeye, konuşmamaya ve bu sûretle oruç tutmaya nezretmiştir, dediler.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.), o zata:

“Konuşsun, gölgelensin, otursun ve orucunu tamamlasın.” diye emretti. (8)

Ebu İsmail Keyser el-Amir’in bu hareketi İslâm’a aykırı olduğundan ve fıtrat ile çatıştığından dolayı, önderimiz Rasulullah (s.a.s.) tarafından reddedilmiştir… İslâm’a aykırı olan reddelirken, İslâm’a uygun olanı kabul edilmiştir… Kişinin konuşmamayı, güneşte kalıp gölgelenmemeyi ve oturmamayı adaması bir ibâret değil, insana zulüm ve işkence olduğu için İslâm, bu tip hareketleri reddetmiştir… Fakat Allah rızasına nafile oruç tutmayı adayanın adağı İslâm’a uygun bir ibadet olduğu için Rasulullah (s.a.s.), onun orucunu devam ettirmesini emretmiştir…

Bid’at, İslâm’da olmayan bir şeyi ibadet kastıyla yapmak olduğu malumdur. Böyle bir şey, dalâlettir ve merduddur…

Mü’minlerin annesi Aişe (r. anha) nın rivayet ettiği hadis-i şerifin şerhinde şunlar beyan edilmektedir:

“Hadis-i şerif, İslâm’ın büyük kaidelerinden biridir. Kaide şudur:

Kitab ve Sünnet’te bulunmayan ve müslümanların örfüne uymayan, her şey merdud, yani bâtıldır.

Redd: Hakikatte masdar ise de, ism-i mef’ul yani merdûd mânâsında kullanılmıştır. Halk masdarınının, mahluk mânâsında kullanıldığı gibi.

Nevevî’nin beyanına göre bu hadis, Peygamber (s.a.s.)’in Kevamiu’l-kelim, yani az sözlü, çok mânâlı hadislerinden biridir. Bilhassa ikinci rivayetindeki ziyade, hiç bir bid’atçıya söz bırakmayacak kadar açık ve kesindir.

Evet, din namına işlenen her bid’at, bâtıl ve merdûddur. Binaenaleyh inadında sabit bir bid’atçı, birinci rivayetteki, “Bir şey icad ederse” cümlesine güvenerek:

— Bunu, ben icad etmedim ki, mes’ul olayım!, diyemez.

Bid’atı icad edenle, işleyenin ikisi de hükümde müsavîdir.” (9)

İslâm’ın ruhuna ve insanın yaratılış gayesine aykırı olan, inanç, düşünce, ideoloji, fikir akımları, her türlü hâl ve hareketler bid’at kavramı içinde değerlendirilir… Akîdede olan bid’atlar, küfür ve şirk derecesine ulaşırken amelde olan bid’atlar günah olup sahibini fasık ve facir yapar!… Bid’at konusu hassas bir konu olduğu için, bid’atın durumu iyice araştırılmalı günah iken şirk, şirk iken fücur olarak değerlendirilmemelidir!…

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), hayatî her konuda hassas davranıp ümmetini uyardığı, irşad edip yetiştirdiği gibi, bu konuda da ciddî tavır sergilemiş ve yeterli derecede uyarmıştır…

Ümmet, uzun Hacc yolculuğundadır…

Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.) iki oğlu arasında (onlara dayanarak) götürülen bir ihtiyarı görerek:

— “Buna ne olmuş?” diye sormuş.

— Yürümeyi nezretmiş (adamış), demişler.

Rasulullah (s.a.s.):

“Şübhesiz ki Allah, bu adamın kendisini azab etmesinden müstağnîdir.” buyurmuş ve (hayvana) binmesini emretmiş. (10)

Ukbe b. Âmir (r.a.)’den.

O, Rasulullah (s.a.s.)’e, yalın ayak yürüyerek, başı örtüsüz (baş açık) Hacca gitmeyi adayan kız kardeşinin durumunu sordu.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Ona emrediniz, başını örtsün, (bir şeye) binsin ve üç gün oruç tutsun.” (11)

Allah’a isyan konusunda hiç bir adak geçerli değildir… İslâm’a aykırı olan bir amel işlemeyi adayan kişi, hemen pişman olup tevbe etmeli ve o işten tamamen vazgeçmelidir… Böyle davranmak mü’min müslüman bir şahsiyetin imanının gereğidir… Nasıl olsa adağım var diye her hangi bir bid’at veya hurafeyi işleyemez. Eğer hata edip de cehaleten ve inadla onu işleyecek olursa, ibadet etmemiş, sevab yerine günah kazanmış olur… Allah’a isyan etmeyi adayan kişinin, adağını yerine getirmesi haramdır… Çünkü adağın İslâm’daki anlamı, mübah olan şeyi kendine nasib kılmaktır… Bu ise, ancak Allah’a itaat ile ibadetle gerçekleşir…

Ümmü’l-Mü’minin Aişe (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Her kim Allah’a itaat etmeyi nezrederse, Allah’a itaat etsin. Her kim de, Allah’a karşı masiyet işlemeyi nezrederse, sakın Allah’a asî olmasın!” (12)

Bu hadisin şerhinde Hattabî (rh.a.) şöyle der:

“Bu hadis, Allah’a isyan konusundaki adağın bağlayıcı olmayıp, adak sahibinin adağına vefa göstermemesi gerektiğini beyan etmektedir. Durum böyle olunca, o adakta keffâret yok demektir. Eğer bunda keffâret olsaydı, hadiste onun da bahsedilmesi gerekirdi. Bu, Malik ve Şafiî’nin görüşlerine uygundur.

Ebu Hanife ashabı ve Süfyan-ı Sevrî’ye göre, bir günahı işleme konusunda adakta bulunmanın keffâreti, keffaret-i yemin’dir. Bu görüşte olanlar, Ebu Davud’un bu babda rivayet etmiş olduğu Zuhrî hadisini kendilerine delil almışlardır.” (13)

Herhangi bir haramı işlemeyi adayan, bundan dolayı Allah’a isyan ettiğinin farkına varıp tevbe ederek adağından vaz geçenin keffâret ödemesini, mü’minlerin annesi Aişe (r.anha)’ın rivayet ettiği hadisten anlaşılmaktadır…

Ümmü’l-Mü’minin Aişe (r.a)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah’a isyan konusunda nezr (adak) olmaz. (Eğer adanmışsa) onun keffâreti yemin keffâretidir.” (14)

Ukbe b. Âmir (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Nezir keffâreti, yemin keffâretidir.” (15)

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in “Vedâ Haccı” sırasında, Cuma günü Arafa vakfesinde iken inzâl olan Mâide Sûresi’nin üçüncü ayetinde, “Dinin tamamlandığı”nı beyan eden Rabbimiz Allah, şöyle buyurur:

“Bugün inkâra sapan (kâfir)ler, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, Ben’den korkun. Bugün size dininizi kemâle eddirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçip beğendim.” (16)

Bu ayet-i kerimenin inmesiyle din tamamlanmış, Allah, her neden razı olmuş ise onu emretmiş, her neyi sevmiyorsa onu da yasaklamıştır… Böylece kemâle ulaşan dinde o gün ne varsa, kıyamete kadar var olacak odur… O gün kemâle erdirilmiş dinde ne yoksa, kıyamete kadar yok olacak odur… Dine, yani İslâm’a herhangi bir şey eklemek ve çıkarmak, bid’at olup bâtıldır ve reddedilmiştir…

Bu ayet-i kerimenin indiği gün, mü’min müslümanların bayram günü olmuştur… Çünkü bu gün, Rabbimiz Allah’ınmü’min müslümanlar için dini kemâle erdirdiği ve onlar üzerindeki nimetini tamamladığı bir gündür… O nimet, Tevhid nimetidir. O nimet, İman nimetidir… Ve o nimet, İslâm nimetidir…Bu nimetten daha olgun ve daha yüce bir nimet var mıdır ki?..

Tarık İbn Şihab (r.a.) şöyle demiştir:

Yahudîlerden bir kimse, Ömer İbn Hattab (r.a.)’a:

— Ya Emirü’l-Mü’minin, sizin Kitâb’ınızda okumakta olduğunuz bir ayet var ki, biz Yahudî topluluğuna nâzil olmuş olsaydı, nâzil olduğu günü bayram edinirdik, dedi.

Ömer:

— Hangi ayettir o? diye sordu.

Yahudî:

— Bu gün size dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçip beğendim.” (Mâide, 5/3) cevabını verdi.

Bunun üzerine Ömer:

— Biz, bu ayetin indiği günü de, yeri de biliyoruz (kıymetini takdir ediyoruz). Bu ayet, Rasulullah’a bir Cuma günü, Arafa’da kaim iken nâzil olmuştur, dedi. (17)

Kemâle erdirilen din ve tamamlanan nimet olan yegâne hayat nizamı İslâm, Allah’ın katında yalnızca kabul olunan dindir (18) ve kim O’ndan başka bir din benimserse Allah, ondan onu asla kabul etmeyecektir… (19)

Cabir b. Abdillah (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (sa.s.) şöyle buyurur:

“Sözün en hayırlısı Allah’ın Kitabı’dır. İrşadların (yolların) en hayırlısı da, Muhammed’in irşadıdır (yoludur). Umurun (işlerin) en kötüsü, sonradan çıkarılanlarıdır. Her bid’at, dalâlettir.” (20)

Abdullah İbn Mes’ud (r.a.) şöyle anlatır:

Rasulullah (s.a.s.), bir gün bize bir çizgi çizdi, sonra:

“Bu, Allah’ın (dosdoğru) yoludur.” buyurdu.

Ardından bunun, sağından, solundan bazı çizgiler çizdi.

Sonra:

— Bunlar, (bir takım) yollardır. Onlardan her yolun başında ona çağıran bir şeytan vardır.” buyurdu.

Sonra şu ayeti okudu:

“Bu, Benim dosndoğru olan yolumdur, şu hâlde ona uyun. Sizi, O’nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın.” (En’âm, 6/153) (21)

Mücahid (r.a.):

(Ayette geçen), “(başka) yollara uymayın.” ibaresini:

— Bid’atçılara ve şübheli şeylere (tabi olmayın) diye tefsir etmiştir. (22)

imam Mücahidin (rh.a.)’ın beyan ettiği gibi, Allah’ın yolu olan İslâm’dan başka yollara uyanlar, şübheli şeylere dalan bid’atçılardır… Onlar, yürüdükleri yollarını, yani akîdelerini, fikirlerini ve amellerini, Allah’ın dosdoğru yoluna benzetiyor, Allah’ın yolunda bir taat ve ibadet niyetiyle giden bir mü’min müslüman gibi, bid’atlarını ibadet aşkıyla yapıyorlar… Kendi paylarına İslâm’a, ondan olmayan şeyleri sokuşturmakla veya olanı çıkarmakla dinde bid’at oluşturuyor ve inandığını iddia ettiği dinini parça parça yapıyor…

Rabbimiz Allah, başta Rasulullah (s.a.s.)’e olmak üzere tüm muvahhid mü’min kullarına seslenerek, hiç bir zaman ve hiç bir şeyde, dinlerini parça parça yapanlardan olmadıklarını beyan buyuruyor… Mü’min müslümanlar, onlardan olamaz ve onlar gibi davranamazlar!…

Şöyle buyurur Rabbimiz:

“Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen, hiç bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi, ancak Allah’adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir.” (23)

Emiru’l-Mü’minin İmam Ömer İbnu’l-Hattab (r.a.) rivayet etmektedir.

Rasulullah (s.a.s.), Aişe’ye şöyle buyurdu:

“Ya Aişe, “Dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar.” (En’âm, 6/153) ayetinde belirtilenler, bid’at ve batıl görüş sahibleridir. Onlar için tevbe yoktur. Ben, onlardan uzağım, onlar da benden uzaktırlar.” (24)

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bu açık beyanından sonra İmam Taberî (rh.a)’in şu tesbitini kaydetmek yerinde ve faydalı olur:

“Buna göre bu konuda doğru olan söz:

“Allah Teâlâ’nın bu ayetle, hak dinini bölük-pörçük eden ve ayrılığa düşen bütün insanları kastetiğini söyleyen sözdür. Rasulullah’ın üzerinde bulunduğu Hanif Dini’nden putperest müşrikler de, Yahudîler de, Hristiyanlar da, Hanif Dini’ndenmiş gibi görünüp de bid’atlar icad edip insanları doğru yoldan saptıranlar da, bu ayetin genel ifadesine dahildirler.” (25)

Yegâne hayat nizamı İslâm, farzıyla, vacibiyle, sünnetiyle, mubahıyla, müstahabıyla, helâlıyla, haram kıldıklarıyla ve mekruh saydıklarıyla apaçık ve belli olandır… İslâm, her şeyi ile bilinmektedir ve fıtrîdir… Mü’min müslüman, herhangi bir fikir veya hareketle karşılaştığı zaman bakar, eğer İslâm’ın uygun gördüğü bir şey ise, kabul e-der… Eğer İslâm’ın uygun görmediği, yani haram kıldığı bir şey ise, reddeder ve ondan uzaklaşır… Eğer İslâm’ın esaslarında olmayan bir şey ise, bid’atçılar tarafından uydurulmuş bir bid’at ve hurafe olduğunu bilir, ona yaklaşmadığı gibi, insanları ona bulaşmamaları için uyarır, irşad eder… Hele hele gündemde olan bid’at, akîdeyi ilgilendiren bir şey ise, çok daha korkunç bir durum arzeder… Akîdevî boyuttaki bid’atlar, kişinin imanını zedeler ve İslâm ile ilişkisini keser!..

Huzeyfe (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah Teâlâ, bid’at sahibinden, oruç, namaz, sadaka, hacc, cihad, tevbe ve fidyeden hiç bir şey kabul etmez. Kılın hamurdan çıktıı gibi o da, İslâm’dan çıkar.” (26)

Diğer bir hadiste Abdullah İbn Abbas (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Bid’at sahibi, bid’atlarını bırakmadıkça, Allah Teâlâ, onun amellerini kabul etmeyecektir.” (27)

“Bid’at, böyle korkunç bir durumdur… Bid’at, dosdoğru olan hak yoldan, eğri ve batıl olan bir yola sapmadır… Bid’at, kendi payına İslâm’da değşiklik yapmak ve dini değiştirmektir… Böyle korkunç bir cinayeti işleyenler, Tevhid akîdesini değiştirenler, tagutî ideolojilere sarılanlar, Rasulullah (s.a.s.)’in buyurduğu gibi, “kılın hamurdan çıktığı gibi İslâm’dan çıkarlar.” Onlar, İslâm’dan çıktıkları için ondan sonra hangi salih ameli işlerlerse işlesinler, Allah, o ameli kendilerinden kabul etmez… Çünkü onlar, İslâm’dan çıkmışlar, imanlarını yitirmişlerdir.

Özellikle işgal altındaki İslâm topraklarında egemen olan tağutların beşerî ideolojilerini benimseyenler ve o uğurda çalışanların vay hâline!… Yardım edenler, onların İslâm’ı yok etme planında destek olanlar… İslâm topraklarını işgal eden egemen tağut harbîlerin gayr-ı İslâmî düzenlerinin gereği gibi davrananlar ve bunun İslâm’a bir hizmet, mü’min müslümanlara bir yardım olduğunu savunanlar… Böyle davranmayı ibadet sayan, bu konuda onlara katılmayan muvahhid mü’minleri suçlayanlar… Bütün bunlar ve yaptıkları, Allah’ın yanında kabul gören ve yegâne din olan İslâm ile hiç bir ilgileri yoktur… İslâm, onların bu yaptıkları reddeder!… İslâm, onlardan değil; onlar da İslâm’dan değiller…

Dünyadaki durumları böyle!.. Ya ahiretteki durumları!…

Abdullah İbn Mes’ud (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Ben, sizin Havz üzerine ilk erişeniniz ve sizi orada karşılayıcınızım. Ve muhakkak orada benim yanımda sizlerden bir takım adamlar kaldırılacaklar. Sonra onlar, muhakkak benim önümden sürüklenecekler (de Havz’dan uzaklaştırılacaklar).

 

Ben:

— Ya Rabb, onlar, benim sahabîlerim, derim.

Bana:

— Sen, onların senden sonra (dinde) ne bid’atlar çıkardıklarını bilmezsin, derilecektir.” (28)

Ahirette, Rasulullah (s.a.s.)’in Kevser Havz’ından uzaklaştırılan bid’atçılar, İslâm’a ve mü’min müslümanlara içten en büyük darbeyi vuran ve onları sırtlarından hançerleyenlerdir… Bid’atçılar, dost görünen düşmanlardır…

Gudayf b. Haris es-Sumalî (r.a.) şöyle anlatıyor:

Abdulmelik b. Mervan, bana bir adam gönderdi. Ve o şahıs:

— Ya Ebu Süleyman, biz, insanları iki şey üzerinde topladık, dedi.

— Onlar, nedir? diye sordum.

— Cuma günü minberlerde ellerin kaldırılması, sabah ve ikindi namazlarından sonra konuşma yapmak, diye cevab verdi.

Bunun üzerine:

— Bence bunlar, sizin uydurduğunuz bid’atlara benziyor. Ben, bunlardan hiç birini onaylamıyorum, dedim.

— Niçin? diye sordu.

— Çünkü Rasulullah (s.a.s.):

“Bir toplum bir bid’at uydurursa, ona karşılık bir sünnet kaldırılır. Sünnete yapışmak, her hangi bir bid’at uydurmaktan daha hayırlıdır.” buyurdu, dedim. (29)

Abdullah İbn Mes’ud (r.a.) şöyle diyor:

— Sünnet dahilinde orta yolla çalışmak, bid’at içinde var gücüyle çalışmaktan daha hayırlıdır. (30)

Dünya hayatında sıhhat ve saadet üzere bir hayat sürmek üzere bir kula veya bir topluma her ne ki ihtiyaçtır, İslâm, onun en güzelini noksansız bir şekilde karşılamıştır!… İslâm’ın noksan bıraktığı hayatî hiç bir konu yoktur… Böyle olunca, hayatla ilgili İslâm’ın ve insanın yaratılış gayesine aykırı herhangi bir şeyi ortaya çıkarmayı bir yana bırakıp o konuda İslâm ne demiş ise, ona sarılmak gerekir. Gerek insanların, gerekse egemen tağutî güçlerin unutturduğu, gölgede veya geri planlarda bıraktığı için terk edilmiş İslâmî ilkelerin ihya edilmesi, bid’atları engelleyici en ciddî bir çalışma olur… Her bid’at bir Sünneti, hatta bazan bir ayetin hükmünü ortadan kaldırır… Ayet ve Sünnet ile amel, bid’atları ortadan kaldırmanın en güzel yoludur… Gündüzün bulunduğu yerde gecenin hiç bir işinin olmadığı gibi, Kur’ân ve Sünnet ile amel edilecek olunursa, bid’atlara hayat hakkı kalmaz!…

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) Ümmeti, unutturulan veya ortadan kaldırılan Sünneti ihya etmleri için çokça uyarmış ve yolunu göstermiştir…

Amr b. Avf el-Müzenî (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.), Bilâl b. el-Haris’e:

“Bil bakalım!” dedi.

Bunun üzerine Bilâl:

— Ya Rasulullah, neyi bileyim? dedi.

Rasulullah, buyurdu ki:

“Şunu bil ki, benden sonra sünnetimden öldürülen (kaldırılan) bir sünneti kim ihya ederse ona, o sünnet ile amel edenler kadar –hiç birinin sevabından hiç bir şey noksan olmaksızın– sevab vardır.

Ve her kim, Allah ve Rasulü’nün kabul etmediği bir dalâlet bid’atı çıkarırsa ona, o bid’atla amel edenler kadar –kişilerin hiç birinin günahlarından hiç bir şey noksan olmaksızın– günah vardır.” (31)

Bu, böyle iken, İslâm’ın ve insanın yaratılış gayesine uygun olan, mü’min müslümanlara faydalı şeyler, İslâm tarafından kabul edilmiş ve övülmüştür… Yeniyi, yeni olduğundan dolayı değil, İslâm’a uygun olduğundan dolayı kabul ederiz… Eğer İslâm’a uygun değil ise, ister yeni ortaya çıksın, isterse eski olsun, mü’min müslümanlar tarafından kabul görmez, reddolunur, hatta ona karşı mücadele bile edilir… İslâm’a uygun olmayan fikirler ve hareketler, insanlığa zararlı olduğu için İslâm, onu ortadan kaldırmak için mücadele başlatır…

Mü’min müslümanların kabul edeceği şeyler, ister yeni olsun, isterse eski olsun İslâm’ın esaslarına uygun olmalıdır!… Değişmeyen yegâne ölçü İslâm’dır… İslâm ölçüsüne göre, hayırlı, iyi, güzel ve faydalı olduktan sonra kabul edilir, değilse, ne olursa olsun reddedilir…

Munzir b. Cerîr, babasından nakleder. Cerîr (r.a.) şöyle demiştir:

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Her kim, İslâm’da güzel bir çığır açarsa, o çığırın ecri ile kendisinden sonra o çığırla amel edenlerin ecirlerinden hiç bir şey noksan edilmemek şartıyla sevabları kendisine aiddir.

Ve her kim, İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o çığırın vebali ile kendisinden sonra onunla amel edenlerin vebâli, hiç bir noksanları olmamak üzere ona aiddir.

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:

“Kim, güzel bir aracılıkla aracılıkta (şefaatte) bulunursa, ondan kendisine bir hisse vardır. Kim, kötü bir aracılıkla aracılıkta bulunursa, ondan da kendisine bir pay vardır. Allah, her şeyin üzerinde koruyucudur.” (33)

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği (ma’rufu) emreden ve kötülüklerden (münkerden) sakındıran bir toplululk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.

Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için pek büyük bir azab vardır.” (34)

Yegâne hayat nizamı İslâm, çağın gerisinde kalmış, donmuş veya dondurulmuş bir nizam değildir… İslâm, çağlar üstü ve kıyamete kadar bütün çağları kuşatmış bir nizamdır… İslâm, canlı ve her an hareket hâlindedir… Onun esasları ve metodu, her çağın ve her insanın yaratılış gayesine uygun tüm problemlerini çözücü ve sorularına cevab vericidir… Bu mes’elenin sıhhatli bir şekilde yürümesi için bir tek şart var: Katıksız iman edip İslâm’a teslim olan bir müslüman olmak!… Bu şart yerine geldiği zaman, problemler çözülür, sorular cevab bulur, sıkıntılar gider ve insanlık rahat eder…

İrbad b. Sariye (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Ben sizi, gecesi, gündüzü gibi apaydın olan (en küçük bir şübheyi kabul etmeyen, gayet açık) bir din üzerinde bıraktım. Benden sonra ancak helâk olanlar, o dinden (başka yönlere) saparlar.

Sizden kim yaşarsa, fazla ihtilafa şahid olacaktır. Onun için bilip tanıdığınız sünnetime ve hidayete erdirilmiş olan Hulafa-ı Raşidin’in sünnetine yapışınız. Bunları, dişlerinizle sıkıca tutunuz (ya da müsibetlere karşı dişinizi sıkınız.).” (35)

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in beyanıyla, apaydın, apaçık ve noksansız olan yegâne hayat nizamı İslâm, ne fazlalığa, ne de noksanlığa asla rıza göstermez… İslâm kendisinde hiç bir değişiklik yapılmadan kabul olunmak ister.. Çünkü O, bu şekilde va’zedilmeş ve bu şekilde teklif olunmuştur… Teklife muhatab olanlar, gerçekten mü’min ve müslümanlar ise, yani katıksız iman edip İslâm’a tam teslim olmuşlar ise, bu teklifi işitir işitmez, diyecekleri ve yapacakları şudur:

“İşittik ve itaat ettik!”

Rabbimiz Allah’ın kelâmı olan Kur’ân-ı Kerim’i işittik ve itaat ettik!… Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in sözleri, hareketleri ve takrirlerinden oluşan Sünnet’ini işittik ve itaat ettik!… Bunları, bildirildiği gibi kabul ettik ve emredildiği gibi itaat ettik… Ne fazla yapar, ne noksanlaştırırız!…

Muvahhid mü’minlerin, müttaki müslümanların değişmeyen Tevhid üzere olan tavırları budur… Bu tavırı sergileyen mü’min müslümanların arasında bid’at ve hurafelerin yaşama hakkı yoktur… Onlar, bid’at ve hurafeleri kendi aralarında yaşatmazlar… Çünkü bid’at ve hurafeler, onlara, akîdelerine, salih amellerine ve yaratılış gayelerine aykırıdırlar… Bundan dolayı bid’at ve hurafeleri barındırmaz, onları buldukları yerde kovarlar…

Bid’at ve hurafe taraftarları olan tipler, Emiru’l-Mü’minin İmam Ömer İbnu’l-Hattab (r.a.)’ın, dağınık olarak kılınan ve Sünnet oluşunda hiç bir şübhe olmayan “Teravih Namazı”nı cemaatle kılınmasını emredip ve cemaatle kılınması gerçekleştikten sonra:

“Ni’me’l-Bid’atu hazihi”, yani “Bu, ne güzel bid’attır.” sözüne sığınıyorlar… (36) Kendilerinin inandıkları ve işledikleri bid’atları, İmam Ömer (r.a.)’ın uyguladığı ve “bid’at” kelimesi ile beyan ettiği duruma benzetiyorlar… Halbuki İmam Ömer (r.a.)’ın yaptığı bir ictihad idi, hem de isabet kaydeden bir ictihad idi… Ayrıca O’nun bu ictihadına ümmetin uyması, Rasulullah (s.a.v.)’in bir emridir.

Yukarıda kaydedilen irbad b. Sariye (r.a.)’ın rivayet ettiği hadiste önderimiz Rasulullah (s.a.s.), kendisinin ve Raşid Halifeleri’nin sünnetlerine sımsıkı sarılmasını ümmetine emrediyor… İmam Ömer (r.a.)’ın ictihadına sarılmak ve onunla amel etmek, Rasulullah (s.a.s.)’in emrine itaat etmektir… Yoksa İmam Ömer (r.a.), İslâm’ın merdud kabul etiği bâtıl bir bid’at ortaya çıkarmamıştır ki, bid’atçılara delil olsun…

Sahabenin bid’atlara karşıki tavrı, şu haberde net olarak anlaşılır… Bu konuda bir çok örnekler vardır… Burada bir örnek vermek yeterli olur…

Sufyan b. Uyeyne, Hişam b. Huceyr’in şöyle dediğini rivayet eder:

Tâvûs, ikindiden sonra iki rekât namaz kılardı.

İbn Abbas, O’na:

— Bunu bırak! dedi.

(Tâvûs da):

— Bu, ancak bir merdiven edinilmesin diye yasaklanmıştı, dedi.

İbn Abbas, şöyle karşılık verdi:

— Şu hâlde gerçek şu ki, ikindiden sonra namaz kılmak, yasaklanmıştır. Artık bilmiyorum, ondan dolayı sana ceza mı verilir, sevab mı verilir?

Çünkü Allah, şöyle buyurur:

“Allah ve Raslü, bir işe hükmettiği zaman, mümin bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.” (Ahzab, 33/36)

Sufyan dedi ki:

— “Bir merdiven edinilir” şu demektir: İkindinden sonra geceye kadar namaz kılınır.” (37)

İbn Abbas (r.a.) şöyle dedi:

— Kim, (hükmü) ne Allah’ın Kitabı’nda bulunan, ne de hakkında Rasulullah (s.a.s.)’in bir uygulaması (Sünneti) geçmemiş olan bir görüş ortaya atarsa, Allah’a (Azze ve Celle) kavuştuğunda, bundan dolayı ne olacağı bilinmez.”(38)

Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), bid’atları reddedip Kur’ân’a ve Sünnet’e sarılan muvahhid mü’minleri müjdelemektedir…

Amr b. Avf (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Yılan toplanıp deliğine çekildiği gibi din de, muhakkak sûrette toplanıp Hicaz’a çekilecek ve dağ keçileri, dağın doruğunda üstlendikleri gibi din de, muhakkak sûrette Hicaz’da üstlenecektir.

Din, garib (bir nizam) olarak başlamıştır ve ileride tekrar garib olacaktıdr. Benden sonra, insanların sünnetimden (yolum ve şeriatımdan) bozmuş olduklarını düzeltmeye çalışan gariblere müjdeler olsun!” (39)

Geçmişte ve zamanımızda hangi inançlar ve ameller bid’attırlar, hurafeler nelerdir meselesindeki örnekler ve tahlilleri, inşaallahu Rahman bir başka çalışmamıza bırakıyoruz…

Bid’at ve hurafelerden kurtulmak için yapılacak en ciddî çalışma, İslâm’ı gerçek kaynaklarından, başta Kur’ân ve Sünnet olmak üzere ilmî eserlerden öğrenecek, doğrusunu bilip yapacak, böylece eğri olan bâtıl şeyler kendiliğinden meydana çıkacaktır… Bu da, çok iyi bir İslâmî eğitim ve öğretim, özel veya genel bir gayretle gerçekleşir!… Vakit geçirmeden bu çalışmayı başlatmak gerek!…

Bu, böyledir!..