SELÂM: VAHDETİN KAYNAĞI

Abdullah b. Amr (r.a.)’dan.

Bir kimse, Rasulullah (s.a.v.)’e:

— İslâm’ın en hayırlısı hangisidir? diye sordu.

Rasulullah (s.a.v.):

“Yiyecek yedirmen, tanıdığına  ve tanımadığına selâm vermendir.” cevabını verdi. (1)

İslâm’ın en hayırlısı, katıksız iman edip, Âlemlerin Rabbi Allah’a tam teslim olup itaat etmenin vasfı: Helâl yoldan kazanılan yemeği ehli olana yedirmek ve tanıdık olsun ya da olmasın bütün mü’min müslümanlara selâm vermektir…

Muvahhid mü’minler, Allah’ın kendilerine emrettiği helâl yoldan kazandığı ile yemek yedirecek, amma kimlere?.. O’nun helâl kazancından yemek yedireceği kişiler, müslim olsun, gayr-ı müslim olsun, kim olursa olsun fark etmez mi? Yoksa onun helâl yemeğinden yiyecek kişilerin vasıfları belli mi?..

Elbette her meselemizin çözümünü Allah ve Rasulullah (s.a.v.)’e havale edecek, (2) ne emredilirse itiraz etmeden kabul edeceğiz… (4) Muvahhid mü’minlerin ve müttaki müslümanların vazifesi budur!…

Ebu Said el-Hudri (r.a.)’ın rivayetiyle şöye buyuruyor Rasulullah (s.a.v.):

“Yalnız mü’minlerle arkadaş ol ve yemeğini ancak takvalı kişi (müttaki) yesin!” (5)

Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bu beyanı, muvahhid mü’minlerin kimleri, sağlık, selâmet ve saadet dilekleriyle Allah’ın selâmı ile selâmlayacakları ve helâl kazançlarını kimlerle beraber yiyecekleri apaçık ortaya koymaktadır… Mü’minler, ancak birbirlerinin kardeşleri ve dostlarıdırlar… Muvahhid mü’minler, yalnız ve yalnız mü’min müslümanları kardeş edinir, onlarla dost ve arkadaş olurlar… Helâl kazançlarından olan yemeklerini de, mü’min müslüman kardeşlerinden müttaki olanlarına yedirirler… Onlar, mü’min oldukları hâlde günah işleyen fasıklara karşı, onların tevbe etmelerine kadar kesin tavır alır, Allah’a ibadet, yani amel etme konusunda gevşeklik yaptıkları için onlara ciddî ders verirler… Gerekirse selâmı keser, onların Allah’a karşı isyan etmelerine yardımcı olamazlar… Onlara, yapmış oldukları isyanı ve zulmü engellemek ile yardımcı olmaya çalışır (6) Onların müttaki mü’min müslüman olmalarını sağlamaya gayret eder… Mü’min müslüman olmak kaydıyla bir insan, günah işliyor, Allah’ın yap dediklerini inkar etmeden kısmen yapmıyor, yapma dediklerinie haram olduğuna inanarak yapıyorsa fasık ve facir olur… dolayısıyla kendine, yakınlarına ve İslâm toplumuna zulmediyordur… İşte böyle günahkâr zalimi engellemek muvahhid mü’minlerin vazgeçilmez vazifelerindendir… Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), böyle zulmeden kardeşlerin zulmünü engellemeyi emretmiştir…

Enes b. Malik (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu?

“(Ey mü’min, sen mü’min) kardeşine zalim iken de, mazlum iken de yardım et!”

Sahabîler:

— Ya Rasulullah, şu mazlum olan kişiye yardım edebiliriz. Fakat o zalime nasıl yardım ederiz? diye sordular.

(Rasulullah, s.a.s.:)

“Zalimin iki elinin üstünü tutarsın (yani onu, zulmünden men’edersin).” buyurdu. (8)

Yegâne hayat nizamı İslâm’ın ve dolayısıyla mü’min müslümanların gayesi, yeryüzünün bütün bölgelerinden zulmü ve fitneyi kaldırıp Allah’ın dinini hakim kılmak, adaletin tam şekliyle hayata hakimiyetini sağlamaktır.. (8)

Selâmın ifşâ edilmesi, yani ümmet fertleri arasında yaygınlaştırılması, zulmün giderilip adaletin gerçekleştirilmesi demektir… Ümmet fertleri, verdikleri ve aldıkları selâmın şuurunda ve farkında olarak bu ameli gereği gibi edâ ederler ise, mü’min müslümanlar arasındaki buz dağları, bu muhabbet ve bu hürmetin sıcaklığından eriyecektir… Mü’min müslümanlar, birbirlerini sevecek, sayacak, Tevhid birliği kuracak ve iman vahdeti oluşacaktır… Ümmet arasında selâmın, güven ve ihlasın yayılması, sevgiyi oluşturur… Birbirini sevmek, imanın bir gereği ve ortaya çıkışıdır… İmanın varlığı, iman sahibinin cennete girmesine vesile olur… Çünkü cennete ancak ve yalnız mü’minler girecektir… Rabbimiz Allah, cenneti, müşriklere, kafirlere, mürtedlere ve münafıklara haram etmiştir…

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“Ateşin halkı, cennet halkına seslenir: ‘Bize, biraz sudan ya da Allah’ın size verdiği rızıktan aktarın.’ Derler ki: ‘Doğrusu Allah, bunları, inkâr edenlere haram (yasak) kılmıştır.” (9)

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Ya Bilâl, kalk (insanlara şu hakikatı) ilân et: Cennete mü’min olandan başkası girmeyecektkir.” (10)

Cennete, yalnız mü’min olanlar girecektir… Birbirlerini Allah için sevmediği müddetçe de, “ben de mü’minlerdenim” diyen kişiler, tam iman etmiş olmazlar… İman, Allah için birbirini sevmeyi gerektirir ve bu sevgi de imana bağlanmıştır… Önderimiz Rasululah (s.a.s.) böyle beyan buyurmuştur…

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöye buyurur:

“Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (tam) iman etmiş olmazsınız. Ben, size bir şey göstereyim mi, onu yaparsanız birbirinizi  seversiniz? Aranızda selâmı yayın (ifşa edin).” (11)

İmam Tirmizî (r.a.)’in diğer bir rivayetinde şu şekilde beyan edilir…

Zübeyr b. el-Avvam (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:

“Sizden önceki ümmetlerin hastalığı size de sirayet etti: Hased ve kindarlık.

İşte bu bir yülgüdür ki, saçı tıraş eder, demiyorum, fakat dini tıraş eder.

Bütün benliğime hakim olan Zat’a yemin ederim ki, mü’min olmadan cennete giremezsiniz. Ve birbirinizi sevmeden de mü’min olamazsınız. Size bunu (birbirinizi sevmeyi) te’min edecek olan şeyi bildireyim mi?: Aranızda selâmı yayın!” (12)

Mü’min müslümanlar topluluğu olan ümmet arasında selâmın yayılması, selâmetin, saadetin, huzurun, kardeşliğin, dostluğun, birlik ve beraberliğin yayılmış, oluşu ve sapasağlam olması demektir… Dünyanın neresinde olursa olsun, hangi renkten, hangi dilden ve hangi kavrimden olursa olsun, mü’min müslümanlar arasındaki güven parolası: Es-Selâmü aleyküm’dür…

Selâm, bir akîdenin, bir kültürün ve bir şuurun şifre kelimesidir… Bundan dolayı gerek ayetlerde, gerekse hadislerde, yani Allah ve Rasulullah (s.a.s.)’in beyanlarında üzerinde hassasiyetle durulmuştur…

Abdullah b. Amr (r.a.)’ın rivayetile Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Rahman (olan Allah)’a ibadet ediniz ve selâmı ifşâ ediniz.” (13)

Ebu Ümmâme (r.a.) şöyel demiştir:

— Rasulullah (s.a.s.) bize, selâmı yaygınlaştırmamızı (yani tanıdık olsun olmayasın, her müslümana selâm vermemizi) emretmiştir. (14)

Selâmı yaygınlaştırmakla, mü’min müslümanlar arasında huzuru, sevgiyi, barışı, sağlık ve selâmeti oluşturmakla emrolunan Ashab’ın (Allah, cümlesinden razı olsun), bu emri yerine getirirken çok dikkatli davrandıklarını görüyoruz… Onlar, her hangi dünyalık ihtiyaçlarını te’min etmek için gidilen pazarlara böyle bir ihtiyacın temini için değil, yalnızca oradaki müslümanlara bolca selâm vermek için gidiyorlardı… Her fırsatı değerlendiriyor ve selâmı yaymağa çalışıyorlardı…. Elbette bu hareketleri, egemenliğin kayıtsız-şartsız Allah’a ve iktidarın da mü’min müslümanlara aid olduğu, İslâm ile yönetilen bir Dar’ul-İslâm’da gerçekleşiyordu… Çünkü oradaki insanların akîde durumları belli idi… Onların arasında İslâm düşmanı kâfirler ve şirk ideolojisinin mensupları olan müşrikler, müslüman olduktan sonra dinden dönen ve tağuta tabi olan mürtedler yok idi… Münafıklar varsa da, onların nifakları ve küfürleri kalplerinde gizli idi… Onlar, dış görünüşleri ve amelleri bakımından mü’min müslümanlar gibi davranıyorlardı… İslâm, zahire göre hükmeder… Hiç kimsenin, kalbinde gizli olan niyet ve düşüncesi, bir başkası tarafından bilinemez… Ancak ya diliyle söyler, ya da apaçık bir şekilde hareketiyle belli ederse, o zaman gizli olan açığa çıkmış olur…

Böyle netleşmiş bir toplumda iş çok kolaydır… İslâm toplumunun çarşısında, pazarında, sokağında, camisi ve mescidinde, gerek giyim-kuşamından, gerekse hâl, hareket ve sözlerinden mü’min müslümanlar, daha önce tanışmaya ihtiyaç duymadan birbirlerini çok iyi tanıyorlardı… Adını, sülalesini, kabilesini, mahallesini ve işini bilmesine gerek duymadan, onun bir mü’min müslüman olduğunu anlıyor ve hemen selâm veriyordu… Gerek daha önce tanışmış olsun, gerekse daha tanışmadığı bir kişi olsun, değil mi ki, o kişi, mü’min müslümanlardandır, o hâlde hemen ona selâm verlimesi gerekir…

Çağımızda, müstekbir gayr-ı müslimlerin işgal etmiş oldukları ve paramparça yaptıkları İslâm topraklarında, tağutların egemenliğinde “Ebu Bekir’i olmayan korkunç bir irtidat hareketi” yetmiş-seksen yıldır devam etmektedir…. İşgal edilmiş ve tağutların egemen olduğu İslâm topraklarında, şirk ideolojileri ve küfür kültürleri insanlara hakim olmuş, bundan dolayı ne ondan, ne de bundan olmayan acaib bir nesil ortaya çıkmıştır… Şirk ile Tevhidin, iman ile küfrün karıştığı bir akîde gündeme gelmiş, adı müslüman adı, amma fikriyle, inancıyla, düşüncesiyle, hâl ve hareketiyle gayr-ı müslimlerle aynîleşmiş, onlar gibi düşünen ve onlar gibi yaşamaya çalışan korkunç bir nesil gündeme getirdiler… Daru’l-Harb’e dönüşmüş, işgal altındaki İslâm topraklarında yaşayan mustaz’af mü’min müslümanların her konuda olduğu gibi, selâm almak ve vermek konusunda da işleri çok zorlaştırılmıştır… Mü’min müslümanların her konuda olduğu gibi bu konuda da çok duyarlı olmaları gerekiyor… Devletin İslâm, halkın müslüman, ülkenin Daru’l-İslâm olduğu bir bölgede tanıdık olsun veya olmasın her müslümana selâm verilir ve selâmı alınır… Çünkü onların müslüman oluşunda herhangi bir şüphe yoktur… Dış görünüşü, hâl ve hareketi bunu açıkça belli eder… Ayrıca İslâm hakim olduğunda her türlü emniyet de sağlanmıştır…

Ashab’ın, Daru’l-İslâm’daki selâmı yaygınlaştırmak hareketlerine çarpıcı bir örnek olarak şu olayı kaybediyoruz…

Tufeyl İbn Ubeyy İbn Ka’b anlatıyor:

Çarşıya gittiğimizde Abdullah b. Ömer (r.a.), uğradığı satıcılara, ticaret erbabına, fakirlere ve herkese mutlaka selâm verirdi.

Bir gün yine Abdullah b. Ömer (r.a.)’a gittim, kendisiyle beraber çarşıya çıkmamı istedi.

Ben de, O’na:

— Çarşıda ne yapacaksın? Sen, satıcıların yanında durmazsın. Bir mal sormazsın, bir şey almazsın ve çarşıdaki meclislerde de oturmazsın. Ben diyorum ki, burada bizimle otur, konuşalım, dediğimde bana:

— Ya Eba Batın (ey şişman), biz, selâm için gideceğiz. Karşılaştığmız kimselere selâm veririz, dedi.

Abdullah b. Ömer (r.anhüma) selâmın, İslâm toplumunda yaygınlaştırılmasının şuurunda idi… Çünkü O, Rasulullah (s.a.s.)’den bizzat bunu duymuş ve hadisi ümmetin diğer fertlerine nakletmişti…

Abdullah b. Ömer (r.anhuma)’nın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):

“Selâmlaşmayı çoğaltıp yagınlaştırınız, (muhtaçlara) yemek yedirin ve Allah (Azze ve Celle)’nin size emrettiği gibi kardeşler olunuz.” (16)

Allah (Azze ve Celle), mü’min kullarına şu şekilde kardeş olmalarını emretmiştir:

“Mü’minler, ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’tan korkup sakının, umulur ki, esirgenirsiniz.” (17)

Yalnızca mü’minlerin kardeş olduğuna iman eden mü’min müslümanlar, yalnız iman etmek ile kalmayıp bu imanlarını amel hâline getirmek zorundadırlar… Mü’minlerin kardeş oluşu inancı, aynı zamanda mü’minlerin arasında, onları birbirinden uzaklaştırıcı her hangi bir sebep varsa onun giderilmesini gerektirir… Mü’minlerin arasında onları rahatsız edici tüm sebeplerin ortadan kaldırılması ve onların arasını ıslah edip onları barıştırmak, noksanlıkları gidermek, aralarını düzeltmek, bir kardeşlik vazifesidir… Bu vazife, müttaki mü’minlerin imanları gereği yerine getirmeleri, ihmal edemeyecekleri bir vazifeleridir… Sağlam imanın ve takvanın gereği budur… Rabbimizin Allah, bu şekilde kardeş olmamızı emretmiş ve kardeşler arasında selâmın yaygınlaşmasını Rasulullah (s.a.s.) beyan buyurmuştur…Rasulullah (s.a.s.), kadın olsun, erkek olsun kendilerine öğretilmiş adab ölçüsünde selâmı yaymaları için ümmeti teşvik buyurmuştur…

Ebu Ümâme (r.a.) rivayet eder.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur?

“İnsanların, Allah katında en makbulü ve O’na en yakın olanı önce selâm verendir…” (18)

Yine Ebu Ümâme (r.a.)’dan. Dedi ki:

— Ya Rasulullah, iki adam karşılaşıyorlar. Bunlardan hangisi önce selâm verecektir, denildi.

Rasulullah (s.a.s.) şöye cevap buyurdu:

“O iki adamdan Allah’a yakın olanı!” (19)

Selâm, Rabb’imiz Allah’ın “Esmau’l-Hüsna”’sından bir isimdir… (20) Allah’ın isimlerindendir… Esenlik veren, barış ve emniyet kaynağı anlamına gelen “Es-Selâm” için ayet-i kerimede şöyle beyan olunur:

“O Allah’dır ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Melik’tir, Kuddûs’tur, Selâm’dır…” (21)

Sevban (r.a.) şöyle demiştir:

Rasulullah (s.a.s.), namazdan çıktıktan sonra üç defa istiğfâr eder ve:

“Allah’ım, selâm Sensin, selâm (selâmet) da ancak Sendendir. Mübareksin. Ey Celâl ve ikram sahibi.” derdi.(22)

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle)’nin ismi olan Selâm ümmet arasında yayılmalı ve selâmet ortamı sağlanmalıdır… Selâm, ümmet içinde eman ve güvencenin te’minatıdır… (23) Mü’min müslümanların arasındaki sevgi bağının kuvvetli oluşunun baş sebebi, kendi aralarında selâmı yaymalarıdır…

Ebu Musa (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Aranızda selâmı yaygınlaştırın ki, birbirinizi sevesiniz.” (24)

Selâm, ilk insan, ilk peygamber ve ilk medeniyet kurucusu Âdem (a.s.)’dan son peygamber (25) ve “Âlemlere rahmet” (26) olan Rasulullah (s.a.s.)’e bütün Nebilerin ve Rasullerin Sünnetidir… Onlar, kavimleri ve Ümmetleri için büyük bir eman ve güven kaynağı olan selâmı yaymış ve mü’min müslümanların arasında yaygınlık kazanması için çalışmışlardır…

Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet eder.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Allah, Âdem’i kendi sûreti üzere yarattı. Boyunun uzunluğu altmış zira’ idi.

Allah, O’nu yarattığı zaman:

—Git de Meleklerden oturmakta olan şu topluluğa selâm ver ve onların, senin selâmını nasıl karşıladıklarını dinle! Çünkü bu, hem senin, hem de zürriyetinin selâmlaşmasıdır, buyurdu.

Bunun üzerine Âdem, Meleklere:

— Es-Selâmu aleykum, dedi.

Onlar da:

— Es-Selâmu aleyke ve rahmetullahi, dediler ve selâmlarına, “Ve rahmetullahi” yi ziyade ettiler.

Âdem, beşerin atası olduğu için (Cennete) her giren kişi, Âdem’in (bu güzel) sûreti üzere girecektir. Âdem’den sonra gelen halk, şimdiye kadar O’nun güzelliğinden birer parçasını kaybetmeye devam etti.” (27)

Tek başına bir Ümmet olan, (28) Allah’ın Halili İbrahim (a.s.), (29) atası Âdem (a.s.) gibi evine misafir gelen Melekleri ağırlamış ve onları Selâmlamıştır…

Rabbimiz Allah, ayet-i kerimelerinde bunu, şöyle beyan buyurur:

“Sana, İbrahim’in ağırlanan misafirlerinin haberi geldi mi?

Hani O’nun yanına girdiklerinde: ‘Selâm’ demişlerdi. O da: ‘Selâm’ demişti.” (30)

Rasulullah (s.a.s.)’in beyan buyurduğu üzere müslümanın, müslüman üzerindeki beş hakkından birisi de: Verilen selâma yine selâmla karşılık vermektir. (31)

Başka mü’min müslümanlara aid evlere, izin almadan ve selâm vermeden girilmeyeceğini ve girmemeyi bize emreden Rabbimiz Allah’dır:

“Ey İman edenler, evlerinizden başka evlere yakınlık kurup (izin almadan) ve (ev halkına) selâm vermeden girmeyin. Bu, sizin için daha hayırlıdır. Umulur ki, öğüt alıp düşünürsünüz!” (32)

Mü’min Müslüman ev halkımızdan dolayı bir huzur ve saadet ortamı olan evlerimize girdiğimiz zaman hâne halkımızı, bize öğretildiği selâmla selâmlamayı emreden Allah ve O’nun Rasulü (s.a.s.)’dir…

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“Evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından kutlu, güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize selâm verin.” (33)

Enes b. Malik (r.a.) şöyle demiştir:

Rasulullah (s.a.s.) bana:

“Evladcığım, ailenin yanına girdiğin zaman selâm ver. Senin ve evinin halkı için bereket olur.” (34)

Katade (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Bir eve girdiğinizde ev halkına selâm veriniz. Çıktığınızda da onları selâmla Allah’a ısmarlayınız.” (35)

Rabbimiz Allah, vefat eden muvahhid mü’min ve müttaki müslüman kullarını selâmla karşılar… Mü’min müslümanların cennette birbirlerine karşı olan dirlik temennileri, selâmdan başka değildir…

Bu hakikatler, ayet-i kerimelerde şöyle beyan edilir:

“(O na (Allah’a) kavuşacakları gün, onların dirlik temennileri Selâmdır. Ve O, onlara üstün bir ecir hazırlamıştır.” (36)

“İman edip salih amellerde bulunanlar, Rabblerinin izniyle altından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları  Cennetlere konulmuşlardır, Orada birbirlerine olan dirlik temennileri: Selâmdır.” (37)

Abdullah b. Selâm (r.a.) şöyle anlatır:

Rasulullah (s.a.s), (Hicretle) Medine’ye geldiği zaman halk hızla O’na gittiler ve:

— Rasulullah (s.a.s.) geldi, denildi.

Ben de, O’na bakmak için halk arasında geldim. Rasulullah (s.a.s)’in yüzüne dikkatle baktığım zaman, O’nun yüzünün yalancı yüzü olmadığını bildim (böyle tanıdım).

İlk sözü şu oldu:

“Ey İnsanlar, selâmlaşmayı yaygınlaştırınız, yemek yediriniz, geceleyin halk uyumuşken siz namaz kılınız (böyle yaparsanız) selâmla Cennete giriniz.” (38)

Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), hayatî her konuda ümmetin mü’min müslüman şahsiyetlerini yetiştirdiği, eğittiği ve öğrettiği gibi, Selâm konusunda da gerekli eğitimi vermiştir… Mü’min müslümanlara nasıl selâm verileceğini ve selâmın nasıl alınacağını öğretmiştir… Bunlardan bir kaç örnek verelim:

1) İmram b. Hüseyn (r.a.)’dan.

Bir zat, Rasulullah (s.a.s.)’e geldi ve:

— Es-Selâmü aleyküm, dedi.

Rasulullah (s.a.s.), ona selâmını iade etti. Sonra oturdu.

Rasulullah (s.a.s.)

“On sevab” buyurdu.

Sonra başka birisi geldi:

— Es-selâmü aleyküm ve rahmetullah, dedi.

Rasulullah (s.a.s.), selâmını iade etti. O zat, oturdu.

Resulullah (s.a.s.) “Yirmi sevap”buyurdu. Sonra birisi geldi:

— Es-selâmü aleyküm ve rahmetüllahi ve berakatühü, dedi. Resulullah (s.a.s.) ona selamını iade etti. O zat oturdu.

Rasulullah (s.a.s.) (bu selâma):

“Otuz sevab.” buyurdu. (39)

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) böyle davrandı, çünkü Rabbimiz Allah, böyle buyurmuştu… Rasulullah (s.a.s.) hevasından, yani kendiliğinden bir şey yapıp söyleyemezdi… O, ne söyledi ise, O’na Rabbimiz Allah’ın vahyettiği şey idi… (40)

Rabbimiz şöyle buyurur:

“Bir selâmla selamlaştığınızda siz, ondan daha güzeliyle selâm verin, ya da aynıyla karşılık verin, Şübhesiz Allah, her şeyin hesabını tam olarak yapandır.” (41)

2) Sehl b. Muaz b. Enes (r.a.)’dan, O da, babasından rivayet etmiştir ki, selâm verip otuz sevab alan müslümandan sonra başka biri gelip şöyle dedi:

— Es-selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu ve mağfiretühü.

Rasulullah (s.a.s.):

“Buna, kırk sevab var.” buyurdu.

Rasulullah (s.a.s.):

“Faziletler böyle olur.” buyurdu. (42)

3) Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Sözden biriniz, bir meclise vardığında selâm versin. Kalkmak istediğinde yine, es-selâmü aleyküm, diye selâm versin. Varışta verilen birinci selâm, ayrılışta verilen ikinci selâmdan daha ehak değildir.” (43)

4) Sehl, babası Muaz’dan rivayet eder.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Bir topluluğa rastlayan ve bir topluluktan ayrılan kişinin selâm vermesi, kendisine borçtur.”

Rasulullah (s.a.s.) böyle anlatırken, adamın biri kalktı, selâm vermeden giderken, Rasulullah (s.a.s.):

“Ne çabuk unuttu.” buyurdu. (44)

5) Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz kardeşine rast geldiğinde ona selâm versin. Eğer aralarını ağaç, duvar ve taş ayırır, tekrar karşılaşırlarsa, arkadaşına yine selâm versin.” (45)

6) Berâ (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Müslümanlardan iki kişi birbirlerine rastladıklarında selâmlaşırlarsa, daha onlar birbirlerinden ayrılmadan önce günahları mağfiret olunur.” (46)

7) Cabir b. Abdillah (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Selâm, kelâmdan (söz söylemeden) öncedir.”

Aynı senedle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Bir kimseyi, selâm vermeden önce yemeğe davet etmeyin!” (47)

8) Emir’l- Mü’minin İmam Ali (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır.” (48)

Mü’min müslümanlar arasında birlik, beraberlik, selâmın alınıp-verilmesi ve yaygınlaştırılması konusunda önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in beyanlarında bazılarını sunduk…

Mü’min müslümanlar, selâmlaştıktan sonra aradaki Sevginin daha pekişmesi için musahafada bulunur, yani sünnet üzere tokalaşırlar… Bu konuda da önderimiz Rasulullah (s.a.s.), mü’min müslümanlar talimatlarından bir kaç tanesini buraya alıyoruz:

1) Berâ b. Âzib (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:

“İki müslüman, birbirine rast geldikleri vakit musafaha yaparlar. Aziz ve Celîl olan Allah’a hamd ederler ve istiğfarda bulunurlarsa, her ikisinin günahı mağfiret olunur.” (49)

2) Berâ (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Müslümanlardan iki kişi, birbirlerine rastladıklarında musafahalaşırlarsa, daha onlar birbirinden ayrılmadan önce günahlaları mağfiret olunur.” (50)

3) Atâ Abdullah el-Horasanî’den.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Musafaha ediniz, aranızda kin gider. Birbirinize hediye veriniz ki, birbirinizi seversiniz ve aranızdaki düşmanlık gider.” (51)

4) İbn Mes’ud (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Selâmın tamamı, el almaktır (musafahalaşmaktır).”(52)

5) Huzeyfe (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Bir mü’min, bir mü’minle karşılaşıp, ona selâm verdiği, elini alıp musafaha yaptığı zaman, her ikisinin de günahları ağaç yapraklarının döküldüğü gibi dökülür.” (53)

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), ümetini böyle öğretip yetiştirmektedir… Selâm, mü’min müslümanların arasında yayılacak ve gereği yerine gelecek olursa, mü’min müslümanlar birbirinin dilinden ve elinden selâmette kalırlarsa (54), İslâm topraklarını işgal eden egemen zalim tağutî güçlerle çok rahat mücadele ederler… Allah’ın izniyle zafere ve kurtuluşa ulaşır, bağımsızlıklarını elde eder, Daru’l-Harb’e dönüşmüş İslâm toprakları tekrar İslâm’ın hakim olduğu Daru’l-İslâm’a döner!…

Bu, böyledir!…