MUVAHHİDLERİN VAHDETİ

Numan b. Beşir (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Bütün mü’minleri, birbirlerinine merhamette, muhabbette, lütufta ve yardımlaşma hususlarında sanki bir vücud misali görürsün! O vücudun bir organı hastalanınca, vücudun diğer kısımları birbirlerini hasta organının elemine -uykusuzlukla harekete- ortak olmaya çağırırlar.” (1)

Aynı konuda İmam Müslim (rh.a.)’in kaydettiği iki hadisi de buraya almakta fâide vardır… Konunun daha iyi anlaşılması ve pekişmesine yardımcı olur…

Numan b. Beşir (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Mü’minler, bir tek adam gibidir. Başı ağırsa, cesedin sair yerleri humma ve uykusuzlukla ona (iştirake) çağrışırlar.”

Devamı olan rivayet yine Numan b. Beşir (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Müslümanlar, bir tek adam gibidir. Gözü ağırsa, bütün vücûdu ağırır. Başı da ağrısa, bütün vücûdu ağırır.”(2)

Yediden yetmişine, kadınından erkeğine muvahhid mü’minlerin oluşturduğu İslâm Milleti, bir tek vücûd gibidir… Nasıl ki, İbrahim (a.s.) tek başına bir ümmet idi, bu Ümmet de tek bir kişi gibidir… Bir bütünlük arzeden Ümmet, “birisi hepisi, hepisi birisi içindir.”

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), muvahhidlerin vahdeti için başka bir örnek daha vermektedir…

Ebu Musa (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s):

“Mü’min ile mü’min (birbirine karşı) duvar gibidir. Birbirini sımsıkı tutarlar.”

Bunu söylerken, parmaklarını birbirine geçirip sımsıkı kilitledi. (3)

Bir tek vücûd gibi olan bir Ümmet… Milyarı aşan nüfusuyla bir tek kişi gibi olan Ümmet… Bütün organları sağlam, yarinde, vazifesini yapar hâlde boşa ve kalbe bağlı olan bir vücud ve bir tek insan gibi olan Ümmet de, tüm organları, tüm kurum ve kuruluşları, bütün makam ve mevkileri, bütün güç ve imkânları ile bir tek başa bağlanmalıdır… Baş, başa bağlanacak ve bağlanılan baş da çok sıkı bir şekilde İslâm’a bağlanmış olacaktır… Birlik ve beraberlik için bir bütün olarak, birbirine manevî ve maddî bağlarla sımsıkı bağlanmış olan Ümmetin muvahhid mü’min ferdleri, Tevhid üzere vahdet oluşturmaları ve bu vahdeti her zamanda, her mekânda koruyup canlı tutmaları, Rabbimiz Allah’ın bir emridir…

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“Mü’minler, ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’dan korkup sakının. Umulur ki, esirgenirsiniz.” (4)

“Gerçekten, sizin ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse Bana ibadet edin.” (5)

“Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılır. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerindeki nimetini hatırlayın. Hani sizi düşmanlar idiniz. O, kalblerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz, O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken oradan sizi kurtardı. Umulur ki, hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.” (6)

“Ey İman edenler, hepiniz topluca barış ve güvenliğe (Silm’e-İslâm’a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (7)

Yaratılış gayeleri, gereği üzere yalnızca Allah’a ibadet etmek olan muvahhid mü’minler, (8) hep beraber İslâm’a teslim olmuş, Allah’ın ipi ola Kur’ân-ı Kerim’e sımsıkı yapışmış (9), dağılmamış, parçalanmamış, mü’minler olarak kardeşler olup aradaki hoşnudsuzluğu gidermiş, bir tek vücud hâline gelmiş bir Ümmet olarak Rableri Allah’a itaata devam etmişlerdir…

Dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun, hangi rengin, dilin ve ırkın mensubu olursa olsun muvahhid mü’minler, bir ümmetin bitünden ayrılmaz parçalarıdır… Hepsi birbirine kardeş, hepsi birbirine dostturlar… Akîdeleri bir, Rabbleri bir, Önderleri bir, anayasaları bir, hayat nizamları bir ve Kıbleleri bir olan vücuddurlar… Tasada ve kıvançta tek bir adam gibidirler… Herhangi birisinin başına bir musibet gelirse, onun kederi bütün Ümmet tarafından paylaşılır… Ümmetin ferdlerinden birisinin ayağına diken batınca, diğer ferdlerinin kalbine batmış kadar acı duyarlar… Ayrıca onlardan herhangi birisinin mutluluğu ve sevinci tüm ümmetin mutluluk ve sevinci demektir… Çünkü mü’min müslümanlardan oluşan Ümmet, bir tek adam hükmündedir… Birbirinin dertlerini paylaşmada, birbirinin sevinçli anlarına katılmada ve birbirini düşünerek üzerlerine düşeni yapmada aynileşen mü’min müslümanlar, birbirlerini temsil eden izzet ve şeref sahibi şahsiyetlerdir…

İbn Mes’ud (r.a.) rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kim ki, sabahleyin kalkarken düşüncesi Allah’dan başka bir şey olursa onun, Allah’ın hoşnudluk ve yakınlığından nasibi yoktur. Kim ki, sabahleyen kalkarken müslümanların sıkıntılarını kalbinde hissetmezse, onlardan değildir.” (10)

Yediden yetmişe birbirlerinin dertleriyle dertlenen, birbirine yardımcı olan kardeşler topluluğu: Ümmet. Bölgesi, dili, ırkı ve rengi ne olursa olsun birbirinin kardeşleri olan mü’min müslümanlar, bir elin diğer ele yardım, bir gözün diğerine yardımı, bir ayağın diğerinin hareketini takib edip tamamlaması gibi birbirinin yardımcıları ve bütünleyicileridirler… Vücuddaki tüm organların başa bağlılığı gibi, bir vücûd gibi olan Ümmet, şartlarını dikkat ederek  bir tek başa bağlandıkları zaman, bu yardımlaşma, bu dostluk, bu sevgi ve bu aynîleşme gündeme gelir… Bütün organlar baş için, baş ise, bütün organlar için vardır… Başın varlığı olduktan sonra vücûdun bir iki organı olmazsa da o vücud hayatına devam edebilir amma baş olmaz ise, vücudun diğer organları sapasağlam olsalar da hiç bir faydası yoktur… Çünkü başın kopmasıyla vücudun diğer organları da ölür, hiç bir vazifelerini yapamaz ve hiç bir işe yaramazlar…

Ümmet vücudunun başı, imam’dır… Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e katıksız iman edip kesin itaat eden, İslâm ile hareket eden Ümmetin İmamı, vücuddaki baş gibidir… Başsız vücûdun hayatından bahsedilemeyeceği gibi, İmamsız Ümmetin de gerçek bir hayatının varlığından söz edilemez… İmamsız ümmet, imamesi kopan tesbih taneleri gibi paramparça olur ve herbiri başka bir yere düşüp dağılır… Nasıl ki, başı sağlam vücûd hayat doludur, nasıl ki, imamesi olan tesbih taneleri çok düzenli bir hâldedirler aynen bunun gibi, imamı olan ve adaletle yönetilen Ümmet de hayata kavuşmuş ve çok düzenli bir hâle gelmiş olur…

Bundan dolayı Rabbimiz Allah mü’min kullarına, Allah’a itaat etmelerini, Rasulü (s.a.s.)’e itaat etmelerini ve kendileri gibi iman edip Allah ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat ederek İslâm ile amel eden  “Ulu’l Emr’e” de itaat etmelerini emretmiştir…(11)

Abdullah b. Ömer (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Her kim bir eli itaattan çıkarırsa, kıyamet gününde Allah’a hiç bir hücceti olmadığı hâlde kavuşur. Her kim boynunda bir bey’at olmadığı hâlde ölürse, cahiliyyet ölümü gibi (bir ölümle) ölür.” (12)

Bundan dolayı muhterem Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimleri şöyle beyanda bulunmuş ve imamın var olmasının önemini vurgulamışlardır:

“Üzerimizde İslâm Devlet Başkanı olan İmam’ı görmeden bir günün geçmesi caiz değildir. İmam, devlet başkanı olan Halife’dir. İmametin hak olduğunu kabul etmeyen kimse, kâfir olur. Çünkü dinî hükümlerden bir kısmının caiz olması, imamın varlığına bağlıdır. Cuma namazı, bayram namazları ve yetimleri evlendirmek gibi… İmamı inkâr eden kimse, farzları inkâr etmiş olur. Farzları inkâr eden de kâfir olur.” (13)

Böyle buyurdu Rabbimiz Allah (Azze ve Celle), böyle buyurdu yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)… Ve böyle beyan ettiler bir tek vücud gibi olan Ümmetin muhterem Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimleri… Hakikat budur ve bu hakikat inkâr edilemediği gibi, ayrıca gereğinin yerine getirilmesi de ertelenemez…

Her muvahhid mü’min kendisini Ümmetin tamamı olarak bilmeli, görmeli, kabul edip inanmalıdır… Yardımlaşma ve destek olma konusunda gereken vazifesini yapmalıdır… Bunun için de  imkanlar dahilinde Ümmetin bütün ferdleri İslâmî bir eğitimle eğitilmeli, öğretilmeli ve yetiştirilmelidirler… İslâm ilmi ve irfanıyla gerekli kültürü alan ve bunu amel hâline getiren muvahhid müslüman ferd, deiğer muvahhid müslüman ferdin bir parçası olduğunun farkına varır ve bu parçaların bir bütün olmalarının şuurunu elde edince, bu bütünlüğü, bu vahdeti, bu birlik ve beraberliği oluşturmak için eldeki imkânları harcamaya gayret eder…

Cabir b. Abdillah (r.anhuma) anlatıyor:

Bizden bir adamı akreb soktu. Biz, Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte oturuyorduk.

Bunun üzerine bir adam:

— Ya Rasulullah, Rukye yapayım mı? diye sordu. (Rasulullah, s.a.s.):

“Sizden her kim, din kardeşine bir fayda verebilirse bunu, hemen yapsın.” (14)

Bir vücûdun sapasağlam, sıhhatli organlarının birbiriyle düzenli irtibatlarının olduğu gibi ve her biri vazifesinin yerli yerinde yaptığı gibi olması gereken Ümmetin ferdleri arasındaki kardeşliğin gereklerini, Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle beyan buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Birbirinize hasetlik çekmeyin, müşteri kızıştırmayın. Birbirinize buğzetmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Biriniz, diğerinizin pazarlığı üzerine satış yapmayın. Kardeş olun ey Allah’ın kulları! Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, onu tahkir etmez. (üç defa kalbine işaret ederek) Takva şuradadır. Kişiye kötülük namına müslüman kardeşini tahkir etmesi kâfidir. Müslümanın her şeyi, kanı, malı ve ırzı müslümana haramdır.” (15)

Mü’min müslümanlar, birbirlerini rahatsız edecek ve apaçık düşmaları olan şeytanın aralarına sokmak istediği kin ve düşmanlıktan kendilerni alabildiğine koruyacaklardır… Mü’min müslüman kardeşleriyle barışık hâlde olacak, küs durmaktan çekineceklerdir… Devamlı, görüşüp sohbet edecek, birbirinden uzaklaşmayacaklardır… Kalblerin ısınması, gönüllerin birbirini sevmesi için her zaman beraber olmaya gayret edecek, birbirinden haberdar olacaklardır…

Ebu Eyyub Halid b. Zeyd (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Bir kimsenin din kardeşini üç geceden fazla küs bırakması helâl olmaz. Öyle bir küslük ki, iki mü’min bir birine kavuştukları zaman birisi yüzünü şu tarafa çevirir, öbürü de öteki tarafa çevirir. Halbuki iki mü’minin hayırlısı, şu önce selâm vermeye başlayandır.” (16)

Enes b. Malik (r.a.)’ın amcası oğlu Hişam İbn Âmir el-Ensarî (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Bir müslümanın, bir müslümanla üç günden ziyade dargın kalıp konuşmaması helâl olmaz. Çünkü bunlar, dargınlıkları üzere devam ettikçe haktan meyletmişlerdir. Bunlardan ilk şefkat gösterip dönenin diğerini geçmek suretiyle dönüşü, kendisine (günahına) keffaret olur. Eğer dargınlıkları üzere ölürlerse ebedî olarak (uzun müddet) topu birden cennete giremezler. Eğer biri, diğerine selâm verir de bunun teslimiyet ve selâmını kabul etmezse, selâm verene melek mukabele eder (Onun selâmını alır). Diğerine ise, şeytan mukabele eder.” (17)

Mü’min müslümanlar, onların birlik ve beraberliklerini engelleyen her ne var ise, onu aşmaları ve ortadan kaldırmaları gerekir… Gerek İslâm topraklarını işgal eden egemen tağutların paramparça ettikleri ve her parçayı bir sınır engeli ile ayırdıkları, adlarına müstakil ülkeler adı verdikleri, İslâm ülkesindeki bu engelleri, gerekse kafalarına ve gönüllerine İslâm düşmanlarının çizdikleri kültür engellerini ortadan kaldırmaları lazımdır… Ayrı ayrı ve çeşitli renk veya biçimlerdeki şişelerde bulunan aynı suya benzeyen muvahhid mü’minler, onları birbirinden ayıran şişeleri veya habsedildikleri kapları kırmalı ve birbirine karışmalıdırlar… Ümmetin vahdeti böyle olur…

Her muvahhid mü’min, kendi nefsi için istediği hayır ve iyiliği diğer mü’min kardeşi için de istemeli ve bunun, imanın olgunluğu için bir şart olduğuna inanmalıdır… Kâmil iman sahibi mü’min müslümanın vasfı, kendisi için istediği iyiliği, mü’min müslüman kardeşi için de istemelidir… Bunun böyle olduğunu yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.) buyurmuştu… (18)

Rabbuimiz Allah, Rasulullah (s.a.s.)’ın önderliğinde kardeşler olan mü’min müslümanların vasıflarını beyan buyururken, onların bir bütün olduğu, birbirlerine karşı sevgili, saygılı, düşmanlara karşı çok sert, çetin ve zorlu bulunduklarını açıklar…

“Muhammed, Allah’ın Rasulü’dur. Ve O’nunla birlikte olanlar da, kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rukû edenler, secde edenler olarak görürsün. Onlar, Allah’dan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnudluk arayıp isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat’taki vasıfları budur. İncil’deki vasıfları ise: Sanki bir ekin, filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken semizleyip – kalınlaşmış sonra sapları üzerinde doğrulup- boy atmış (ki bu,) ekincilerin de hoşuna gider. (Bu örnek,) onunla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va’detmiştir.”(19)

İşgal edilen İslâm topraklarında egemen tağutların zulmü altında hayatlarını devam ettiren Mü’min müslüman mustaz’afların bu hâle düşmelerinin baş sebebi, İslâmî ölçülerde kendilerine emredilen birlik ve beraberliklerini kurmayışları ve bağımsızlıklarını elde etmeyişleridir… Bundan dolayı kendilerine emredilen, hayra çağırma, iyiliği emretme, kötülükten alıkoyma ve Allah’a davet vazifelerini yapamamaktalar… Halbuki bu vazifeyi yapmak onların üzerine ödenmesi gereken bir borç olarak buyrulmuştur… Gerçekten kurtulanlar, bu borçlarını gereği üzere ödeyenlerdir… (20)

Maddî ve manevî birlik içinde olan mü’minler, adalet ve takva üzere yaşarlar… Onlar, birbirleriyle ancak takva ve iyilik üzere yardımlaşır… Günah ve haddi aşma konusunda birbirlerine yardım etmedikleri gibi, birbirlerini engellemeye ve bu kötülüklerden vazgeçirmeye çalışırlar… Bu hareketleri, katıksız imanları ve Allah’dan gereği gibi korkmanın sonucu gündeme gelmiştir… (21)

Rabbimiz Allah, mü’min müslüman kullarına dini, dosdoğru ayakta tutmalarını ve dinde ayrılığa düşmemeleri emretmiştir… (22) Yine kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler ve anlaşmazlığı gündeme getirenler gibi olmamayı emretmiştir… (23) Ayrılığa düşenler, parçalanıp dağılanlar ve anlaşmazlığı gündeme getirenlere büyük bir azab olduğunu beyan buyuran Rabbimiz, katıksız iman eden muvahhid müslüman kullarına, Allah’dan gereği üzer sakınmalarını, emrolundukları gibi dosdoğru davranmaları(24) ve müslüman yaşayıp müslüman olarak ölmelerini emretmiştir… (25)

Mü’min müslüman olarak yaşayabilmek için önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in Ümmetine bıraktığı ve sımsıkı sarılmalarını emrettiği iki şeyden ayrılmamak gerekir: Allah’ın Kitabı ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti. (26)

Kur’ân-ı Kerim ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’yle amel edip kardeşler olan mü’mina müslümanlar, bir ümmet olarak şu şekilde beyan olunmuştur ayet-i kerimede:

“Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir Ümmet vardır.” (27)

Bu Ümmeti meydana getiren muvahhid mü’min kullarına, şöyle emreder Rabbimiz Allah:

“Bu, benim dosdoğru olan yolumdur. Şu hâlde ona uyun. Sizi O’nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki, korkup sakınırsınız.” (28)

Yeryüzünün her bölgesinde her ırktan, her renkten ve her dilden azınlıkta ve çoğunlukta bulunan İslâm Milleti’nin mensubları olan mü’min müslümanlar, bulundukları bölgelerde, yakın çevrelerinde bulunan mü’min kardeşleriyle Allah’ın dosdoğru yolu üzere vahdet oluşturmalıdırlar… Kendi aralarında ve bölgelerinde birlik ve beraberliklerini oluşturup egemen tağutların zulmünden kurtulmak bağımsız olmak için mücadele eden mü’min müslümanlar, diğer bölgelerdeki kardeşleri tarafından yardım görmeleri gerekir ki, mücadelelerinde başarılı olup hürriyetlerine kavuşabilsinler… Her bölgedeki mü’min müslümanlar, üzerlerine vacip olan yardımlaşma vazifelerine yerine getirmelidirler… Dünya menfaatına dalıp, birbirinden kopup, aralarını bozarak ifsad etmemelidirler… Hele hele gerek büyük şeytan Amerika, Rusya ve onların yandaşlarının ve gerekse yerli uşaklarının oyunlarına gelmemeli, bu konuda çok dikkatli, çok uyanık olmalıdırlar…

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.), bütün Ümmetine şöyle seslenmektedir:

“Birbirinize karşı kin doğuracak hareketlerde bulunmayın. Dünya menfaatına rağbet edip de aranızda fesad çıkarmayın. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun!” (29)

Bu nasihatta bulunan önderimiz Rasulullah (s.a.s.), mü’minler arasındaki bağın çok sıkı olmasını emrediyor… Birbirlerini çok ziyaret etmek, kalblerin birbirine ısınmasını sağlar… Kalbleri birbirine ısınan ve çok iyi tanışan mü’min müslümanlar, birbirlerin kusurlarını örtücü ve affedici olurlar… Birbirleri hoş görür, noksanlıklarını giderir ve Allah için birbirlerini severler… Eğer çok seyrek görüş-mez, birbirleriyle sohbet etmez ve arayı ısındıracak hâl ve hareketlerde bulunmayacak olurlarsa, aralarına soğukluk girer, şeytan onları birbirine düşürür…

Rasulullah (s.a.s.), Enes b. Malik (r.a.)’ın rivayet ettiği bir hadisinde bu konuyu şöyle beyan buyurur:

“İki kimseden birinin ilk işlediği günah, onların arasını ayırmışsa bu ikisi, Allah (Azze ve Celle) için yahud İslâm için birbirini sevmiş değildir.” (30)

Rabbimiz Allah, muvahhid mü’min kullarını şöyle uyarır:

“Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şübhesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (31)

Ve önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Ebu’d-Derda (r.a.)’ın rivayet ettiği bir hadiste mü’min muvahhidlerin birlik ve beraberlik içinde cemaatleşmelerini şu şekilde beyan buyurur:

“Köyde ve kırda üç kişi bir arada olur da namazı cemaatle kılmazlarsa, şeytan, mutlaka onlara galib gelir (musallat olar ve onları Allah’ın zikrinden alıkoyar). Aman Cemaate sarıl! Çünkü kurt, sürüden ayrılan koyunu kapar.” (32)

Ümmetin birer parçaları olan işgal edilmiş İslâm topraklarında yaşayan mustaz’af mü’min müslümanlar, emrolundukları üzere cemaat olurlarsa, Allah’ın izniyle büyük bir güç olur ve düşmanlarıyla çok rahat bir şekilde mücadele edebilirler… O zaman birbirlerine yardım eder, yanında veya gıyabında birbirlerini kollayıp korurlar… Mü’min müslümanlar, birlik ve beraberlik içinde hareket edip birbirlerine yardım ettikçe, Allah (Azze ve Celle)’nin yardımına hak kazanırlar… Allah, onlara yardım eder ve zafer verir…

Cabir b. Abdillah ve Ebu Talha b. Sehl (r.anhuma)’nın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Kim, hürmeti düşecek, şerefinden noksanlık olacak bir yerde müslümana yardımcı olmaz, onu yalnız bırakırsa, Allah da, yardımını istediği yerde onu yalnız bırakır.

Kim, şerefinden kaybedeceği, saygısının azalacağı bir yerde müslümana yardımcı olursa, yardımını istediği yerde Allah, ona yardımcı olur.” (33)

Sehl b. Hüneyf (r.a.)’dan.

Rasulullah  (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kim ki, yanında bir mü’min ezildiği hâlde ona yardım etmeye gücü yeterken yardım etmezse, Allah onu, kıyamet günü insanların gözü önünde zelil kılacaktır.” (34)

Dalâlet üzere asla bir araya gelmeyecek ve hidayet üzere hayatına devam edecek olan Ümmet, (35)oluşturdukları vahdeti bozucu kim olursa olsun, ona karşı koymalı ve onu ortadan kaldırmalıdır… Rasulullah (s.a.s.) böyle emretmekte ve bu konuda taviz verilmesinin uygun olmadığı ortaya çıkmaktadır…

Arfece (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Hiç şöbhesiz bir şeyler olacaktır. Bundan dolayı her kim, bu Ümmet derli toplu iken onun işini dağıtmak isterse, kim olursa olsun hemen kılıçla onu (n boynunu) vurun (öldürün).” (36)

Ve bütün bir Ümmetin ayrılmaz parçaları olan mü’min müslümanlar, İslâm birliği ve muvahhidlerin vahdeti için şöyle dua ederler:

“Bir de onlardan sonra gelenler derler ki: “Bizi ve bizden önceki iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalblerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin.” (37)

Kâli olan bu dua, fiilî dua ile, yani söz ve hareket birleşirse, inşaallah zafere ulaşılır!..

Bu, böyledir!..