GAYR-I MÜSLİMLERE UYMAMAK!

Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Muhakkak sizler, sizden önceki ümmetlerin yoluna karış karış, arşın arşın uyup gideceksiniz. Hatta onlar bir keler deliğine girmiş olsalar bile (siz de, o daracık yere girecek) onlara tabi olacaksınız.”

Biz:

– Ya Rasulullah, bu ümmetler, Yahudîlerle Hristiyanlar mı? diye sorduk.

Rasulullah:

“Onlardan başka kim olacak?” buyurdu. (1)

Hadisten murad, müslümanların masiyet hususunda geçmiş milletlere şiddetle uyacaklarını beyandır. Bu şiddet, karış, arşın ve keler kelimeleriyle temsil olunmuştur. Ancak Nevevî, masiyetin küfür derecesine varmayan günahlar ve muhalefetler olduğunu söylüyor ve:

– Bu, Rasulullah (s.a.s.)’in açık bir mucizesidir, haber verdiği gibi zuhur etmiştir, diyor.

Rasul-ü Ekrem (s.a.s.)’in bu mûcizesi, günümüzde de devam etmektedir. Ve maalesef bu gün bir çok insanlar, küfür hususunda da küffarın yolunda karış karış, arşın arşın ilerlemekte, onlar, keler deliğine girse, bunlar da girmek için yarış etmektedirler. Allah, müslümanlara intibahlar (uyanıklıklar/hassasiyetler) versin!” (2)

Kendilerini Rasulullah (s.a.s.)’in Ümmeti’nden sayan bazıları, doğrudan saparak, haktan ayrılarak, İslâm’dan uzaklaşarak, gerek akîde konusunda, gerekse amel konusunda Yahudî ve Hristiyanlara uymaya, onlar gibi davranmaya çalışmışlar ve hâlâ devam etmektedirler.

Aynı konuda diğer bir hadisi, Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet etmektedir…

Şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Benim ümmetim,kendisinden evvelki ümmetlerin yolunu karış karış, arşın arşın alıp tâkib etmedikçe kıyamet kopmaz.”

Sahabîler tarafından:

-Ya Rasulullah, (yollarına gidilen) Fars ve Rum gibi milletler midir? diye sordular.

Rasulullah da:

“Onlardan başka insanlardan kim var?” diye cevab verdi. (3)

Şârih, bu hadis için şunları kaydeder:

“Bu hadiste, Yahudîlerle Hristiyanların, Ebu Hüreyre hadisinde de Fars ve Rum’un gayr-ı ahlâkî hâl ve hareketlerini tâkib ve taklid etmekten İslâm Ümmeti tahzir buyrulmuştur (sakındırılmıştır). Fazâyihi (rezaletleri) taklidden tahzir, Yahudîlerle Hristiyanların ve Fars ile Rum miletlerinin âdetlerini ve âyinlerini taklide de munhasır değildir. Tarihte gelip geçen bütün milletlerin kötü hareketlerini taklide de şâmildir. Yahudîlerle Hristiyanların ve Fars ile Rum’un hâsseten zikrolunması, bunların, tarihte ta’ayyüm etmiş (gözle görülmüş) en büyük milletler olmasındandır.

Şübhesiz ki, her dinin ve her ictimaî teşekkülün kendisine has bir medeniyeti ve diğerlerinden ayıran evsaf-ı farikası (ayırıcı özelliği) vardır ki, milletler arası varlığını ancak ve muhakkak o hususî vasıflarıyle muhafaza eder. İslâm Dini’nin, İslâm Ümmeti’nin de hiçbir dini ve hiçbir milleti taklide ihtiyacı olmayan üstün bir medeniyeti vardır. Bu bedihî (apaçık) hakikate mebnî Rasul-i Ekrem, bu yüce varlığımızı muhnafaza etmemizi emredip mukallidlik derekesine düşmekten men’ etmiştir.” (4)

Aynı konuyu izah eden bir başka hadis-i de, Abdullah b. Amr (r.a.) rivayet etmekte…

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:

“İsrailoğlularına gelen her şey papuçun papuça (bir tekin öbür tekine) eşitliği gibi ümmetime de gelecektir. Hatta onlardan aşikar olarak, annesine yaklaşan kimse bulunursa, ümmetimden de bunu yapacak kişi bulunacaktır.

İsrailoğulları yetmiş iki millete ayrılmışlardı. Ümmetim yetmiş üç millete ayrılacaktır. Bunların bir milletten başka hepsi cehennemdedir.”

Ashab:

– Ya Rasulullah, O (müstesna olan) millet kimdir? dediler.

Rasulallah (s.a.s.):

“Ben ve Ashabım hangi millet üzere isek (odur).” (5)

“İnsanlar için çıkarılmış en hayırlı Ümmet” (6) olan İslâm Milleti’nin içinde, ister kitablı, ister kitabsız olsun gayr-ı müslim milletleri adım adım takib edecek, onlara uyacak ve onları taklid edecek kişiler, ya da grupların olacağını beyan etmektedir Rasulullah (s.a.s.)… Yoksa bu beyan, bütün ümmetin Yahudî ve Hristiyanları, Fars ve Rumları taklid edecek, onlara uyacak şeklinde anlaşılmamalıdır… “Ümmetin sapıklık üzere itifak etmeyeceğini” yine önderimiz Rasulullah (s.a.s.) haber vermektedir. (7)

Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), imtihanda olan Ümmetini bu konuda uyarmış ve uyanık olmaya davet etmiştir… Ümmetinin içinde bu hataya düşeceklerin bulunacağını beyanla, bu hataya düşmemenin ve ondan kurtulmanın yolunu da beyan buyurmuştur.

“Ben ve Ashabım hangi millet üzere isek” o millet, yani din, akîde ve amel üzere olanlar kurtulmuşlardır, diye kurtuluşu da göstermiştir önderimiz Rasulullah (s.a.s.)!..

Mü’min müslümanların, Kur’ân’a ve Sünnet’e tabi olmalarını, Kur’ân ve Sünnet’in emirlerinden başkasına uymamalarını (8) emreden Rasulullah (s.a.s.), bu yoldan ayrılıp gayr-ı müslimlere uyanların müslüman saflarından uzaklaştıklarını, bundan dolayı hassas ve dikkatli olmalarını beyan buyurur!..

Amr b. Şuayb’ın dedesinden.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Bizden başkasına benzemeye çalışanlar, bizden değildir. Yahudîlere ve Hristiyanlara benzemeyin. Yahudîlerin selâmı, parmaklarla işaretten, Hristiyanların selâmı ise, el ile işaretten ibarettir.” (9)

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in Ümmeti, kendisine has özellikleri olan ve başkalarına hiçbir şekilde ihtiyacı olmayan, tüm hayatî ihtiyaçları, bağlı bulunduğu yegâne hayat nizamı İslâm’da mevcud olan bir millettir… Böyle olduğu hâlde bir başka milleti taklid edecek olursa, taklid ettiği kadar İslâm’dan bir şeyler, terk etmiş olur… Çünkü taklid edilen konunun İslâm’da bir yeri vardır… İslâm’da yeri olan o konuyu  terk etmesi lazımdır ki, o hayatî konunun yeri boşalsın ve onun yerini, gayr-ı islâmî milletlerin o konudaki görüşü ve amelî anlayışı doldursun!..

Rasulullah (s.a.s.), Ümmetini böyle korkunç bir sapmaktan sakındırıyor, tüm hayatlarını İslâm’a tabi kılmalarını ve gayr-ı müslimler kim olursa olsun onlara mhalefet etmelerini emrediyor… Onlara, kesinlikle uymamayı, her hâlde İslâm’a teslim olmayı beyan buyuruyor!…

Önderimiz Rasulullah (s.a.v.)’in, Allah’a ve kendisine itaat eden, (10) Allah ve Rasulü, herhangi bir konuda hükmedince itiraz etmeden hemen tabi olan (11) mümin müslüman Ümmetine, gayr-ı İslâmî olan bütün ideolojilerden, felsefelerden, düzenlerden ve anlayışlardan uzak durmalarıyla ilgili emirlerinden birkaç tanesini burada zikredelim:

 

1) İbn Ömer (r. anhuma)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:

“Müşriklere muhalefet ediniz (hâl ve hareketlerinde onlara benzemeyiniz)! Sakalları bol bırakınız, bıyıkları derince kesiniz.” (12)

2) Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Bıyıkları kesin, sakalları salın, Mecusîlere muhalefet edin!” (13)

 

3) Enes (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Bıyıklarınızı kısaltın, sakallarınızı uzatın. Yahudîlere benzemeyin.” (14)

 

4) Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Yahudîler ve Hristiyanlar, sakallarının beyazlığını boyamazlar. Siz, onlara muhalefet ediniz!” (15)

 

5) Ubade b. Es-Samit (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), cenaze kabre konuncaya kadar ayakta dururdu.

(Bir gün) bir Yahudî âlimi, kendisine uğrayıp:

—   (Ya Muhammedi), biz (de) böyle yaparız, dedi.

Bundan sonra Rasulullah (s.a.s.), (cenaze için ayakta durmayı terkedip) oturdu ve (bize):

“(Siz de) oturuuz, (Yahudîlere) muhalefet ediniz!” buyurdu. (16)

 

6) Ebu Umame (r.a.) şöyle anlatır:

Rasulullah (s.a.s.), bir asaya dayanarak, bizim yanımıza çıkagelmişti. Biz, Rasulullah’a ayağa kalktık.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Acemlerin, birbirine tazim için ayağa kalktıkları gibi, siz de ayağa kalkmayın!” (17)

 

7) Abdullah b. Amr b. el-As (r.a.) şöyle demiştir:

Rasulullah (s.a.s.), benim üzerimde sarıya boyanmış iki elbise gördü de:

“Şübhesiz ki bunlar, küffârın giysilerindendir.Bundan dolayı sen, onları giyme!” (18)

Bu konuda Ashab da (Allah, cümlesinden razı olsun) çok hassas davranmıştır… Şu olay, bu konudaki en açık örneklerden biridir…

Asımu’l-Ahvel, Ebu Osman’dan rivayet eder:

Biz, Azerbaycan’da iken Ömer (b. Hattab), bize mektub yazdı.

(Şöyle diyordu):

– Ey Utbe b.Fergat, (……) refaha kaçmaktan, müşriklerin elbisesini giymekten ve ipek elbiseden sakının!(19)

8) İbn Ömer (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Mü’min, bir midesine koymak için yer, kafir ise, karnındaki yedi bağırsağını doldurmak (karnını-şişirmek) için yer.” (20)

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bu hadislerine dikkat edilecek olunursa, mü’min müslümanlar, başlı başına, her şeyiyle ayrı bir millet olduğu ve kendinden başkalarına uymayan bir karakter arzettiği görülecektir… Yemesinden içmesine, oturmasından kalkmasına, kılık kıyafetinden selâm vermesine, kısacası her hâl ve hareketinde mü’min müslümanların kendilerine has ve kendilerinden başkasına benzemeyen özellikleri vardır. Yegâne hayat nizamı İslâm’ın değişmez özelliğinden kaynaklanan muvahhid mü’minlerin bu ulvî vasıfları, gayr-ı İslâmî milletlerde yoktur… Mü’min müslümanlar, bu özelliklerini korumak ve gayr-ı müslim milletlerden hiç birisine benzememekle emrolunmuşlardır… İslâm’a benzeyen, İslâm milletinden olduğu gibi, gayr-ı müslim milletlere benzeyen de onlardan olur!…

Abdullah İbn Ömer (r. anhuma) şu hadis-i rivayet eder.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Kim bir millete benzemeye özenirse o da, onlardandır.” (21)

Mü’min müslümanlar, yalnız ve yalnız kendilerine, yani mensubu bulundukları İslâm Milleti’ne benzerler… Kitablı olsun, kitabsız olsun hiçbir gayr-ı müslim millete özenti göstermez, akîdede ve amelde onlara hiçbir şekilde benzeyemezler!…

Mü’min müslümanlar, “misak” anında Rabbimiz Allah’a verdikleri kulluk sözüne, (22) imtihan alanı olan dünya hayatında sadık kalan izzet sahibi şahsiyetlerdir…

Mü’min müslümanlar, Allah’a karşı kulluğun en belirgin işareti olan namazı edâ ederken her rekâtında okumuş oldukları “Fatiha Sûresi”nde, yalnızca Âlemlerin Rabbi Allah’a ibadet ettiklerini ve yalnızca O’ndan yardım dilediklerini beyanla Rabbleri Allah’a dua ederek dosdoğru yol üzere hidayetlerinin ziyadeleşmesini, Allah’ın kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan bu yol üzere iken ayaklarının kaymamasını, gazaba uğrayan ve sapıtmış olanlardan olmamayı Allah’tan dilerler…

Yaratıcımız ve emredicimiz olan Rabbimiz Allah,(23) mü’min müslüman kullarının şöyle demelerini beyan buyurur:

“Biz, yalnızca sana ibadet eder ve yalnızca Sen’den yardım dileriz.

Bizi, dosdoğru yola ilet.

Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve sapıklarınkine değil.” (24)

Rabbimiz Allah, kendilerine nimet verdiği izzet ve şeref sahibi kullarının kim olduğunu şu şekilde beyan buyurur:

“Kim, Allah’a ve Rasulüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar (doğrular ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar.” (25)

Mü’min müslümanlar, âlemlerin Rabbi Allah’dan, peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salihlerle beraber olmayı dilemektedirler… Yine izzet sahibi mü’min müslümanlar, Allah’dan şunu dilemektedirler:

Bizi, gazaba uğrayan ve dalalete (sapıklığa) düşmüşlerin yolundan muhafaza et!..

Rasulullah (s.a.s.)’in beyanıyla bunlar, Yahudiler ve Hristiyanlardır.

Adiyy b. Hatim (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Yahudiler, gazaba uğramış ve Hristiyanlar da dalâlete düşmüş kişilerdir.” (26)

Yahudiler ve Hıristiyanlar, inançları ve karakterleri icabı İslâm’a ve mü’min müslümanlara düşmandırlar… Rasulullah (s.a.s.) ve Ashabın kurduğu Medine İslâm Devleti’nde, Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kureyza Yahudi Kabilelerinin ihanetiyle başlayan Yahudîlerin İslâm düşmanlığı o günden bugüne korkunç ihanetlerle devam etmektedir… Merkez Filistin olmak üzere dünyanın bir çok bölgesinde mü’min müslümanlara yapılan işkenceler ve katliâmlar, Yahudînin düzenlediğidir…

Hristiyanların başlattığı ve oluk oluk müslüman kanının akıtıldığı Haçlı Seferleri, aynı şiddeti öyle ve yeni şeytanî planlarla yine sahnededir…

İşgal edilmiş İslâm topraklarındaki yerli egemen tağutları yönetenler, Yahudî ve Hristiyanlardır… Her ne kadar Daru’l-Harb’e dönüşmüş olan İslâm topraklarında egemen tağutların zulmü altında, devletçik görünümündeki ülkeler bağımsız gibi gösterilmekte ise de, aslında bunların geri planında Yahudî ve Hıristiyan süper güçlerin olduğunu bilmeyen yok gibidir… Bağımsızmış gibi gösterilen bu sömürülen ülkeler, Yahudî ve Hristiyan süper devletler diye bilinen güçlerin birer uşağı hâlindedirler… Gerek doğu gerekse batı süper güçlerin sömürdüğü, vatandaşlarının kanlarının son damlasına kadar emildiği birer uydu ülkedirler… İşin en ilginç ve ihanetin en korkunç yanı, bu egemen tağutların hükümran olduğu ülkelerde İslâm’ın ilkelerini yasak ve mü’min müslümanlar mahkum kılındığı halde kendilerine, “İslâm Ülkeleri(!)” denmesidir!?..

Rabbimiz Allah, Ehl-i Kitab’ın şeytanî tuzaklarına, ihanet planlarına karşı mü’min müslüman kullarını uyarıyor ve dikkatli olmalarını emrediyor:

“Kitab Ehli’nden çoğu, kendilerine gerçek (hak) apaçık belli olduktan sonra, nefislerini (kuşatan) kıskançlıktan dolayı, imanınızdan sonra sizi küfre döndürmek arzusunu duydular. Fakat Allah’ın emri gelinceye kadar onları bırakın ve (onlara) ilişmeyin. Hiç şübhesiz Allah, her şeye güç yetirendir.” (27)

Huyey b. Ahtab ve Yasir b. Ahtab, Yahûdîler içinde Arablara karşı en çok hasetlik duyanlardandı. Çünkü yüce Allah, elçisi Hz. Muhammed’i (s.a.s.)’i onlar arasından seçmişti. İşte bu yüzden ikisi, güçleri yettiğince insanları İslâm’dan uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Allah, bu ayet-i bu ikisi ve onlar gibi hareket eden herkes hakkında inzâl buyurmuştur. (28)

Şunu da hemen ekleyelim ki, Bakara Sûresi’nin 109. ayeti olan bu ayetin:

“Onları bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın.Fitne, öldürmeden beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa, siz de onlarla savaşın. Kâfirlerin cezası işte böyledir.” (Bakara, 2/191)

“Kendilerine Kitab verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Rasulü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslâm’ı) din edinmeyenlerle, küçük düşürülmüşler olarak cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın.” (Tevbe, 9/29) ayetleriyle nesh edilmiş olduğu beyan edilmiştir. (29)

Yegâne Rabbimiz Allah muvahhid mü’min kullarını uyarmaya devamla çok dikkatli olmalarını emrediyor:

“Ey iman edenler, eğer kendilerine kitab verilenlerden herhangi bir gruba boyun eğecek olursanız, sizi imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler.

Allah’ın ayetleri size okunuyorken ve O’nun Rasulü içinizdeyken nasıl oluyor da inkâr ediyorsunuz? Kim Allah’a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola iletilmiştir.” (30)

Gerek kitablı olsun, gerekse kitabsız olsun gayr-ı müslimlerin tümü az veya çok İslâm’a ve mü’min müslümanlara düşmandırlar… Bu düşmanlık, onların küfür ve şirklerinden kaynaklanan değişmez karakterleridir…Bu karakter yapıları, ancak gerçek mânâda İslâm’la şereflenip iman etmelerinden sonra değişebilir… Onlar, Tevhidî bir inanca sahip olmadıkça bu karakterleri değişmez…

Rabbimiz Allah, onların bu küfür ve şirk üzere karekterlerini şöyle beyan buyurur:

“….. Eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler. Sizden kim dininden geri döner ve kâfir olarak ölürse, artık onların bütün yapıp etmeleri (amelleri) dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar, ateşin halkıdır, onda sürekli kalacaklardır.” (31)

İslâm’a düşman olan, dolayısıyla mü’min müslümanlara da düşman kesilen Kitab Ehli gayr-ı müslimler İslâm cephesiyle asla dost olmamış, daima mü’min müslümanları İslâm’dan koparıp uzaklaştırmaya ve kendi dinlerine uydurmaya, ya da tamamen bozmaya azamî derecede gayret edip çalışmışlardır!…

Rabbimiz Allah, onların bu değişmez şeytanî karakterlerini şöyle beyan buyurur:

“Sen, onların dinlerine (milletine) uymadıkça, Yahudî ve Hristiyanlar, senden kesinlikle hoşnud olacak değillerdir. De ki: ‘Kuşkusuz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) dosdoğru yoldur.’ Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.” (32)

İmam Kurtubî (rh.a.) de şöyle diyor:

“Ayetin nüzül sebebi:

Yahudiler ve Hristiyanlar, Peygamber (s.a.s.)’den barış ve ateşkes antlaşmaları yapmasını istiyor, Peyamber (s.a.s.)’e İslâm’a girecekleri vaadinde bulunuyorlardı. Allah O’na, onların kendisinden dinlerine uymadığı sürece razı olmayacaklarını bildirdi ve onlara karşı cihad etmesi emrini verdi.” (34)

İmam Kurtubî (rh.a.), bu ayetin tefsirinde şunları beyan eder:

“Onların dinlerine uymadıkça, Yahûdiler de, Hristiyanlar da asla senden hoşnut olmazlar.” Yani ya Muhammed, onların sana, kendilerine getirmeni istedikleri ayetleri (mûcizeleri) teklif etmelerinden maksatları iman etmek değildir. Aksine sen onlara, bütün istediklerini getirsen yine de senden razı olmazlar. Onları razı ve hoşnud edecek tekbir şey, tuttuğun İslâm yolunu terkedip onlara uymaktır.

Millet (din): Yüce Allah’ın kitablarında ve Peygamberlerinin aracılığı ile kulları için koyduğu şeriatın adıdır. O bakından millet ile şeriat arasında fark yoktur. Din ile millet ve şeriat arasında ise, belli bir fark vardır. Çünkü millet ve şeriat, Allah’ın kullarını, yerine getirmeye çağırdığı şeyin adıdır. Din ise, “kulların, Allah’ın emrine uygun olarak yaptıkları şeye denir.” (35)

İmam Taberî (rh.a.)’in bu konudaki beyanını da burada zikretmek yerinde olur:

“Ey Muhammed, sen, kendi dininden çıkıp Yahudî ve Hristiyan olmadıkça, Yahudî ve Hristiyanlar, senden asla razı olmayacaklardır. O hâlde onların rızasını ve muvaffakatını istemeyi bırak da, seni üzerinde gönderdiği hakta Allah’ın rızasını aramaya yönel ve onlara de ki:

Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Aramızda hakkı, batıldan ayıran da budur. O hâlde şimdi siz, Allah’ın Kitab’ına ve açıklamalarına gelin. Bizden, kimin hak, kimin batıl üzere olduğu, hangimizin cennetlik, hangimizin cehennemlik olduğu ortaya çıksın.

Ey Muhammed, eğer sen, onların hâllerini açıklamam ve haberlerini sana anlatmamdan sonra bu Yahudî ve Hristiyanların heva ve heveslerine uyarsan, Allah’a karşı seni, O’nun azabından ve intikamından koruyup yardım edecek ne dost, ne de bir yardımcı bulabilirsin!” (36)

Buradaki ilâhî hitab her ne kadar önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’e ise de, O’nun sıfatında kıyamete kadar gelecek bütün ümmetinin her ferdinedir!… Ehl-i Kitab gayr-ı müslimlerden Yahudî ve Hıristiyanlar bir tek şartla “ben müslümanım” diyenlerden razı olup hoşnud kalırlar: Onların dinine döner ve onlar gibi inanıp yaşarsa!..

Rabbimiz Allah, onların bu karakterlerini en iyi bilen olduğu için, mü’min müslüman kullarını bilgilendiriyor ve onları uyanık davranmaya çağırıp gerekenleri beyan buyuruyor:

“Kendilerine kitabtan bir pay verilenlerin sapıklığı satın aldıklarını ve sizin de yolu sapıtmanızı istediklerini görmedin mi?

Allah, sizin düşmanlarınızı daha iyi bilendir. Bir veli (en güvenilir bir dost) olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah yeter.” (37)

“Ey iman edenler, Yahudî ve Hristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin, onlar, birbirinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse kuşkusuz onlardandır. Şübhesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.” (38)

“Ey iman edenler, sizden önce kendilerine kitab verilenlerden dininizi, alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri dostlar (veliler) edinmeyin. Ve eğer inanıyorsanız, Allah’tan korkup sakının.” (39)

İmam Kurtubî (rh.a.), şunu beyan eder:

“Yüce Allah’ın: “İçinizden kim onları veli edinirse”buyurduğu, kim onlara müslümanlar aleyhine destek verirse, “Muhakkak o da, onlardandır.” demektir. Şanı yüce Allah, bu buyrukla böylesinin hükmünün onların hükmü gibi olacağını beyan etmektedir. Bu da, müslümanın mürtedden miras almasına engel olması anlamına gelir. Hz. Peygamber döneminde onları veli edinen kişi, İbn Ubeyy idi. Diğer taraftan bu hüküm, onlarla müvâlât ilişkisini koparmak hususunda kıyamet gününe kadar bakîdir. Nitekim yüce Allah, başka yerlerde şöyle buyurmaktadır:

“Bir de zulmedenlere meyletmeyin, sonra size ateş dokunur.” (Hud, 11/113)

Yüce Allah, Âl-i İmrân Sûresi’nde şöyle buyurmaktadır:

“Mü’minler, mü’minleri bırakıp kâfirleri veli (dost) edinmesin.” (Âl-i İmrân, 3/28)

Yine yüce Allah, şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler, kendinizden başkalarını sırdaş edinmeyin…” (Âl-i İmran, 3/118)

Şöyle de denilmiştir:

Yüce Allah’ın: “Onlar, birbirlerinin dostlarıdırlar.” buyruğu ile yardımlaşma hususu kastedilmektedir. “İçinizden kim onları veli (dost) edinirse, muhakkak o da, onlardandır.” buyurduğu da şart ve cevabıdır. Yani, bunun böyle olmasına sebeb, onların veli edinen kimsenin bizzat Yahudî ve Hıristiyanların muhalefetleri gibi, Allah’a ve Rasulü’ne muhalefet etmiş olmasıdır. Onlara düşmanlık beslemek vacib olduğu gibi, artık ona da düşmanlık beslemek vacib olmuştur. Onlar için cehennem nasıl vacip olduysa, böylesi için de cehennem vacib olmuştur. Bunun sonucunda o da, onlardan, yani onların arkadaşlarından olmuştur.” (40)

Bu ayet-i kerimeler ve İmam Kurtubî (rh.a.)’in açıklamaları ışığında işgal edilmiş İslâm toprarklarında egemen olmuş yönetici tağutların kimlerin dostu olduğu ve kimleri kendilerine efendi seçip emrine itaat ettiği bir kez daha gözden geçirilmelidir… Egemen oldukları, işgal ettikleri İslâm beldelerinde yaşayan mazlum ve mustaz’af mü’min müslümanlara her türlü korkunç zulmü, işkenceyi ve hakareti yapan, İslâmî değerleri ayaklar altına alan ve toplumsal hayattan uzaklaştıran egemen tağutlar, Yahudî ve Hristiyanları dost edinmiş, bu çağın Fars ve Rum’u olan büyük şeytan Amerika ve onun yandaşlarını efendi edinip onların uşaklığını yapmayı kendileri için kutsal bir görev bilmektedirler… Bu egemen zalim tağutların hayatlarını devam ettirmek için kendilerine yardımcı olanlar da, onlar gibidirler… Onlara destek olup onların egemenlik makamını işgal etmelerine sebep olanlar, onları sevenler, sayanlar ve dost edinenler de, onların tabi olduğu hükme tabidirler…

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu yüzden her biriniz, dost edindiği kişiye dikkat etsin!” (41)

Evs b. Şurahbil Ehedî Beni Esca (r.a.)’dan.

Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Her kim, bir zalime yardım etmek maksadıyla onun zalim olduğunu bildiği hâlde onunla birlikte yürürse, İslâm’dan çıkmış demektir.” (42)

İnkârı imkânsız apaçık hakikat bu iken, “ben de müslümanım” diyen kişiler, İslâm topraklarını işgal edip gayr-ı İslâmî hükümlerle yöneten egemen, tağutları destekleyebilir mi? Onları dost edinip, kendilerine sevgi besleyip, saygı duyup yardımcı olabilir mi?.. O zalim egemen tağutları dost edinmek, onlar gibi olmaktır… Allah’ın dinini bir yana bırakıp heva ve heveslerini ilâh edinerek egemen olan zalim tağutlara yardımcı olmak, İslâm’dan çıkmak demektir!..

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:

“İman edenlerin, Allah’ın ve haktan inmiş olanın zikri için kalblerinin saygı ve korku ile yumuşaması zamanı gelmedi mi? Onlar, bundan önce kendilerine kitab verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, böylece kalbleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasık olanlardır.” (43)

Yahudî ve Hıristiyanların, mü’min müslümanları kendi akîdelerine davetlerini her ne olursa olsun reddetmeyi emreden Rabbimiz Allah, şöyle buyurur:

“Dediler ki: ‘Yahudî ve hristiyan olun ki, hidayete eresiniz.” De ki: ‘Hayır, (biz) Hanif (muvahhid) olan İbrahim’in dini (üzereyiz). O, müşriklerden değildi.” (44)

İbn Abbas (r.a.) dedi ki:

– Bu ayet, Medineli Yahudî reisleri, Ka’b b. Eşref, Malik b. Sayf, Vehb b. Yahuza, Ebu Yasir b. Ahtab gibi şahıslarla, Necran ahalisinin Hristiyanları hakkında inmiştir.

Onlar, din hususunda müslümanlarla mücadele etmişlerdi. Her bir grup Allah’ın dinine, diğerlerinden daha çok layık olduklarını iddia etmekteydi.

Yahudîler:

– Peygamberimiz Musa, Peygamberlerin en üstünüdür. Kitabımız Tevrat, kitabların, dinimiz de dinlerin en üstünüdür, demiş ve İsâ’ya, İncil’e, Muhammede ve Kur’ân’a küfretmişlerdir. (45)

Yine Abdullah b. Abbas (r.anhuma) şöyle demiştir:

Abdullah b. Suriya adlı tek gözlü bir Yahudî, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e:

– Doğru yol, ancak bizim yolumuzdur. Ya Muhammed, o hâlde bize tabi ol ki, hidayete eresin, dedi.

Hıristiyanların da, O’na aynı şeyi söylemeleri üzerine Allah, bu ayeti inzâl buyurdu. (46)

Yahudî ve Hristiyanların, mü’min müslümanları davet ettikleri inanç, siyaset, ekonomi, hukuk eğitim ve öğretim, ticaret, felsefe ve kültür anlayışlarının reddedilmesini emreden Allah, onların, muvahhid mü’minler tarafından “Tevhid Akidesi”ne, Hak Din olan İslâm’a davet edilmesini beyan buyurur:

“De ki: ‘Ey Kitab Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olacak) bir kelimeye gelin. (ki o da, şudur:) Allah’dan başkasına kulluk etmeyelim. O’na, hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Ve Allah’ı bırakıp kimimiz, kimimizi rabler edinmeyelim.’ Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: ‘Şahid olun, biz gerçekten müslümanlarız.’ (47)

Mü’min müslümanlar, Yahudî ve Hristiyanlar gibi kitablı gayr-ı müslimlere, kapitalist, sosyalist, komünist, faşist, liberalist, sekülerist, nasyonalist ve benzerleri gibi kitapsız gayr-ı müslimlere kesinlikle uyamaz, tabi olup itaat edemezler… Aksine onların bütününü, Tevhid Akidesine ve İslâm Dini’ne davet etmekle mükelleftirler…

Mü’min müslümanlar ile kitaplı veya kitapsız gayr-ı müslimlerin buluşacağı ortak kelime: “Lâ ilâhe illallah” hakikatıdır… Allah’tan başkasına kulluk etmemek ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmamak… Allah’ı bırakıp birbirlerini rabler ve kullar etmemek… Lâ ilâhe illallah’ın gereği budur…

Âlemlerin yegâne Rabbi Allah’ın hükümlerini bir yana bırakıp, onları hayata hakimiyet konusunda geçersiz kılıp, heva ve heveslerinden hükümler ortaya koyan egemen tağutların hükümlerine itaat eden ve rıza gösterenler, onları kendilerine rabler edinmişlerdir… Egemen tağutlar da, kendilerini rabler edinenleri kullar edinmişlerdir… Böylece, Allah’a şirk koşan ve küfreden bu kâfir ve müşrik insanlar, Allah’ı bırakıp birbirlerini rabler ve kullar etmişlerdir… Rablık makamına oturulan müşrik tağutlar,kendilerine kulluk edenler için kanunlar yapmış, onlar için helâl ve haram sınırlarını belirlemiş, Allah’ın haram ettiğini, yani yasakladığnı serbest, yani helâl kılmış ve Allah’ın helâl kıldığını, yani serbest bıraktığnı yasaklayıp haram kılmıştır.

Şu ayetin hükmüne tabi olan tağutlar ve onlara kulluk edenlerin İslâm’la hiç bir ilişkileri kalmamıştır:

“Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiblerini rabler (ilâhlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir İlâh’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilâh yoktur. O, bunların şirk koştuklarından yücedir. (48)

Bu ayet-i kerimeyi önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle tefsir buyurmuştur:

Adiyy b. Hatim (r.a.) şöyle anlatıyor:

Boynumda altın bir haç olduğu hâlde Rasulullah (s.a.s.)’e geldim.

Rasulullah:

“Ya Adiyy, bu putu üstünden at!” buyurdu.

Kendisinin Beraat (Tevbe) suresinden:

“Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiblerini rabler (ilâhlar) edindiler.” (Tevbe, 9/31) ayetini okuduğunu işittim.

Buyurdu ki:

“Gerçi onlar, bunlara ibadet etmiyorlardı. Fakat bunlar, herhangi bir şeyi onlara helâl kıldıkları vakit onu, helâl kabul ediyorlar ve herhangi bir şeyi de onlara haram kıldıkları vakit onu, haram kabul ediyorlardı.” (49)

Mü’min müslümanların, insanlar içinde mü’min müslümanlardan başka herhangi bir dostu (velisi) yoktur. Mü’min müslümanlar birbirinin dostlarıdırlar…. Onlar, ancak Allah’ı, Rasulullah (s.a.s.)’i ve kardeşleri olan mü’min müslümanları dost edinirler… Yahudîler, Hristiyanlar ve diğer gayr-ı müslimleri dost edinmez, onlara uymaz ve onlardan kendilerini uzak tutmaya gayret ederler…

Rabbimiz şöyle emrediyor:

“Şu hâlde sen, bizim zikrimize sırt çeviren ve dünya hayatından başkasını istemeyenden yüz çevir.” (50)

Ve şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun Rasulü, rüku’ ediciler olarak namaz kılan ve zekat veren mü’minlerdir.” (51)

Rabbimiz Allah’ın şu buyruğunu da hatırlatalım:

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirilerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şübhesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (52)

Bu, böyledir!..