GÖNÜL ZENGİNLİĞİ

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Zenginlik, mal çokluğundan meydana gelir değildir. Lâkin asıl zenginlik, insanın gönül zenginliğidir.” (1)

Gözü ve gönlü aç olan insanlar, dünyada en çok mal ve servet sahibi olsalar yine zengin sayılmaz, fakirlerden sayılırlar… Çünkü onlar, ihtiyaçları bitmeyen, hep yeni servet kazanma ihtiyacı hisseden, hep muhtaç olduğu görülen kimselerdir… Bir türlü duymayan ve ihtiyaçları giderilmeyen fakirlerdir… Çünkü onlar, ellerindeki bulunanlara kanaat etmeyen ihtiyaç sahipleridirler…

Gözleri ve gönülleri tok olup, Allah’ın kendilerine verdiği helâl rızıkla geçinen ve kanaat sahibi olan mü’min müslümanlar, gönül zengini izzet ve şeref sahibi şahsiyetlerdir… Helâlinden kazanan, kazandıklarını Allah yolunda sarfeden ve dünya malından yana kendisini bir emanetçi gibi gören muvahhid mü’minler, kendilerine emanet edilen, aynı zamanda bir imtihan aracı olan mala bağlanıp kalmayan şahsiyetlerdir… Onlar, gönül zengini ve kalb-i selim sahibi olmaya gayret ederler… Katıksız imanın doldurduğu kalb, en zengin gönüldür ve böyle bir gönül zengini olan muvahhid mü’min de, dünyanın en zengin kişisidir… Bu vasıftaki mü’min müslümanar, malın, servetin ve yakınlarının kendisine hiç bir faydası olmayacağı “Hesab Günü”nde ancak kalb-i selimin faydalı olduğunun şuurundadırlar…

Çünkü Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

“Malın da, çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde,

Ancak Allah’a selim bir kalb ile gelenler başka.” (2)

Gönül zengini olan muvahhid mü’minler, dünyaya meyletmez ve ona bağlanmazlar… Dünyanın, Allah’tan gafil olmak olduğunun farkındadırlar… Dünya ve dünya metaı, bir okyanusa, insanın gönülü de bir gemiye benzer… Gemi sağlam olup suyun üstünde yüzerse, sonuçta selâmet sahiline ulaşır…. Eğer gemi çürük ve delik olursa, su gemiye dolar ve gemi batar, mahvolup gider… Gönül gemileri sağlam olan mü’min müslümanlar, bu hakikatin farkında oldukları için, Âlemlerin Rabbi Allah’tan gafil olmamaya ve hep O’nun farkında olmaya azamî derecede gayret ederler.

Ebu Zerr el-Gıfarî (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Dünyaya rağbet göstermemek, ondan yüz çevirmek, ne helâl şeyi haram etmekledir, ne de malı zayi etmek, (atmak veya yersiz harcamak)tadır. Velâkin dünyaya rağbet göstermemek, senin ellerinde bulunan (nimet ve imkânlar)a, Allah’ın elinde (yani hazinesinde) olan (nimet ve imkânlar)dan fazla güvenir (umutlanır) olmamandadır. Ve başına bir musibet geldiği zaman sevabından dolayı ona gösterdiğin rağbet (ve rızan)ın, başına o musibetin faraza gelmemiş olması arzusundan fazla olmasıdır.” (3)

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Ey iman edenler, Allah’ın sizin için helâl kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez.” (4)

Muvahhid mü’minlerin tek güven kaynağı (5) ve yalnızca yardım diledikleri Allah Telâlâ’dır… (6) Allah, yegâne Rezzak’tır… Bütün yarattıklarını rızıklandırır… Bundan dolayı muvahhid mü’minlerin rızık endişesi söz konusu değildir… O, rızkından yana herhangi bir korkuya kapılmaz… Yalnızca rızkını helâl yollardan kazanmak derdine düşmüş, helâline haram karışmaması için çok gayret etmiştir… Rızkın, Allah’dan olduğuna hiç şüphesiz iman etmiş ve bu konuda herhangi bir kuşkuya kapılmamış mü’min müslümanlar, şu ilâhî buyruğun farkında ve şuurundadırlar:

“Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yerini de bilir. (Bunların) tümü apaçık bir kitaptır…”(7)

“… Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (8)

Halid’in oğulları Habbe ve Seva (r.anhuma) şöyle demişlerdir:

Rasulullah (s.a.s.), bir şeyi tamir etmekle meşgul iken O’nun yanına girdik. Biz de, o işte O’na yardım ettik.

Sonra bize, şöyle buyurdu:

“Başlarınız hareket ettiği (yaşadığınız) sürece rızıktan umutsuz olmayınız. Çünkü insanı, kırmızı ve üstünde hiçbir elbise olmayarak annesi doğurur. Sonra Allah Azze ve Celle onu rızıklandırır.” (9)

İnsan kullarını en güzel ve yeterli derecede rızıklandıran Allah, onlara şöyle emrediyor.

“Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helâl ve temiz olarak yiyin. Kendisine inanmakta olduğunuz Allah’tan korkup sakının.” (10)

Şek ve şüphe duymadan, Allah’a katıksız bir şekilde ve emrolunduğu gibi iman eden muvahhid mü’minler, dünya hayatının fanî olduğunu ve bir oyundan ibaret bulunduğunu idrak etmişlerdir… (11) Bundan dolayı Allah’dan emin oldukları gibi, Rabbimiz Allah’ın rızıklarını halk ettiğini ve yerinde –zamanında gönderdiğini ve de göndereceğini bilip iman etmişlerdir… Mü’min müslüman kula düşen vazife, helâl yoldan rızkını aramak ve bu yolda gayret sarf edip çalışmaktır… (12) Allah’ın verdiğiyle geçinmek, helâl yoldan daha çok kazanıp Allah yolunda daha çok infak etmek, İslâm’a ve mü’min müslüman kardeşlerine daha çok yardım ve hizmet eylemek için gayret göstermektir…

Bu karakterde olan izzet ve şeref sahibi mü’min müslümanlar, “Evliyaullah”dan olan şahsiyetlerdir… İmanları kâmil, amelleri salih olgun muvahhid mü’minlerdir… Onlar, bir muvahhid mü’min için kusur sayılan dünya sevgisini ve emel uzunluğunu mağlup etmiş, dünyaya yaşayacakları kadar, ahirette de kalacakları ebedî ölçüde değer verirler… Böylelikle Allah’ın sevgisini ve dostluğunu kazanmışlardır…

Sehl b. Sa’d es-Saidî (r.a.) anlatıyor:

Bir adam, (bir gün) Rasulullah (s.a.s.)’in yanına gelerek:

– Ya Rasulullah, bana öyle bir amel (ibadet) göster ki, ben, onu işlediğim zaman beni Allah sevsin ve insanlar da sevsin! dedi.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) (Ona):

“Dünyaya rağbet gösterme ki, Allah seni sevsin ve insanların ellerinde bulunan (nimet ve imkânlar)dan yüz çevir ki, onlar (da) seni sevsin!” buyurdu. (13)

Bu güzel ahlâkı elde eden muvahhid mü’minler, dünyaya meyletmez ve uzun emel derdine düşmez… Böyle bir hatanın bir muvahhid şahsiyet için noksanlık olduğunu ve olgunlaşma yolundaki yol kesen bir sedd olarak görür… Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) bunu, haber vermiş ve ümmetini uyarmıştır…

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“İhtiyar kimsenin gönlü iki huyda her zaman genç bir hâlde bulunur: Dünya sevgisinde ve emel uzunluğunda.” (14)

Enes b. Malik (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Ademoğlu büyür, onunla beraber şu iki şey de büyür: Mal sevgisi ve uzun ömür (temennîsi).” (15)

Muvahhid mü’minler, mala gereğinden fazla kıymet vermenin ve bu konuda hırslı olmanın zararlarını bilmekte, Rasulullah (s.a.s.)’in haber vermesiyle böylesi malın, ümmet için bir fitne olduğunun farkındadırlar…(16) Yine muvahhid mü’minler, böylesi bir mal ve diğer insanlardan üstün olmak hırsının, iki aç kurdun koyun sürüsüne verdiği zarardan daha çok zarar verdiğinin şuurundadırlar… Rasulullah (s.a.s.)’in haber verdiği bu hakikatı hiç unutmazlar…(17) Ve muvahhid mü’minler, şunun da farkındadırlar ki, salih kişi için hayırlı mal, dünyanın en güzel hâllerindendir… (18) İnsan, mü’min müslüman; mal ise, helâl yoldan kazanılmış en hayırlı dünya metaından!…

Abdullah b. Amr (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur önder Rasulullah (s.a.s.):

“Müslünan olup da, kendisine ancak yetecek kadar rızık verilen ve Allah’ın kendisine verdiği ile kanaat getirdiği kimse, muhakkak felah bulmuştur.” (19)

Kurtuluşa eren mü’min müslüman kişi, dünya malına karşı hırslı olmayan, Allah’ın verdiği nimete şükredip onunla geçinen, payına düşene kanaat eden ve çalışıp alnının terini dökerek kazanan izzetli şahsiyettir… Dünya hayatının tabiî ihtiyacının dışında, ziyade şeylere rağbet etmez ve ihtiyacı olmayan için kendisini yormaz… İhtiyacının dışında ziyade malı, Allah yolunda harcar ve fakir mü’min kardeşlerinin ihtiyacını gidermeye çalışır…

Emir’ül-Mü’minin İmam Osman b. Affan (r.a.)’in rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“İnsanoğlunun şu hasletlerinden başkasına hakkı yoktur:

Oturacağı bir ev, avreti (azası)nı örten bir elbise, kuru ekmek ve su.” (20)

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in beyan buyurduğu bu dört şey, hayatın zarurî ihtiyacıdır… Bunların dışındakiler ise, ziyade olanlardır… Helâlinden ve israftan olmamak kaydıyla bulunmasında bir beis olmadığı gibi, bulunmaması da bir ayıp veya noksanlık değildir!…

Rasulullah (s.a.s.), şu hadislerinde insanoğlunun dünya serveti karşısındaki tavrını apaçık beyan etmektedir…

Amr İbn Tağlib (r.a.) şöyel anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.)’e bir mal geldi. Ondan, bir takım kimselere verdi de, diğer bazılarına vermedi. Sonra haber aldı ki, atiyyesiz bıraktığı kimseler, kendisine serzeniş etmişler…

Bunun üzerin Rasulullah (bir hutbede bulunup) şöyle buyurdu:

“Ben, bir kimseye atiyye veriyor, bir kimseye de atiyye vermiyorum. Atiyye vermeyip terk etmekte olduğum kimse bana, atiyye vermekte olduğum kimseden daha sevimlidir.

Ben, bir takım kimselere, kalblerinde sabırsızlık ile hırs ve tamâ’ olduğu için kendilerine mal veririm. Bazı kimseler de, Allah Teâlâ’nın, kalplerinde yarattığı gönül zenginliği ve cibillî hayra havale ederim (de mal vermem). Amr İbn Tağlib de, bunlardan biridir.”

Ravî Amr İbn Tağlib:

– Rasulullah’ın bu (taltifkârâne) sözüne bedel benim kırmızı develerimin olmasını arzu etmem, demiştir.”(21)

Katıksız iman ve kâmil takva sahibi mü’min şahsiyetlerin zengin olmalarında kendilerine bir zarar olmadığı gibi, hem kendilerine, hem de Ümmete alabildiğine faydası vardır… Çünkü bu vasıflarından dolayı mal, onlar için gemiyi başının üstünde tutan ve yüzdürerek selâmet sahiline çıkaran bir okyanus gibidir… Katıksız imanları ve sağlam takvalarıyla, her zaman ibadet üzere olan bu muvahhid mü’minlerin gönülü, sapasağlam bir gemi ve helâlinden kazanılan dünya malı ise, bir okyanus!… Bu vasıfta olan mü’min müslümanlar, cennet karşılığında canlarını ve mallarını, kendilerine canı ve malı veren Rabbimiz Allah’a satmışlardır… Kendilerine ait bir şeyleri yoktur ki, dünya malı derdine düşsünler, maldan dolayı hırslansınlar, gururlanıp kibirlensinler…

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Hiç şüphesiz Allah, mü’minlerden –karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da O’nun üzerine gerçek olan bir va’ddır. Allah’tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu hâlde yaptığınız bu alış verişten dolayı sevinip müjdeleşiniz. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (22)

İşte gerçekten kurtulan ve Allah’ın sevdiği kullar, bu vasıfta olan kullardır… Bunlar, bu imanla ve bu takvayla olduktan sonra dünya zenginliği onlar için hayır getirir… Helâl yollardan kazandıkları mallarının zekâtını verir, sadakasını verir, infak yapar, Dar’ul-İslam’ın ihtiyaçlarını giderir, vakıfta bulunur, hangi dil ve hangi renkten olursa olsun mü’min müslüman kardeşinin yardımına koşar… Daha bundan iyi ve hayırlı bir hâl mı olur?… Hem gönül zengini, hem de dünyalıktan yana zengin olan mü’min, müttaki müslüman, iki kanadı sağlam bir kuşa benzer…

Sa’d b. Ebi Vakkas’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz ki, Allah, muttaki, zengin ve kendini ibadete veren kulu sever.” (23)

Gönül zenginliği, dünya zenginliğinden her zaman ve her hâlde üstün olduğu unutulmamalıdır… Asıl zenginliğin gönül zenginliği olduğu idrak edilip bu zenginlik elde edildikten sonra dünya zenginliğinin olması faydalı, olmaması bir zarar olmadığı net olarak anlaşılmış olur…

Bu konuda, Rasulullah (s.a.s.)’in şu beyanı bizim için en iyi delillerdendir…

Ubeydullah b. Mihsan el-Hatmî (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Sizden her kim ailesi emniyette (kalben emin) ve vücudu afiyette olarak sabaha çıkarsa ve yanında günlük yiyeceği de bulunursa, sanki bütün dünya onun hiyazeti (mülkü)ne verilmiş gibidr.” (24)

Bu zenginliği elde etmiş gönül zengini muvahhid mü’minler, Allah’a gereği üzere tevekkül eden ve misaklarında sadık olan izzet ve şeref sahibi şahsiyetlerdir… Bu katıksız iman ile tevekkül edişlerinden dolayı rızıklarından emindirler… Her an Allah tarafından imtihan edildiklerinin idrakinde oldukları için, durumlarından dolayı sızlanmaz, şikayetçi olmaz, devamlı hamd ve şükür ile başlarına gelenleri karşılarlar… İmtihanın zamanını ve mekânını belirleyen Rabbimiz Allah’ındır… Mü’min müslümanlara düşen vazife, hangi hâlde olurlarsa olsunlar, Allah tarafından emrolundukları ve önderimiz Rasulullah (s.a.s.) tarafından gösterildiği şekilde davranmaktır… Her konuda olduğu gibi rızık konusunda da, Allah’ın emirlerine sımsıkı sarılıp tam tevekkül etmişlerdir Muvahhid Mü’minlerdir…

Emirü’l-Mü’minin İmam Ömer b. Hattab (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Eğer siz hakkıyla Allah’a tevekkül etseydiniz, sabahleyin aç gidip akşamleyin tok olarak (yuvalarına) dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi (de) rızıklandırırdı.” (25)

Bu tevekkül hâlini, ancak gözü ve gönlü tok, gönül zengini ve iman sahibi mü’min müslüman şahsiyet yaşayabilir… O mü’min müslüman ki, yalnız ve yalnız Rabb olarak Allah’ı tanımış, bilmiş, kabul etmiş ve O’na ibadet ederek, O’nun kulu olmuştur… O’nun dışında tüm yalancı ilâhları ve sahte rabbleri reddetmiş, yaratan ve emredenin Allah olduğuna iman etmiştir… Allah’a kul olmuş ve diğer bütün kulluğa çağıran nesneleri reddederek terk etmiştir…

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in şu buyruğu, Allah’tan başka şeylere kul olanlar içindir…

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Altın kulu, gümüş kulu, dört köşeli ve zencefli kumaş kulu kahrolsun. Böyle kişiye verilirse memnun olur, verilmezse kızar. Böyle (dünya düşkünü) kişi sürünsün, zarara yuvarlansın! Vücuduna diken battığında cımbızla çıkaran bulunmasın.” (26)

Üstünlüğün katıksız iman ve takvada, izzet ve şerefin mü’min olmakta olduğunu idrakeden mü’min müslümanların ders ve ibret alacağı şu olayı nakleder sek bu konmuzu noktalayalım…

Tarık b. Şihab anlatıyor:

Ömer b. Hattab (r.a.), Şam’a gitmek üzere yola çıktı. Ebu Ubeyde b. El-Cerrâh (r.a.) da yanında idi. Bir çayın kenarına geldiler. Ömer, bir deveye binmişti. Devesinden indi, ayakkabılarını çıkarıp boynuna astı ve devenin yularından tutarak çaya girdi.

Ebu Ubeyde:

– Ya Emir’ul-Mü’minin, ayakkabılarını çıkarıp boynuna asarak çayda yürüyorsun. Sen, bir devlet başkanı iken memleket halkının seni bu hâlde görmelerinden utanç duyarım, dedi.

Ömer:

– Yazık! Bunu, senden başkası söyleseydi, Ümmet-i Muhammed içinde onu bir ibret örneği yapacaktım.

Biz, dünyanın en hor ve adî insanları iken, Allah Zu’l-Celâl bizi, İslâmiyyet şerefiyle şereflendirdi. Eğer O’nun bize bahşettiği İslâmî şereften başka bir şeref ararsak, bizi tekrar hor ve zelil kılar, buyurdu. (27)

Yine Tarık b. Şihab anlatıyor:

Ömer b. Hattab (r.a.), Şam’a geldiği zaman İslâm askerleri O’nu karşılamaya çıktılar. Ömer (r.a.) üstünde bir Urba, bir sarık ve bir hafif terlik vardı ve devesinin yularından tutarak çaya girdi.

Askerlerden biri:

– Ya Emiru’l-Mü’minin, şimdi askerî erkan ve Rum patrikleri seni karşılamaya gelecekler. Sen de bu durumdasın, dedi.

Ömer b. Hattab:

– Biz, öyle kimseleriz ki, Allah Zü’l-Celâl bizi, İslâmiyyet’le şereflendirmiştir. O’nun bize verdiği şereften başka bir şeref istemiyoruz, dedi. (28)

İşte gönül zengininin hâli!…

Abdullah (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle dua ederdi:

“Allah’ım, Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği dilerim.” (29)

Bu, böyledir!..