İMAN EDİP SALİH AMELLER İŞLEYENLER

Yaratılış gayeleri Allah Teâlâ’ya şirk koşmadan ibadet et­mek olan insanların yegâne Rabbi, Meliki ve İlâhı Allah şöyle bu­yuruyor:

“İman edip salih amellerde bulunanları, altlarında ır­maklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokacağız. Onda, onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır. Ve onları, ne sıcak-ne soğuk, tam kararında gölgeliğe sokacağız.”[1]

“İman edip Salih amellerde bulunanlar, Biz onları, altla­rında ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere so­kacağız. Bu, Allah’ın gerçek olan va’dıdır. Allah’dan daha doğru sözlü kim vardır?”[2]

“İman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Ger­çekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: ‘Bu, daha önce de rızıklandığımızdır,’ derler. Bu, onlara (dünya­dakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, kendileri için tertemiz eşler vardır ve onlar, orada süresiz kalacaklardır.”[3]

“İman edip salih amellerde bulunanlar ise, cennet halkı­dırlar. Orada süresiz kalacaklardır.”[4]

“Erkek olsun, kadın olsun her kim mü’min olarak salih ameller işlerse, işte onlar cennete girerler ve kendilerine hurma çekirdeğinin çukurcuğu kadar zulüm edilmez.

İyilik yaparak kendini Allah’a teslim eden ve İbrahim’in Hanif dinine uyan kimseden daha güzel din sahibi kim olabi­lir? Allah, İbrahim’i dost edinmiştir.”[5]

“Allah, Daru’s-Selâm’a (selâmet ve barış yurduna) çağırır ve kimi dilerse, dosdoğru yola yöneltip iletir.

Güzellik yapanlara (ihsânda bulunanlara) daha güzeli ve fazlası vardır. Onları yüzleri ne bir karartı sarar, ne de bir zillet. İşte onlar, cennetin halkıdırlar, orada süresiz kalacak­lardır.”[6]

Katâde (rh.a.) ve el-Hasen (rh.a.) derler ki:

-es-Selâm, yüce Allah’ın adıdır. Es-Selâm yurdu (Daru’s-Selâm) ise, cennet demektir. Cennete selâm yurdu adının ve­rilmesi, oraya girenin her türlü afet ve musibetten selâmete ermesinden ötürüdür.

Yahya b. Muaz (rh.a.) de şöyle demiştir:

-Ey Âdemoğlu, Allah seni, Daru’s-Selâm’a çağırmaktadır. O bakımdan sen, O’nun bu çağırısına nereden cevab verece­ğine dikkat et! Eğer yaşadığın dünyadan O’na cevab verir ça ğırısına uyarsan, o selâm yurduna girersin. Şayet kabrinden o çağrıya cevab verecek olursan, oraya girmekten alıkonulursun![7]

Ebu’d-Derdâ (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle bu­yurur:

“Güneşin doğduğu hiçbir gün yoktur ki, o günün iki tara­fında (sabahında ve akşamında) insan ve cinlerin dışında bütün yeryüzü sakinlerinin işittiği şu çağrıyı yapan iki melek gönderil­miş olmasın:

-Ey insanlar, Rabbinize yönelin! Az ve yeterli olan dünya malı, çok ve meşgul eden maldan daha hayırlıdır!”

Ebu’d-Derdâ:

-İşte bu hususta Allah Teâlâ’nın, Kur’ân-ı Kerim’de:

“Allah, Daru’s-Selâm’a çağırır” ayetini indirdi, der.[8]

İman edip Salih ameller işleyen kullarına karşı çok merha­met­li olan Allah Teâlâ, cennete çağrısına cevab verip icabet eden mü’min Müslüman kullarını cennetlere koymasının yanı ba­şında bu ihsânın bir de fazlalığının olduğunu beyan buyu­rur…

Ubeyy ibn Ka’b (r.a.)’dan

Kendisi, Rasulullah (s.a.s.)’e:

“Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır.” (Yunus, 10/26) ayeti sormuştur.

Rasulullah, şöyle buyurmuş:

“İyilik cennettir, fazlalık ise Allah’ın yüzüne bakmaktır!”[9]

Suheyb (b. Sinan, r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Cennetlikler cennete girdiği zaman Allah Tebareke ve Te­âlâ:

-Size, daha fazla bir şey vermemi ister misiniz? diyecek.

Onlar da:

-Sen, bizim yüzlerimizi ağartmadın mı? Bizi cennete koya­rak, cehennemden kurtarmadın mı? (Bize o, yeter), diyecekler.

Bunun üzerine Allah Teâlâ, hicabı kaldıracak. Artık onlara, Rabbleri (Azze ve Celle)’ye bakmaktan daha makbul (sevimli) bir şey verilmiş olmayacaktır.”[10]

Salih amel, Rabbimiz Allah Teâlâ’nın iman etmiş mü’min müslüman kullarına yapmalrını emrettiği ve yapıldığı takdirde razı olup kabul ettiği bütün hâl ve hareketleridir… Bu hâl ve hareketlerde bulunan mü’min müslümanlar, Rasulullah (s.a.s.)’i kendilerine örnek alır ve O’nun önderliğinde ibadetlerini ger­çekleştirirler… Dünya hayatında şirksiz iman ile salih ameller işleyenlerin mükâfatı ebedî cennettir..

Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

“İman edip salih amellerde bulunanlar ve Rablerine kal­b­leri tatmin bulmuş olarak bağlananlar, işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Orada süresiz kalacaklardır.”[11]

“İman edip salih amellerde bulunanlar, Rabblerinin iz­niyle altından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cen­netlere konulmuşlardır. Orada birbirlerine olan dirlik temen­nileri: ‘Selâm” dır.”[12]

Cabir (r.a.) anlatıyor:

Numan b. Kavkal, Rasulullah (s.a.s.)’e geldi ve:

-Ya Rasulullah, ne buyurursun? Farz namazı kıldığım, ha­ramı haram ve helâlı helâl bildiğim zaman ben cennete girer miyim? dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

“Evet!” buyurdu.[13]

Allah Teâlâ, yalnız kendi rızası için yapılan ibadetleri kabul buyurur…

Ebu Umâme el-Bahilî (r.a.) anlatıyor:

Nebî (s.a.s.)’e bir adam gelerek:

-Şöhret ve mükâfat için savaşan hakkında ne dersin? Se­vab alır mı? diye sordu.

Rasulullah (s.a.s.):

“Onun için hiçbir şey yoktur!” buyurdu.

Gelen adam, sorusunu üç defa tekrar etti.

Rasulullah (s.a.s.) her defasında:

“O, hiç sevab alamaz!” buyurdu.

Sonra da:

“Allah, ancak kendi rızası gözetilerek, hâlis bir niyetle yapı­lan ameli kabul eder.” buyurdu.[14]

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Allah’ın lütfu ve izniyle cen­nete girmeyi, amellerden bilmeyip Allah’ın rahmetine güvenmeyi beyan buyuruyor…

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Hiçbir kimseyi güzel ameli (ve ibadeti) cennete girdire­mez!”

Bunun üzerine Ashab:

-Ya Rasulullah, seni de mi girdiremez? diye sordular.

Rasulullah, şöyle cevab verdi:

“Evet, beni de Allah’ın fadlı ve rahmeti bürümedikçe, yalnız ibadetim cennete girdiremez. Buna göre sizler, iş ve ibadeti­miz­de ifrat ve tefritten sakınıp doğruyu arayınız ve doğru yoldan gi­dip Allah’ın yakınlığını isteyiniz!”[15]

 

 



[1]    Nisa, 4/57.

[2]    Nisa, 4/122.

[3]    Bakara, 2/25.

[4]    Bakara, 2/82.

[5]    Nisa, 4/124-125.

[6]    Yunus, 10/25-26.

[7]    İmam Kurtubî, A.g.e., C.8, Sh.506-507.

[8]    Et-Taberî, A.g.e., C.4, Sh.411.

İbn Kesir, A.g.e., C.8, Sh.3794. İbn Ebu Hatim’den.

Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5, Sh.197.

[9]    İbn Kesir, A.g.e., C.8, Sh.3796. İbn Cerîr ve İbn Ebu Hatim’den.

İmam Kurtubî, A.g.e., C.8, Sh.508.

Ayrıca bkz. Suyutî, ed-Durru’l-Mensûr, C.4, Sh.357.

[10]   Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.80, Hds.297.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu’l-Cenne, B.16, Hds.2676.

Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B.11, Hds.3302.

Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.13, Hds.187.

Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.4, Sh.333.

[11]   Hud, 11/23.

[12]   İbrahim, 14/23. Aynı konuda diğer ayetler için bkz.

A’râf, 7/42-43. İsra, 17/9. Kehf, 18/30-31-107. Lokman, 31/8-9. Hacc, 22/14-23,56. Taha, 20/75-76. Ankebut, 29/58-59. Rum, 30/15. Secde, 32/19. Sebe’, 34/37. Zümer, 39/74. Mü’min, 40/40. Şura, 42/22-23. Muhammed, 47/2. Talak, 65/11. Buruc, 85/11. Beyyine, 98/7-8.

[13]   Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.4, Hds.16.

[14]   Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cihad, B.24, Hds.3126.

[15]   Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Merda ve’t-Tıbb, B.19, Hds.34.