HAYIRLA ANILANLAR

Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:

(Bir kere) Rasulullah ve Sahabîlerinin yanında bir cenaze geçirdiler. Sahabîler,  bu cenazeyi hayırla anıp övdüler.

Rasulullah (s.a.s.):

“Vâcib oldu!” buyurdu.

Sonra başka bir cenaze daha geçirdiler. Sahabîler, bu ce­nazeyi de şerr ile anıp kötülediler.

Rasulullah (s.a.s) yine:

“Vâcib oldu!” buyurdu.

Bunun üzerine Ömer ibnu’l-Hattâb:

-Ne vâcib oldu? diye sordu.

Rasulullah:

“Şu önce geçen cenazeyi hayırla anıp övdünüz. İşte ona, cennet vâcib oldu. Şu sonraki cenazeyi de şerr ile anıp kötüle­di­niz. Buna cehennem vâcib oldu! Çünkü sizler, yeryüzünde Allah’ın şahidlerisiniz.” buyurdu.[1]

“Sizler, yeryüzünde Allah’ın şahidlerisiniz.” Bu cümle, “Al­lah’ın, mü’minlerin birbirleri hakkında yapacakları şahidliği ka­bul edeceği” mânâsına gelir. Ancak Allah’ın yeryüzünde şahidi olan kimselerin tüm müslümanlar olmayıp sadece Sahabîler olması ihtimali de vardır. Çünkü Sahabe-i Kiram’ın hepsi ada­letli idi. Her zaman doğruyu söyler ve hikmetle konuşurlardı. Bu bakımdan Allah’ın yeryüzünde şahidi olmaya en layık kimseler bunlardır. Onların yolunda gidip, onların sıfatını taşıyan takva sahibi müslümanların da aynen onlar gibi, Allah’ın yeryüzündeki şahidleri olduklarında şübhe yoktur.

İslâm ulemâsının bu mevzuda itimad ettikleri görüş şudur:

Allah’ın yeryüzünde şahidleri olan kimseler, müslümanlar­dan ehl-i fazl, ehl-i salah ve ehl-i emanet olan kimselerdir. Müslümanların fasıklarına gelince, bunların dünyada fasıkları övüp, salihleri yerdikleri bilinen bir gerçek olduğunden, Allah’ın yeryüzündeki şahidleri olmaları düşünüle­mez. Çünkü:

“Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta (ifrat ve tefrite düşmeyen, her şeyde mutedil olan, hak ve adaletten ayrılmayan/vasat) bir ümmet kıldık, peygamber de üzerinizde bir şahid olsun.”[2] Meâlindeki ayet-i kerimede bu ümmet için şahidlik vasfı olarak hak ve adalet anlamına gelen, aynı zamanda ifrat ve tefritten uzak olmak demek olan “vasat= orta” özelliği zikredilmiştir.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şeriften Hz. Peygam­ber’in, bu ümmeti tezkiye ettiği, onların şahidliklerinin lehinde veya aleyhinde şahidlik yaptıkları kimseler için geçerli ve mak­bul olduğu anlaşılmaktadır. Rasulullah (s.a.s.)’in yanından geç­mekte olan bir cenazenin kötülüklerini sayan Sahabîleri, “veca­bet= kesinleşti” sözüyle tasdik ettiği gibi, diğer bir cena­zenin iyiliklerini zikreden Sahabîleri de yine “vecabet= kesin­leşti” sö­züyle tasdik etmesi de bunu ifade eder.”[3]

Emirü’l-mü’minin imam Ömer İbnu’l-Hattâb (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.):

“Herhangi bir Müslüman hakkında dört (mü’min) kişi hayr ile şehadet ederse, Allah, o Müslüman kişiyi cennete girdirir.” buyurdu.

Biz:

-Üç kişi şehadet ederse de böyle mi? diye sorduk.

Rasulullah:

“Üç kişi şehadet ederse de böyledir.” buyurdu.

Sonra:

-İki kişi şehadet ederse de böyle midir? dedik.

Rasulullah:

“İki kişi şehadet ederse de böyledir.” buyurdu.

Bundan sonra biz, Rasulullah’a bir şahidden sormadık.[4]

İmam Nebevî (rh.a), bu konuda şunları beyan etmiştir:

“Âlimlerden bazıları, müslümanların lehinde şahidlik ettiği bir cenazenin cennetlik olması hükmü, bütün müslüman cena­ze­­leri için geçerlidir. Yüce Allah, insanlara yahud insanların ek­serisine ölen bir kimsenin lehinde şehadet etmeyi ilham et­miş­se, bu, onun cennetlik olduğuna delildir. Bu hususta onun amellerinin şöyle veya böyle olması arasında bir fark yoktur. Amel­leri, cennetlik olmasını gerektirmezse bile bu böyledir. Çünkü Allah, fiillerinden dolayı onu cezalandırmaya mecbur de­ğildir. Bundan dolayı Allah halka, bir cenaze hakkında medh-u senada bulunmayı ilham etti mi biz, o kulun günahlarının bağışlanacağını anlarız.”[5]

Tağutu reddedip, Allah’a iman etmiş ve imanlarını zedele­memiş, salih amel işleyen muvahhid mü’minler, katıksız iman edip Salih amel işleyen ve bu hâl üzere vefat eden mü’min müs­­lüman bir şahıs hakkında iyiliğine dair şahidlik ettikleri vakit Al­lah, onların şahidliklerini kabul etmektedir… Çünkü onlar yer­yüzünün varisleri ve Allah’ın yeryüzündeki şahidleridirler… On­lar, yaratılış gayelerine uygun davranıp yalnızca Allah’a iba­det etmekte ve tağutu, bütün kurum ve kuruluşlarıyla reddedip Allah’a katıksız iman ederek sapasağlam kurtuluş kulpuna ya­pışmışlardır… Bu kıymetli şahsiyetler, vasat ümmetin adaletli kişileridirler… Onlar, öyle imanlı ve öyle adaletli şahsiyetlerdir ki, kendi aleyhlerinde ve en yakınlarının aleyhlerinde olsa bile şahidlik etmekten asla çekinmezler…

“Ey iman edenler, kendiniz, anneniz, babanız ve yakın­larınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun.(Onlar,) ister zengin olsun, ister fakir olsun, çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şübhesiz Allah, yaptıklarınız­dan haberi olandır.”[6]

Gölgesiz iman edip, şirk koşmadan ibadet eden muvahhid mü’minler, adil şahidler olarak kimin aleyhinde veya lehinde şahidlik ederlerse, doğru şahidlik ederler… Muvahhid mü’min­ler tarafından lehine şahid edilen ve iyilikleri söylenip hayırla anılan mü’min müslüman kişiler, cenneti hakketmişlerdir…

Ebu Zübeyr es-Sakafî (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), Nebâvet veya Benâvet’te bize bir ko­nuşma yaparak:

“Nerde ise cennetlik olanları, cehennemlik olanlardan ayırt edip tanıyabilirsiniz!” buyurdu.

Sahabîler:

-Onları ayırt edip tanımak ne ile (olabilir)? diye sordular.

Rasulullah (s.a.s.):

“İyilikle anmak ve kötülükle anmak süretiyle (olur). (Çünkü) siz, birbiriniz hakkında (şahidlik eden) Allah’ın şahidlerisiniz.” buyurdu.[7]

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Melekler, Allah’ın semadaki şahidleridir. Siz ise, yerdeki şahidlerisiniz!”[8]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



[1]    Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cenâiz, B.85, Hds.120.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cenâiz, B.20, Hds.60.

Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cenâiz, B.50, Hds.1933.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Cenâiz, B.63, Hds.1064.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cenâiz, B.74-76, Hds.3233.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Cenâiz, B.20, Hds.1491-1492.

İmam Suyutî, Mütevatir Hadisler, çev. Mehmet Emin Akın, Ank.1992, Sh.80-81, Hds.43.

[2]    Bakara, 2/143.

[3]    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, C.12, Sh.140-141.

[4]    Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cenâiz, B.85, Hds.121.

Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cenâiz, B.50, Hds.1935.

Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.1, Sh.22-30-46.

[5]    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve şerhi, C.12, Sh.142.

[6]    Nisa, 4/135.

[7]    Sünen-i İbn Mace, Kitabü’z-Zühd, B.25, Hds.4221.

[8]    Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cenâiz, B.50, Hds.1934.