CAHİLİYYET AHLÂKI

el- Ma’rur İbn Suveyd (r.a.) anlatıyor:

Ben, Ebu Zerr’in üstünde bir örtü, hizmetçisinin üze­rinde de bir tek örtü gördüm de, ona:

– Keşke şu örtüyü de sen giysen, böylece senin tam bir takım elbisen olsa, hizmetçine de başka bir elbise versen! dedim.

Ebu Zerr (r.a.) şöyle dedi:

– Ben ile bir adam arasında bir söz olmuştu. Onun an­nesi, gayr-ı Arab olan yabancı bir kadındı. Ben, kavga sıra­sında onun annesini kötüledim. O kimse, beni Rasulullah (s.a.s.)’e zikredip şikayet etti.

Rasulullah (s.a.s.) bana:

“Sen, filan kimseyle sövüştün mü?” dedi.

Ben:

– Evet, dedim.

“O’nun annesini kötüledin mi?” buyurdu.

– Evet, kötüledim, dedim.

“Muhakkak ki sen, içinde henüz cahiliyet ahlâkı kalmış bir kimsesin!” buyurdu.

Ben:

– (Ya Rasulullah,) bu saatim zamanında, bu büyük ya­şımda ben de hâlâ cahillik mi var? dedim.

Rasulullah (s.a.s.) :

“Evet, o kardeşlerinizi Allah, sizin elleriniz, kudretiniz altına koymuştur. Allah her kimin eli altına kardeşini koy-muşsa, artık ona, yediğinden yedirsin, giydiğinden giydir-sin. Ona, gücü yetmeyecek zahmetli iş yüklemesin. Şayet gücü yetmeyecek bir iş yüklerse kendi, o işte hizmet­çisine yardım etsin.” buyurdu.([1])

Velid b. Müslim’in munkatı olarak rivayetine göre, sö­vülen zât, Bilâl el-Habeşî (r.a.) imiş.

Ona:

– Ya’bne’s-Sevda= Ey kara kadının oğlu, diye sövmüş.

Bilâl’in şikayeti üzere Peygamber’in tevbîhi vaki’ olunca Ebu Zerr (r.a.), yanağını yere koymuş:

– Bilâl, ayağı ile basmadıkça yanağımı yerden kaldır­mayacağım, diyerek kusurunun affını istemiştir.([2])

Kendini, renginin ve kavminin durumundan dolayı, bir başka  renge ve kavme mensub olandan üstün görmek, do-layısıyla muhatabını küçümsemek, cahiliyyet ahlâkıdır… İslâm’ın reddettiği, Rasulullah (s.a.s.)’in ayaklarının altına aldığı cahiliyyet ahlâkı, bir muvahhid mü’minin ahlâkın­dan asla olamaz…

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in değerli iki saha­besi arasında geçen bu üzücü olay, kıyamete kadar ümmet için bir örnek ve derstir… Allah, her ikisinden de razı olsun Ebu Zerr el-Girafî ile Bilâl el-Habeşî’nin yaşamış oldukları bu olaydan anlaşılan odur ki, ümmet içinde en korkunç bölücü unsur ırkçı-milliyetçi anlayış ve hareket bir cahiliy-yet adetidir… Muvahhid mü’minler, bu cahiliyyet ahlâkını reddetmeli ve asla yaklaşmamalıdır… Gerek gaf­letten, ge-rekse bilgisizlikten dolayı zaman zaman içlerinde bu kav-miyet duygusu kıbırdadığında, hemen tevbe etmeli ve hem fikir planında, hem de hareket planında bunu terk etmeli-dirler… Bu konuda, şeytana ve şeytanîlere aldanma­mak gerekir!..

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Ebu Zerr (r.a.)’ı uyarır­ken, kıyamete kadar gelecek bütün ümmeti de uyarmıştır…

Ebu Zerr (r.a.)’dan:

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Düşün! Sen, ne kırmızı tenli, ne de siyah tenliden daha üstün değilsin! Ancak takva ile üstün gelebilirsin.”([3]

Ukbe b. Amr (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Hiç şüphesiz, sizin şu soylarınız herhangi bir kimseye sövme sebebi değildir. Hepiniz Âdemoğullarısınız. Birbiri­nize benzersiniz. Hiç kimsenin din ve takva dışında kimseye üstünlüğü yoktur. Ağzı bozuk, cimri ve ahlâksız olması, kişiye yeter.”([4])

Gassanlıların son hükümdarı Cebele b. Eyhem el-Gas-sanî’in müslüman olduktan sonra tekrar küfre dönüp irti-dad etmesinin sebebi de, ırkçı-milliyetçi inancın tâ kendi­si-dir… Kendisini, üstün ırka, muhatabını da aşağılık ırka mensub görüp ona hakaretle zulmeden Cebele b. Eyhem, onu, muhatabıyla eşit gördüğü için İslâm’dan çıkıp irtidad etmiştir…

O, müslüman olduğunu beyan ettiği zamanda, onun muhatabı da müslümandı… İman kardeşleri oldukları için, ırktan veya sosyal mevkiînden dolayı aralarında herhangi bir üstünlük ayrımı söz konusu değildi… İkisi de aynı sevi­yede, birbirlerine eşit idiler… Kanları, canları, şerefleri, hak­ları ve itibarları eşit idi… İslâm, onları eşit ve kardeş yap­mıştı… Bu, hakikatı içine sindiremeyen Cebele b. Eyhem, cahiliyyet ahlâkı olan ırkçı-milliyetçi anlayışı, İslâm’a ter­cih edip irtidad etmiştir…

Bu olay, şöyle olmuştu.

Cebele b. Eyhem el-Gassanî, Arab Hristiyanları olan Gassanlıların son hükümdarıydı. Müslüman olmuştu.

Cebele, Hz. Ömer (r.a.) ile birlikte hacc etmişti. Kâbe’yi tavaf ederken, Fezare oğulları kabilesinden bir adam (yan­lışlıkla) onun ihramına basmış, ihram çözülmüştü. Bu yüzden Cebele de, elini kaldırıp ihramını bozan adamı yum-ruklamış ve burnunu ezmişti.

Fezareli adam, Cebele’yi Hz. Ömer’e şikayet etmişti. Şi­kayete giderken, beraberinde kabilesinden bir çok adamı da götürmüştü. Bunun üzerine Hz. Ömer, Cebele’yi huzura çağırmış, Cebele gelip suçunu itiraf etmişti.

Hz. Ömer de ona, kısas tatbik edeceğini söyleyince Ce­bele, şöyle itirazda bulunmuştu:

– Nasıl olur? Ben, bir hükümdarım. Hasmım ise, halk­tan bir adam!

(İmam Ömer: )

– İslâmiyet, seninle onu eşit kılmıştır! Sen, takva dı­şında başka bir cihetten ona üstün olamazsın!

– Ben, İslâm’a girdiğim takdirde cahiliyye döneminden daha çok yüksek bir makama ulaşabileceğimi sanıyordum.

– Bırakın bunları! Eğer adamı razı etmezsen, onun için sana kısas tatbik edeceğim.

– Öyleyse ben de Hristiyanlığa dönerim.

– Hristiyanlığa dönersen boynunu vururum.

Cebele, kendisine had tatbik edileceğini görünce:

– Bu gece düşüneceğim, bana mühlet tanı! dedi ve Hz. Ömer’in yanından ayrılıp gitti.

Gece karanlığı bastırınca, kavmi ve kendisine uyan kimselerle birlikte harekete geçti. (İrtidad edip) önce Şam’a, sonra Bizans’a gitti.([5])

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasu-lullah (s.a.s.):

“Her kim taattan çıkar ve cemaattan ayrılırsa, cahiliy-yet ölümüyle ölür.

Her kim körükörüne (çekilmiş) bir sancağın altında harbeder, bir asabe namına kızar yahud bir asabeye davet eder veya bir asabeye yardımda bulunur da öldürülürse, bu da, bir cahiliyyet ölümüdür.

Her kim benim ümmetime karşı çıkar, iyisini-kötü­sünü vurur, mü’minden çekinmez, ahid sahibine verdiği sözü de yerine getirmezse o, benden değildir, ben de ondan değilim.”([6])

Yine Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayet ettiği aynı konudaki bir başka hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.s.):

“Benim ümmetimden değildir.” buyurur.([7])

Cündeb b. Abdullah el-Becelî (r.a.)’dan:

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Herkim körükörüne (dikilmiş) bir sancağın altında asabiyete davet veya bir asabiyete yardım ederken ölürse, bu cahiliyyet ölümüdür.”([8])

Şerhde şunlar beyan olunmuştur:

“Cahiliyyet ölümünden murad: Dinsiz gider, demek değildir. Cahiliyyet devri Arabları, keşmekeş içinde olup hükümdar filan tanımaz, kimseye itaat etmezlerdi. Âmirine itaat etmeyip cemaatten ayrılan bir müslüman da, onlara benzeyeceği için asî olmuş olur.

Asabe: Baba tarafından olan akrabadır. Sinirlerin bütün vücûdu kaplaması gibi bir kimsenin asebesi de onu, her taraftan kuşattıkları için kendilerine bu isim verilmiştir. Asabe namına harbetmek, kızmak ve propaganda yapmak, Hakk’a ve dine yardım değil, bilâkis heva ve hevese göre harekettir. Bu da, cahiliyyet devri adetlerinden biridir. Bina­enaleyh böyle bir harbte öldürülen de şehid değil, âsî olur.

“Mü’minden çekinmez” sözünden murad: Mü’mini öl­dürdüğüne aldırış etmez, vebalindan korkmaz, demek-tir.”([9])

Cübeyr b. Mut’im (r.a.)’dan:

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık dâvâsı üzerine birbirini öldürenler, bizden değildir. Irkçılık üzerine ölen­ler de bizden değildir.”([10])

Füseyle’nin babası (vesile b. el-Eska) (r.a.) anlatıyor:

Ben:

– Ya Rasulullah, adamın kendi kavmini sevmesi, taas-subtan (bir çeşit sayılır) mı? diye Rasulullah (s.a.s.)’e sor-dum.

O (s.a.s.):

“Hayır, velâkin adamın kendi kavmine zulümde yar­dım etmesi, taassubtan (bir nevî)’dir.”  buyurdu.([11])

Bu hadisin şerhinde şöyle denilmiştir:

“Bu hadisler, bir kimsenin kendi akrabasına zulümde, haksız konularda yardımcı olmasını ve soy-sop dâvâsını güderek onlar için öfkelenmesini yasaklar. Kişiye en yakın olan akrabası için böyle yapması yasaklandığına göre aşi­reti, kabilesi, kavmi veya ırkdaşları için böyle bir yola gir­mesi, gayet tabî yasak olur. Bu itibarla bu hadislerin hük-mü, bu gibi cereyanlara da şümullüdür, denilebilir.

İslâm’da kişinin, ırkına, kafatasına, deri rengine ve di­line değil, onun imanına, ibadetine, Allah’a kulluk görevini yapma derecesine bakılır. Allah katında en değerli ve üs­tün müslüman, O’na takvaca en yakın olandır. Arab’ın, Arab olmayana ve Kureyş soyundan olanın, başka soydan olana hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük, ancak takva iledir.”([12])

Abdurrahman (r.a.), babası Abdullah İbn Mes’ud (r.a.)’dan rivayetine göre şöyle demiştir:

– Haksız yere kim kendi kavmine yardım ederse, o kimsenin durumu, kuyuya düşen, kuyruğundan (asılıp) çıkarılan deveye benzer. Çıkarılsa da kurtarılması mümkün olmaz.([13])

Allâme İbn Abidin (r.a.), haksız yere ve zulüm üzere kavmine yardımcı olanların, “Bâğî” olduğunu beyan eder:

“Çeteci, zulüm için kavmine yardım eden, onlar için gazaba gelen kimsedir.”

“Asabiyete çağıran, yahud asabiyet için çarpışan bizden değildir.” hadisi, bu kabildendir.

Dürerü’l-Bihar ve Nevâzil’de şöyle demiştir:

“Ulemâmız asabiyet için öldürülenleri bu tafsilata göre bâğîler hükmünde tutmuşlardır.”([14])

 



[1])   Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Edeb, B.44, Hds.79.

Kitabu’l-İman, B.21, Hds.23.

Kitabu’l-Itk, B.15, Hds.28.

Sahih-i Müslim, kitabu’l-Eyman, B.10, Hds.38-40.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B.133, Hds.5157.

[2])  Sahih-i Buhârî Tercemesi, Çev. Mehmed Sofuoğlu, İst.1987, C.1, Sh.185, Dipnot:45.

Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih, C.1, Sh.42, Dipnot:3.

 

[3])   İmam Suyutî, A.g.e., C.2, Sh.101, Hds.1489 (2740). Ahmed b. Hanbel,  Müsned, C.5, Sh.158.

Ahmed İbn Hanbel, Kitabu’z-Zühd, Çev. Mehmed Emin İhsanoğlu, İst.1993, C.2, Sh.550, Hds.2365.

İbn Kesir, A.g.e., C.13, Sh.7421.

[4]) İbn Kesir, A.g.e., C.13, Sh.7422. Ahmed b. Hanbel, (Müsned, C.4, Sh.145,158)’den.

et-Taberî, Taberî Tefsiri, C.7, Sh.518.

[5])   İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, C.8, Sh.112-114.

[6])   Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B.13, Hds.53.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B.7, Hds.3948.

Sünen-i Neseî, Kitabu Tahrimu’d-Dem, B.27, Hds.4097.

et-Taberî, A.g.e., C.7, Sh.517.

[7])   Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B.13, Hds.54.

[8])   Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B.13, Hds.57.

Sünen-i Neseî, Kitabu Tahrimu’d-Dem, B.27, Hds.4098.

[9])   Ahmed Davduoğlu, A.g.e. C.9, Sh.19.

Ayrıca bkz. Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mace Tercemesi ve Şerhi, İst.1983, c.10, Sh.155.

[10])   Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B.121, Hds.5121.

[11])   Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B.7, Hds.3949.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B.121, Hds.5119.

İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B.187, Hds.396.

et-Taberî, A.g.e., C.7, Sh.517.

Yegane Hayat Nizamı İslâm, günâh olmayan işlerde kendi milletini savu­nan mü’min müslümanları hayırlı şahsiyetler olarak değerlendir-miştir.

Süreka b. Malik b. Cusum el-Mudlicî (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Sizin en hayırlınız, günah olmayan hususlarda kendi milletini müda-faa edenlerinizdir.”

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B.121, Hds.5120.

Taberânî, Mu’cemu’s-Sağir, C.2, Sh.402, Hds.701.

[12])   Haydar Hatipoğlu, A.g.e., C.10, S.155-156.

[13])   Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, b.121, Hbr.5117-5118.

İmam Suyutî, A.g.e., C.3, Sh.296, Hds.3469 (8142). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.1, Sh.393, 401’den.

İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e., C.4, Sh.457, Hds.2. İbn Hıbban’dan.

et- Taberî, A.g.e., C.7, Sh.517.

[14]) İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar Ale’d-Dürrü’l-Muhtar, Çev. Ahmed  Davu-doğlu, İst.1983, C.3, Sh.436.