Gayemiz Allah

Göklerde ve yerde olanların tümü Allah’ı teşbih et­mektedirler. Müik (hükümranlık) de O’nundur, hamd de O’nundur. O, her şeye güç yetirendir.[1]

Böyle buyurmaktadır Rabbimiz Allah (c.c.) ve yine aynı hakikatin beyanı için şöyle buyurur yegane Rabbimiz Allah:

Yedi gök, yer ve bunların içindekiler, O’nu teşbih etmektedirler. O’nu övgü ile teşbih etmeyen hiç bir şey yoktur. Ancak siz, onların teşbihlerini kavrayamıyorsu-nuz. Şübhe yok O, halim olandır, bağışlayandır. [2]

Yedi göğün kendisi, yer diye ifade edilen dünya ve bunların içindeki tüm canlı ve cansız varlık, kendi halince, öz Usanınca Rabbimiz Allah’ı teşbih ediyor, her halle­rinde, her anlarında O’nu anıyorlar… Rabbleri Allah’ın yüceliğini överek anıyorlar… Bütün varlığın gayesi Al-lah’dır. Allah’ın emirlerine tabi olmak, O’nun milkinde, O’nun mülkünü kabul etmek, O’nu tanımak, yâni ilâhlığı-nı, Rabliğini ve melikliğini kabul etmek, varlığın gayesi­dir… İnsanın dışındaki tüm mahlûkat, Rabbi Allah’a tes­lim olmuş, kendilerine verilen görevlerini yerine getirme­ye devam etmektedirler…

Yeryüzüne imtihan için gönderilen ve kendisinden misak ahdi alınan insan, kendisine verilen hür irâde ile hakkı veya bâtılı seçmekte serbest bırakılmıştır… irade-i cüz’îyesini kullanarak imtihanı kazanmak için serbest bırakılan insan, boş bırakılmamıştır… O’nu uyaran, bilgilen­diren ve hakkı kendisine anlatıp iyiliği emir, kötülükten nehyeden Nebiler ve Rasulllerle birlikte rehber olan Kitablar gönderilmiştir…

Âdem (a.s.)’den bu yana hakka davet edilen ve o da­veti kabul eden mü’minler, dosdoğru dine, yâni İslâm’a tabi olmuşlardır… Kalbleri mü’min, beyinleri müslim olan Allah’ın kullan, kendilerine tek bir gaye seçmişlerdir. Onların gayesi, Allah’dır.

Mü’min muvahhidlerin Allah’dan başka bir gayeleri olamaz… Ferd ferd, aile aile, cemaat cemaat tek gaye Allah’dır…

Allah (c.c.)’ı gaye edinen, imanlarının gereğini ya­şamaya çalışan mü’minlerin her şeyi, Alemlerin Rabbi Al­lah içindir… Namazları, bütün ibâdetleri, hayatları ve ö-lümleri!.. O mü’min muvahhidler, Allah’ı birlemiş ve imanlarına hiç bir şirk,, küfîir, hurafe ve bid’at karıştırma­dan Rableri Allah’a teslim olmuşlardır… O Allah ki, her şeyin Rabbiyken mü’min, O’ndan başka hiç bir rab ara­maz. Buna, hiç bir zaman ihtiyaç da duymaz!..[3] Çünkü o mü’minin gayesi Allah’dır… Akide noktasında böyle oldu­ğu gibi, amel noktasında da aynen böyledir… Her şeyini, canını ve malım cennet karşılığı Rabbi Allah’a satmıştır… Rabbi Allah, o mü’min ve müslim kulunun canını ve ma­lını cennet karşılığı satın almıştır… Mü’minler, Allah yo­lunda savaşırlar, öldürülüp şehid olurlar ve Allah düş­manlarını Öldürürler!. [4]

Biricik önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in mübarek be­yanıyla en hayırlı şeyi kabul etmiş, kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve azalarıyla isbat etmiştir.

Amr b. Şuayb’ın dedesi (r.a.)’m rivayetiyle Rasulul­lah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Duaların en hayırlısı, Arafat gününün duasıdır. Be­nim söylediğim ve benden önceki Peygamberlerin söyledikleri en hayırlı şey şudur:

Allah’dan başka ilâh yoktur, birdir, şeriki yoktur, mülk yalnız O’nıındur, hamd yalnız O’nadır ve O, her şeye kadirdir.[5]

Her şeye kadir ve hakimiyetin yalnız O’na aid olduğu Rabbi Allah’a dâima hamd etme makamında bulunan mü’min muvahhidlere, şu emri vermiştir.Rabbimiz Allah:

“De ki: Ey mülkün sahibi Allahım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın, hayır Senin dindendir. Gerçekten Sen, her şeye güç yetirensin. [6]

Rabbi Allah’a bu şekilde iman edip teslim olan mü’min, bu hakikati tüm âleme ilân etmekle görevlidir… İlân etmek, insanları hakka davet etmek, iman edenlerle beraber olmak ve onlarla ümmet vücûdunu oluşturmak, mü’minin üzerinde edası gerekli olan ânın vacibidir…

Mülk, yani hakimiyet veya iktidar Rabbimiz Allah’a aiddir. O, dilediğine imtihan vesilesi olarak mülkü verir. İnsanoğlunu yeryüzünde bir halife kılan Allah, kendileri­ne iki çeşit hilafet yüklemiştir. Biri imaret, diğeri emaret hilafeti!..

Rabbimiz Allah dilediğini aziz, dilediğini zelil kılar. Çünkü güç ve kuvvet O’nun elindedir. O, her şeye güç yetirendir… Mü’min, teslimiyetini itirazsız ve şartsız orta­ya koymuştur. Rabbini tanımış ve O’ndan gayrı bütün ya­lancı ilâhları, Rabblik iddiasında bulunanları reddetmiş­tir… Onun yaratılış gayesi de budur: Yalnız ve yalnız Al­lah’ı Rab kabul etmek, O’na inanmak ve yalnızca O’na teslim olup ibadet etmek…

Allah Teâlâ, cinleri ve insanları yalnızca kendisine i-bâdet etsinler, yani Rab olarak yalnızca O’nu tanısınlar, O’nun emirlerine tabi olsunlar ve O’na hiç bir şeyi şirk koşmasınlar diye yaratmıştır…[7]

Şirk ve kütür, bu yaratılış gayesine aykırı düşüldüğü vakit ortaya çıkar… İbadet yani kulluk, dini yalnızca Al­lah’a has kılmak, gerek akide de, gerekse amelde her hal­de Âlemlerin Rabbi Allah’a tabi olmak demektir… Bu ta­bi olmayı, yani kulluğu da Rasulullah (s.a.s.)’ı örnek ala­rak gerçekleştirilmelidir… Allah’a ibadet eden mü’min kullar, kendi görüşlerince, hoşlarına gittiği gibi veya za­mana göre, yani “bence, bana göre, kanaatımca” tavırlarını bir yana bırakıp Rasulullah (s.a.s.), nasıl ibâdet etmişse öylece ibadet etmek gerekir…

Rabbimiz ve gayemiz Allah (c.c), biz mü’min kulla­rından istediği, kendimizi tamamıyla O’na ibadete vermemizdir.

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın Rasulullah (s.a.s.)’den rivayet ettiği bir Hadis-i Kudsî’de şöyle buyurur Genab-ı Allah:

“Ey insanoğlu, kendini bana ibadete ver ki, gönlünü zenginlikle doldurup ihtiyacını kapatayım. Şayet bunu yapmazsan, ellerini meşgale ile doldurur, fakat ihtiyacını kapatmam.[8]

Yeryüzünde imtihan sahasındaki insanoğlunun ihti­yaçlarının gereği şekilde görülmesi ve yerine gelmesi, onun, yaratılışı gayesine uygun Rabbine karşı olan kulluk vazifelerini gerçekleştirmesidir. Eğer gayesi Allah olursa insanın tüm tabiî ihtiyaçları giderilir. Yoksa hadiste de beyan edildiği üzere ömür boyu çalışır çabalar, çile çeker ve zorluklarla boğuşur ama bir türlü ihtiyaçları gideril-mez… Çalışmasında bir bereket olmaz, çabasında bir ha­yır bulunmaz…

Hayır ve bereket kapılarının açılması ve insanoğ­lunun üzerine ilâhî nimetlerin saçılması için, insanların küfürden ve şirkten tevbe edip saf, katıksız bir imanla kalblerinin dolması iâzım… Bundan sonra kulluk vazife­sini gereği gibi ifâ ederken, bilerek veya bilmeyerek işle­diği günahlardan dolayı da tevbe etmesi lâzımdır… Bu sa­mimi tevbenin neticesinde bolluk ve bereketlik olur.

Rabbimiz Alİah (c.c), Hz. Hûd (a.s.)’ın lisânından şunu buyurur:

“Ey kavmim, Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra O’na tevbe edin ki, üzerinize gökten bol bol yağmur gön­dersin. Gücünüze güç katsın. Günah işleyip durarak yüz çevirmeyin.[9]

Allah’ı gaye edinmek ve O’na dönmek, katıksız bir iman ve saf bir amel ile tabi olmak sonucu Rabbimizin nimetlerine nail olunur…

Hangi çağda ve dünyanın hangi bölgesinde olunursa olunsun, mevcud şartlarda Allah’ın ve Rasulullah (s.a.s.)-‘in emrettiği şekilde hayatını tanzim etmeli mü’min mu-vahhidler. Şartların zor olması veya kolay olması, kulluk vazifemizi yerine getirmemizi engelleyici, ya da gevşek davranmamızı gerektirmez. Çünkü biz mevcud şartlarda vazifeli kılınmış ve imtihan olunuyoruz. Şartların zor ol­ması, yani küfrün ve şirkin hakim olması zamanlarında, bizden istenen, elbette İslâm’ın hakim, mü’minlerin iktidar mevkiindeki zamanlarda istenen gibi değildir…

Çağdaş müşriklerin iktidar mevkiinde bulunduğu, iş­gal altındaki İslâm topraklarında bulunan mü’minler, el­deki imkânları zorlayarak, şirkin hakimiyetini yok etme­lidirler… Bu cihad faaliyeti zor olmamalıdır. Çünkü gücümüzü aşan bir faaliyet değildir. Zorluk biz mü’minlerin, emredildiği şekilde hareket etmeyişimizden gelmektedir,.. Eğer esaret altındaki mü’minİer birlikte hareket edecek olurlarsa, Asr-ı Saadetteki, zaferlerin aynısı tahakkuk edecektir inşaallah!..

“Müşrikler istemese de, o dini (İslâm’ı), bütün dinle­re üstün kılmak için Peygamberini hidayetle ve hakk dinle gönderen O’dur.[10]

Asr-ı Saadet’teki mü’min muvahhidlerin gayesi Allah olduğu için ve katıksız bir şekilde İslâm’a teslim oldukları için, İslâm, diğer bütün beşerî İdeolojilere üstün olduğun­dan, O’na teslim olanlar da, olmayanlara üstün oldular, galip geldiler. O mü’minler, Önder Rasulullah (s.a.s.)’e ta­bi oldular, böylece gerçek zaferi elde ettiler… Allah’dan korktular ve başka hiç kimseden korkmadılar… Bundan dolayı tüm küfür milleti, bu Allah dostları mü’minlerden korktular…

“…Bugün küfre sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umud kesmişlerdir. Artık onlardan korkma­yın. Ben’den korkun. Bugün size dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din ola­rak İslâm’ı seçip-beğendim.. [11]

Allah’ın seçip-beğendiği İslâm’ı, biz mü’min muvahhidler de şeksiz-şübhesiz seçip beğendik, bağrımıza bastık ve teslim olduk… İslâm, ne noksanlık, ne de fazlalık kabul etmeyen kâmil bir hayat nizâmıdır. Kim ki O’nun ruhuna aykırı, gayesine ters bir şeyler ekler veya çıkarırsa, İslâm bunu kabul etmez ve çok kısa bir zamanda kendinden dı­şarıya atar…

Beşerî ve bâtıl ideolojileri İslâm’la barıştırmak ve ka­rıştırmak isteyenler, tarih boyu hep bu korkunç akibete uğramışlardır, yani izzeti başka yerlerde aramak, izzeti yanlış yerlerden taleb etmenin de akibeti, İslâm tarafından dışlanmakla sonuçlanmıştır. İslâm, saf ve berraktır… Hiç bir yabancı katkı maddesine ihtiyacı yoktur… O, her şeye ve her alanda yeterlidir…

Rabbimiz Allah, şöyle buyurur:

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa (veya benimser­se) asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır.[12]

İslâm’ı, Kitabıyla, Sünnetiyle ve diğer delilleriyle bı­rakıp, beşerî, şeytanî ve tağutî ideolojik rejemlere sarı­lanlar, elbette kaybedenlerden, elbette hüsrana uğrayan­lardan olmuşlardır… Laikliği, demokrasiyi sosyalizmi, komünizmi, kapitalizmi, faşizmi, liberalizmi, nasyona­lizmi benimseyip de, İslâm’ı terk edenler ve bu beşerî tağutî sistemlerden herhangi birisini kendisine şiar edinip seçenler, dünyada da, ahirette de hüsrana uğramıştır… Onların ateşinde mazlumların da yandığı bir gerçektir… Kurunun yanında yaşında yandığı ma’lum… İşgal altında­ki İslâm topraklarına bu beşerî ve tağutî ideoloji sahihleri hükümran olduğu için, kendi hüsranlarına müstaz’af müs-lümanları da ortak etmektedirler… Kendileri, kaybeden­lerden oldukları gibi, mazlumları da kaybedenlerden kıl­maktadırlar… Mazlumlar, onların zulümlerine karşı bir-leşmedikleri ve onlara, o müstekbir müşrik ve zâlimlere karşı kıyam edip onları yok etmedikleri müddetçe bu zu­lüm ve zillet düzeni devam edeceğe benziyor!..

Gayesi Allah olan mü’minlerin vasfını Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.), şöyle beyan

ediyor:

“Yâ Ebu Said, her kim Rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, Peygamber olarak da Muhammed’e razı olursa, o kimseye cennet vacib olur.[13]

Hadis-i şerifteki bu üç vasfı üzerinde taşıyan mü’min muvahhidler, akide konusunda sağlam şahsiyetlerdir… Sağlam akide, salih ameli gündeme getirir…

Rabb olarak Allah’ın yerine insanı koyan, yani haki­miyet kayıtsız şartsız Allah’a aid iken, hakimiyeti kayıtsız şartsız insana veren ve onu mutlak kanun koyucu kabul e-denler, yani yasama hakkını millet vekillerinden oluşan millet meclislerine aid kılan, hayat nizamı olarak tağutî düzeni benimseyen, İslâm’ı hiç bir şeye karıştırmayan, hatta karışması için teklif edilmeyi bile yasaklayıp teklif edenleri en şiddetli şekilde cezalandıran; Rasulullah (s.a.s.)’i önder olarak kabul etmeyen, kendilerince yeni önderler ortaya koyanlara ve onların ilkelerinden, onların izinden ayrılmayanlara, uygulamalarıyla, hâl ve tavırla­rıyla da bunu isbatlayanlara ne vacib olur?!,. Ya onları destekleyenlerin, dualarıyla, oylarıyla, vergileriyle ve güçleriyle destekleyenlere ne vacib olur?!.. “İyi niyetin, kötü ameli temize çıkaramayacağı” kaidesinin unutulma­ması gerekir… İyi niyet ile, kötü amel işlenmez… “Ey iyi niyetli olduğunu söyleyen, senin bu tuttuğun yol, seni Mekke’ye götürmez! Bu yol, ya Washington’a ya da Mos­kova’ya, ya Berlin, ya Paris, ya da Londra’ya gider!…” Dünya hayatı, bir imtihan sahasıdır…

“Amelce hanginiz daha güzeldir diye, sizi imtihan etmek için hem ölümü, hem hayatı yaratan O’dur. O, üs­tün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.[14]

Evet, imtihan sahasındayız amma başıboş değil!..

“İnsan, kendi başına ve sorumsuz bırakılacağını mı sanıyor?” [15]

“Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve si­zin gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız? [16]

Hayır, hayır, insan öyle zannetmesin… Ne boşu boşu­na yaratılmış, ne de boş yere yaratılmış… İnsanın kendisi­nin öz vazifesi olduğu gibi, işgal ettiği yerin de bir vazife­si vardır… Kâinat, zerresinden kürresine bilinen ve daha bilinmeyen gezegen sistemleriyle bir gaye için ve hiç bir noktasını bulunmayan ilâhî plan ile yaratılmıştır!…

Böyle gayeli bir dünyada insan, imtihan olunuyor ve gayesi Allah olması gerekirken, bu imtihan sahasında başka gayelere yönelmesi, onun imtihanı kaybetmesine vesile oluyor.

Şöyle buyurur gayemiz ve Rabbimiz Allah:

“Andolsun Biz, sizi bir parça korku, açlık ve bir par­ça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imti­han edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.

Onlara, bir musibet isabet ettiğinde derler ki: Biz, Allah’a aidiz ve şübhesiz O’na dönücüleriz.

Rablerinden (olan bir salat) bağışlanma ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır. [17]

İşte bu imtihan sırasında sabretmek, dosdoğru yoldan ayrılmamak ve istikâmet üzere olmak gerekli… Allah’dan başka, yani O’nun rızasını kazanmadan başka, yani O’nun emirlerine tabi olmak ve nehyettiklerinden uzak durma­dan başka bir gayesi olmamalı mü’min muvahhidlerin…

Abdullah b. Mes’ud (r.a.)’ın rivayetiyle tek Önderi­miz ve tek örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), şöyle buyurur:

“Kim çok arzulan tek arzu (ahiret arzusu/Allah’ın rı­zasını kazanma arzusu) haline döndürürse Alİah, onun dünyaya aid arzusu için yeterlidir. Ve kim ki dünya ahvâli hakkındaki arzulan dağılırsa veya arzular, kendisini dağı­tırsa, derelerin hangisinde helak olduğuna Allah, iltifat etmeyecektir.[18]

Demek ki, Allah’ın rızasından başka arzuları günde­me getirenler, helak olmaktan başka bir sonuca varamı­yorlar. Çünkü onlar, dünyaya, yani Alİah’dan gâfıl olma­ya dalıp gidiyorlar… Halbuki mü’min muvahhidlerin tek arzusu, tek gayesi, Allah’dır… Allah’ın rızasını kazanmak­tır…

Bu konuda niyet ve amel birliğini izah eden meşhur hadisi, İmam Ömer b. Hattab (r.a.), Rasulullah (s.a.s.)’den

nakleder:

Şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s):

“Ameller, ancak niyete göredir. Herkese ancak niyet ettiği şey vardır. Her kimin hicreti, Allah’a ve Rasulü’ne ise, O’nun hicreti, Allah’a ve Rasulü’nedir. Kimin hicreti, elde edeceği bir dünya, yahud evleneceği bir kadın için ise, onun hicreti de, hicret ettiğinedir. [19]

Bu hadis-i şeriften de apaçık anlaşılacağı gibi niyet ile amel bütün ve paralel olmalı, yoksa niyet başka, amel başka olursa, niyet iyi, amel kötü olursa, niyetin iyiliğin­den dolayı kötü amel bir değer kazanamaz. Ameli ne ise Öylece bilinir ve hesabı ona göre tutulur… Niyetin kötü olması da iyi ameli, Allah nezdinde değerli kılmaz. Kişi, riya niyetiyle salih amellerden herhangi birisini yapabi­lir… Bu amel, onun kötü niyetinden dolayı, aslen değerli olmasına rağmen Allah nezdinde değersizleşir, hatta sahi­bini, gizli şirk işlediğinden dolayı da suçlu hâline getirir… Demek kİ, niyet ile amei aynı olmalıdır!…

Bütün niyetlerde ve amellerde gaye Allah olmah, yani Allah’ın rızasını kazanacak niyet ve amel geçerlidir…

Sad b. Ebi Vakkas (r.a.), oğluna şöyle haber vermiş­tir.

Rasulullah (s.a.s.), bana hitaben şöyle buyurdu: “Şübhesiz, sen, Allah’ın rızasını arayarak yapacağın her bir harcamadan dolayı muhakkak ecre nail olacaksın, hatta eşinin ağzına verdiğin lokmaya kadar!.[20]

Dikkat edilecek olursa niyet, Allah’ın rızasını ka­zanmak olduğu gibi, amel de, Allah’ın rızasını kazanacak amel olmalıdır. Ancak o zaman mü’min ecre nail olur. Yani gaye Allah olmalı… Çünkü ancak helâl ve temiz o-lanı kazanmak ve helâl maldan yapılacak harcamalarda bulunmak gerek!… Yoksa Allah (c.c), haram maldan ya­pılan harcamayı kabul etmez!..

İşte delil:

Rabbimiz Alİah buyuruyor:

“Öyleyse Allah’ın sizi nzıklandırdığı şeylerden helâl (ve) temiz olanlarını yeyin, eğer O’na kulluk etmekteysenîz Allah’ın nimetine şükredin.[21]

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle önderimiz Rasulullah (s.a.s.) buyurur:

“Kim helâl kazancından bir hurma değerinde bir sa­daka verirse -ki, Allah, helâl maldan verilen sadakadan başka hiç bir sadakayı kabul etmez- İşte Allah, bu helâl sadakayı sağ eliyle kabul eder. Sonra o tek hurma değe­rindeki sadakayı, dağ gibi oluncaya kadar, sizin birinizin sütten ayrılmış tavını büyütüşü gibi, sadaka sahibi için

dikkatle büyütür.”

Mü’min muvahhidler, her neye niyet ediyor ve her ne amel işliyorlarsa gayeleri, sadece ve sadece Rabbleri Al­lah olmalıdır… Bütün niyetlen ve amelleri Allah’ın rızası­nı kazanmak için işlenmelidir…

Medine halkından bir zât tarafından rivayet edilmiş­tir. O, şöyle demiştir:

Muaviye, Aişe (r.anha)’ya:

-Bana, tavsiyelerde bulunacağın bir mektup yaz. Fa­kat beni fazla yük altında bırakma diye bir mektup gön­derdi.

Bu zat, diyor ki:

Aişe (r.anha), Muaviye şöyle yazdı: -Sana selâm olsun. îmdi ben, Rasulullah (s.a.s.)’den şöyle buyurduğunu işittim:

“Her kim, insanların gücenmesine mukabil Allah’ın rızasını ararsa, Allah da onu insanların zahmetinden kur­tarır ve her kim, Allah’ın gücenmesine mukabil insanların rızasını ararsa, Allah da onu, insanlara havale eder.” Selâm, üzerine olsun!. [22]

Allah’ın razı olduğu amelleri işlerken, insanların kız­masına veya tağutİarın öfkelenmesine hiç itibar edilmemelidir… Müstekbir tağutlar kahrından çatlasa da, mü’min muvahhidleri en ağır işkencelere tabi tutsalar bile mü’minler, haktan ayrılmamalı, yalnız Rabb Allah’a ibâ­dete devam etmelidirler… Allah’ın rızasını, insanların rı­zasına tercih etmelidirler!..

İbn Ömer (r.anhuma)’nın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.), şöyle buyurur:

“Kim Allah’dan başka bir şey için ilim taleb ederse veya o ilimle Allah rızasından başka bir maksad edinirse, cehennemden olan üzerine hazırlansın!..[23]

Amellerin en faziletlisi, Alİah için olmaktır. Bütün arzuların ve gayelerin bir tek gaye haline gelmesidir: Ye­gâne gayemiz Allah’dır!..

Ebu Zerr (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.), şöyle buyurur:

“Amellerin en faziletlisi, sevdiğini Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir. [24]

Her şeyi Allah için olan mü’min muvahhid kulu Al­lah, kendi kulluğuna kabul eder ve en çok sevdiği kulu olur…

Ebu Hüreyre (r.a.)’m rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Şübhesiz ki, Allah bir kulu sevdiği vakit, Cibril’i ça­ğırır da:

Ben, filanı seviyorum, onu, sen de sev, der.

Ve onu, Cebrail de sever. Sonra Semada seslenerek:

Gerçekten Allah, filanı seviyor, onu, siz de sevin, der.

Artık onu, Sema ehli de severler. Sonra onun için yeryüzüne kabul konur.

Bir kula da buğzetti mi Cibril’i çağırarak: Ben filana buğzediyorum, ona, sen de buğzet, der. Ve Cibril, ona buğzeder. Sonra Sema ehli arasında Allah, filana buğzediyor, siz de buğz edin, diye seslenir.

Onlar da kendisine buğzeder. Sonra o kul için yeryü­züne buğz konur.[25]

Yeryüzüne, o kul için kabul ve buğzun konması de­mek, insanların da onu sevmesi veya ondan nefret etmesi demektir.

İmanın tadını almanın üç şartından birisi de, “Allah ile Rasulü kendisine başkalarından daha sevgili olmak” idi. [26]İbn Abbas (r.anhuma) şöyle anlatır:

Bir gün (hayvanın üstünde) Rasul-i Ekrem (s.a.s.)’in arkasında idim. Derken:

“Ey delikanlı, sana bir kaç kelime öğreteceğim: Al­lah’ımı emirlerini ve yasaklarını) gözet ki, Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki, O’nu karşında bulasın. İstediğin zaman Allah’dan iste ve yardım taleb edeceğin vakit, Al­lah’dan yardım taleb et. Bilmiş ol ki, bütün ümmet, her­hangi bir hususta sana fayda vermek için bir araya gelmiş olsa, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği hususta sana yararlı olabilir. Aynı zamanda sana herhangi bir hususta zarar vermek için bir araya gelmiş olsalar, ancak Allah’ın senin aleyhinde takdir ettiği bir hususta sana zarar verebilirler. Kalemler kalkmış ve sahifeler (mürekkebler) kurumuştur, “buyurdu.[27]

Bir olayı da Enes b. Malik (r.a.)’dan dinleyelim:

Bir adam, Rasulullah (s.a.s.)’e:

Yâ Rasulullah, kıyamet ne zaman (olacak)?, diye sordu.

Oda:

Sen, onun için ne hazırladın?” buyurdu.

O zat:

Ben kıyamet için çok namaz, çok oruç ve çok sada­ka hazırladım. Lâkin ben, Alİah1 ve Rasulünü seviyorum, dedi.

Rasulullah:

“Sen, sevdiklerinde beraber olacaksın!” buyurdu. [28]

Rabbimiz Allah buyurdu:

“Bunlar, iman edenler ve kalbleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun, kalbler yalnızca Al­lah’ın zikriyle mutmain olur. [29]

Ve yine buyurdu Rabbimiz Allah:

“Ey mutmain (tatmin olmuş) nefs, Rabbine hoşnut e-dici ve hoşnut edilmiş olarak dön, artık kullarımın arasına gir, cennetime gir. [30]

Allah’a seksiz ve şübhesiz iman etmiş ve Allah’ı gaye edinmiş mü’min muvahhidlerin sevgisi Allah’adır ve yalnızca Allah’dan korkarlar gerçeğini unutmamak gerek. Onlar, her anda Allah’ı zikretmekle meşguldürler… Yaniher hallerini Allah’ı görüyormuş gibi, Allah’ın razı olduğu şekilde düzenlemeye gayret ederler… Çünkü onlar, yalnız ve yalnız Allah’ı gaye edinmiş ve tüm arzuları Allah’ın

 



[1] Teğabün, 64/1

[2] Msra, 17/44

[3] Bkz. En’am, 6/161-164

[4] Bkz. Tevbe 9/111

[5] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’d-Daavat (çeşitli hadisler) B.8, Hds.3817. imam Malik, Muvatta’, Kitabu’1-Kur’ân-ı Kerîm, Hds. 32,Kitabu’l-Hacc, ds246

[6] Âl-ilmrân,3/26

[7] Bkz. Zâriyât, 51/56 .

[8] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu’l-Kıyame, B.14, Hds.2584. Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’z-Zühd, B.2, Hds.4107.

[9] Hûd, 10/52

[10] Tevbe, 9/33, Fetih, 48/28-Es-Saf, 61/9

[11] Mâide, 5/3- “… korkuyor musunuz onlardan? Eğer inanıyorsanız kendisinden korkmanıza Allah daha lâyıktır.” Tevbe, 9/1

[12] Âl-i İmrân, 3/85

[13] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B.31, Hds.116. Sünen-i Ebu Dayud, Kitabu’1-Vitr, B.26, Hds.1529 Sünen-i Neseî, Kitabu’t-Cihad, B. 18, Hds.3117

[14] Mülk, 67/2

[15] Kıyamet, 75/36

[16] Mü’minûn, 23/115

[17] Bakara, 2/155-157.

[18] Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’z-Ziihd, B.2, Hds.4106.-Mukaddime, B.23,

Hds.257. Benzeri bir hadis için bkz. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıtatu’İ-Kıyame, B,14,Hds.2583.

[19] Sahihi  Buhârî,  Kitabu’1-İman,  B.41,  Hds.47.-Bedu’l  Vahy,  B.l-

Hds.l-Kitabu’1-Itk, B.6, Hds.B.

Sahih-i Müslim, Kitabu’1-trnare, B.45, Hds.155. Sünen-i Neseî. Kitabu’t-Tahare, B.60, Hds.75. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’t-Talak, B.10-11, Hds.2201. Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’z-Zühd, B.26, Hds.4227.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fezailu’l-Cihad, B.16; Hds.1698

[20] Sahih-i Buhârî, Kitabu11-İman, B.41, Hds.49. Sahih-i Müslim, Kitabu’I-Vasaya, B.l, Hds.5

[21] Nahl, 16/114.

[22] Sahih-i Buhârî, Kitabu’z-Zekat, B.8, Hds.H-Kitabu’t-Tevhid, B.23. Hds.57

Sahih-i Müslim, Kitabu’z-Zekat, B.19, Hds.63, Sünen-i Neseî, Kitabu’z-Zekat, B.48, Hds.2514-2515 İmam-ı Malik, Muvatta, Kitabu’s-Sadaka, Hds.l

[23] Sünen-i İbn Mâce, Mukaddime, B.23, Hds.258

[24] Sünen-i Ebu Davud, KitabuVSünnet, B.3, Hds.4599,

Sünen-i Neseî, Kitabu’1-İman, B.2, Hds.4954.

[25] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.48, Hds.157.

Sahih-i Buharı, Kitabu’t-Tevhid, B.34, Hds.lll-Kitabu’1-Edeb, B.41, Hds.69

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’t-Tefsiru’l-Kur’ân, B.20, Hds.3370

[26] Bkz. Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-îman, B.13, Hds.14 Sahih-i Müslim, Kitabu’1-iman, B.15, Hds.68

[27] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu’l-Kıyame, B.22, Hds.2635.

[28] Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-Edeb, B.96, Hds.195.

Sahih Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.5Ö, Hds. 161

[29] Ra’d, 13/28 31

[30] Fecr, 89/27-30