Yolumuz Cihad-2

“Ey İman edenler, Allah’dan korkup sakının ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın. O’nun yolunda cihad edin, umulur ki, kurtuluşa erersiniz.[1]

İman etmenin gereği, takvaya ulaşmaktadır. Yani i-man etmek, sadece “ben de inandım” demekle olmadığını kavramak gerek. îman ettiğini beyan ve ilân edenler, i-manh olduklarını halleriyle ve tavırlarıyla isbât etmeli­dirler. Haliyle ve tavrıyla iman ettiğini ortaya koyamayan, aksiye hâl ve tavırlarıyla, kâfirlere ve müşriklere yakışan bir görüntü sergileyenlerin iman iddiaları ne kadar ciddi­ye alınabilir?..

İman edenler, takvaya ulaşmak için cehd. etmelidir­ler. Yani hayat, iman ve cihaddir… Ve onları Allah’a yaklaştıracak vesileler aramalıdırlar. Bu vesilelerin başın­da da, Allah yolunda cihad gelir. Cihad, mü’min muvah­hid kulu, Rabbi Allah’a yaklaştıran ve Rabbİnin rızasını kazanan en büyük vesiledir… Elbette ki, Allah’ın emret-tikleriyle ve emretmediği ama yapılmasından razı olduğu diğer ibâdetlerle Rabbimîz Allah’a yaklaşma yollarını ara­malı, onları bu yakınlık için vesile kılmalıyız…

Alİah yolunda ihlas ile cihad, kurtuluş vesilesi’dİr… Mü’min muvahhid, bu cihad görevini yerine getirecekfir, fakat kime karşı ve nasıl?

Rabbimiz Allah şöyle buyurur: “(Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerler­se, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.[2]

Yeryüzünü ifsâd eden müfsidlere ve fitneyi yayan fettana karşı, ayrıca Allah’ın dinini, din olarak kabul et­meyen, O’nun hâkimiyetini istemeyen ve İslâm’ı bir yana bırakmakla kalmayıp beşerî, tağutî ideolojilerini hâkim e-dip iktidar makamına oturanlara karşı savaşmak, Rabbimiz Allah’ın mü’min muvahhid müslüman kullarına kat’î ve kesin emridir!..

Yeryüzünde fitne ve fitneci kalmayacak ve bütün in­sanlık Allah’ın dinini yani İslâm’ı kabul edecek… Kimisi iman etmekle kabul edecek, kimisi de İslâm’ın himayesi­ne girip cizye vermekle O’nun üstünlüğünü kabul edecek­tir… işte böyle bir ortam oluşuncaya kadar Allah yolunda savaşa devam edecektir mü’min müslümanlar…

Hâkimiyetin kayıtsız-şartsız Allah’a aid olduğunu kabul etmeyen ve istemeyenler kimlerdir?.. Kur’ân-ı Kerîm’i yegane hayat yasası ve İslâm’ı hayatın her biri­minde hâkim olan olarak kabul etmeyen ve istemeyenler kimlerdir? Rasulullah (s.a.s.)’i hayat önderi olarak kabul etmeyen ve istemeyenler kimlerdir?… İşte bunlar, kimler ise, savaş onlara karşıdır… Allah (c.c.) böyle buyuruyor… Bunlar kimlerdir? Sorusuna müşahhas örnekler vere­cek olursak şunları sayabiliriz: Kapitalistler, faşistler, komünistler, sosyalistler, nasyonalistler, Liberalistler, a-teistler ve seküralistler… vs… Bunlar ve bunlar gibi olan­lar, Allah’ı yegane Rabb, yâni kanun koyucu, Rasulullah (s.a.s.)’i önder, Kur’ân-ı Kerîm’i hayat yasası, İslâm’ı ise, hayatın her yönüne, yani siyâsî idareye, ekonomiye, hukuka ve sosyal meselelere hükmedici nizam olarak kabul etmezler ve dahi istemezler…

Kabul etmedikleri ve istemedikleri bir yana, kabul e-denlere düşman oluyor, mü’minlere karşı duruyor, onlarla savaşıyorlar… Egemen oldukları için, mü’min muvahhid-leri zindanlara tıkıyor ve en ağır işkencelere mâruz bıra­kıyorlar… Bu tağutî egemen güçlerin işkencelerine ve zulümlerine uğrayan mü’min muvahhidlerin tek suçu, mü’min oluşları ve yegane Rabbimiz Allah’ın nizamı olan İslâm’dan başka bir nizâm kabul etmeyişleri ve bu uğurda direnmeleridir…

Rabbimiz Allah Teâlâ’nın emridir ki, bu fitnecilerle mücadele edilmeli ve onların fitnesi giderilmelidir… Eğer fitneden el çeker ve Allah’ın hükmüne rıza göster ir lerse, artık onlara karşı herhangi bir saldırı söz konusu olamaz…

Böyle mukaddes bir savaştan hiç kimse, mü’min muvahhidleri ahkoymamalıdır… Cihad emri gelince, mücahid hiç bir engel tanımadan hemen icabet etmelidir… Eğer bu konuda gevşek davranacak olursa:

“De ki: Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinizden korktuğunuz ticâret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’dan O’nun Rasulünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri ge­linceye kadar bekleye durun. Alİah, fasiklar topluluğuna hidayet vermez.[3]

Demek ki, hiç bir şey ve hiç bir kimse mü’mine Al-lah’dan, O’nun Rasulü (s.a.s.)’den ve O’nun uğrunda cihad etmekten sevimli gelmemeli… Yani Allah yolunda cihad söz konusu olunca mü’min mücâhidi, ne babası, ne annesî, ne kardeşi, ne çocukları, ne eşi, ne ticâreti ve ne de çok hoşuna giden bir bağı-bahçesi, köşkü, villası ve yazlığı engellememelidir. Onlara karşı olan sevgisi ve meyli, kendisini Allah yolunda, Allah düşmanlarıyla cihaddan ahkoymamalıdır… Mü’min mücâhid Allah’ın rızasını ve emrini, kendisine engel olanlara tercih etmelidir. Tercih etmeyişi, imanını tehlikeye sokar…

Böyle bir inanç ve böyle bir tavır, O’nun imanından kaynaklanır. Ve şöyle buyurur Allah (c.c):

“Ey iman edenler, (harpte) bir (düşman) toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman dayanıklılık gösterin ve Allah’ı çokça zikredin. Umulur ki, kurtuluşa erersiniz.

Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız (rüzgarınız kesilir/dev­letiniz), gücünüz gider. Sabredin, şübhesiz Allah, sabre­denlerle beraberdir.[4]

Karar verildi, zırhlar giyildi ve savaşılmadan çıka­rılmayacaktır. İman edenler, düşman topluluğuyla karşı karşıya geldiğinden savaş meydanından kaçmayacak ve dayanacaktır. Çünkü savaş meydanından kaçmak, helak edici en büyük yedi günahtan birisidir. [5]Elbette tekrar tek­rar hücum etmek üzere geri çekilmek veya daha sonra tekrar savaşmak üzere bir müddet savaş alanından uzak-iaşmak müstesnadır…

Mü’min mücahid, her zaman Allah’ı anar, yani Rabbinin farkındadır… Allah’ı zikretmek, her anında O’nun farkında olmaktır… Rabbi Allah, kendisini görüyor olarak davranmak, muhsinlerin en belirgin özelliğidir. Kendisi Allah’ı görmüyor, ama Allah kendisini görüyor, biliyor ve duyuyor… Bu iman ve bu şuurda olan mü’min, savaş alanında Allah’ı daha çok anmalıdır… Allah’ın yar­dımının kendisine ulaşmasına vesile olur, ihlas ile Allah’ı anmak!..

Ve her zaman itaat ve taat üzeredir mü’min mücahid-ler… Bu itaat gereği birbiriyle kardeş olmuş, hem kendisiyle, hem de diğer mü’minlerle barış içerisindedir. Bütün anlaşmazlıkların çözüm mercii, Allah ve Rasuiü (s.a.s.)’dir.[6] Herhangi bir çelişki, herhangi bir anlaşmazlık ortaya çıktığında Kitab ve Sünnet’e göre çözülüverilir… Mü’min muvahhidier, sonucu kabul ederler. Böylece bir­birine girmek, kavga etmek ve müslümanlar arası cephe­leşmek ortaya çıkmaz, zaten bunun ortaya çıkması, ya­saklanmıştır… İtaat edildiği müddetçe bu olumsuzluk gündeme gelmez… Eğer bu durum gündemde İse, demek ki mü’min muvahhidlerde, Allah ve Rasuiü (s.a.s.)’e karşı-ki itaatte büyük noksanlıklar ve gevşemeler olmuştur… Bundan dolayı mü’minler birbirine düşer, yılgmlaşır ve müstaz’af durumuna düşerler…

Bu olumsuz tavrın gündeme girmemesi için çokça sabretmek, dayanmak ve direnci kaybetmemek gerekir… Çünkü Rabbimiz Allah, sabredenlerle beraberdir. O’nun emirlerine göre yaşarken, nefs-i emmâreye, şeytana ve ta-ğuta karşı mücâhedelerinde direnebilenler, kurtuluşa er­meye hak kazanmaktadır.

“Hafif ve ağır savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz bu, sizler için daha hayırlıdır. [7]

“Hafif ve ağır savaşa kuşanıp çıkın…”, yani yoksul i-seniz de, zengin iseniz de, gönüllü iseniz de, gönülsüz iseniz de, genç iseniz de, yaşlı iseniz de, yaya iseniz de, atlı iseniz de, silâhınız varsa da, silâh bulamamışsanız da… Hangi durumda olursanız olun savaşa çıkın!.. Elbette üzerlerine savaşın farz olmadığı kişiler, bundan muaftır.

Tabiî ki, genel seferberlik, yani yediden yetmişe, işgalci güçlere karşı savaş hâli başka bir durum arz eder…

Biz mü’min muvahhidler için daha hayırlı olan, mallarımız ve canlarımızla Allah yolunda, tağutlarla ve zâlimlerle savaşmaktır… Hangi konumda olursak olalım imkânlarımız dâhilinde bu savaşa iştirak edip vazifemizi yerine getirmeliyiz… Hatta savaşamayacak kadar yaşlı b-lanlarımız bile, en azından mücâhidlerin hizmetinde bulunmak ve onların sayısını çoğaltmak gayesiyle orduya katılmalıdır… Çünkü Selef-i Salihin’den olan şahsiyetler, böyle davranıyorlardı… Yaşlılarımızın cephede bulun­maları, genç mücahidlerimize büyük moral desteği oldu­ğunu bilelim… Bu gözler, bu güzel duruma şahid olmuş­tu…

“Ey iman edenler, eğer siz, Allah’a (Allah adına İs­lâm’a ve müslümanlara) yardım edersiniz, O da, size yar­dım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.[8]

Allah, kendi (dini)ne yardım edenlere, kesin ola­rak yardım eder. Şübhesiz Allah, güçlü olandır, azız olandır. [9]

Rabbimiz Allah (c.c.), mü’min, muvahhid, müttakî ve mücâhid kullarına yardım edeceğini va’d etmiştir. Allah va’dından asla ve kafa dönücü değildir. Yalnız şunu hiç bir zaman unutmamak ve göz ardı etmemek lâzımdır ki, Allah’ın yardım va’dı, yine Sünnetullah gereği şarta bağlıdır: Eğer iman edenler, Allah Teâlâ’nın emrettiği şe­kilde davranacak ve Allah’ın dinine, aynı zamanda mü’min müslümanlara yardım ederlerse, Alİah, kendileri­ne yardım eder… Allah’ın yardımı, mü’min müslümanların Allah yolunda hizmetleri ölçüşünce gerçekleşir… Mü’min müslümanlar, Allah’ın dinine ne kadar yardım ederlerse ve müslümanların kurtuluşu, sağlık ve selâmetleri için ne kadar çalışırlarsa, Allah Teâlâ, yardımını çok daha ziya­desiyle gönderir… Allah, mü’min müslümanları rahme-tiyle kuşatır ve onlarla beraber olur…

îşgal altındaki İslâm topraklarında yaşayan müstaz’af müslümanlar, Allah’ın dinine yardım etmek için, yani fit­neyi gidermek ve İslâm’ın hayata hâkim olması için ciha­da kuşandıkları andan itibaren, Rabbimiz Allah’ın yardımı kendilerine ulaşacaktır… Mü’min muvahhidler, ihlasla kı­yama kalkar, “î’lâ-yı Kelimetullah” için bir bilek ve bir yürek olup Allah düşmanlarıyla savaşa tutuşacak olurlar­sa, Allah’ın gayb orduları da, “Biiznillah” yardıma gelir­ler. Bedir’de ve diğer savaşlarda geldikleri savaşa iştirak ettikleri gibi…

Bu konuda Rabbimiz Alİah şöyle buyurur:

İman etmekte olanlara yardım etmek, Bizim üze­rimizde bir haktır.[10]

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle yegane önderimiz Rasulullah (s.a.s.), insanlarla, niçin ve ne zamana kadar savaşmakla emrolunduğunu şöyle beyan eder:

“Bana, insanlar “Lâ ilahe illallah” deyinceye kadar onlarla harb etmekliğim emrolundu. Her kim “Lâ ilahe il­lallah” derse, müslümanlık hakkının gereği (olan hadler) müstesna, canını ve malını benim elimden kurtarmıştır. (İçlerindekilerden dolayı olan) hesabı ise, Allah’a aid” dir.[11]

Ebu Malik’den, O da, babasından rivayetine göre Ra­sulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Her kim “Lâ ilahe illallah” der de, Allah’dan başka tapılan şeylere küfrederse, O’nun malı(na) ve canı(na do­kunma) haramdır. (Batınî) hesabı ise, Allah’a kalmıştır.[12]

Bu konudaki bir uygulamayı da, Şeyhan’den yani İmam Ebu Bekir ve İmam Ömer (r.anhum)’dan dinleyelim. Ebu Hüreyre (r,a.) nakleder:

Rasulullah (s.a.s.) vefat ettiği zaman, Ebu Bekir hali­fe olup Arab kabilelerinden bazıları kâfirliğe dönerek, tekrar kâfir olduklarında, onlara karşı ordu şevkine giriş­tiğinde Ömer, Ebu Bekir’e hitaben:

-Sen, bu insanlarla nasıl kıtal yaparsın? Halbuki Ra­sulullah (s.a.s.):

“Ben, insanlar “Lâ ilahe illallah” deyinceye kadar onlarla harb yapmakla emrolundum. Kim bu sözü söyler­se, artık o kimse İslâm kanununun hakkı karşılığı olmak müstesna, benden malım ve canını korumuş olur. (Gizli günahının) hesabı ise, Allah’a aiddir.”, buyurmuştur, dedi.

Ebu Bekir de, Ömer’e karşı:

Allah’a yemin ederim ki ben, namaz ile zekât ver­mek arasını ayıran kimselerle muhakkak harb ederim. Çünkü zekât, mâlî bir haktır. Allah’a yemin ederim ki bunlar, Allah’ın Rasulü’ne veregeldikleri bir dişi oğlağı (yani umumî olarak zekâtı) benden men ederlerse, bu ze­kâtı men etmek suçundan dolayı onlarla muhakkak harb ederim, dedi.

Bunun üzerine Ömer:

Vallahi, bu mürtedlerle harp edilmesi hakkında hü­küm, Allah’ın Ebu Bekir’in göğsünü, gönlünü açıp geniş­letmiş olmasındandır. Ben, bu sayede onlarla harb etme­nin hak olduğunu öğrendim, dedi. [13]

İslâm’a göre, dışa doğru ve içe doğru savaş hukuku­nun ölçüsü budur. Dışa doğru, yani yeryüzünden fitneyi kaldırma savaşı devam ederken, içe doğru yani İslâm toplumunda fesadı körükleyenlere karşı savaş meşru kı­lınmıştır. Dar’ul İslâm’da, yani Şer’î devlette, mü’min müslümanların huzurunu bozan, fitne çıkaran, İslâm’ın eş­siz adalet yönetimine rağmen, kargaşa meydana getiren­lere karşı İmam Ebu Bekir (r.a.)’m tavrını sergilemek yet­ki sahibi olan mü’min muvahhidlerin en tabiî hakkıdır.

“Dinde zorlama yoktur[14] ama imandan sonra to­pukları üzere gerisin geriye küfre dönen, İslâm’ı bütün veya kısmen inkâr edenlerin, tekrar tevbe edip imana, İs­lâm’a geri dönmeyince cezası, öldürülmeleridir. Mürtedle-re hayat hakkı tanınmaz. [15]

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), kendisini ve görevini beyan buyururken şöyle demiştir. îbn Ömer (r.a.)’ın riva-yetiyle:

“Ben, kıyamete çok yakın bir zamanda kılıçla bir­likte gönderildim ki, hiç bir şey ortak koşulmadan yalnız Allah’a kulluk edilsin. Benim rızkım, mızrağım altına ko­nulmuştur. Zillet ve küçüklük, benim emrime muhalefet edenlere verilmiştir. Kendini bir kavme benzetenler, on­lardandır.[16]

îmam Buharî (r.a.), bu hadisin bir kısmım şöyle zapt etmiştir. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Benim rızkım, mızrağımın gölgesi altında kılındı. Horluk ve cizye vermek de, benim emrime muhalefet edenler üzerine kılındı. [17]

İbn  Abbas  (r.a.)’ın  rivayetiyle  Rasulullah  (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Ben, rahmet ve savaş Peygamberi olarak gönderil­dim. Tüccar ve çiftçi olarak gönderilmedim. Dikkat edi­niz! Dinine karşı duyarlı olanları hariç, ümmetimin en şerlileri tüccarlar ve çiftçilerdir. [18]

Kıyamete yakın bir zamanda kılıç ile gönderilen rahmet ve savaş Peygamberinin ümmeti, O’nun Sünne-ti’ne sıkı sıkıya bağlanması imanlarının vazgeçilmez bir gereğidir. [19] Rasulullah (s.a.s.), mü’min muvahhid müslümanlarının hayatlarının bütün yönlerinde kendileri için biricik örnektir. Rasulullah (s.a.s.), kılıç ile gönderilip, Allah düşmanlarıyla savaşmakla görevlendirmiş ki, mü’­min muvahhidler, izzet içinde yaşasın ve İslâm’da muhalefet eden kâfirler, müşrikler ve mürtedler de zillet için kalsınlar…

Ve Allah yolunda ihlasla yapılan cihada denk bir i-bâdetin bulunmadığını beyan buyurur önderimiz Rasulul­lah (s.a.s.). Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle, Rasulullah (s.a.s.)’e bir adam geldi ve:

Bana cihada denk olacak bir amele delâlet et, dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

“Ben, cihad değerinde bir amel bulamıyorum” bu­yurdu da, şöyle devam etti:

“Mücahid sefere çıktığı zaman, sen mescide girip de (O, geriye dönünceye kadar) hiç gevşemeden devamlı namaz kılmaya, hiç iftar etmeden devamlı oruç tutmaya gücün yeter mi?” buyurdu.

O zat:

Buna kimin gücü yeter ki?, dedi.

Ebu Hüreyre:

Mücahidin atı, merasında kösteklendiği ipinin çev­resinde şahlanarak ileri-geri elbette koşar. İşte atının bu koşması da, mücâhid lehine haseneler olarak yazılır, de­miştir.[20]

Cihada denk bir amel yok idi ve mücahid, Allah yo­lunda cihad niyetiyle yaptığı her hazırlığı vasıtasıyla sevab kazanır…

Yine Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle RasuluUah (s.a.s.) bunu, şöyle beyan buyurur:

“Atlar, üç nev’î insan için üç türlüdür:

At ırkı, bazı adam için sevabtır, bazı adam için (fa­kirlik ve ihtiyacına) bir perdedir, bazısına da boynunda bir vebaldir.

At, kendisi için ecir olan kimseye gelince, O, atını Allah yolunda (cihad için) bağlamıştır ve atını da bol otlu geniş bir sahada veya bir bahçede uzatmıştır. Bu bol otlu sahadan, yahud bahçeden atın bu uzun ipinde iken yediği her ot, at sahibi için haseneler olmuştur.

Atın ipi kopsa şahlanarak bir veya iki yükseklik veya bir iki şavt koşsa, yerde onun bıraktığı gübreleri ve izleri, sahibi için haseneler olur.

Bir de hayvan, bir nehre uğrayıp da ondan içerse -sa­hibi sulamak istememiş olsa bile- bu su da, sahibi için ha­seneler olur.

Bir kimse de, atını övünmek için yahud riya için ve İslâm ahaliye düşmanlık için bağlarsa, bu hayvan da, O’nun için bir vebaldir.[21]

Allah yolunda ve İslâm’ın hayata hakim olması uğ­runda yapılan cihadın faziletine baha biçilmez…

Sehl b. Sa’d (r.a.)’m rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah yolunda (cihad için) bir akşam yürüyüşü, bir sabah yürüyüşü, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha faziletlidir. [22]

Muaz b. Cebel (r.a.)’ın rivayet ettiği bir hadiste de, cihadın zirvede olduğunu görüyoruz.

Ve daha sonra Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Size bütün işlerin başını, direğini ve hörgücünün zirvesini bildireyim mi?”

Ben de:

Evet yâ Rasulullah, dedim.

Buyurdu ki:

“Her işin başı İslâm, direği namaz, hörgücünün zir­vesi de cihaddır.[23]

Taşıdığı değeri, bu ifadeler ile beyan buyurulan Al­lah yolunda cihadı terk etmek, onun için herhangi bir ha­zırlık yapmamak, onu bir yana bırakıp dünya metama yö­nelerek malıyla, ticaretiyle, mülk ve servetiyle uğraşmak en büyük gaflet olup kendisini kendi eliyle tehlikeye at­maktan başka bir şey değildir.

Eşlem Ebu İmran et-Tecibî (r.a.) anlatıyor:

Rum şehrinde (İstanbul’da) idik. Rumlardan karşımı­za büyük bir saf çıkardılar. Onlara karşı, onlar kadar veya daha fazla mü si umanlardan çıktı. Mısırlıların başında Ukbe b. Amir bulunuyordu. Cemaatın kumandanı ise, Fedale b. Ubeyd idi.

Müslümanlardan bir asker, Rumların safına hücum ederek, onların arasına girdi.

Askerler bağırarak:

Sübhanallah, dediler, kendi eliyle kendini tehlikeye atıyor.

Bunun üzerine Ebu Eyyubu’l-Ensarî, ayağa kalktı ve şöyle dedi:

Ey insanlar, siz bu ayeti bu tarzda te’vil ediyorsu­nuz. Oysa bu ayet, biz Ensar topluluğu hakkında nazil ol­du.

Allah, İslâm’ı kuvvetlendirip ve yardımcıları çoğa­lınca biz, Peygamberden saklı olarak birbirimize:

Mallarımız ziyan oldu. Cenab-ı Allah, İslâm’ı güç­lendirmiş ve İslâm’ın yardımcıları da çoğalmıştır. Artık biz, mallarımızın başına dönsek, onların ıslahıyla meşgul olsak, demiştik.

Allah, Peygamberine:

“Allah yolunda infak ediniz de, kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayınız.[24] ayetini indirerek, bizim cihaddan uzak kalma düşüncemizi reddetti. Bundan dolayı gerçek tehlike, malların başında durup onların ıslahı ile uğraşarak cihadı terk etmemizdir.[25]

Her işin, yani amelin zirvesi olan cihad, ümmet tara­fından hiç bir zaman terk edilmemelidir… Her düşüncenin ve her hareketin liste başı cihad olmalıdır… Her şeyden önce cihad düşünülmelidir, yani Allah yolunda, Allah’ın rızasını kazanmak için neler yapabilirim? Şu anda vazi­fem nedir ve naşı! yapmalıyım? Şu anda Rabbini Allah, benden ne istiyor, bana ne emrediyor onu, Rasulullah (s.a.s.)’den örnek alarak gerçekleştirmeliyim düşüncesi, mü’min muvahhidin unutamayacağı ve her zaman canlı tutacağı baş görevidir…

Ebu Ümame (r.a.) anlatıyor:

Bir adam:

Ey Allah’ın Rasulü, bana seyahat etmek için izin ver, demiş de Rasulullah (s.a.s.):

“Ümmetimin seyahati, yüce Allah’ın yolunda cihad etmektir” buyurdu.[26]

Allah yolunda cihadı bir yana bırakıp dünya zevkine dalmak, bir mü’min müslümanın işi olmaması gerektir… Hava almak ve zevk için seyahatler, yazlıklar, kışlıklar, çeşit çeşit arabalar, sadece dünyalık için yeni yeni iş yer­leri ve servet biriktirmek, Daru’l-Harb’te, hiçbir emniyetin bulunmadığı, müslümanîann esaret altında bulunduğu yerlerde düşünülecek şeyler olmadığını idrak etmek gere­kir… Böyle durumlarda, mü’min müslümanîann bütün güçlerini, kuvvet ve imkânlarını, yeryüzünden fitneyi kal­dırıp İslâm’ın hakim olması yolunda harcamaları gerekir…

İşgalci müşriklerin, kâfirlerin, dönek mürtedlerin ve tağutlann hakim olduğu İslâm, topraklarının, yeniden kurtuluş savaşları verilerek kurtulmaları gerekir… Zâlim müstekbirler, İslâm topraklarına egemen ve müslümanlar mahkum iken, hangi mü’min muvahhid rahat yaşayabilir veya rahat edebilir?…

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), mü’min mu-vahhidlerin her halükârda müşriklere karşı savaşmasını emrediyor… Mü’minler, hem müşriklere, hem de şirke karşı savaşmalıdırlar, hem kâfirlere, hem de küfre karşı savaşmalıdırlar ve de hem mürtedlere, hem de irtidada karşı savaşmalıdırlar… Diğer bir anlatımla insanları, şirke, küfre ve irtidada götürecek bütün yolları tıkamalı, insan­ları oralara yaklaştırmamalıdırlar… Hiç bir şirk ve küfür kültürüne hayat hakkı tanınmamalı, bu korkunç mikrop görüldüğü yerde ezilip yok edilmeli ve insanlık âlemi on­dan selâmet bulmalıdır…

Enes b. Malik (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Müşriklere karşı, mallarınızla, canlarınızla ve dille­rinizle savaşın” [27]

Sahib olduğunuz mallan, Allah yolunda harcayın, müşriklerin ve şirkin yok olma savaşına mallarınızla işti­rak edin… Bizzat kendiniz bu savaşa katılın ve tüm gücü­nüz, kuvvetinizle savaşın… Küfre ve şirke karşı gevşeklik yapmayın… Ayrıca ey mü’min muvahhidler, bu savaşı dillerinizle de gerçekleştirin… İslâm’ı tebliğ edin, İslâm davetini yeryüzünün her bölgesine ulaştırın… Küfrün, şirkin, nifakın, fışkın, fücurun, ifsadın ve zulmün ne kadar kötü olduğunu, insanoğlunun baş düşmanı bulunduğunu insanlara en ince teferruatına kadar, kafaları çatlarcasma

yorulmadan, usanmadan anlatın… Ulaşma imkânı olan bütün yerlere ulaşın, izah edin… Yazarak, çizerek, konu­şarak, gazeteler, dergiler, Kitablar, filmler, teyp ve video kasetleri, radyo ve televizyonlar vasıtasıyla dünyanın en ücra köşelerinde bulunan insanlara ulaşın ve İslâm’ı tebliğ edin… İnsanların küfürden ve şirkten kurtulup hakdin olan İslâm’a gelmelerini sağlayın… Kula, kul olmaktan kurtarıp Allah’a kul olmalarına vesile olun…

Evet, müşriklerle dilleriniz ile savaşın, yani İslâm öl­çüsünde olmak kaydıyla her türlü tebligat vasıtası kulla­nılabilirsiniz…

Rasulullah (s.a.s.), Hasan b. Sabit (r.a.)’a: “Hiç şübhe yok ki, kâfirleri hicvetmek, kendilerine ok isabetinden daha şiddetli gelir.”, buyurdu. [28]

Mü’minler kâfirlerin ve küfrün, müşriklerin ve şirkin, zâlimlerin ve zulmün bütün kötülüklerini, çirkinliklerini ve vahşeti anlatılacak, mazlum ve müstaz’afların uyan­malarına vesile olunacaktır… Kâfirlerin, müşriklerin ve zâlimlerin de küfürden, şirkten ve zulümden vazgeçmeleri

sağlanacaktır…

Ve cihad, Allah yolunda, yalnızca Allah rızası için ve O’nun emrettiği ölçülerde olacak… Bu ölçüden başka hiç bir şey için kıyam edilmez ve savaş bayrağı yükselti-

lemez…

Ebu Musa el-Eş’arî (r.a.)’ın rivayetiyle. Rasulullah (s.a.s.)’e bir kimse geldi de: -Bir kısım kimseler, ganimet malı için muharebe eder, bir kısım kimselerde, insanlar arasında adının söyle­nip övülmesi için muharebe eder, bir kısım insanlar da, vjgitlikteki mevkiî derecesi görülsün diye cihad eder. Şu halde Alİah yolunda cihad eden kimdir?, diye sordu. Rasulullah (s.a.s.):

“Her kim Allah’ın kelimesi en yüce olsun diye sava­şırsa, onunkisi Allah yolundadır.”, buyurdu.[29]

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in beyanıyla, yalnızca “İlâyı Kelimetullah” için cihad edenlerin savaşı, Allah yolundadır… Bundan başka gayeler, niyetler ile savaşmak veya tağutî sistemlerin bekası için, İslâm topraklarını iş­gal eden, Müslümanları mahkumlaştıran, müstaz’af hali­ne getiren gayr-ı İslâmî egemen hükümetlerin rahatı ve huzuru için onların rahatını bozanlarla savaşmak, tama­mıyla İslâm dışıdır… Allah’ın rızasıyla hiç bir ilgisi olma­dığı gibi, aksine günah kazanmak hatta imanın tehlikede olması durumu da gündemdedir… Mü’min müslümanların vatanı “Daru’l-îslâm”dır ki, o da, Allah’ın hükümlerinin, yani İslâm’ın hakim olduğu, mü’minlerin iktidar maka­mında bulunduğu ülkedir…

Hakimiyet Allah’ın iktidar, Allah’ın hükümlerini icra eden mü’minlere aid olan Daru’I-İslâm’ı her türlü düşman saldırısında korumak, her mü’minin üzerine bir borçtur… Bu vazife, mü’min muvahhidlerin en büyük vazifedir…

Daru’l-İslâm’ın ve onda mukim bulunan müslü­manların, şirkten, küfürden, irtidattan, fısktan, fücurdan, ifsaddan ve her türlü kâfir ve müşriklerin saldırısından korunması gerekir… Bu konuda ortaya konulacak her tür­lü imkân, güç ve kuvvet, cihadın tâ kendisidir…

Mü’min muvahhidler, bu uğurda cehd-u gayretlerini harcar, bu uğurda savaşım verir ve bu uğurda cihada ku­şanırlar. Çünkü bu halde olmak, Allah yolunda olmaktır, Allah’ın rızasını kazanmaktır…

Rasulullah (s.a.s.) ve O’nun yanında bulunan, O’nun cihad medresesinden mezun olan Ashabı (Allah cümlesinden razı olsun), böyle bir cihadın Örneğini sergilemiş ve savaşa bu ölçülerde kuşanmışlardı… Kıyamete kadar önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in izinden ayrılmayan mü’min, muvahhid, muttaki ve mücahidlerin de, sergile­yeceği tavır bu olmalıdır!..

 



[1] Mâide, 5/35.

[2] Bakara, 2/193, Enfal, 8/39

[3] Tevbe, 9/24

[4] Enfal, 8/45-46

[5] Bkz. Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Vesaya, B.24, Hds.29. Sahih-i Müslim, Kitabu’1-îman, B.38, Hds.145.

[6] Bkz. Nisa, 4/59

[7] Tevbe, 9/41

[8] Muhammed (Kıtal), 47/7

[9] Hacc, 22/40

[10] Rum, 30/47

[11] Sahih-i Buhârî, Kitabu’I-Cihad, B.101, Hds!l55. Sahih-i Müslim, Kitabu’1-îman, B.8, Hds.33-35 Sünen-i Neseî, Kitabu’I-Cihad, B.l, Hds.3076

[12] Sahih-i Müslim, Kitabu’i-İman, B.8, Hds.37

[13] Sahih-i Buhârî, Kitabu’z-Zekat, B.l, Hds.6 Sahih-i Müslim, Kitabu’1-İman, B.8, Hds.32 Sünen-i Neseî, Kitabul-Cihad, B.l, Hds.3077-3079 Sünen-i Tirmİzî, Kitabu’1-İman, B.l, Hds.2734

[14] Bakara, 2/256

[15] Sizden kim dininden geri dönerse ve kâfir olarak ölürse, artık on­ların bütün yapıp ettikleri (amelleri) dünyada da, ahirette de boşa çıkmış­tır. Ve onlar, ateşin halkıdır, onda sürekli kalacaklardır.” (Bakara, 2/217

îbn Abbas (r.a.)’dan: Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Dinini değiştireni öldürünüz!”

Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.l48, Hds.221 Sünen-i îbn Mâce, Kitabu’l-Hudud, B.2, Hds.2535 Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Hudud, B.25. Hds.1485. Sünen-i Neseî, Kitabu Tahrirnu’d-Dem, B.14, Hds.4043-4053 Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Hudud, B.l, Hds.4351. İmam Malik, Muvatta’, Kitabu’l-Akdiye, Hds.15

[16] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh.SO’den İmam Suyutî, Camiu’s Sağir, Hds.3152. Camİus-Sağir Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu vdğ. İst. 1996. C.2, Sh.196, Hds.1711.

[17] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.87. (Bab başlığında)

[18] Ebu Nuaym, Hılye’den îmam Suyutî, A.g.e., C.2, Sh.197, Hds.1713. (Camius-Sağir,Hds.3154)

[19] Enes b. Malik (r.a.)’dan Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “… Her kim, benim Sünnetimden (hayat yolumdan) yüz çevirirse, o benden değil­dir”

Sahih-i Buhârî, Kitabu’n-Nikâh, B.l, Hds.l Sahih-i Müslim, Kitabu’n-Nikâh, B.l, Hds.5

[20] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.l,, Hds.4 Sahih-i Müslim, Kitabu’I-İmare, B.29, Hds.l 10 Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedailui-Cihad, B.l, Hds.l669 Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cihad, B.l7, Hds.3114

[21] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cihad ve’s Siyer, B.48, Hds.75. Sahih-İ Müslim, Kitabu’z-Zekat, B.6, Hds.26

Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’l-Cihad, B.10, Hds.2788 Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedailu’l-Cihad, B.10, Hds.1686

[22] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.5, Hds.12 Sahih-i Müslim, Kitabu’1-İman, B.30, Hds.12-15 Sünen-i Tirmizî, Kidabu Fedaüu’l-Cihad B.17, Hds.1701. Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’l-Cihad, B.2, Hds.2755-2757

[23] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İman, B.8. Hds.2749 Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’ 1-Fiten, B.12, Hds.3972

[24] Bakara Sûresi, 2/195

[25] Sünen-i- Tirmizî, Kitabu’t-Tefsir, B.3, Haber.3152 Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B.22, Haber.2512

[26] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’i-Cihad, B.6, Hds.2486

[27] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B.17, Hds.2504 nen-ı Neseî, Kitabu’l-Cihad, B.l, Hds.3082.

[28] İbni Hacer el-Askalani, Buluğu’! Meram, Tercüme ve Şerhi, Selamet yollan, şerh: Ahmed Davudoğlu, İst. Ty. C.4, Sh.91 Hds.71

Ayrıca bkz. Sünen-i Tirmizî, Kitabu îstı’zan ve 1-Adab, B.1L». Hds.3004.

[29] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cihad, ve’s-Siyer, B.15, Hds.25 ^ahih-i Müslim, Kitabu’l-lmare, B.42, Hds. 149-151 ^Ünen-İ İbn Mâce, Kitabu’l-Cihad, B.21, Hds.3122 rjnen-iNeseî, Kitabu’l-Cihad, B.21, Hds.3122. Ebu Davud’ Kitabu’l-Cihad, B.24, ile 25 arasında numarasız, Tirmizî, Kitabu Fedailul-Cihad, B.I6, Hds.1697