(10) Mü’minin Sırdaşı, Ancak Mü’mindir

Yegâne Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuru­yor: “Ey İman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Onlar, size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sı­kıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağız­larından dışa vurmuştur. Sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size, âyetlerimizi açıkladık, belki akıl erdirirsiniz. Sizler, işte böylesiniz! Onları seversiniz, oysa onlar, sizi sevmezler. Siz, kitabın tümüne inanırsınız. Onlar, sizinle karşı­laştıklarında: ‘İnandık’ derler. Kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarım ısırır­lar. De ki: ‘Kin ve öfkenizle ölün.’ Şübhesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranları bilendir. Size bir iyilik dokununca tasalanırlar. Size bir kötülük isabet ettiğindeyse, buna sevinirler. Eğer siz, sabreder ve sakı­nırsanız, onların hileli düzenleri size hiç bir zarar veremez. Şübhesiz Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır.[1] Rabbimiz, Melikimiz ve İlâhimiz Allah Teâlâ, mü’min müslüman kullarını, her türlü tehlike karşısında bilgilendirip uyarıyor… Onlara, dostlarını ve düşmanlarını tanıtıyor… Kimle­re dost ve kimlere düşman olacaklarını kendilerine bildiriyor… Hayırlı, iyi ve güzel olan faydalı şeyleri emrediyor, kötü, çirkin ve zararlı şeylerden nehyediyor… Çünkü Allah Teâlâ, muvah-hid mü’minlerin yegâne velisi, yani dostu ve yardımcısıdır: “Alİah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisidir. Onları, karanlıklardan nura çıkarır.[2] Katâde (rh.a.) şöyle der: Karanlıklardan kasıd, dalâlet; nurdan kasıd ise, hida­yettir. [3] Mü’min müslümanlarm yegâne velisi Allah Teâlâ, onla­rı, cehalet, dalâlet ve gaflet karanlıklarından, kendilerine iman ve İslâm’ı nasib ederek, hidayet vererek nura çıkarmıştır… “İşte böyle! Çünkü Allah, iman edenlerin velisi; kâfirle­rin ise, velisi yoktur. [4] “Allah, takva sahihlerini (inanarak ve inaçlarını uygula­yarak) zafere ulaşmaları dolayısıyla kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar, hüzne kapılmayacaklardır. [5] Muvahhid mü’minler, mallarım ve canlarını cennet kar­şılığında yegâne Rabbleri Allah’a satmışlardır. [6] Onlar, yal­nızca Allah Teâlâ’ya ibadet eder ve yardımı da yalnızca O’n-dan isterler. [7] Onlar, yalnızca Allah’a aid kullardır ve dönüş­leri Allah’adır.[8] Onların, bütün ibadetleri, hayatları ve ölümleri Allah içindir. [9] Gerçek iman ile iman edip imanın gereğini yapan mu­vahhid ve müttakî mü’minler, Allah’ın velileridir… [10]Âlemle­rin Rabbi Allah Teâlâ, bu kullarının velisi, Mevlâsı ve yardım­cısıdır… Şöyle buyurur Rabbimiz Allah: “Bilin ki gerçekten Allah, sizin Mevlanızdır. O, ne güzel Mevlâdır ve ne güzel yardımcıdır.” [11] “Artık dosdoğru namaz kılın, zekatı verin ve Allah’a sa­rılın, sizin Mevlânız O’dur. İşte, ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcı.[12] Müttakî mü’minlerin yegâne Mevlâsı ve velisi Allah Te­âlâ, onları, kendileri gibi olmayanları dost ve sırdaş edinmeme­leri konusunda uyarıyor… Kendileri gibi olmayan, yani, yalnız­ca Allah’ı Rabb, İslâm’ı din ve Rasulullah (s.a.s.)’i önder ka­bul etmeyenler… Müslüman olmuş görünenler… Yegâne hüküm koyucu Allah ile beraber, başka hüküm koyucu olanları ve hü­kümlerini kabul edenler… Hayatlarının bazı konularında Al­lah’a itaat ediyor gibi görünüp, bir çok konularında egemen ta-ğutlara isteyerek, inanarak tabi olanlar… İslâm’ı kabul etmiş görünüp, hayata beşerî düzenleri egemen kılanlar… İslâm ile hayatın arasına kaim duvarlar koyanlar… İslâm’ın hayata ha­kim olmaması için her türlü önlemi alanlar… Hayata egemen olma konusunda İslâm’ı yasaklayanlar, hatta teklif edilmesine bile tahammül etmeyip, İslâm’ın sosyal hayata müdahalesini dile getirenleri en ağır cezalarla cezalandıranlar… Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’e inandıklarını yarım ağızla söylemelerine rağmen, hayat önderi ve örneği olarak başkalarına yönelip itaat edenler… Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ne uymayıp, o önderle­rinin emir, talimat ve âdetlerine uyanlar… “Biz de Kur’ân’a inanıyoruz; Kur’ân, bizim de kitabımız” dedikleri hâlde hayat­larım, kendilerinin heva ve heveslerine göre hazırladıkları düs­turlara göre tanzim ederler… Bütün hayatın Kur’ân-ı Kerim’e göre tanzim edilmesinin gereği kendilerine teklif edildiğinde, tüm sinirlerinin ayağa kalktığı, kin ve nefretlerinden dolayı yüzlerinin renginin değiştiği, kanlarının beyinlerine hücum et­tiği tipler!.. Bunlar sizden değildir ey iman edenler!.. İşte gerek bunları, gerekse kitablı ve kitabsız gayr-ı müs-limleri, arkadaş, sırdaş ve dost edinmeyin!.. Bunlara karşı uya­nık olun!.. Bunlar, her çağda İslâm karşıtı tiplerdir… Zaman za­man mü’min müslümanlara dost görünmeye çalışırlarsa da on­lar, kin ve düşmanlıklarını, ortaya koyup zarar verecek uygun bir ortam buluncaya kadar gizli tutarlar… Abdullah ibn Abbas (r.anhuma) ve Mücahid (rh.a.), bu âyetin inzal sebebi için şunları söylemişlerdir. Bu âyet, aralarında olan yakınlık, dostluk ve yemine dayanan yardım, komşuluk ve süt yakınlığı münasebetiyle mü’minlerden münafıklara samimi bir sevgi besleyen ve yahu-dîlerden bazı kişilerle buluşup alâka kuran bir grup insan hak­kında indi. İşte Allah, Teâlâ bu ayeti, münafık ve yahudîlerden, mü’minlere fitne isabet edeceği endişesiyle onları, sevip s’rdaş edinmeden men’etmek üzere inzal buyurdu.[13] Bu, her çağda, her zaman ve her mekânda böyledir! Mü’min müslümanlar, kendilerinden olmayan yahudî, hristiyan ve diğer tağutî ideoloji mensubları ile, ihaneti apaçık ortaya çıkmış, müslüman görünümlü hainleri asla dost ve sırdaş edin-jrıemelidhier… Emirü’1-mü’minin İmam Ömer ibnü’l-Hattab (r.a.)’a, şöyle bir teklifte bulunulmuştur: Burada, hıfz bakımından kendisinden daha kuvvetli ve daha güzel yazı yazan bir kimse bilinmeyen, Hîreli bir hris­tiyan bulunmaktadır. Eğer münasib bulursan, biz onu, kendimi­ze kâtib edineceğiz!.. İmam Ömer (r.a.), bunu kabul etmeyecek: Bu durumda sen, mü’minlerden başkasını sırdaş edin­miş olursun, dedi ve bu âyeti, müslümanl ardan başkalarını dost edinmekten nehyetmeye bir delil kabul etti.[14] Apaçık ve değişmeyen bir hakikat: “Mü’minin sırdaşı, ancak mü’mindir!” Mü’minin, mü’nıinden başka, kardeşi, sırdaşı ve dostu yoktur!.. Enes b. Malik (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöy­le buyurur: “Müşriklerin ateşiyle aydınlanmayın, yüzüklerinizin üzerine Arabça yazı nakşetmeyin! [15] Ezher b. Raşid anlatıyor: Biz, bunun ne demek olduğunu anlamadık. Nihayet Ha­san el-Basrî, yanımıza geldi. İnsanlar, bunun mânâsını O’ndan sordular. O da, şu cevabı verdi: Yüzüklerinizin üzerine Arabça yazı nakşetmeyin!” ifadesinin mânâsı, “yüzüklerinize, Muhammed (Rasulullah) is­mini kazdırmayın” demektir. “Müşriklerin ateşiyle aydınlanmayın!” demek ise, “işle­rinizde onlarla istişare etmeyin!” demektir. Sonra Hasan el-Basrî: Allah’ın kitabı’nda bu izahın doğruluğunu beyan eden âyet şudur, dedi ve: “Ey iman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin” âyetini okudu.[16] İmam Taberî (rh.a.) şöyle diyor: “Bu âyette zikredilenlerden maksad, sadece münafıklar değil, müslümanlarm Medine’de çevrelerinde bulunan ve İs­lâm’a karşı kinleriyle tanınan yuhudîlerdir. Zira, mü’minlere karşı açıkça savaşan müşrikler, mü’minler tarafından dost edi­nilmiyorlar, sadece mü’minlerle anlaşma yapıp onlara dost gö­rünmeye çalışan yahudîleri dost ediniyorlardı. Bu nedenle âyet, mü’minleri, onları yakın dost edinmek­ten men’ etti. [17] Emirü’l-mü’minin İmam Ömer ibnü’l-Hatab (r.a.)’ın ke­sin ve değişmez tavrı, bütün zamanlarda ve bütün mekânlarda mü’min müslümanlarm kesin ve değişmez tavrı olmalıdır!.. Şu olaya dikkat edelim!.. Ebu Musa el-Eş’arî (r.a.), zımmî bir kimseyi kâtib olarak göreve aldı. Emiru’l-mü’minin İmam Ömer (r.a.) O’na, bundan dolayı sitem eden bir mektup yazdı ve bu âyet-i kerimeyi [18] hatırlattı. Sonra Ebu Musa el-Eş’arî, Ömer (r.a.)’ın huzuruna bir hesap getirdi ve bunu, İmam Ömer’e sundu. İmam Ömer, yapı­lan bu hesabı beğendi. Daha sonra İmam Ömer’e bir mektup geldi. Ebu Musa’ya: Senin kâtibin nerede? Gelsin de insanlara bu mektubu okusun! deyince, Ebu Musa: O, mescide giremez, dedi. İmam Ömer: Neden, o, cünüb mü? diye sorunca, Ebu Musa: Hayır! O, bir hristiyandır, dedi. İmam Ömer, O’nu azarladı ve şöyle dedi: Allah, onları uzaklaştırın işken sen, onları yakınlaştır­ma! Allah, onları hakir düşürmüşken sen, onları tebcil etme! Allah, onların hain olduklarını söylemişken sen, onlara güven­me! Yine İmam Ömer (r.a.)’ın şöyle dediği rivaye olunur: Siz, Kitab Ehli’ni görevlerinizde kullanmayın! Çünkü onlar, rüşveti helâl bilirler. Siz, göreceğiniz işlerinize ve yönet­tiğiniz insanlarınızın işlerine, yüce Allah’dan korkan kimseleri görevlendirerek yardım alınız!.. İmam Kurtubî (rh.a.) bu olayı beyan ettikten sonra şöyle diyor: “O hâlde zimmet ehlini kâtibliğe getirmek caiz değildir. Bundan başka al iş-verişteki tasarrufları da, onların vekâletleri de caiz değildir. Derim ki: Bu günümüzde şartlar artık değişmiştir. Kitab Ehli’nden kimseler, artık kâtib yapılıyor, güvenilir kimse kabul ediliyor ve bunlar, böylelikle ahmak ve cahil yönetici ve emirler nez-dinde üstün mevkilere getirilmiş bulunuyorlar.[19] Son yüzyılda İslâm topraklan, kitablı ve kitabsız müs-tevlî tağutî güçler tarafından işgal edilmiş ve esaret altındaki mustaz’af mü’min müslümanlar, şirk ve küfürden kaynaklanan cahili yönetimler tarafından sömürülüp perişan edilmiştir… İs­lâm topraklarını işgal eden tağutlar, şirkin ve küfrün hükümle­rini egemen kılmışlardır… Müşrikler, kâfirler ve mürtedler, yö­netimi ele geçirmiş ve mü’min müslümanları insandan bile saymamış, hiç hesaba katmadan egemenliklerini devam ettir­mişlerdir… Tağutların egemenliğinde cami ve mescidleri dol­duran eli abdestli, ağzı oruçlu ve kendisini müslüman kabul e-den milyonlarca insan, kendilerini şirk ve küfürle yönetsin diye vekiller seçip yetkili kılmışlardır!.. Rabbimiz Allah: “Ey iman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Size, kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar……” buyururken, kendisini iman edenlerden kabul edenler, onları, iktidar koltuklarına taşımış ve tağutî hükümlerle hükmetme makamına oturtmuşlardır… Sinelerindeki kin, düşmanlık ve ihanetlerini gizleyip müslüman kitlelere güleç yüzlü görünenleri, iyice tanısınlar di­ye ayetlerini açıklıyan Rabbimiz Allah: “Sizler, işte böylesiniz! Onlan seversiniz, oysa onlar, sizi sevmezler. Siz, Kitab’ın tümüne inanırsınız. Onlar, sizinle kar­şılaştıklarında: ‘İnandık’ derler. Kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlanm ısırır­lar. De ki: ‘Kin ve öfkenizle ölün!’ Şübhesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranları bilendir.” buyuruyor. Ve bu hain tiplerin karekterlerini beyan buyuruyor: “Ve (yine) onlara: ‘İnsanların iman ettiği gibi siz de i-nıan edin1 denildiğinde: ‘Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi i-nıan edilim?’ derler. Bilin ki, gerçekten asıl kendileri düşük akıllılardırlar, amma bilmezler. İman edenlerle karşılaştıktan zaman: ‘İman ettik’ derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklamda ise, derler ki: ‘Şübhesiz, si­zinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz.’ (Asıl) Allah, onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde şaş­kınca dolaşmalanna (belli bir) süre tanır.[20] Rabbimiz Allah, İslâm’a ve mü’min müslümanlara karşı kin ve düşmanlık dolanları tanıtıp onlarla dost ve sırdaş olmayı buyururken, yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.) ümmetini, dost edinecekler konusunda uyarıyor!.. Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasu­lullah (s.a.s.): “Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu yüzden herbiriniz, dost edindiği kişiye dikkat etsin!” [21] Abdullah ibn Mes’ud (r.a.) şöyle demiş: Siz insanları, kardeş edindikleri kimselerle değerlen­dirin!. [22] İmam Kurtubî (rh.a.), tefsirinde şu gerçeği beyan ediyor: “Yüce Allah, bu âyet-i kerimeyle mü’minlere, kâfirlerden, yahudîlerden ve hevâlarının arkasından giden sapık fırka­lardan olanları, içüdışlı kimseler, yakın kimseler edinmeyi, görüşlerini almayı ve işlerini görmeyi kendilerine havale etme­yi yasaklamaktadır. Denildiğine göre, senin itikat ve dinine muhalif olan hiçbir kimse ile karşılıklı konuşmaman gerekir. Şair der ki: Sen, kişiye dair sorma. Onun arkadaşını sor. Çünkü her bir arkadaş, beraber olduğu kimseye uyar![23] Katâde (rh.a.) şöyle diyor: Allah’a yemin olsun ki, mü’min olan insan, münafıkı hoş görür, onu barındırır, ona merhamet eder. Şayet münafık, mü’minin sahib olduğu şeye sahib olsa, mü’minlerin kökünü kurutur! [24] Bu, zamanın değişmesiyle değişmeyen ve sahibiyle ay-nîleşmiş bir ihanet karekteridir… Bundan dolayı yegâne Rabbi-miz Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Size bir iyilik dokununca tasalanırlar. Size bir kötülük isabet ettiğindeyse, buna sevinirler.” Muvahhid mü’minler, her zaman ve her mekânda, hangi işte olurlarsa olsunlar, mutlaka muvahhid mü’min kardeşleriyle istişare edip, sırlarını onlara açıklamalı, mü’min müslüman ol­mayanları sırdaş edinmemelidirler… Çünkü kardeşi ve velisi olan muvahhid mü’min, onun sırrını saklar, ona iyiliği emreder ve ona yardımcı olur… Bu karekter, mü’minlerin değişmez gü­zel ahlâkıdır… Rabbimiz Allah, mü’min müslüman kullarının bu güzel ahlâklı karektelerini şöyle beyan buyurur: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin veli­leridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar. Namazı dos­doğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Rasulüne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şübhe-siz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.[25] Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’dan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Allah Teâlâ, bir peygamber gönderdiği ve bir kimseyi halife yaptığı zaman, muhakkak onun iki nev’î sırdaşı olmuş­tur: Bunun biri ona, ma’rufu, hayır olanı emreder ve onu, o yo­la teşvik eyler durur. Diğeri de ona, şerri emreder ve onu, şerr üzerine teşvik eder durur. Ma’sum olan ise, Allah Teâlâ’nın fe­nalıklardan koruduğu kimsedir. [26] Muvahhid mü’minlerin sırdaş edineceği kişiler, kendisi­ne ma’rufu emredip onu, iyiliğe teşvik edecek şahsiyetler ol­malıdır… Bu da, mü’min müslüman kişiden başkası değildir!.. Rabimiz Allah şöyle buyurdu: “Siz, sabreder ve sakınırsanız, onların hileli düzenleri si­ze hiçbir zarar veremez. Şübhesiz Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır.” “Ayetin mânâsı şöyledir.” diyor İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.): “Allah’ın emirlerini yerine getirme konusunda sabırlı olan ve Allah’ın nehyettiği hususlardan da ittika eden herkes, muhakkak ki, Allah’ın muhafazasında olur. Bundan dolayı o kimseye, kâfirlerin tuzağı ve hilekârların hilesi zarar vermez. [27] [1] Âl-i İmrân, 3/118-120. [2] Bakara, 2/257. [3] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 3, Sh. 496. [4] Muhammed, 47/11. [5] Zümer, 39/61. [6] Bkz. Tevbe, 9/111. [7] Bkz. Fatiha, 1/5. [8] Bkz. Bakara, 2/156. [9] Bkz. En’am, 6/162. [10] Bkz. Yunus, 10/62-63. [11] Enfal, 8/40. [12] Hacc, 22/78. [13] İmam el-Vahidî, A.g.e. Sh. 125. Abdulfettah el-Kadî, A.g.e. Sh. 79. İmam Suyutî, Esbâb-ı Nüzul, C. 1, Sh. 149. et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 346. [14] Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 7, Sh. 23. İbn Kesir, A.g.e. C. 4, Sh. 1348. İbn Ebu Hatim’den. İmam Kurtubî, A.g.e. C. 4, Sh 340. [15] Sünen-i Neseî, Kitabu’z-Zinet, B. 52, Hds. 5174. et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 346. Ayrıca Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 3, Sh. 99. [16] et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 346. İmam Kurtubî, A.g.e. C. 4, Sh. 340. İbn Kesir, A.g.e. C. 4, Sh. 1349. [17] et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 346. [18] Âl-i İmrân, 3/118 [19] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 4, Sh. 340. [20] Bakara, 2/13-15. [21] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’z-Zühd, B. 32, Hds. 2484. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’1-Edeb, B. 19, Hds. 4833. Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbei, Müsned, C.2, Sh. 303, 334. [22] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 4, Sh. 339. [23] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 4, Sh. 339. [24] et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 347. [25] Tevbe, 9/71. [26] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Ahkâm, B. 42, Hds. 56. Kİtabu’l-Kader, B. 7, Hds. 17. Sünen-i Neseî, Kitabu’I-Biat, B. 32, Hds. 4183-4185. Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 3, Sh. 39,88 [27] Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 7, Sh. 33.