(15) Adaleti Ayakta Tutanlar

Yegâne Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuru­yor:

“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınları­nız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar,) ister zengin olsun, ister fakir olsun. Çünkü Al­lah, onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp hevâ (tutku­larınıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şübhesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olan­dır.[1]

Alemlerin Rabbi Allah, kendisine iman eden ve imanla­rına zulüm karıştırmayan [2]muvahhid mü’min kullarına yepyeni bir emir veriyor… Onları, yalnız Allah için şahidler ol­maya davet ediyor… Yalnız Allah için olmak, ferdde, ailede, toplumda ve yeryüzünde adaleti ayakta tutar, onu yüceltir ve sapmalardan korur… Yegâne Rabbi Allah’a katıksız ve gölgesiz iman eden Tevhid ehli mü’min şahsiyet, herşeyi ile Rabbi Al­lah’a teslim olmuş, O’nun emrettiği ve Rasulullah (s.a.s.)’den işitip gördüğü şekilde yaşamaya gayret etmiştir… “Misak” anında Rabbi Allah’a vermiş olduğu ahdine her zaman ve her mekânda sadık kalmış, gereğini yerine getirmiştir…

Yeryüzünde Allah’ın şahidleri olaan muvahhid mü’minler,[3] kendilerinin, anne-babalarının ve yakınlarının aleyhle­rinde bile olsa Allah için dosdoğru şahidlik yapacak ve adalet­ten sapmayacaklardır… Kendilerine şahidlik yapacakları insan­lar, ister fakir olsun, isterse zengin olsun fark etmez… Ne faki­re karşı merhamet, ne zengine karşı hürmet, muvahhid mü’minleri adaletten alıkoyamaz. İnsanlar genelde, fakire karşı merhamet duygularıyla hareket ederken, zenginin servetinden dolayı bir beklenti içene girer, ona hürmet duyarlar… Fakiri, kendisine duyduğu merhamet duygusundan dolayı üzmek ve kırmak istemezken, zengini ise, ondan bir ihtiyaç beklentisin­den dolayı kırmak ve üzmek istemez…

Allah için olan [4]ve yalnızca Allah’a ibadet edip yal­nızca yardımı O’ndan bekleyen [5]mü’min müslüman kul, şahidliğe davet olunduğunda, Allah için dosdoğru şahidlik yapar, olayına şahid olduğu kişi en yakınları bile olsa, fakir ve zengin olmaları onu, adaletten saptırmaz… Çünkü o, her hâlini yegâne Rabbi Allah’ın rızasını taleb etmeye çalışır… Bütün beklentisi Allah’ın razı olduğu bir kul olabilmektir… Sevabını, ecrini Rabbi Allah’dan beklemektedir… Ne en yakınlarından, ne zen­ginlerden ve ne de fakirlerden bir beklentisi, kendisini adalet­ten saptıracak bir ihtiyacı yoktur!.. Böyle âdil davranması, o-nun yeryüzünün varisleri olan salih kullardan olduğunun bir gereğidir…

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Andolsun, Biz, Zikir’den sonra Zebur’da da: ‘Şübhe-siz arza (yeryüzüne) salih kullarım varis olacaktır’ diye yazdık.[6]

Yeryüzünün varisleri ve yeryüzünde Allah’ın şahidleri, mirasçı oldukları yeryüzünü emrolunduklari gibi imar ederken, Allah için şahidliğe davet olundukları şahidiiklerini hakkıyla yerine getirmeli ve yeryüzünde halifeler olduklarını unutmadan yeryüzünün idaresini, Âlemlerin Rabbi Allah’ın emrettiği şe­kilde yapmalıdırlar!..

Rabbimiz Allah’ın, âdil şahidler olmayı emrettiği bu âyet-i kerimenin inzaline sebeb olan olayın bilinmesi, âyetin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olur…

Süddî (rh.a.) şöyle demiştir:

Bu âyetin iniş sebebi şudur:

Rasulullah (s.a.s.)’e, bir zenginle, bir fakir mahkeme için başvurmuşlardı. Nebî (s.a.s.)’in meyli, fakirden yana idi. Zira, fakirin (zengine) zulmedemeyeceği görüşünde idi. Bu yüzden Allah Teâîâ, sadece ve sadece hem zengin, hem fakir hakkında Rasulullah (s.a.s.)’in adaleti ayakta tutmasını emretti de bu âyeti:

“(Onlar,) ister zengin olsun, ister fakir olsun. Çünkü Al­lah, onlara daha yakındır.” kısmına kadar indirdi. [7]

İmam Suyutî (rh.a.), *’ed-Durru’l-Mensûr” adlı eserinde şunu beyan eder:

“İbnu’I-Munzir’in ibn Cureyc kanalıyla İbn Abbas (r.anhuma)’mn bir mevlâsından rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.s.), Medine-i Münevvere’ye geldiğinde O’na ilk inen Sûre, Bakara Sûresi olmuş, onun peşinden de Nisa Sûresi inmiştir. O sırlarda Medine’de kişi, oğlu, amcası veya başka bir yakını hakkında şahidlik edecekse ve durum da kendi yakını aleyhin­de ise, şahidliğinde dilini eğip büker, farkı, şekillerde anlaşıla­bilecek şekilde şahidlik ederdi ki, kendi yakını lehine hüküm verilsin. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[8]

“Ey iman edenler,…… Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun.”

Yalnız ve yalnız Allah için… Lehte ve aleyhte şahidlik yapılacağı zaman hiç kimsenin yakınlığı, menfaati, rızası, hiz­meti ve yaardımı düşünülmeden yalnızca Âlemlerin Rabbi Al­lah için şahidlik yapmak, gerçekten iman edenlerin olmazsa ol­maz özelliklerindendir… Yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak için şahidlik yapmak… Her türlü menfaat, arzu ve meyillerden tamamen sıyrılıp yalnız Rabbi Allah’ın rızasını gözeterek şahid olmak… Bu Tevhidi ve ihlâslı davranış, adaleti ayakta tutar… Her haklının hakkına kavuşması için bu net ve imandan kaynaklanan tavra ihtiyaç vardır… Bu tavır da, ancak muvahhid mü’min bir şahsiyetin sergileyeceği tavırdır…

“Kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa…”

İşte böyle bir şahidlik, adaletin eşit derecede uygulanma­sı ve hiç kimseye zulmedilmeme s ini gündeme getirir… Kim haklıysa o, hakkına kavuşur, kim de suçluysa o da, cezasını gö­rür…

Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:

“Şübhesiz Allah size, emanetleri ehline (sahihlerine) tes­lim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hük­metmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veri­yor. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.[9]

“Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve onların ne­valarına uyma! [10]

“Şahidliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse, artık şübhesiz onun kalbi günahkârdır. Allah, yaptıklarınızı bilendir. [11]

Zeyd b. Halid el-Cühenî (r.a.)’m rivayetiyle şöyle buyu­ruyor Rasulullah (s.a.s.):

“Dikkkat edin! Size, şahidlerin en hayırlısını haber veri­yorum: Şahidliğini, istenmeden yapandır! [12]

İmam Nevevî (rh.a.), bu hadisin te’vil ve izahı hususun­da Ulemâdan bir kaç kavil nakletmiştir:

1) İmam Malik ve Şafiîlere göre bundan maksad: Hak sahibinin haberi yokken, onun hakkına şahid olan bir kimsenin gelerek:

Ben, senin hakkına şahidim, demesidir. Bunu, yapması lâzımdır. Çünkü şehadet, onun elinde hak sahibine aid bir emanettir.

2) Bu hadisten murad: Şehadet-i hisbe (yani Allah nzası için yapılan şehadet) dir. Bu şahidlik, insanlara mahsus olma­yan haklarda yapılır. Vakıf, umumî vasiyyet, hudud-ı şer’iyye, köle âzâdı ve boşanma gibi şeylerde hisbe şahidliği kabul edi­lir. Bu nev’i bir hakka şahid olan kimsenin, hâkime müracaat ederek şahidliğini bildirmesi icâb eder.

3) Hadis-i şerif, şahidlik istenildikten sonra onu eda hu­susunda mecaz ve mübalağaya hamledilir. Yani: “En hayırlı şa­hid, kendinden bu iş istenir istenmez hemen edâ edendir” ma­nasınadır. Nitekim: “Cömert adam, istemeden verir” derler ki, bundan maksad, o adamdan bir şey istenir istenmez hemen ver­mesidir.

Geçen bir hadiste:

“Şahid gösterilmedikleri hâlde şahidlik ederler!” buyru-larak, çağınlmadan şahidlik yapanlar zemmedilmişlerdır. Fakat bu rivayet, babımız hadisine aykırı değildir. Çünkü bu rivayet, çağrılmadan mahkemede şahidlik yapanlar hakkındadır. Bir ih­timale göre bundan murad: Yalancı şahidlik, başka bir ihtimale göre de şehadete ehil olmayan kimsenin şahidliğe kalkışması­dır. [13]

Allah için şahidlik, toplumda adaleti ayakta tuttuğu gibi, yalan yere şahidlik zulmün egemen olmasını sağlar… Toplum­da adam kayırma olduğunda suç ve suçlu artar, fesad, her tara­fa yayılır, adalet kalkar, zulüm, toplumun baş belâsı olur… Ki­şi, kendisi, anne-babası ve yakınları için adaletten sapıp, suç» oldukları hâlde lehlerinde şahidlik yapar ve onları suçsuz gös­terirse, elbette zulüm işlemiş olur… Mazlumlara zulmedenlere meyletmiş, onların zulmünü desteklemiş ve haksızlıklarına or­tak olmuştur… Hâlbuki o, şahidliğini Allah için dosdoğru yapacak olursa, suç ve suçlu apaçık ortaya çıkacak, onlara gerekli ceza verilip önlem alınacak, böylece toplumda zulüm engellen­miş, adalet egemen olmuş olacaktır…

İbn Şihâb ez-Zuhrî (rh.a.) şöyle diyor:

Selef-i Salihinden geçmiş olanlar, anne-babamn ve kardeşin (lehteki) şahidliğini caiz kabul ediyorlar ve bu hususta yüce Allah’ın:

“Ey iman edenler, adaleti titizlikle ayakta tutan ve Allah için şahidlik edenler olun” buyruğuna dayanıyorlardı. Çünkü Selef-i Salihten (Alİah razı olsun) bu hususta herhangi bir kim­se itham altında bulunmuyordu. Sonra insanlardan öyle bir ta­kım davranışlar ortaya çıkmaya başladı ki, yetki sahihlerini, bu hususta onları itham (zann) altında tutmaya itti. O bakımdan it­ham altında bulunanın şahidliği terk edildi. Bu, sonunda çocu­ğun, babanın, kardeşin, kocanın ve zevcenin (lehteki) şahidliği­ni caiz görmemek noktasına geldi.[14]

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Şahidliği, Allah için dosdoğru yerine getirin. [15]

İmam İbn Kesir (rh.a.) şöyle diyor:

“Şahidliğin yerine getirilmesi, Allah rızası için olmalıdır. İşte o zaman şahidlik adaletli, gerçek, sıhhatli, tahriften, değiş­tirme ve gizlemeden kurtulmuş olur. Bunun içindir ki:

“Kendiniz aleyhine de olsa…..” buyrulmuştur. Hattâ za­rarı sana gelse bile şahidlik yap! Bir iş hakkında sana soruldu­ğunda, sana zararı dokunsa da doğruyu söyle. Muhakkak ki Al­lah Teâlâ, kendisine itaat eden kimseleri, rahatsız eden her du-nimdan çıkarıp kurtuluşa erdirecektir.

Allah Teâlâ: “Anne-babanız ve yakınlarınız aleyhinde de olsa……” buyuruyor ki, şahidlik, anne-baba ve yakınların aley­hinde dahi olsa bu hususta onları gözetme, onlara zararı dokun-sa da şahidlik yap! Zira hak, herkese hakim olup herkesten ön­cedir.

Allah Teâlâ: “İster zengin, ister fakir olsun, onlan Al­lah’ın koruması daha uygundur.” buyuruyor. Birisini, zengin olduğu için gözetme; diğerine, fakirliğinden dolayı acıma! Al­lah, onların işini üzerine almıştır. Allah Teâlâ, onlara senden daha çok yakındır ve onlara uygun olanı en iyi bilir.[16]

Bundan dolayı şahidliğin, hak üzere ve adaletin gereği olarak dosdoğru yapılması, yalancı şahidliğe asla meyledilme-mesi gerekir… Yalancı şahidlik Allah Teâlâ’ya ortak koşmak ile eşit tutulmuştur… Muvahhid bir mü’min, böyle bir kötü duru­ma asla düşmemeli ve bundan Âlemlerin Rabbi Allah’a sığınm alıdır…

Ebu Bekre (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), üç kerre:

“Büyük günahların en büyüğünü size haber vereyim mi?”

Evet, haber ver ya Rasulallah, dediler.

Rasulullah:

“Allah’a ortak kılmak, anne-babaya eziyet etmek” buyurdu.

Dayanmakta iken oturdu da:

“İyi dinleyin! Bir de yalan yere şahidlik etmektir!”

Ravî dedi ki: – Rasulullah, bu son sözü tekrar etmekte o kadar devanı etti ki, nihayet biz (kendisine acıyarak): Keşke sussa, di­yorduk. [17]

Hureym b. Fatik (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Yalan şahidliği, Allah’a şirk koşmaya denk tutulmuş­tur.”

Sonra:

“Öyleyse iğrenç bir pislik olan putlardan kaçının, yalan söylemekten de kaçının. [18]  âyetini okudu. [19]

Süleyman b. Musa (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Hain erkeğin, hain kadının; zina eden erkeğin, zina e-den kadının, (din) kardeşlerine kin besleyen kimsenin şahidliği geçerli değildir. [20]

Yegâne hayat nizamı İslâm’da adaletsizlik, yani zulüm haram kılınmış olduğu gibi, adaletsizliğe lehte şahidlik yapmak yasaklanmıştır… Mü’min müslümanlar, adaleti ayakta tutmak, zulmü ayaklar altına alıp yok etmek için şahidlik yapmalıdır­lar…

Numan b. Beşir (r.a.) anlatıyor:

Annesi (Amre) binti Revâha, babasının malından oğluna hibe edilen bazı şeyleri sormuş. Babası, onu bir sene bekletmiş. Sonra aklına pişmanlık gelmiş. Amma Kadın:

Oğluma hibe ettiğin şeye, Rasulullah (s.a.s.)’i şahid tutmadıkça, ben razı olamam, demiş.

Bunun üzerine babam, elimden tuttu. O gün ben çocuk­tum. Beni, Rasulullah (s.a.s.)’e götürerek:

Ya Rasulallah, bunun annesi binti Revâha, oğluna yaptığım hibeye seni şahid tutmamı diledi, dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

“Ya Beşir, bundan başka çocuğun var mı?” diye sordu.

Evet, cevabım alınca:

“Hepsine, buna yaptığın kadar bağışta bulundun mu?” dedi.

Babam:

Hayır, cevabı verince:

“O hâlde beni şahid tutma! Zira ben, adaletsizliğe (zul­me) şahid olamam!” buyurdu.[21]

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Ey iman edenler, âdil şahidler olarak, Allah için hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoy­masın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’dan kor­kup sakının. Şübhesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.

Allah, iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir. Onlar için bağışlanma ve büyük bir ecir vardır.

İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar ise, onlar da alevli ateşin halkıdırlar.[22]

Kimden gelirse gelsin zulüm, zulümdür… Kim olursa olsun zalim, zalimdir… Yegâne Rabb olarak Allah’ı bilmiş ve inanmış her muvahhid şahsiyet, zalime ve zulme karşı durur, onunla mücadele eder, onu toplumdan uzaklaştırır… Allah’ın hükümlerinin, Allah’ın kullarının kalblerine, beyinlerine, vü-cûd organlarına, hâl ve hareketlerine hakim olmasını sağlama­ya çalışır… Allah’ın emirleri, Allah’ın kullarının hayatlarına egemen olması gerekir… Allah ve Rasulü (s.a.s.) insanları, ken­dilerine hayat veren, huzurlu, sağlıklı ve mutlu kılan bir inanca ve bir yaşantıya davet ederler. [23] Bu davete icabet edenler, dünyada izzetli bir hayat yaşarlar… Şerefli, huzurlu ve mutlu bir ömür geçirirler… Hevâ ve heveslerine tabi olmaz, aksine hevâlarını tamamen terk edip, yegâne ilâh Allah’a tam teslimi­yeti gündeme getirirler…

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Öyleyse adaletten dönüp hevâ (tutkuları)nıza uyma­yın.”

İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.) şöyle diyor:

“Bunun mânâsı: ‘Adaletle vasfedilebilmeniz için, hevâ-nıza tabi olmayı terkediniz’ şeklindedir. Bu husustaki sözün özü şudur: Adalet, hevâya uymayı bırakmaktan ibarettir. Kim iki zıd şeyden birisini bırakırsa, muhakkak ki, diğerini elde et­miş olur. Buna göre âyetin takdiri: ‘Âdil olabilmeniz için, he-vânıza uymayın. Yani, adil olabilmeniz için nevanıza uymayı bırakınız’ şeklinde olur.[24]

îmam Kurtubî (rh.a.), şu açıklamayı yapıyor:

“Yüce Allah’ın: ‘Artık…..hevâya uymayın’ buyruğu bir

yasaktır. Çünkü hevâya tabi olmak aşağılatıcıdır. Yani, helak edicidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“İnsanlar arasında hak ile hükmet. Hevâya uyma ki, seni Allah’ın yolundan saptırır. [25]

Çünkü hevâya tabi olmak, haksız yere şahidlikte bulun­maya, hükümde haksızlık yapmaya ve buna benzer şeyleri işle­meye iter.