(34) Sözü Doğru Söylemek

Yegâne Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuru­yor:

“Ey iman edenler, Allah’dan korkup sakının ve sözü doğru söyleyin.

Ki O (Allah), amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse, artık o en bü­yük kurtuluşla kurtulmuştur.[1]

Salih amel, sapasağlam imandan sonra gündeme gelir ve kabul görür… İman olmayınca veya imana şirk ve küfür karıştı­rılıp zedelenmişse, salih amel makbul olmaz… Önce iman, son­ra takva… Rabbimiz Allah, herhangi bir ameli emretmeden ön­ce: “Ey iman edenler!” diye buyurur… Ancak gerçek iman sa-hibleri olan muvahhid mü’minler, yegâne Rabbleri Allah’ın emirlerini dinler ve itaat ederler… Dinlemek ve itaat etmek, ka­tıksız iman etmenin sonucu gündeme gelir… Bir insan, mutma­in derecede iman etmemiş ise, Rabbimiz Allah’dan gelen emir­leri ve hükümleri ne dinler, ne de itaat eder… Ancak herhangi bir zor, ya da menfaat var ise, dinlemiş ve itaat etmiş gibi görünür…. Üzerinden zor kalkar ve umduğu menfaat yok olunca, itaati terk edip isyana başlar…

Bir kişinin Allah’dan korkması, yani takva sahibi olması için, gereği gibi iman etmesi şarttır… Ancak bu imanından do­layı muttaki olur… İman ile beraber takva sahibi olan mü’min müslürnan, Allah’ın emrine ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ne itat eder… Allah ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat eden mü’min müslü-man kul, sözün doğrusunu söyler… Çünkü onun özü doğru ol­muştur… Özü doğru olanın, sözü de doğru olur… Kalbte tasdik varsa, dilde ikrar olur… Dil, kalbin tercümanıdır… Kalbteki olan doğruluk, dil tarafından beyan edilir… Kalb, batın, dil ise zahirdir… Kalbteki imanın dil tarafından beyanı, mü’min müs-lümanın belirtisi, kalbte iman olmadığı hâlde dil ile inandığının beyanı münafığın alâmetidir…

Katıksız ve gölgesiz iman eden, rnüttakî olur… Müttakî olan, sözün doğrusunu söyler… Sözün doğrusunu söyleyenin sözü, özüne, özü sözüne uymalıdır… Özü doğru olanın, sözü doğru olur… Sözü doğru olanın, özü de doğru olmalıdır… Doğ­ru olup doğru konuşmalı… Doğru konuşup doğru olmalıdır… Mü’min müslüman şahsiyetin özü doğru, sözü doğru ve ameli doğrudur…

Yegâne Rabbimiz Allah, emrolunduğu gibi dosdoğru ol­mayı buyuruyor… Muvahhid mü’min kullar, Rabbleri Allah’dan gelen bu buyruğu duyar duymaz hemen itaat eden şah­siyetlerdir…

Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:

“Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru davran. Ve azıtmayın. Çünkü O (Allah), yaptık­larınızı görendir.[2]

Muvahhid mü’min şahsiyete yakışan, dosdoğru olmaktır… Onun şahsiyetine en küçük bir eğrilik yakışmaz… İman bakımından özünde dosdoğru olan muvahhid mü’min, hâl ve davranışlarında da dosdoğru olmalı… Hareketleri ve sözleri, özündeki iman gibi dosdoğru bir şekilde ortaya çıkmalıdır… Özdeki doğruluk, tavır ve sözlerde de gündeme gelmelidir… Sözü, özünü tasdik etmeli… Doğru özü, doğru sözünde belli ol­malıdır…

İnsanların en şereflisi, gereği gibi iman eden ve Al­lah’dan korkandır… İman ve takva, bir sadık insanda bir araya gelince, doğruluğun ne olduğu insanlar tarafından görülmüş olur…

İmam Kurtubî (rh.a.) şunları kaydeder:

“İkrime (rh.a.) ve yine İbn Abbas (r.a.) da şöyle demiş­lerdir:

Dosdoğru söz, ‘Lâ ilahe illallah’ demektir.

Bunun, dışı içine uygun düşen söz olduğu söylendiği gi­bi, başkası bir tarafa sadece Allah’ın rızası gözetilerek söyle­nen sözdür, diye de açıklanmıştır.

Dosdoğru söz (kavl-ı sedid), bütün hayırları kapsar. O hâlde dosdoğru söz, sözü edilen bütün bu hususlar hakkında ve başkaları hakkında genel bir ifadedir.

Daha sonra yüce Allah, dosdoğru söz söylemeyi, amelle­ri düzeltmek ve günahlan bağışlamak ile mükâfatlandıracağını va’delmektedir. Böyle bir derece ve böyle yüksek bir mevki ise, mükâfat olarak çok üstün ve yeterlidir.[3]

Ümmü’l-müminin Aişe (r.anha) şöyle demiş:

Rasululîah (s.a.s.), ne zaman minbere çıkmışsa mu­hakkak ki:

“Ey iman edenler, Allah’dan korkup sakının ve sözü doğru söyleyin!”[4]âyetini okuduğunu işitmişimdir.[5]

Ebu Musa el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), bir gün bize, öğle namazını kıldırdı. Namazı bitirince eliyle işaret etti. Biz de oturduk.

Buyurdu ki:

“Muhakkak ki, Allah bana, size Allah’dan korkmanızı ve doğru söz söylemenizi emretmemi buyurdu!”

Sonra hanımlar geldiler onlara da:

“Ey hanımlar, muhakkak Allah bana, size Allah’dan korkmanızı ve doğru söz söylemenizi emretmemi buyurdu!”

dedi. [6]

İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.), bu âyetin tefsirinde şöyle diyor:

“Allah onları, kendilerinden sâdır olması uygun fiil ve sözlere teşvik ve irşâd etmektedir. Bu fiiller hayır, sözler ise haktır. Çünkü hayrı yapıp, şerri terkeden, Allah’dan korkmuş­tur. Doğruyu söyleyen de, doğru söylemiş olur.

Cenab-ı Hak, daha sonra bu kimselere, bu iki emrine karşılık şu iki va’dde bulunmuştur:

Mü’minlerin hayır ve güzel olan işlerine karşılık, işleri­nin iyiye götürülmesi… Çünkü kişi, Allah’dan ittika ettiği için amellerini düzeltir. Amel-i salih de göğe kaldırılır ve orada muhafaza edilir. Böylece de amel-i salih yapan, cennette ebedî bırakılır. Kişinin doğru söylemesine karşılık da, günahlarının bağışlanması va’dediimiştir.

Daha sonra Cenab-ı Allah:

“Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse, muhakkak ki o, en büyük kurtuluşla kurtulmuştur.” buyurmuştur.

O hâlde Allah’a itaat, Peygamber’e itaat demektir. Fakat Cenab-ı Hak, bu iki itaati, itaat edenin fiilinin çok kıymetli ol­duğunu göstermek için birlikte zikretmiştir. Çünkü bu kimse, bu tek hareketiyle Allah katında bir and, Rasul katında da bir ‘el’ edinmiştir.

Allah Teâlâ: “Muhakkak ki o, en büyük kurtuluşla kur­tulmuştur” buyurmuştur. Cenab-ı Hak, bu kurtuluşu şu iki sebebten dolayı büyük olarak nitelemiştir:

a)  Bu, büyük bir azabtan kurtuluştur. Azabtan kurtulma ise, azabın büyüklüğü nisbetinde büyük olur. Öyle ki, bir kim­se, birisine bir kamçı vurmak istese ve o birisi bundan kurtul­sa, bu hususta, ‘O, büyük bir kurtuluşa erdi’ denilmez. Çünkü onun kurtulduğu bu azab, tahakkuk edecek olsaydı da, durum pek fazla farklı olmayacaktı.

b)  Bu kimse, büyük bir mükâfata ulaşmıştır. Bu da, ebe­dî olan bir mükâfattır.[7]

Rabbimiz Allah, nefsini arındırıp temizleyen mü’min ve müttakî kullarının gerçekten kurtuluşa erdiğini beyan buyuru­yor. [8]Böyle temizlenen muvahhid kullar, Allah’a itaat eder, emirlerine göre davranır, hükümlerini hayata hakim kılar… Dosdoğru söz olan “Lâ ilahe illallah” kelimesini söyleyip ona sadık kalır ve ondan sonra söyleyeceği her sözün , “Lâ ilahe il­lallah”^ uygun olduktan sonra, fikir ve söz, bununla örtüştük-ten sonra, o mü’min müslüman kulun amelleri ıslah edilir, gü­nahları af olunur… O salih kul, Allah ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat ettiği için, en büyük kurtuluşla kurtulmuştur…

Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:

“Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse, işte onlar, Al­lah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddîkler, şehıd-ler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar.[9]

“Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefs, Rabbine, hoşnud edici ve hoşnud edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir. [10]

 



[1] Ahzab, 33/70-71.

[2] Hud, 11/112.

[3] İmam Kuıtubî, A.g.e. C. 14, Sh. 201.

[4] Ahzab, 33/70

[5] İbn Kesir, A.g.e. C. 12, Sh. 6611. İbn Ebu Dünya’nın “et-Takva” k-itabından.

[6] İbn Kesir, A.g.e. C. 12, Sh. 6610. İbn Ebu Hatim’den. Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 4, Sh. 391,413.

[7] Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 18, Sh. 301-302.

[8] Bkz. Şems, 91/9.

[9] Nisa, 4/69.

[10] Fecr, 89/27-30.