İSTİKÂMET SAHİBİ OL!

Muvahhid bir mü’min Müslüman kişinin, yegâne hayat ni­zamı İslâm’ın reddettiği her türlü aşırılıktan sakınarak, emre­dil­di­ği gibi doğruluk üzere bulunması anlamına gelen istikâmet söz­lükte, “doğru, düzgün, dengeli, sabit ve kararlı” mânâlarında kullanılmaktadır… Kavm kökünden mastar olan İstikâmet dilde, “doğruluk, dürüstlük, adâlet, itidal, itaat, sadakat ve dü­rüst­çe yaşamak” anlamında kullanılmasıyla bilinir… Arapça söz­lüklerde, istikâmet kelimesiyle ilgili olarak genellikle, “dinî ve ahlâkî hükümlere uygun bir hayat sürme, her türlü aşırılıktan sa­kınma, Al­lah’a itaat edip, Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in Sün­net’ine uyma” şeklinde özetlenebilecek açıklamalar yapıl­mıştır.

Râgıb el-İsfahânî (rh.a), istikâmet kelimesinin, düzgün bir çizgi gibi dosdoğru yol hakkında kullanıldığını ve bundan dolayı hak ve hakikat yoluna “Sırât-ı müstakîm” denildiğini ifade ettik­ten sonra istîkâmetin insanla ilgili olarak “dosdoğru yol üzerinde sapmadan ilerleme, demek olduğunu belirtir.[1]

İstikâmet, imanda ve amelde, yegâne Rabbimiz Allah’ın em­­­­­rettiği ve razı olduğu gibi davranmaktır… İstikâmet, Allah’ın emrettiği ve razı olduğu kulluk vazifelerini, yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasu­lul­lah (s.a.s.)’in Sünnet’inde olduğu gibi ya­şamaktır… İsti­kâmet, gerek akîde de, gerekse yaşantıda ta­ğutu bütün yönle­riyle reddedip, her hâlinde İslâm üzere olmaktır… Şirkten, Kü­fürden, bid’at ve hurafelerden tamamen tertemiz olmak, böy­lece Tevhi­de, imana ve İslâm’a sarılmak, em­ro­lu­nan ibadetleri gösterildiği şekilde yapmak istikâmet üzere olmak demektir…

Akîde de, tağutu her yönüyle reddeden ve amelde bid’at ile hurafeden arınarak Sünnet üzere yaşamak, istikamet sahibi ol­ma­nın gereğidir… Allah’ın emir ve nehiyleri olan Kur’ân-ı Kerim ve onun hayata uygulanış şekli olan Rasulullah (s.a.s.)’in Sünne­ti, muvahhid mü’minlerin bütün hayatını kuşat­tığı ve yön­lendirdiği zaman, istikâmet üzere olmak kâmil mâ­nâda gündeme gi­rer…

Akîde de istîkâmet, sahih iman sahibi olmakla, amelde is­tikâmet ise, bid’at ve hurafeden tamamen uzaklaşarak Sünnet üzere bulunmakla gerçekleşir… İmanda ve amelde gereği gibi dosdoğru olanlar, istikamet sahibidirler…

Süfyan b. Abdullah es-Sekafî (r.a.) anlatıyor:

-Ya Rasulullah, İslâm hakkında bana öyle bir söz söyle ki onu, senden sonra hiç kimseye sormayayım, dedim.

Rasulullah (s.a.s.):

-Allah’a iman ettim, de ve dosdoğru (istikâmet sahibi)ol!” buyurdu.[2]

“Bu hadis-i şerif, Kadı Iyâz (rh.a)’in dediği gibi, “Ce­vâ­mi­u’l-kelim” dendir.Çünkü Rasulullah (s.a.s.), yirmi üç senede bütün tafsilâtıyla anlattıklarını bunda hulâsa etmiş­tir. İstikâmetin iman üzerine “sümme” ile atfedilmesi, onun dere­cesinin, ikrar derecesinden uzak olduğuna işaret içindir. Ancak buradaki uzaklık, zaman itibariyle değil, rütbe farkı itibariyledir ve istikâmetin rüt­besi daha yüksektir. Zira istikâmet, taatlere ve sadakata devam­dır.[3]

“Allah’a iman ettim” cümlesini, katıksız olarak kalben tas­dik ve dil ile ikrar eden bir muvahhid mü’min, istikâmet sa­hibi olmakla vücûd organlarıyla, yani gereği gibi amel etmekle bu ikrarındaki sadakatını isbat etmiş olur…

Enes (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyu­rur:

“İman, temennî ile dış görünüşle değildir. O, kalbde yer eden ve davranışların doğruladığı şeydir.”[4]

“Vasat” ve “merhamet edilmiş Ümmet”in mutlak müctehid imamlarından İmam Hasan el-Basrî (rh.a.) şöyle de­miştir:

-Muhakkak ki iman, temennî (birtakım lafta kalan şey­lerle oyalanma)ile değildir. Hoşlanmayla da değildir. Fakat O,kalbe yerleşen ve amellerin tasdik ettiği bir şeydir![5]

Sarsılmaz ve değişmez sapasağlam Ehl-i Sünnet ve’l-Ce­ma­at akîdemize göre, “amel, imandan bir cüz değildir” Bu aki­devî kaîdemiz, “gerek sözünle, gerekse hâl ve hareketinle şirk ve küfür olan her şeyi isteyebilirsin, bunlar amel olan şeyler­dir, ima­nına bir zarar vermez” anlamına gelmez ve bu şekilde yorum­lanamaz!.. “Elfaz-ı küfür ve ahvâl-ı küfür” her ne kadar amelî şeyler iseler de, akîdeyi bozan ve imanı sakatlayıp yok ol­ma­sına vesile olan şeylerdir… Muvahhid mü’min olan kişi, söz ve ameline çok dikkat etmeli, imanı zedeleyici, Tevhidi bozucu söz ve fiillerde bulunmamalıdır… Sözü ve hâli, imanı yalanla­mamalı, ak­sine imanını tasdik edici olmalıdır… İstikâmet üzere ol­manın gereği budur!..

İmam Hasan el-Basrî (rh.a.) şunları da beyan etmiştir:

-Bir kul, cennet ve cehennemin varlığına kesin olarak inanırsa, mutlaka Allah’dan korkup solar. İstikâmet üzere olur. Ölün­­­ceye kadar da iktisadlı davranır!

Cennet, yakîni inanç ile taleb edilir ve yine yakînî inanç sayesinde cehennem ateşinden kur­tulabiliriz. Yakînî inanç ile farizalar en mükemmel şekilde edâ edi­lir. Yakînî inançla hak yolda sabır ve sebat gösterilir. Al­lah’ın verdiği afiyette çok hayır vardır.[6]

İstikâmet sahibi olmak, hayatın her merhalesinde ve her yö­nünde Kur’ân ve Sünnet’e tabi olup İslâm üzere sebat et­mek­le olur… Gerek ferdî, gerek ailevî ve gerekse toplumsal ha­ya­tı, Kur’ân ve Sünnet’e tabi kılmak, istikâmet üzere olmanın vaz­ge­çil­mez şartıdır…Kadın olsun, erkek olsun muvahhid mü’min şah­­­siyet,dünya işlerinin bütününü ahirete göre ayarlar, ekono­mide, hukukta, siyasette ve ticarette,yegâne Rabbi Allah’ın rıza­sını gö­ze­terek, O’nun emir ve nehiylerine göre davranır!.. Rabbi Al­lah’ın koyduğu helâl ve haram sınırlarını hakkıyla korur… Bu sı­nır­ları asla çiğnemediği gibi, başkalarının çiğnemesine de ke­sin­likle razı olmaz ve çiğnetmemek için bütün imkânlarıyla çalı­şır!..

Ebu’d-Derda (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah, bazı şeyleri farz kılmıştır, onları kaçırmayın. Bazı sı­nırlar çizmiştir, onları çiğnemeyin. Birçok şeyleri de unutmadan münezzeh olduğu hâlde sükût etmiştir. Onlara, kendinizi zor­la­mayın. Allah’dan bir rahmet olarak, o ruhsatları kabul edin.”[7]

Allah’ın çizmiş olduğu sınırlarını korumak, O’nun hü­küm­leriyle amel etmek ve gerek ferdî hayatını, gerek ailevî ha­yatını, gerekse toplumsal hayatı O’nun rızasına uygun düzen­lemekle olur… Çünkü hayatın her merhalesi ve her yönüyle ilgili Allah Teâlâ’nın emirleri ve nehiyleri vardır… Yegâne hayat nizamı İslâm, bütün hayatı kuşatmıştır… İslâm’ın boş bıraktığı hayatî hiçbir yön yoktur… Hayatî tüm meselelere mutlaka en adil ve en hayırlı bir cevap olup, o meseleyi çözüme kavuştur­muştur… Hangi konu olursa olsun, önce onu ortaya koymuş, o konuda insanları aydınlatmış, hak yolu göstermiş ve en doğru çözümü sunmuştur…

Allah ve Rasulü’nün beyan buyurduğu hüküm ile hük­met­mek, hiçbir ve tercihi söz konusu etmeden amel işlemek, her muvahhid mü’minin kulluk vazifesidir…

“Allah ve Rasulü, bir işe hükmettiği zaman mü’min bir er­kek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Rasulüne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.”[8]

“Aralarında hükmetmesi için, Allah’a ve Rasulüne çağrıldıkları zaman mü’min olanların sözü: “İşittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır.

Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse ve Allah’dan korkup O’n­­dan sakınırsa, işte kurtuluşa ve mutluluğa erenler bunlardır.”[9]

İşte gerçek İstikâmet!.. İşte istikâmet sahibi olanlar!..Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in hükmüne tam teslim olup akîde ve amel konusunda emredileni itirazsız yapanlar!..

İmam Abdulkerim Kuşeyrî (rh.a.), meşhur “Risâle” sinde şöy­le diyor:

“İstikâmet: Her şeyin kendisi ile kemâl bulduğu ve tamam olduğu (ahlâkî ve dinî) bir derecedir. Her nevi hayrın hu­­sule gel­me­si ve nizama konulması, istikâmetin varlığı ile mümkündür.

İstikâmet üzere bulunmayanın gayreti boşa gider, cehdi zayi olur. Allah Teâlâ: “İpliği güzel bir şekil­d­e eğirdikten son­ra tekrar bozan kadın gibi olmayınız…” (Nahl, 16/32) buyurmuştur.[10]

Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

“Artık sen de, beraberindeki tevbe edenler de emrolun­du­ğun gibi dosdoğru ol. Ve aşırı gütmeyin. Şübhesiz O (Allah), bütün yaptıklarınızı çok iyi görendir.”[11]

Dosdoğru ol, yani istikâmet üzere ol! Fakat kendince bir anlayışla değil, Rabbin Allah’ın emrettiği gibi bir istikamet üzere ol! Dosdoğru olmak ancak Allah’ın emrettiği gibi olmakla gerçekleşebilir!

İmam Gazalî (rha) şöyle diyor:

“Doğru yolda ve ortada istikâmet çok zordur. Fakat insan tam mânâsı ile istikâmet edemezse de, istikâmete yaklaşmaya gayret etmelidir. Felâh ve necatı (kurtuluşu) arzu eden, iyi bilme­­­lidir ki, kurtuluş ancak salih amellerle mümkündür. Salih ameller ise, güzel ahlâktan doğar. Herkes, kendi sıfat ve ahlâkını araştırsın ve sıralasın, sonra da teker teker tedavilerine baksın.”[12]

Sevban (r.a.)’ın rivayetleriyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:

“(Her işte) doğru-dürüst (istikâmet üzere) olunuz. Bunu, tam tutup başaramayacaksınız. (O hâlde) biliniz ki, sizin en hayırlı ameliniz namazdır. Ve kâmil mü’minden başkası abdesti muhafaza etmez.”[13]

Huzeyfe (r.a.) şöyle demiştir:

-Ey Kur’ân okuyucuları topluluğu, (Allah’ın emrine yapışmanız sûretiyle) dosdoğru yola giriniz! (Eğer dosdoğru yola gi­rerseniz) şübhesiz sizler, açık bir öne geçişle öne geçi­ril­miş olur­sunuz. (Eğer muhalefet edip de) dosdoğru yoldan sağa ve sola giden yolları tutarsanız, muhakkak pek uzak bir sapık­lıkla sapmış olursunuz![14]

Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

“Şübhesiz: ‘Bizim Rabbimiz Allah’dır” deyip sonra do­s­doğ­ru bir istikâmet tutturanlar (yok mu), artık onlar için korku yoktur ve onlar, mahzun da olmayacaklardır.

İşte onlar, cennet halkıdır, yapmakta olduklarına karşılık ol­mak üzere, içinde ebedî olarak kalacaklardır.”[15]

“Şübhesiz: ‘Bizim Rabbimiz Allah’dır, deyip sonra dosdoğru bir istikâmet tutturanlar (yok mu) onların üzerine melekler iner (ve der ki:) ‘Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size va’dolunan cennetle sevinin.”[16]

İmam Ebu Bekr es-Sıddîk (r.a.)’dan: “Sonra dosdoğru bir is­tikâmet tutturanlar” buyruğunu,Allah’a hiçbir şeyi ortak koş­ma­yanlar,diye açıkladığı rivayet edilmiştir.

el-Esved b.Hilâl’in, O’ndan rivayet ettiğine göre, arkadaşlarına şöyle sormuş:

-Şu, “Bizim Rabbimiz Allah’dır, deyip sonra dosdoğru bir istikâmet tutturanlar, ayeti ile “iman edenler ve imanlarına da zu­lüm karıştırmayanlar (En’âm, 6/82) ayetleri hakkında ne diyorsunuz?

Arkadaşları:

-Dosdoğru olanlar, günah işlemeyenler, imanlarına zulüm karıştırmayanlar da, manlarına hiçbir günah bulaştırmayanlar, demektir, dediler.

Bunun üzerine Ebu Bekr (r.a.) şöyle dedi:

-Andolsun, siz, bu ayeti olmadık şekilde yorumladınız.

“Şübhesiz: ‘Bizim Rabbimiz Allah’dır, deyip sonra dosdoğru bir istikâmet tutturanlar” başka hiçbir ilâha iltifat etmeyenler, yö­nelmeyenler, demektir.

“İmanlarına zulüm karıştırmayanlar” ise, imanlarına şirk karıştırmayanlar demektir. “İşte onlaradır güvenlik ve onlardır hi­da­yete ermiş olanlar.” (En’âm 6/82)

İmam Ömer İbnü’l-Hattab (r.a.)’dan da, minber üzerinde hut­­be irad ederken şöyle dediği rivayet edilmektedir: “Bizim Rab­bimiz Allah’dır, deyip…” hakkında şöyle dedi:

-Allah’a yemin ederim, O’na itaat için dosdoğru yol üzerinde gidenler, sonra da tilkilerin sağa-sola kıvrılıp gittikleri gibi ka­çış­mayanlar demektir.

İmam Osman b. Affân (r.a.) ise:

-Sonra Allah için amellerini ihlâs ile yapanlar, diye açıklamıştır.

İmam Ali (r.a.) da:

-Sonra farzları edâ edenler, diye açıkladığı rivayet edilmiştir.

İbn Zeyd ve Katâde:

-Allah’a itaat üzere dosdoğru olanlar, demişlerdir.

İmam Hasan el-Basrî (rh.a.):

-Allah’ın emri üzere dosdoğru yürüyerek, O’na itaat olan işleri yapıp, O’na masiyet olan işlerden kaçınanlar, demektir, diye açıklamıştır.

Mücahid ve İkrime ise şöyle demişlerdir:

-Ölünceye kadar, “Allah’dan başka hiçbir ilâh yoktur” şeha­deti üzerinde dosdoğru gidenler, demektir!

Süfyan es-Sevrî:

-Söylediklerine uygun olarak amelde bulunanlar, diye yorumlamıştır.

er-Rabî’ ise:

-Allah’dan başkasından yüz çevirenler, demiş.

Fudayl b. İyad ise:

-Fanî olana rağbet etmediler, ebedî olana yöneldiler, açıklamasında bulunmuştur.

Bunun, ikrarları ile dosdoğru oldukları gibi, gizli hâllerinde de dosdoğru olanlar, anlamında olduğu söylenmiştir.

Yine: Sözleriyle dosdoğru olduğu gibi, fiilleriyle de dos­doğ­ru yürümüşlerdir, diye de açıklanmıştır.

İmam Hasan el-Basrî (rh.a.), bu ayet-i kerimeyi okudu mu:

-Allahım, Sen, bizim Rabbimizsin! İstikâmeti bize ihsan et! di­ye duâ ederdi.

İmam Kurtubî (rh.a.) diyor ki:

-Bu görüşler, her ne kadar biri diğerini kapsıyor ise de şöyle özetlenebilir:

Onlar, Allah’a itaat üzerinde itikaden sözleriyle ve fiilleriyle mu­tedil olanlar, dengede olanlar ve böylece devam edenlerdir.[17]

Yegâne hayat nizamı olan İslâm’ın hayattan uzaklaştırıldığı ve hayata müdahale etmesinin tamamen yasakladığı işgal altındaki İslâm topraklarında, müstekbir tağutların egemenliğinin bütün zulmüyle devam ettiği bir zamanda, istikâmetten sapmak an meselesi olmuştur… Hava çok dumanlı ve zemin çok kaygan!.. Böyle bir ortamda istikâmet sahibi olanlar, imanları katıksız, amelleri riyâsız ve şirksiz olanlardır… Gerçek muvahhid mü’minler bunlardır!..

Bundan dolayı, Ebu Ali Cüzcanî şöyle demiştir:

-İstikâmet sahibi ol, kerâmet sahibi olma! Zira nefsin kerâmeti taleb hususunda hareket hâlindedir. Aziz ve Celîl olan Rab­bin ise, senden istikâmet taleb etmektedir.[18]

 



[1]    Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İst.2001,C.23,Sh.348.

[2]    Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.13,Hds.62.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’z-Zühd, B.47, Hds.2522.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B.12, Hds.3972.

Sünen-i Dârimî, Kitabu’r-Rikak, B.4 Hds.2713-2714

İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Çev. Rıfat Oral, Konya, 2003, C.1,Sh.106, Hds.29/71

[3]    Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İst.1977, C.1, Sh.254.

[4]    İmam Suyutî, Camiu’s-Sağir Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Çev. İsmail Mutlu, vdğ. İst.1996, C.3, Sh.232, Hds.3298 (7570). Deylemî, Müsnedü’l-Fir­devs’den.

Münâvî, Feyzü’l-Kadir, C.5, Sh.355, Hds.7570.

Not: Hadis, zâiftir.

[5]    Abdullah İbnü’l-Mübarek, Kitabüz-Zühd, Çev. M.Adil Teymur, İst.1992, Sh.337, Hbr.1565.

[6]    İbn Kesir, El-Bidaye ve’n-Nihaye-Büyük İslâm Tarihi, Çev. Mehmet Keskin, İst.1995, C.9, Sh.443.

[7]    Taberânî, Mu’cemü’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, Çev. İsmail Mutlu, İst.1997, C.2. Sh.469, Hds.767.

[8]    Ahzab,33/36.

[9]    Nur, 24/51-52

[10]   Abdulkerim Kuşeyrî, Kuşeyrî Rîsâlesi, Çev. Süleyman Uludağ, İst.1991, Sh.350.

[11]   Hud, 11/12

[12]   İmam Gazalî, İhyâu’ Ulumi’d-Din, Çev. Ahmet Serdaroğlu, İst.1989, C.3, Sh.145.

[13]   Sünen-i İbn Mace, Kitabu’t-Tahare,B.4, Hds.277-279.

Sahih-i Dârimi, Kitabu’t-Tahare, B.2,  Hds.662.

İmam Malik, Muvatta, Kitabu’t-Tahare, Hds.36.

Ayrıca bkz.Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5, Sh.227, 280.

[14]   Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İ’tisam, B.2, Hds.14.

[15]   Ahkaf, 46/13-14.

[16]   Fussilet, 41/30.

[17] İmam Kurtubî, el-Câmiu Li-Ahkâmi’l-Kur’ân, Çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2002, C.15, Sh.335-337.

Ayrıca bkz. Abdulkerim Kureyşî, A.g.e.‎, Sh.351.

[18]   Abdulkerim Kureyşî, A.g.e.‎, Sh.351.