Akide İnkılabı

Abdullah Dâî

 “Dedik ki: ‘Oradan hepiniz inin. Bundan sonra size Benden bir hidayet geldiğinde, kim Benim hidayetime uyarsa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.”(1)
“(Allah) dedi ki: ‘Kiminiz kiminize düşman olarak hepiniz oradan inin. Artık size Benden bir yol gösterici gelecektir. Kim Benim hidayetime uyarsa artık o, şaşırıp sapmaz ve muhtaç olmaz.”(2) diye buruyan Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, yeryüzünün en mübarek beldesi olan Mekke şehrindeki haktan uzaklaşıp batıla sapmış, Tevhid’in yerine şirki, imanın yerine küfrü tercih etmiş ve egemen müşrik tağutların yönettiği şirk içindeki insan kullarına, onları uyarıp hakka davet eden en son Nebî ve en son Rasulü “Rasulullah Muhammed (s.a.s.) ‘i, vazifeli kılıp göndermişti…
Bu dalâlet içinde olan müşrik insanlara Allah’ın hidayeti ve hidayet rehberi gelmişti… Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), yegâne Rabbimiz Allah’ın kendisine vahyetmiş olduğu ayetleri, bu insanlara okuyor, açıklıyor ve tebliğ edip onları hakka davet ediyordu… Allah’tan başka hüküm koyucu her tağutu ve hükümlerini reddederek onlara kul olmaktan kurtulup, yalnızca Allah’a ve hiçbir şirk koşmadan Allah’a kul olarak ibadet etmelerinin gereğini beyan buyuruyordu… Nebilerin ve Rasullerin vazifesi, bu hakikati tebliğ etmek, insanları hakka davet etmek ve katıksız iman edenleri kardeş kılıp Tevhid Cemaatini oluşturmaktı…(3)
Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ, şirkin ve küfrün her türünden vazgeçip, tuğyanın her çeşidini reddedip yalnızca kendisine kul olmalarını dilediği, fakat şirk, dalâlet ve cehâlet içinde olan kullarını uyarıp, onlara doğru yolu göstermekle vazifeli kıldığı kulu ve Rasulü Muhammed (s.a.s.) şöyle hitap etmiştir:
“Andolsun, sana çiftlerden yediyi ve büyük Kur’an’ı verdik. Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, mü’minler için de (şefkat) kanatlarını ger.
Ve de ki: ‘Şüphe yok ben, apaçık bir uyarıcıyım.”
Parça ayırıcılarına indirdiğimiz gibi, Ki onlar, Kur’an’ı parça parça kıldılar.
Rabbine andolsun, onların tümüne (bunu) soracağız. Yapmakta oldukları şeyleri.
Öyleyse sen, emrolunduğun şeyi apaçık söyle ve müşriklere aldırış etme.
Şüphesiz o alay edenlere  (karşı) Biz, sana yeteriz. Ki onlar, Allah ile beraber başka ilahları (ortak) kılmaktadırlar. Onlar, yakında bilip öğreneceklerdir.
Andolsun, onların söylemekte olduklarına karşı senin göğsünün daraldığını biliyoruz.
Sen, Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. Ve yakîn (ölüm) sana gelinceye kadar, Rabbine ibadet et.” (4)
Rabbimiz Allah, son Nebî ve son Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e bu şekilde emrediyor… Rasulü (s.a.s.)’in vazifeli kıldığı ortamın sosyal yapısını kendisine beyan edip:
“Sen, emrolunduğun şeyi apaçık söyle ve müşriklere aldırış etme!” diye emrini veriyor…
Bu emirden sonra önderimiz Rasulullah (s.a.s.) gece demeden, gündüz demeden apaçık bir şekilde ve kafaları çatlatırcasına, şirk içinde olan insanları uyarıp Tevhid’e davet etmiştir…
Şirk adına tağutların egemen olduğu Mekke’de kalplerde ve beyinlerde bir inklâb gerçekleşiyordu. Bu inkılâb bir akîde değişimi inkılâbı idi… Bu inkılâb, bir değerler değişimi inkılâbı idi… Şirkin yerini Tevhid’e, küfür yerini imana bırakıyor, kalp muvahhid, beyin mü’minleşiyordu… Cahiliye değerleri, yerini İslâm değerlere terk ediyordu… Daha doğrusu, cahiliyyenin değersizliklerini değer diye kabul edenler, fıtratlarına uygun gerçek değerlerle, yani İslam’la tanışıp kabul etmek ile gerçekten değersizlik olan cahiliyyeden tamamen vazgeçiyorlardı…
İbn İshak (rh. A.) anlatıyor:
Sonra insanlar, erkek ve kadın cemaatler olarak İslam’a girdiler. Hatta İslam’ın sesi Mekke’de yayıldı ve onunla konuşulmaya başlandı. Sonra Allah (Azze ve Celle) Rasulullah (s.a.s.)’e, Allah’tan kendisine gelen vahyi âşikar beyan etmesini ve açıkça ona çağırmasını emretti. Rasulullah (s.a.s.)’in hâlini gizlemesi ile Allah Teâlâ’nın dinini izhâr etmesini emretmesine kadar geçen zaman, (bana verilen habere göre) bisetten itibaren üç sene idi.
Sonra Allah, O’na şöyle buyurdu:
“Sen, emrolunduğun şeyi apaçık söyle ve müşriklere aldırış etme!” (Hicr, 15/94)
Ve Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“(Öncelikle) en yakın hısımlarını (aşiretini) uyar.
Ve mü’minlerden sana tabi olanlara (koruyucu) kanatlarını ger.” (Şuara, 26/214-215)
Ayeti indiği zaman Rasulullah (s.a.s.), Safâ tepesi üzerine çıkıp yükseldi ve:
“Ey Fihr oğulları! Ey Adiyy oğulları!” diye bütün Kureyş soylularını oymak oymak nida etmeye başladı
Nihayet çağrılanlar oraya toplandılar. Çağrılanlardan herhangi biri, oraya çıkmaya muktedir olmadığı zaman, toplantıda ne olacağına bakması için bir elçi göndermişti. Kureyş’le beraber Ebu Leheb de geldi.
Rasulullah (s.a.s.), bu topluluğa hitaben:
“(Ey Kureyş!) Haydi, bana re’yinizi haber veriniz! Ben size, şu vadide bir takım düşman süvarileri vardır, sizin üzerinize baskın yapmak istiyorlar diye haber versem, bana inanır mısınız?” buyurdu.
Topluluk: Evet inanırız. Biz, senin üzerinde yaptığımız her tecrübede, senin doğru sözlü olduğunu tesbit ettik, dediler.
Rasulullah (s.a.s.):
“Öyleyse ben size, şiddetli bir azabın önünde sizleri uyarıp sakındırıcıyım!” buyurdu.(6)
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Allah: “En yakın hısımlarını uyar.” (Şuara, 26/214) ayetini indirdiği zaman, Rasulullah, (s.a.s.) kalktı da şöyle buyurdu:
“Ey Kureyş topluluğu, canlarınızı, nefislerinizi satın alınız. (İslam’a görmek sûretiyle nefislerinizi Allah’ın azabından koruyunuz!)  Ben, Allah’ın azabından hiçbir şeyi sizden defedemem!
Ey Abde Menâf oğulları, ben, sizden de Allah’ın azabından hiçbir şeyi defedemem!
Ey Abbas İbn Abdulmuttalip, senden de Allah’ın azabından hiçbir parçasını men edemem!
Ey Rasulullah’ın halası olan Safiye, senden de ben, Allah’ın azabından bir kısmını olsun defedemem!
Ey Muhammed’in kızı Fatıma, malımdan dilediğin şeyi iste (vereyim, fakat) Allah’ın azabından hiçbir şeyi senden def edemem!” (7)
Yegane önderimiz Rasulullah (s.a.s.), kıyamete kadar bütün insanlık âlemi için bir uyarıcıdır! Şeytanın ve şeytanlaşmışların aldatmasıyla cehâlet ve gafletin içine düşerek sapıtan, bu sapıklık sonucu eşi, benzeri ve ortağı olmayan Allah’a çeşitli şekillerde şirk koşanlar uyarıcı bir Rasuldür Rasulullah (s.a.s.)!…
Hükmünde ve mülkünde ortağı olmayan âlemlerin Rabbi olan Allah,(8) gaflet, cehâlet, dalâlet ve şirk içinde olan kullarını uyarması için Rasulü (s.a.s.)’e şöyle buyuruyor:
“De ki: ‘Şüphesiz ben, ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim, yalnızca bana, sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor.”(9)
“Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gafil kalmış, bir kavmi uyarman için (gönderildin).” (10)
“İşte bu (Kur’an), önündekileri doğrulayıcı ve şehirler anası (Mekke) ile çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz kutlu kitaptır.”(11)
“Rablerine (götürülüp) toplanacaklarından korkanları onunla (Kur’an’la) uyarıp korkut.”(12)
“Biz bunu (Kur’an’ı), senin dilinle kolaylaştırdık. Takva sahiplerine müjde vermen ve direnen bir kavmi uyarıp korkutman için.” (13)
“De ki: ‘Allah, benimle sizin aranızda şahiddir. Sizi ve kime ulaşırsakendisiyle uyarmam için bana, şu Kur’an vayhedildi.”(14)
Biz seni, ancak bütün insanlara bir müjde verici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar(15)
“Biz seni, insanlara bir Rasul olarak gönderdik. Şahid olarak Allah yeter.”(16)
Bütün insanlar için yegâne önder olarak gönderilen Rasulullah (s.a.s.), insanlara yaratılış gayesini hatırlatmış (17) ve yaratılış gayeleri olan yalnızca Allah’a ibadet etmeye davet etmiştir… Allah’ı bırakıp, yalancı ve sahte ilahlara yönelen, yolunu şaşırmış insanları, gerçek ilahları ve Rableri Allah ile tanıştırmıştır… Allah’a şirksiz inanmaları ve O’na kul olmalarını sağlamaya çalışmış, kullara kul olmaktan kurtulup yalnız Allah’a kul olmaları dosdoğru yolunu göstermiştir…
O’nun göstermiş olduğu dosdoğru yolu kabul edip o yolu takip edenler kurtulmuş, reddedenler ise dünyada zillet içinde kalıp, ahirette ise ateşi hak etmişlerdir… O’nunla gönderilen Kur’an’ı kabul etmeyen ve hayata egemen hükümler olarak yüceltmeyen kimseler, O’na inanmamışlardır… Kur’an’daki Allah’ın hükümlerini hayatın dışına itip, ilahlaştırdıkları hevalarından kaynaklanan hükümleri hayata egemen kılan tağutlar, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen kâhinlerin, zalimlerin ve fasıkların tâ kendileridir…
Rabbimiz Allah, şöyle buyurur:
“Guruplardan biri onu inkâr ederse, ateş ona va’d edilen yerdir.”(18)
Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah(s.a.s.):
“Muhammed’in nefsi kabzai kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer bu ümmetten bir Yahudi ve Hıristiyan, beni işitir de sonra benimle gönderilene iman etmeden ölürse, mutlaka cehennemliklerden olur.”(19)
Rasulullah (s.a.s.)’ın daveti, akideyi düzeltme davetiydi!… Tevhid’e şirk, imana küfür ve hakka batılı karıştıranları uyarıyor, Tevhid’i şirkten, imanı küfürden ve hakkı batıldan apaçık ayırdıktan sonra insanları, Tevhid’e, imana ve hakka davet ediyordu… Onlara, asla ortağı olmayan Allah’a şirk koşmayı terk etmelerini, küfürden ve batıldan vazgeçmelerini tebliğ ediyor, dosdoğru yolun ilkelerini anlatıyordu…
Yaşadığı şirk ve cahiliye toplumunun içinde en güvenilir insan olduğu için “el Emin” diye vasıflanan ve doğru sözlülüğünden hiç kimsenin şüphesi olmayan sadık kul Rasulullah (s.a.s.), en yakın akrabasını, Âlemlerin Rabbi, Allah’ı bir bilmelerini, göklerde de ilâh, yerde de İlâh olarak tanımalarını, yalnızca O’na ibadet etmelerini ve ibadette O’na hiç kimseyi ortak etmemelerini apaçık izah ediyordu…
Onlara:
“Canlarınızı, nefislerinizi satın alınız!” diyordu.
Onlara:
İman ederek, Salih amel işleyerek, adil olarak ve güzel ahlâklı muvahhid şahsiyetler haline gelerek, dünyada zilletten, ahirette ise cehennemden kurtulmalarının yollarını açıklıyordu.
Bu da, ancak: “Lâ ilâhe illallah” demek, katıksız iman etmek ve imanda samimi olmakla gerçekleşir.”Lâ ilâhe illallah” kurtuluşun tâ kendisidir… Dünyada ve ahirette kurtulmak isteyen “Lâ ilâhe illallah” konusunda samimi olmalıdırlar…”Lâ ilâhe illallah” diyenler, şuurlu bir şekilde neyi reddedip, neyi kabul ettiklerini bilip inanmalı ve redd ile kabulü birbirine karıştırmamalıdırlar…”Lâ ilâhe illallah” deyip, insanların hayatlarının üzerinde egemen olmak, onlar için tabi olacakları hükümler koymak, helâl ve haram sınırlarını tayin etmek isteyen bütün tağutları inkâr edip reddedenler, “illallah” deyip hayatını kuşatıcı bütün konularda yalnızca hüküm koyucu ve itaat edilecek Zât’ın Allah Teâlâ olduğuna iman edip ilan etmektedirler… Bu tevhid akîdesini katıksız kabul eden muvahhid mü’minler, gerek Ferdî, gerek sosyal hayatın her biriminde tamamıyla yegane Rableri Allah’a teslim olup O’nun hükümlerince hayatlarını tanzim ederler…
Yegane önderimiz Rasulullah (s.a.s.), şirkin ve müşriklerin egemen olduğu o günün Mekke toplumunda böyle Tevhîdî bir inklâb gerçekleştirmek istiyordu.O, bu vazife ile vazifeli kılınmıştı…O’nun vazifesi hakkı tebliğ etmek idi…(20) O’nun vazifesi, ferdlere ve toplumlara “Lâ ilâhe illallah” hakikatini anlatmak ve hidayet bulmalarına yardımcı olmak idi!…Rasulullah (s.a.s.)’in bu faaliyeti, sabırla, bıkmadan, usanmadan ve yılmadan devam etmişti…Rasulullah (s.a.s.), insanlara, Rableri Allah’tan gelen vahyi yaşayarak tebliğ ediyor, nasıl uygulanılacağını da gösteriyordu…O (s.a.s.), insanları bilgilendirmek, uyarmak, öğretmek ve iman edenleri eğitmekle vazifeliydi…O’nun tebliğine kulak verip dinleyenler ve kalblerini hidayete açıp, İslam’ı kabul edenler, iç âlemlerinde gerçekleştirdikleri bu Tevhid ve İman inkılâbını, dış âlemlerinde Salih amel olarak ortaya koyuyorlardı…
Kendilerine “Lâ ilâhe illallah” hayat programı tebliğ edilen ferdleri ve toplumlar, idrak ederek ve şuurlu bir şekilde kendilerini değiştirecek, değersizlikleri gerçek değerlere feda   edip iç inkılâb olan iman inkılâbını gerçekleştirecek olurlarsa, Allah Teâlâ da onları değiştirir… Çünkü Allah Teâlâ, bir kavim, kendini değiştirip bozmadıkça, onları değiştirip bozmaz…yine onlar, kendilerini düzeltmeye niyetlenip harekete geçmedikçe onları düzeltmez!…
Bundan dolayı şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
“Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip bozmaz.”(21)
Ferd olsun, toplum olsun, cahiliyyenin şirk hükümlerinden tamamen vazgeçip Allah’ın hükmüne dönmek arzusunu içten duyar ve kalblerde bir inkılâp gerçekleşir ise, Allah onlara hidayeti nasib eder… onlar, kendilerini değiştirmeye niyet edip hazırlanmalı ve içten istemelidirler ki, Allah da onları değiştirsin…
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), en yakın akrabalarını uyarırken bu değişmez hakikati vurguluyordu…onlara, kendilerini değiştirmelerini, akîdelerinde ve amellerinde bir inkılâb yapmalarını tebliğ ediyordu…Eğer onlar, bu akîde inkılâbını gerçekleştirecek olurlarsa, canlarını ve nefislerini satın alır, yani kendilerini, dünyada zilletten, ahirette cehennemden kurtarmış olurlardı!…Eğer onlar, bu iç inkılâbı gerçekleştiremezlerse, Rasulullah (s.a.s.), onlar için Allah’ın azabını men edici değildi…
Öz amcasına sesleniyordu Rasulullah (s.a.s.):
“Ey Abbas İbn Abdulmuttalip, senden de Allah’ın azabından hiçbir parçasını men edemem!”
Öz halasına hitap ediyordu Rasulullah (s.a.s.):
“Ey Rasulullah’ın halası olan Safiyye, senden de ben, Allah’ın azabından bir kısmını olsun def edemem!”
Öz kızını uyarıyordu Rasulullah (s.a.s.):
“Ey Muhammed’in kızı Fatıma, malımdan dilediğin şeyi iste (vereyim fakat) Allah’ın azabından hiçbir şeyi senden def edemem!”
Âlemlerin Rabbi Allah’ın kendisini şefaat sahibi kıldığı Rasulullah (s.a.s.) böyle buyuruyordu… Muhatapları olan insanlar, katıksız iman edip, imanın gereği olan Salih ameller işlemedikçe, O (s.a.s.), onlar için bir şey yapamazdı… İnsanlar, akîde ve amel inkılâbını yaptıktan, akîdelerini düzelttikten, şirk ve küfürden arındıktan, amelleri razı olunan ve emredilen şekilde işleyip, bid’at ve hurafeden temizlendikten sonra yardım görürler…
“Lâ ilâhe illallah”‘a katıksız iman edip, dilleriyle ikrar ettikten sonra onun gereğini yapanlar, akîde inkılâbını gerçekleştirmişlerdir… işte kurtuluş onlar içindir ve onlar kurtulanlardandırlar… Cahiliyyenin bütün hükümlerini ve değer diye bilinen bütün değersizliklerini ayaları altına alıp, Allah’ın indirdikleriyle hükmedenler, akîde inkılâbını yapan muvahhid mü’minlerdir… Bu değerli şahsiyetler, “Lâ ilâhe illallah”‘a hakkıyla iman etmiş ve gereğini hayatlarında yaşayan gerçek kullardır…
Bilindiği gibi, o günkü Mekke’de akîde inkılâbının gerçekleşmesine vesile olan, yani şirk içinde yaşayanların hidayetine vesile olmaya çalışan Rasulullah (s.a.s.) ve yeryüzünün en hayırlı nesli Ashabı Kiram (Allah onlardan razı olsun), birçok engellerle karşılaşmışlardı… Müşriklerden gelen işkence, zulüm ve baskılara dayanmış, “Lâ ilâhe illallah” hakikatini insanlara tebliğ etmiş ve onların hidayet bulmalarına yardımcı olmuşlardır…
Kendilerinde akîde inkılâbını gerçekleştirip hidayet bulan muvahhid mü’minler, başkalarının da hidayet bulmasına vesile olmak için bütün imkanlarını harcadılar.
“Rasul, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de” (22) buyuran Rabbimiz Allah, akîde inkılâbını gerçekleştiren Salih kullarının durumunu beyan etmektedir…
Hidayet rehberi ve muttakîlerin önderi Rasulullah (s.a.s.) “Lâ ilâhe illallah” akîde inkılâbının gerçekleşmesi için gece demeden, gündüz demeden, bütün engellemeler, zorluklar, zulümler ve baskılara rağmen çalışıp çabalamıştı… O’na, Rabbinden indirilene iman eden bütün muvahhid mü’minler de O’nu takip ettiler ve O’nun izinden ayrılmadılar…
Rasulullah (s.a.s.)’i, “Zu’l Mecaz Çarşısı”‘ında gören Tarık anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), üzerinde kırmızı bir elbiseyle geldi, şöyle dedi:
“Ey insanlar, “Lâ ilâhe illallah” deyin ki, kurtuluşa eresiniz!”
Rasulullah (s.a.s.), bunu söylerken kendisini bir adam takip ediyordu ve taşlıyordu. Öyle ki, ayakları kan içinde kalmıştı. Aynı zamanda adam:
Ey insanlar, bu adama itaat etmeyin! O, çok yalancıdır, diyordu.
Tarık, Rasulullah (s.a.s.)’i işaret ederek:
Bu, kimdir? Diye sordu.
Abdu’l Muttalib oğullarından biri, Muhammed! Cevabını verdiler.
Yine Tarık:
O’na taş atan kim? Diye sordu.
Amcası Abdu’l Uzza Ebu Leheb b. Abdu’l Muttalip dediler (23)
Şirkin ve tağutun egemen olduğu dünün Mekke’si hâline getirilen ve çağdaş tağutlar tarafından işgal edilen İslam topraklarında esaret altında yaşayan bütün mü’min Müslümanların yeniden akîde inkılâbını gerçekleştirmesi gerekir!… “Lâ ilâhe illallah”‘ı çokça söyleyip gereğini yapmalıdırlar… Çünkü Rabbimiz Allah Teâlâ:
“Ey iman edenler, Allah’a, Rasulüne, Rasulüne indirdiği Kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin.”(24) buyurmaktadır…
İnsanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetin (25) her ferdi, başta peygamberlerin varisleri olan gerçek âlimler olmak üzere, akîde inkılâbı hareketini başlatmalı ve yeniden katıksız İslam’a sarılmalıdırlar… Yeniden, “Lâ ilâhe illallah” deyin ve kurtulun! Kurtuluş çağrısı bütün İslam topraklarında duyulmalıdır!…

1)Bakara, 2/38 2)Taha, 20/123 3)Bkz. Nahl, 16/36. Hucurat, 49/10. A’raf, 7/157. Bakara, 2/143. Âli İmrân, 3/110 4) Hicr, 15/8799. 5) İbn Hişam, İslam Tarihi Siret- i İbn Hişam Tercemesi. Çev. Hasan Ege, İst. 1985, C.1, Sh. 348-349 6) Sahihi Buhârî, Kitabu’t Tefsir, B. 233, Hds. 290. B. 361, Hds. 495. Sahihi Müslim, Kitabu’l İman, B.89, Hds. 355.Süneni Tirmizî Kitabu Tefsiru’l Kur’an, B.90, Hds. 3584.İbn Kesir, Hadislerle Kur’anı Kerim Tefsiri Çev. Dr. Bekir Karlığa Dr. Bedrettin Çetiner, İst. 1986, C.11 Sh. 6105. İmam Ahmet b. Hanbel’den 7) Sahihi Buhâri, Kitabu’l Vesâyâ, B. 11, Hds. 16. Kitabu’t Tefsir, B.233, Hds. 281. Sahihi Müslim, Kitabu’l İman, B.89, Hds. 348 -251.Süneni Neseî, Kitabu’lVesâyâ, B.6, Hds. 3625- 3629 İbn Kesir, A.g.e. C.11, Sh, 6105. İmam Ahmed b. Hanbel’den.8) Bkz. Kehf. 18/26. Mülk, 67/1. İsra, 17/111. Furkan, 25/2. 9)Kehf, 18/110. 10)Yasin,36/6.11)En’âm, 6/92.12)En’âm, 6/51.13)Meryem, 19/97.14)En’âm, 6/19.15)Sebe’, 34/28.16)Nisa, 4/79.17)Bkz. Zariyat, 51/56.18)Hud, 11/17.19)Sahihi Müslim, Kitabu’l iman, B.70, Hds, 240. 20)Bkz. Mâide, 5/92,99 Nahl, 16/82. Cin, 72/23. 21)Ra’d, 13/11. Enfal, 8/52. 22)Bakara, 2/285. 23) Muhammed ibn İshak, Siyer, Çev. Sezai Özel, İst. 1991, Sh. 294. İmam Buhârî, Halku Ef’ali’l İbad Hadisi Şerifler ışığında İlâhî kelâmın müdafası, Çev. Yusuf Özbek, İst.1992,Sh.63, Hds.194.İmam Muhammed. Muhammed b. Süleyman erRûdânî, Cemu’l Fevâid Büyük Hadis Külliyatı, Çev. Naim Erdoğan, İst. 2003, C.3 Sh.258, Hds.6395. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 4, Sh. 63 den. 24)Nisa, 4/136.25)Bkz .Âli İmrân, 3/110