Dünya ve âhiret mutluluğu için

“Erkek olsun, kadın olsun, kim mü’min olduğu halde Salih amel işlerse, Biz, şüphesiz O’na çok güzel bir hayat yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.”(1)
Böyle buyuruyor yegâne Rabbimiz Allah Teâla, hayat düsturumuz Kur’ân-ı Kerim’de!..
“Erkek olsun, kadın olsun kim…” evet, kim olursa olsun… Hangi cinsten olursa olsun, Hangi ırktan, hangi renkten, hangi dilden, hangi bölge ve hangi kavimden olursa olsun… Hangi çağda yaşarsa yaşasın kim, mü’ min olduğu halde Salih amel işlerse, Allah ona, çok güzel bir hayat yaşatır!.. Bu, vadinden asla dönmeyen Âlemlerin yegâne Rabbi Allah’ın vadidir…
“Şüphesiz Allah, vadinden dönmez.”(2) “Allah’ın vadidir(bu). Allah, vadinden dönmez.”(3) “(Bu)Allah’ın vadi(dir) Allah, vadinden caymaz. Fakat insanların çoğu bilmezler.”
Erkek olsun, kadın olsun kim iman eder, imanına en büyük zulüm olan şirki (5) karıştırmadan, yaratılış gayesi (6) gereği şirk koşmadan yalnızca. Allah’a ibadet ederse, (7) Allah’ın vadi onun için gerçekleşir… Allah ona, güzel bir hayat bahşeder. Dünyada izzet ve şeref üzere hayat sürer… Katıksız ve gölgesiz iman etmek konusunda erkek ve kadın arasında hiçbir fark yoktur… Şirk koşmadan yalnızca yegâne Rabb Allah’a ibadet etme konusunda, Her iki cinsten kim sağlam iman eder ve imanın gereği olan şirksiz amel ederse o, Allah’ın sevgili kulu olur… Allah katında değer kazanır ve Allah’ın velisi o  olur.
Önce katkısız ve gölgesiz bir iman… Tevhidin gereği olan şirksiz iman sahibi olan muvahhid bir mü’min, Allah’ın veli kuludur!.. Kamil iman sahibini Salih amele yönlendirir… İman Kalbi ihata edince kalb, vücudun hâkimi olduğu için vücudu, imanın gereği ne ise ona göre yönetir…İmanın gereği ise, Allah’ın razı olduğu salih amel işlemektir… Amelin salih olabilmesi için de, yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in gösterdiği ve yaptığı gibi olması şarttır…Yani, Allah’ın emirlerini, Rasulullah(s.a. s.)’in anladığı ve uyguladığı gibi kabul edip yerine getirmek gerek. Kur’an’da ve sünnette olmayan herhangi bir şeyi,”kafasına yatıyor, mantığına uyuyor, menfaati var” diye, ya da İslam topraklarını işgal eden tağutların kültürünün ifsad ettiği “çağın gereğidir” diyerek gündeme getirmek reddedilmiştir bid’atten başka bir şey değildir!..
Rabbimiz Allah, bir mü’min olarak salih amel işleyenleri mükafatlandıracağını vâad ediyor. İmanın sağlamlılığı devamlılığı esastır… “Resul, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de, hepsi Allah’a meleklerine, kitablarına ve Resullerine inandı. “O’nun Resulleri arasında hiçbirini(diğerinden)ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik, Rabbimiz bağışlamasını(dileriz).Varış ancak Sana’dır” dediler.”(8)
Allah’dan geleni, Resulün tebliğ etmesiyle işitip itaat eden muvahhid mü’minler, imanlarında devamlılık üzere iken, her an imanlarını taze ve canlı tutmakla mükellef tirler. “Ey iman edenler, Allah’a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin, Kim Allah’ı, meleklerini, Kitablarını, Resullerini ve ahiret gününü inkâr ederse, şüphesiz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır.”(9) “Ey iman edenler, iman edin!..” diye buyuran rabbimiz Allah, muvahhid mü’min kullarının “emrolunduğu gibi dosdoğru ve şirksiz iman” etmelerini emrederek,imana asla şirk ve küfür karıştırmak bidat ve hurafeden arındırmak gerçeğini hatırlatıyor… Aynı gerçeği, Rasulullah (s.a.s) ümmete duyuruyor ve imanlarını tazelemelerini emrediyor…
Ebu Hüreyre (r.a)’ dan. Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor: Ya Rasulullah, imanımızı nasıl yenileyelim? dediler. “La ilâhe illallah’ı çok söyleyin!”buyurdu. (10)
Tarık el-Muharibî (r.a) anlatıyor: Rasulullah(s.a.s)’ı gördüm. En yüksek sesiyle şöyle çağırıyordu: “La ilahe illallah deyiniz, kurtulunuz!”(11)
Allah’dan başka hüküm koyucu ilah, rab ve melik kabul etmemek, tağutu reddedip Allah’a iman etmek,(12) katıksız imanın gereği ve gerçek kurtuluşun sebebidir! Allah’dan başka hüküm koyucuların hükmünü kabul edenler, herhangi ikrah olmadan onların hükümleriyle amel edenler, onların hükmüyle hükmedenler ve hükümlerini icra merciinde bulunanlar, Allah’dan başka rabler edinmiş olanlardır… Allah’dan başka hüküm koyucuların helâl ve haram sınırlarına riâyet edip tâbi olanlar, onları, Allah’dan başka rabler edinmişlerdir…(13)
Amellerin en efdali olan Allah’a ve Resulüne katıksız imanı gerçekleştiren muvahhid mü’minlerin diğer amelleri, bu merkez amelin etrafında dönüp dolaşır… Bu, hayatın her alanında böyledir!..
Ebu Hüreyre (r.a.)’dan. Rasulullah (s.a.s)’e: Amelin hangisi efdaldir? diye sordular. Rasulullah (s.a.s.): “Allah’a ve Resulüne iman etmektir!” buyurdu (14)
Erkek olsun, kadın olsun her kim, Allah ve Resulüne gereği gibi iman eder ve emrolundukları gibi amel işleyecek olurlarsa, Allah onları salih kullar olarak kabul edip imanları ve salih amelleri karşılığında kendilerine mükafâtlandıracaktır. Gerekli kulluk vazifelerini hakkıyla yerine getiren ve muvahhid mü’min olan erkek ve kadın arasında herhangi bir fark yoktur.. “Hatta kim daha muttaki ise, Allah Katında O, daha üstündür…”
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah: “Ey iman edenler, gerçekten Biz sizi, bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde)kıldık. Şüphesiz Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soya değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (15) “Haberiniz olsun, Allah’ın velileri, onlar için korku yoktur mahzun da olmayacaklardır. Onlar, iman edenler ve (Allah’dan) sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”(16)
Gerçek iman ve emrolunduğu gibi işlenen salih amel, erkek ve kadın mü’min Müslümanların Allah katındaki derecelerini yükseltmekte, onları üstün kılmaktadır…
İmam İbn Kesir (rh.a.)beyanıyla: “Bu, güzel amel işleyenlere Allah’ın bir vadidir. Sâlih amel, kadın olsun, erkek olsun kalbi, Allah’a ve Resulüne iman etmiş Ademoğullarından sadır olan, Allah’ın Kitabı’na ve Peygamberin Sünnet’ine uygun düşen ameldir. Bu amel emrolunmuş, Allah katında meşru kılınmış bir ameldir. İşte Allah Teâla, bu güzel amelleri işleyenlere dünyada iken hoş bir hayat yaşatacağını, ahiret yurdunda iken işlemiş olduklarından daha güzeli ile onları mükâfatlandıracağını vaat ediyor. Hoş bir hayat hangi yönden olursa olsun her türlü rahat ve huzuru içine almaktadır.”(17)
İslam uleması, “çok güzel bir hayat”ın mahiyeti hakkında beş görüş ileri sürmüşlerdir: 1. İbn Abbas, Said b.Cübeyr, Atâ ve ed-Dahhak’a göre, helal rızk demektir. 2. HasanBasrî, Zeyd b.Vehb ile Vehb b. Münebbih’e göre, kanaat demektir. el-Hakem, bunu İkrime’den, O’da İbn. Abbas’ın görüşü olarak rivayet etmiştir. Aynı zamanda İmam Ali b. Ebi Talib(r.a.)’in da görüşü budur. 3. Yüce Allah’ın, itaatleri işleme muvaffakiyeti demektir. Çünkü itaatleri işlemek, kişiyi Allah rızasına ulaştırır. Bu anlamdaki açıklamayı da ed-Dahhak yapmıştır.
Yine ed-Dahhak şöyle demiştir: Bir kimse mü’min olarak salih amel işleyecek olursa, ister darlık içinde olsun, ister bolluk içinde olsun, onun hayatı güzel hayattır. Buna karşılık Allah’ı anmaktan yüz çeviren, Rabbine iman etmeyen, salih amelde işlemeyen bir kimsenin geçimi dardır ve onun hayatında hayır namına bir şey yoktur. 4. Mücahid, Katâde ve İbn Zeyd de derki: Güzel hayattan kasıt, cennettir!..
el-Hasen de böyle demiştir. ElHasen devamla derki: Cennet dışında hiçbir kimse için güzel hayat söz konusu değildir!.. Bunun mutluluk olduğu da söyleniştir. Bu görüş, İbn Abbas(r.anhuma)’dan rivayet edilmiştir. 5. Ebu Bekir el-Verrak der ki: Güzel hayattan kasıd, itaatin tatlılığıdır. Sehl b. Abdullah et-Tüsteri der ki: Güzel hayat, kulun kendi tedbirinden vazgeçerek, tedbirini Hakk’a havale etmesi demektir.
Cafer es-Sadık da şöyle demiştir: Güzel hayat, marifetullah ve Allah’ın huzurunda doğru ve samimi duruştur!..
Bunun, yaratıklardan müstağni kalmak ve Hakk’a muhtaç olduğunu bilmek olduğu söylendiği gibi, Kaderi İlahî’ye rıza göstermektir, diye de açıklanmıştır.(18)
İmam Fahruddin er-Razî(rh.a.), bu ayetin tefsirinde şunları beyan eder: “Bil ki, mü’minin dünyadaki hayatı, şu sebeplerden dolayı kafirlerinkinden daha güzeldir:
1. Mü’ min, rızkının ancak Allah Teâla’nın takdiri ve tedbiri ile meydana geldiğini ve Allah’ın sadece doğruyu yapan, Kerim ve lütufkâr bir ilah olduğunu bilince, Allah’ın her türlü kaza ve kaderine razı olur ve menfaatinin, bunun böyle olmasında olduğunu bilir. Cahil ise, bu esasları bilmez, dolayısıyla da devamlı bir hüzün, endişe ve bedbahtlık içinde olur.
2. Mü’min aklında devamlı olarak çeşitli bela ve musibetlerin olabileceği ihtimalini bulundurur ve bunların bir gün meydana gelebileceğini gözden uzak tutmaz. Belâlar meydana geldiği zaman da, onlara razı olur. Çünkü Allah’ın kaza ve takdirine rıza göstermek vacibdir. Bundan dolayı bunlar tahakkuk ettiğinde mü’min, bunları göz önünde büyütmez. Cahil ise, böyle değildir. Çünkü o, bu tür bilgi ve inançtan uzaktır. Başına bu belâlar geldiğinde, kalbindeki tesirleri büyük olur.
3. Mü’minin kalbi, marîfetullah ile genişlemiş, ferahlamıştır. kalb, böyle marîfetullah ile dolduğunda dünyanın çeşitli hâllerinden dolayı meydana gelecek keder ve endişelere yer kalmaz. Amma cahilin kalbi, marifetullah’dan boş ve uzaktır. Dolayısıyla onun kalbi, dünyanın çeşitli belâlarından kaynaklanan hüzünlerle doludur.
4. Mü’min maddidünyevî hayatın hayır ve menfaatlerinin değersiz olduğunu bilen kimsedir. Bunun için ne bunları elde etmeden dolayı sevinci artar, ne de bunları elde edemediğinden ötürü kederi… Cahil ise, dünyevî mutluluklardan başka mutlulukların bulunduğuna inanmaz. Bundan dolayı, dünya hayırlarını elde ettiği için sevinci, bunları kaybetmekten dolayı üzüntüsü büyük olur.
5. Mü’min, dünyevî iyilik ve hayırların çabuk değişen ve hızlıca elden çıkan şeyler olduğunu bilir. Şayet onlar değişmemiş, bir insandan başka bir insana geçmemiş olsaydı, kendine de geçmezdi. Bil ki, mutlaka değişecek olan şey, bir insana ulaştığında ne hakikati, ne de mahiyeti(yani bu özelliği)değişmez. Çünkü o mal, o insana gelip, eline geçtiğinde de değişmesi gerekli olur. İşte bundan ötürü mü’min ve akıllı kimse, kalbini o mala bağlamaz ve kalbinde ona zerre kadar yer ve değer vermez. Amma cahil böyle değildir. Çünkü o, bu tür bilgilerden mahrumdur. Dolayısıyla kalbini o mala bağlar ve tıpkı âşıkın maşukuyla kucaklaşması gibi, onunla sarmaş dolaş olur. O malın elinden çıkması ve sona ermesi durumunda da, kalbi için için yanar ve derdi çok büyük olur.
Bütün bunlar, mü’min olan marifetullah bilgisi ile mücehhez olan kimsenin yaşantısının, kâfirin yaşantısından daha güzel olduğunu ortaya koymada yeterli izahlardır. Yine bütün bunlar, bu ayette bahsedilen “güzel bir hayat”‘ın, dünyada tahakkuk edeceğini kabul etmemiz hâlinde söz konusudur.”
Katıksız iman edip imanının gereği olan salih ameli işleyen muvahhid mü’minlerin dünyada izzet ve şeref üzere böyle bir güzel hayat yaşayacakları gibi, ahirette de Allah’ın lütfuyla onları bekleyen, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve hayallerin ulaşmadığı nice cennet nimetleri vardır… Muvahhid mü’minler, erkeğiyle kadınıyla dünya hayatında üzerlerine düşen kulluk vazifelerini hakkıyla yerine getirdiklerinde, dünya hayatları sağlık ve selâmette olacağı gibi, ahiret hayatları da sonsuz nimetler içinde devam edecektir… Dünya hayatlarında, Allah’dan başka hüküm koyucu ve hükmüne tabi olunacak rab tanımayan, rab olarak Allah’ı, din olarak İslam’ı ve peygamber olarak Rasulullah Muhammed(s.a.s.)’i kabul edip iman eden muvahhid mü’minler, dünyada ve ahirette sıhhat ve afiyet içindedirler… Dünyada iman ve izzet üzere mutlu bir hayat, ahirette cennet nimetleriyle sonsuz bir hayat…
Ebu Hûreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Allah Teâlâ: Ben, salih kullarım için (cennette) hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan gönlüne gelmeyen bir takım nimetler hazırladım”, buyurdu.
İsterseniz şu ayeti okuyunuz: “Artık hiçbir nefis, yaptıklarına karşılık olmak üzere kendileri için gözler aydınlığı olarak nelerin (sayısız nimetlerin) saklandığı bilmez.”(secde 32/17) (20)
Erkek olsun, kadın olsun, her kim mü’min olduğu hâlde salih amel işlerse, şüphesiz Allah ona, dünyada da, ahirette de güzel bir hayat yaşatır!..
Dipnotlar:1) Nahl, 16/97. 2) Ra’d, 13/31. 3) Zümer, 39/20. 4) Rum, 30/6. 5) “Hani Lokman, oğluna öğüt verirken şöyle demişti: Oğulcuğum, Allah’a şirk koşma. Muhakkak şirk, büyük bir zulümdür” Lokman,31/13. 6) Bkz. Zariyat, 51/56. 7) Bkz. Kehf, 18/110. 8) Bakara, 2/285. 9) Nisa,4/136. 10) İmam Muhammed b.Muhammed er-Rûdânî, Cemu’l-FevaidBüyük Hadis Külliyatı, çev. Naim Erdoğan,İst.2003, c.1,sh.39, hds.111. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.2, sh.359’dan. İmam Hafız el-Munzirî, Hadislerle İslâmTerğib ve Terhib, çev. A.Muhtar Büyük çınar, vdğ. ist.t. y.c.3, sh.367, hds.12.Taberânî’den. 11) İmam Buhârî, Halku Ef’ali’l-İbad Hadisi Şerifler ışığında İlahî Kelamın Müdafaası, çev. Yusuf Özbek, ist. 1992, sh63, hds.194. 12) Bkz. Bakara,2/ 256. 13) Bkz.Tevbe, 9/31 ve tefsirlerine. 14) Sahihi Buhârî, Kitabu’l İman, B.17, Hds.19. Sahihi  Müslim, Kitabu’l İman, B.36. Hds. 135. Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.2, sh.258. 15) Hucurat, 49/13. 16) Yunus,10/6264. 17) İbn Kesir, Hadislerle Kur’an ı Kerim Tefsiri, çev. Prof. Dr. Bekir Karlığa prof. Dr. Bedrettin Çetiner, İst.1996, c.9. sh.4574. 18) İmam Kurtubî, el-Camiul-Ahkâmi’l Kur’ân, çev. M.Beşir Eryarsoy,İst.2000, c.10, sh.268269. 19) Fahruddin er-Razî,Tefsiri KebirMefatihu’l Gayb,çev. Prof. Dr. Suat Yıldırım, vdğ. Ank.1992, c.14, sh.339. 20) Sahihi Buharî, Kitabu Bed’i’lHalk, B.8,hds.54. Sahihi Müslim, Kitabûl Cenne, b.2, Hds. 25.