İyi niyetli müşrikler

“Uyanık Olun, hâlis olan din yalnız Allah’ındır. O’ndan başka velî (dost, ilâh)’lar edinenler: ‘Biz bunlara, ancak bizleri Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz,(derler). Muhakkak  Allah, ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında aralarında hüküm verecektir. Şüphe yok ki Allah, yalan söyleyen, kâfir olan hiçbir kimseye hidayet vermez.”(1)
İmam İbn Kesir (rh.a), bu ayetin tefsirinde şunları beyan eder: “Allah Teâlâ, putlara ibadet eden müşriklerin: “Onlara, sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” dediklerini haber verir. Onlar, kendi kanılarına göre melek şeklini verdikleri putlara yönelerek bu sûretlere tapınmaktadırlar. Bu sûretlere tapınmalarını, meleklere tapınma derecesinde tutmaktadırlar. Güya onlar, Allah katında, kendilerine yakın olan dünya işlerinde, rızıklarında ve muzaffer kılınmalarında şefaatçi olacaklardı. Bu inançları onları,bu putlara tapınmaya sevk etmektedir. Ahiret yurduna gelince, onlar, zaten ahiret gününü inkar etmektedirler.
Zeyd ibn Eslem ve İbn Zeyd’ den naklen Katâde, Süddî ve Malik,”Sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” ayetini şöyle anlatmaktadırlar: Onlar, bize şefaat etsinler ve Allah katında derece bakımından bizi O’na yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.”(2) İmam Kurtubî (rh.a.) ise, bu konuda şunları söyler: “O’ndan başka velîler edinenler, buyruğunda velîlerden kasıd putlardır. Haber hazfedilmiş, yani onlar derler ki: “Biz bunlara ancak bizleri Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.”
Katâde dedi ki: Müşriklere, Rabbiniz ve yaratıcınız kimdir? Gökleri ve yeri kim yaratmıştır? Semâdan su (yağmur) indiren kimdir? diye sorulduğunda,”Allah” diyorlardı. Bu sefer onlara: Peki, putlara ibadetinizin anlamı nedir? denilince, şöyle cevap veriyorlardı: Bizi, Allah’a yaklaştırsınlar, O’nun nezdinde bize şefaat etsinler diye.”(3) İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a) ise şöyle diyor: “Bil ki, ayetteki,”Onlara, zamiri, Allah’ın dışında kendisine tapınılan mabûdlara aid olup bunlarda, akıllı ve akılsız diye ikiye ayrılırlar. Akıl sahibi olan mabûdlara gelince, birtakım kimseler, meselâ Hz. İsa (a.s.)’a, Hz. Üzeyr (a.s.)’a ve meleklere tapmışlardır. Pek çok kimse de, güneşe, aya, yıldızlara tapmışlar ve fakat bunların düşünebilen, konuşabilen canlılar olduklarına inanmışlardır. Kendilerinde hayat ve akıl bulunmadığı hâlde tapınılan mabûdlara gelince, bunlarda putlardır. Bunu, iyice kavradığın zaman biz diyoruz ki: (Haydi diyelim ki,)Kâfirlerin ileri sürdüğü bu söz, akıl sahibi olan bu mabûdlar hakkında uygun bir sözdür! Amma bu söz, aklı olmayanlar için hiç de uygun düşmez.
O kâfirlerin, Hz. İsa (a.s), Üzeyr (a.s.) ve melekler hakkında, Allah katında kendilerine şefaatçi olacaklarına inanmış olmaları ihtimal değildir (inanmış olabilirler). Amma insanın, putların ve cansız şeylerin, kendilerini Allah’a yaklaştıracağına itikad edip inanması, akıldan uzak bir şeydir. Bu takdire göre, onların maksadları, onlara ibadet etmenin, kendilerini Allah’a yaklaştıracağına inanmalarıdır.
Şöyle de denile bilinir: İnsan, o putlara bir ağaç yada bir taş olmaları itibariyle onlara tapmaz. Onlar, onlara ancak onların, ya yıldızların, ya semavî ruhların veyahut da gelmiş geçmiş peygamber veya salih kimselerin heykelleri olduklarını inandıkları için ibadet ederler ki, O insanların bu putlara ibadet ediş maksadları, ibadetleri, bu heykelleri kendilerine birer sûretleri(sembolleri) kabul ettikleri o varlıklara yöneltmektir. Netice olarak diyebiliriz ki: putperestler şöyle diyebilirler: “En büyük ilâh, beşerin kendisine ibadet etmesinden yüce ve münezzeh olan zât’tır. Beşere düşen, mesela, yıldızlar, semâvi ruhlar (ve Hz. İsa (a.s.), Hz. Üzeyr (a.s.), melekler…) gibi, Allah’ın kullarından ve yaratıklarından en büyüklerine ibadet etmektir. Onlara düşen ise,en büyük ilaha ibadet etmekle meşgul olmalarıdır. “İşte onların ayetteki “Biz, bunlara ancak, bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye tapıyoruz” şeklindeki sözlerinden kasdedilen budur”(4)
İmam İbn Kesir (rh.a.), İmam Kurtubî (rh.a) ve İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.)’in beyanlarından apaçık anlaşıldığı üzere müşrikler, Allah’dan başka varlıkları ilâh edinerek onlara ibadet edip tapınmaları, Âlemlerin Rabbi Allah’ı çok yüceltmeleri ve çok iyi niyetlerinden kaynaklanmaktadır… Onlar, cehaletlerinden dolayı kendilerini direkt Allah’a ibadet etmeye lâyık göremiyorlardı… Allah’a doğrudan doğruya ibadet etmek hakkı, ancak Allah’a en yakın olan yüce varlıklara aiddi… Onlar, Allah’a ibadet ederken, müşrikler de onlara, kendilerini Allah’a yaklaştırıp Allah’ın katında kendilerine şefaatçi olsunlar diye ibadet edinip tapınıyorlardı… Bu iyi niyetlerinde çok samimi idiler…
Müşrikler, Allah’ı inkâr etmiyorlar, aksine Allah ile kendi aralarına put ilâhları katarak Allah’ı daha çok yücelttiklerine inanıyorlardı… Allah’a en iyi niyetleriyle ibadet ederken, Allah’ın haram kıldığı en korkunç suçu işliyorlardı: Şirk! Onlar, Allah’a ibadet etmek iyi niyetiyle, Allah’ın affetmediği şirk suçunu işliyor ve en büyük günahı amel hâline getiriyorlardı… Hem inanıyor, hem de amel ediyorlardı. Onların, Allah’a kendilerini yaklaştırsınlar iyi niyetiyle işlemiş oldukları bu suç, kendilerini dünyada da, ahirette de helâk etmişti… İyi niyetleri, kötü amellerini engellememiş ve onları özür sahibi kılmamıştı…
Müşrikler, bu iyi niyetlerini Allah’a karşı olan ibadetlerinde ortaya koyuyorlardı. Hacc ediyor, Kâbe’yi tavaf edip, Haceru’l Esved’e hürmet duyuyorlardı… Kâbe’yi yeniden onarmaları ve Haceru’l Esved’i yerine yerleştirme konusundaki hassasiyetleri bu iyi niyetlerinden kaynaklanıyordu…(5) Hacc ederken, içine şirk karıştırdıkları telbiye getiriyor ve şöyle diyorlardı: “Buyur Allah’ım buyur! Buyur, Senin ortağın yoktur! Ancak bir ortağın vardır, o da Senin hükmündedir. Sen, ona ve onun sahib olduklarına hükmedersin!” (6)
Müşrikler, Allah’a ortak kılarak inanıyorlardı. Rabbimiz Allah,bunu şu şekilde buyuruyor: “Onların çoğu, şirk koşmaksızın (bir türlü) Allah’a iman etmezler.”(7) Allah’ın haram kıldığı bu şirki, hep iyi niyetleriyle işliyorlardı… put ilâhlara, Kâbe’ye duydukları saygıdan dolayı tapıyorlardı… İbn el-Kelbî şöyle anlatıyor: “Onları, putlara ve taşlara tapmaya sürükleyen sebeb şu oldu: Mekke’den uzaklaşan bir kimse, Kutlu Eve (Kâbe’ye) saygıdan ve Mekke’ye olan bağlılığından ötürü, yanına Kutlu Bölge (Haremi Şerif)’den bir taş almaksızın uzaklaşmazdı. Nerede konaklarsa, onu bir yere koyarlar ve tıpkı Kâbe’yi ettikleri gibi kendilerine uğur getirsin diye ve saygı ve sevgilerini ifade amacıyla onu tavaf ederlerdi (çevresinde dönerlerdi). Kâbe’ye ve Mekke’ye olan saygıları da devam ediyordu.”(8) Hep iyi niyet!.. İyi niyet ile Allah’a şirk koşmak!.. Allah’ın haram kıldığı, yani yasakladığı bir şeyi, Allah’a yaklaşmak ve Allah’a ibadet etmek iyi niyetiyle yapıyorlardı!..
Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor: “De ki: ‘Gelin, Rabbimizin size neleri haram kıldığını okuyalım: O’na, hiçbir şeyi ortak koşmayın…”(9) “Doğrusu Allah, kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını da dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olar.”(10)
Bu yersiz, delilsiz ve cehaletten kaynaklana iyi niyetleri, onları şirkin en çirkinine sürükledi!..
İbn el-Kelbi Şöyle anlatıyor: “Bu davranışları onları, gitgide hoşlarına giden şeylere tapmaya götürdü. Asıl dinlerini unuttular. İbrahim (a.s.)’ın ve İsmail (a.s.)’ın dinini başkasıyla değiştirdiler. Putlara taptılar ve kendilerinden önceki toplumların durumuna düştüler. Hz. Nuh (a.s.)’ın kavminin tapmış oldukları putları, hatırladıkları kadar yeniden ortaya çıkardılar. Aralarında İbrahim (a.s.) ve İsmail (a.s.) çağlarının adetlerini devam ettirenler de vardı: Kâbe’ye saygı, onu tavaf, Hacc, Umre, Arafat’ta ve Müzdelife’de vakfe, Kurban sunmak, Hacc ve Umre esnasında ‘Lebbeyk, diye çağrış gibi bu adetlere, kendilerinden bir takım adetler daha katarak.”(11)
Allah’a yaklaşmak, O’na ibadet etmek kasdı ve iyi niyetleriyle daha ne çirkin suçlar işlemediler ki!..
Ebu Recâ el-Utârîdî anlatıyor: Biz, taşlara ibadet ederdik. İbadet etmekte olduğumuz taştan daha hayırlısını (daha güzelini) bulduğumuz zaman onu atar ve güzel olan diğerini alırdık. Taş bulamadığımız zaman ise, topraktan bir mikdar toplar, sonra davarı getirir ve o toprak yığınının üzerine süt sağar, sonra da o yığına tavaf ederdik!..(12)
İbn İshak (rh.a.) anlatıyor: Her bir belde ehli, beldelerinde kendisine ibadet ettikleri bir put edinmişlerdir. Onlardan bir adam, bir sefere çıkmaya niyet ettiği, bineğine bindiği zaman, ona sürünürdü. Bu sefere yöneldiği zaman en son yaptığı şeydi. Seferinden geldiği zaman ona, yüzgöz sürerdi. Bu da, ehlini görmezden önce başladığı ilk şeydi. Allah, Rasulü Muhammed (s.a.s.)’i Tevhid ile gönderince, Kureyş dedi ki: “Acaba O, bunca ilâhları tek bir ilâh mı yaptı? Muhakkak bu, çok şaşılacak bir şeydir.”(13)
Arablar, Kâbe ile birlikte birtakım tağutlar ittihaz etmişlerdi. Bunlar, birtakım evlerdi ki, onlara ta’zim ederlerdi. Tıpkı Kâbe’ye ta’zim ettikleri gibi. Onların da bakımları ve hizmetçileri vardı. Onlara hediyeler verirlerdi, tıpkı Kâbe’ye verdikleri gibi. Onları tavaf ederlerdi, tıpkı Kâbe’yi ettikleri gibi. Onların yanında Kurban keserler, fakat Kâbe’nin onlardan üstünlüğünü bilirlerdi. Çünkü onlar, biliyorlardı ki, orası, İbrahim Halil (a.s.)’ın beyti mescididir.”(14)
İbn el-Kelbî, bu konuda şu bilgileri de vermektedir: “Arablar, putlara tapmayı çok basitleştirmişlerdi. Bazıları bir tapınak,bazıları da bir put edinmişlerdi. Bir puta veya bir tapınağa gücü yetmeyen, Kâbe’nin veya diğer tapınaklardan birinin önünde hoşuna giden bir taşı diker, sonra tapınağı tavaf eder gibi onu tavaf ederdi. Bu taşlara, el-Ensâb derlerdi. Bunlar, heykel şeklinde olursa, yani belli birer şekilleri olursa, bunlara el-Esnâm veya el-Evşân derler, onları tavaf etmeye de ed-Davâr derlerdi.
Birisi,bir yolculuk sırasında konakladığında,dört tane taş alır, içlerinden en güzelini seçerek, onu ilâh edinir diğer üçünü de tenceresine pişirme taşı yapardı.(15) Ayrılırken onu, orada bırakırdı. Başka konaklayışlarında da aynı şeyi yapardı.
Arablar, bütün bu taşlara Kurban keserler, hayvan boğazlarlardı. Böylece onlara yaklaşırlardı. Bununla birlikte Kâbe’nin hepsine üstünlüğünü tanırlardı. Hacc ve Umre için O’na giderlerdi. Yolculukları sırasında davranışları da, sırf Kâbe’deki hareketlerini hatırlayaraktı. O’na olan derin eğilimlerinden ötürü böyle yapıyorlardı.” (16)
Bu iyi niyetli ve Kâbe’ye saygılı müşrikler, Allah’ı inkâr eden kişiler değillerdi… Aksine bütün bu şirk koşmalar, Allah’a yaklaşmak ve O’nun rızasını kazanmak için yapıyorlardı…
Rabbimiz Allah şöyle buyurur: “De ki: “Yer ve ondakiler kimindir? Eğer biliyorsanız (söyleyin).” Onlar: “Allah’ındır, diyeceklerdir. Sen de ki: O halde siz, iyice düşünüp ibret almaz mısınız?”  De ki: “Yedi göğün ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?” “Allah’ındır, diyeceklerdir. De ki: ‘O hâlde korkmaz mısınız?” De ki: “Her şeyin hakimiyeti elinde bulunan, himaye eden, fakat kendisine karşı kimsenin himaye altına alınmasına imkân tanımayan kimdir? Evet, biliyorsanız (cevab verin).” Onlar: Allah’dır, diyeceklerdir, De ki: Öyle ise nasıl olurda aldanıyorsunuz?” (17)
De ki: Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? yahud o gözlere ve kulaklara malik olan kimdir? ölüden diriyi çıkaran ve diriden ölüyü çıkaran kimdir? İşleri, yerli yerince kim yönetiyor? Hemen, Allah diyeceklerdir. De ki: O hâlde (O’na isyan etmekten korkmaz mısınız? (18)
İyi niyetleriyle Allah’a şirk koşarak inanmaları, O’nu tanıyıp yüceltmeleri, Müşrikleri helâk olmaktan kurtaramadı!.. Rabbimiz Allah Şöyle buyuruyor: “Andolsun ki,etrafınızda bulunan ülkeleri (n halkını) helâk ettik ve onlara ayetleri tekrar tekrar açıkladık. Belki dönerler diye. Kendilerini Allah’a yaklaştırmak üzere Allah’dan başka İlâh diye edindikleri,onlara yardım etmeli değimliydi? Bilakis bu ilâhları önlerinden kaybolup gittiler. İşte bu, onların yalanları ve uydura geldikleri şeylerdir.”(19)
Bu iyi niyetli müşrikler, iyi niyetleriyle çok kötü amel işlediler ve onların izinden gidenler, hâlâ iyi niyetlerle çok kötü ameller işleyerek Allah Teâlâ’ya isyan etmeye devam etmektedirler… İslâm topraklarını işgal eden zalim tağutların egemenlikleri ve baskıları altında esaret hayatı yaşayanlar, tağutun hükümleriyle, yani şirk ve küfürle hükmeden tağutî iktidarlara iyi niyetleriyle destek oluyorlar… Bunlar, iyi niyetleriyle bu Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen iktidarlardan kendilerine göre hayırlı hizmetler ve olumlu değişimler beklemektedirler… Bundan dolayı onlara yardımcı oluyor ve destek veriyorlar…”Ola ki, mahkum edilmiş İslam’a ve esir edilmiş Müslümanlara faydalı olurlar” iyi niyetleriyle onlarca yıldır Allah’ın hükümlerini bir yana bırakarak tağutun hükmüyle hükmeden zalim iktidarlara yardımcı olup, zulmün devam etmesini sağlıyorlar…
Onlar, bu yersiz ve hatâlı iyi niyetleriyle İslam topraklarındaki zulmeden tağuti iktidarları desteklerken ve onların kuruyan hayat damarlarına taze kanlarını verip canlandırırken, Âlemlerin Rabbi Allah’ın şu ayetlerini hiç mi hatırlamıyorlar?.. Hiç mi okumuyor, hiç mi duymuyor ve hiç mi görmüyorlar?..
Şöyle buyuruyor yegâne Rabbimiz Allah: “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerin tâ kendileridir.”(20) “Rabbinin ayetleri ile kendisine öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim kimdir? Muhakkak ki Biz, günahkârlardan intikam alanlarız.”(21) “Bir de zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size ateş dokunur. Zaten sizin Allah’dan başka yardımcılarınız da yoktur. Sonra size yardım da olunmaz.”(22)
Allah’ın hükümlerini hayatın dışına iten, geçersiz kılan ve yasaklayan egemen zalim tağutların hükümleriyle isteyerek hükmedenler, şahsi nitelikleri ne olursa olsun, zalimlerin tâ kendileridir!.. Çünkü Allah’ın indirdikleriyle hükmetmiyorlar… Onların, zalimlerin tâ kendileri olduklarını Allah Teâlâ söylüyor!..
Bu zalimler, İslam topraklarını işgal eden tağutlar adına hüküm koyma makamına yetkili kılınmışlardır…
Sonu belli olmayan bir zaman bu zulmü işledikten sonra, “zulmü ortadan kaldıracak iyi niyetiyle onlara yardımcı olabilir ve destekleyebilirsiniz” diye inanıp insanları yönlendirenler, hangi sahih delile dayanıyorlar?.. Kur’ân’dan, Sünnet’ten, İcma’dan ve Kıyas’tan bir delilleri mi var?..”yoksa” onlar birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermegiği şeyleri, dinde kendilerine teşri ettiler (bir şeriat kıldılar)? Eğer o fasıl kelimesi (cezaları ahirete bırakılması) olmasaydı, elbette aralarında hüküm (karar) verilirdi. Gerçekten zalimler için acı bir azap vardır.”(23)
Şu sorular iyice araştırılıp İslâm’a göre cevaplandırılmalıdır: Bitiş noktası asla belli olmayan bir zaman içinde: Putperestliği ortadan kaldırmak iyi niyetiyle puthâne işletebilinir mi? Şirki ortadan kaldırmak iyi niyetiyle şirk işlenebilinir mi? Tağutun hükümlerini değiştirmek iyi niyetiyle tağutun hükmüyle hükmetme makamında yetkili olarak bulunulabilinir mi? Hırsızlık mesleğini ortadan kaldırmak iyi niyetiyle hırsızlık yapılabilinir ve yaptırılabilinir mi?  Kumarı ortadan kaldıra iyi niyeti ile kumarhâne işletile bilinir mi? Meyâneyi ortadan kaldırmak iyi niyetiyle meyhâne işletilebilinir mi? Genelevleri ortadan kaldırmak iyi niyetiyle genelevler çalıştırılabilinir mi? Zulmü ortadan kaldırmak iyi niyetiyle mazlumlara zulüm edilebilinir mi?..
Bunların nezaman ortadan kaldırılacağı asla belli olmadığı hâlde!.. Bütün bunlar, iyi niyetle yapılır mı ve yapılmasına destek verilip yardımcı olunur mu? Bu durumda onların iyi niyeti, kendileri için özür sayılır mı?
Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)’in şu beyanına rağmen!.. Evs b. Şurahbil (r.a.)’dan Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur,”kim zalim olduğunu bildiği hâlde, bir zalime yardım etmek için giderse, İslâm’dan çıkmış olur!”(24)
Dipnotlar: 1. Zümer,39/3. 2. İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, çvr. Dr. Bekir Karlığa Dr. Bedrettin Çetiner, İst. 1986, c.12, sh. 68-96. 3. İmam Kurtubî, El-Câmiuli-Ahkâmi’l-Kur’ân, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2002, C15, sh.140. 4. Fahruddin er-Râzî, Tefsiri Kebir Mefatîhu’l-Gayb, çvr. prof. Dr. Suat Yıldırım, Vdğ.Ank.1995, C.19, sh.133-134. 5. Bkz. İbn Hişam, Sireti İbn Hişam Tercemesi İslâm Tarihi, çev. Hasan Eğe, ist.1985, C.1, sh, 256-265. Muhammed ibn İshak, Siyer, çev. Sezaî Özel, ist.1991, sh.156163. 6. İbn Al-Kalbî, putlar Kitabı, çev.Beyza(Düşüngen) Bilgin, İst.2003sh.41. 7. Yusuf,12/106. 8. İbn Al-Kalbî, A.g.e.sh. 40.  9. En’âm, 6/151. 10. Nisa,4/48, 116. 11. İbn Al-Kalbî, A.g.e.sh. 40 12. Sahihi Buhârî Kitabu’l-Mağazî, B.72, Hbr. 372. Sahihi Dârimî, Mukaddime, B.1, Hbr. 4. 13. Sad, 38/5 14. İbn Hişam, A.g.e. C.1, sh. 57. 15. Süneni Dârimî, Mukaddime, B.1, Hbr. 3. 16. İbn Al-Kalbî, A.g.e.sh. 57-58. 17. Mü’minun, 46/27-28. 18.Yunus, 10/31. 19. Ahkâf, 46/27-28. 20. Mâide, 5/45. 21. Secde, 32/22. 22 . Hud, 11/113. 23. Şura, 42/21. 24. İmam er-Rüdânî, Cemu’l-Fevaîd Büyük Hadis Külliyatı, çev. Naîm Erdoğan, ist.2003, C.2, sh.337,  Hds.4971. Taberânî, u’cemu’l Kebir’den İmam Hafız el-Munzirî, Hadislerle İslâm Terğib ve Terhib,çev. A. Muhtar Büyükçınar, Vdğ.  İst.  T.Y. C. 4, sh.459, Hds. 6.  İbn Kesir,  A.g.e. c.5,  sh. 2089.