Mü’minlerin Yolu

“Kim kendisine dosdoğru yol apaçık belli olduktan sonra, Rasul’e karşı gelip muhalefet eder ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyup giderse, onu döndüğü yolda bırakır ve cehenneme atarız. Ne kötü bir yataktır o!..” (1)
Böyle buyurdu, yerde de İlâh, göklerde de İlâh Rabbimiz Allah… (2) Hüküm ve hikmet sahibi Allah… Hükmedenlerin hakimi Allah böyle buyurdu… (3) Hükümde hiçbir ortağı olmayan (4) hükmün yalnız kendisine aid olduğu (5) yaratma ve emretmenin kendine mahsus olduğu (6) yegâne ilâhımız Allah böyle buyurdu…
“Kim kendisine dosdoğru yol apaçık belli olduktan sonra.”
Dosdoğru yol… Hak yolu… Hiçbir batılın karışmadığı yol… Bütün karanlıkların yok olduğu nûr yolu… Peygamberlerin, sıddîklerin, salihlerin ve şehidlerin yolu… Kendilerine nimet verilmişlerdir bunlar… Bu yol, Allah’ı Rabb, İslâm’ı Din, Rasulullah (s.a.s)’i örnek ve önder kabul edip, katıksız iman ederek bundan razı olmuşların yoludur… Ve bu yol, muttakî Müslümanların yoludur…
Muvahhid ve muttakî mü’minler, yakîn olarak gayba iman etmiş, namazını dosdoğru kılmış, kendilerine verilen rızıktan Allah yolunda infâk etmiş Allah’dan indirilen hükümlere inanmış, ahrete iman eylemiş şahsiyetlerdir… (7)
Dosdoğru yol… Yegâne Rabbimiz Allah’ın ilkelerini apaçık beyan buyurduğu, yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s)’in yaşayarak izah ettiği dosdoğru yol… Allah’ın yolu…
“Bu, Benim dosdoğru olan yolumdur. Şu hâlde ona uyun. Sizi, O’nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti. Umulur ki, korkup sakınırsınız.” (8)
Yegâne Rabbimiz Allah, kendisine uymamızı emir buyurduğu bu dosdoğru yolun ilkelerinin bir kısmını şöyle beyan buyuruyor:
“De ki: “Gelin, size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne babaya iyilik edin, yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin Sizin de, onların da rızıklarını Biz vermekteyiz. Çirkin  kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti, umulur ki akıl erdirirsiniz.
Yetimin malını, o ergenlik çağına erişinceye kadar o en güzel (şeklin) dışında yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyin. Söylediğiniz zaman yakınınız dahi olsa adil olun. Allah’ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti. Umulur ki, öğüt alıp düşünürsünüz.” (9)
Rabbimiz Allah, bu hayat ilkelerini beyan buyurduktan sonra:
“Bu, Benim dosdoğru olan yolumdur…” diye buyurur.
O’nun dosdoğru yolu, akîdede ve amelde O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak ve ahdine vefâ göstermektir… Ahdine vefâ göstermek, O’ndan başka hüküm koyucu ve kendisine itaat edilerek kulluk yapılacak hiçbir rab, melik ve ilâh tanımamak, asla kabul etmemektir… Çünkü Allah, insan kullarını yalnızca kendisine kulluk yapmaları için yaratırken (10) kendilerinden, kendisinden başka hiçbir rab kabul etmeyeceklerine dair ahid almıştı… Rabbimiz Allah, o “Misak” anını şöyle hatırlatıyor:
“Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zurriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim? (demişti de) onlar: “Evet (Rabbimizsin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) kıyamet günü: “Biz, bundan habersizdik” dememeniz içindir.
Ya da: “Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu. Biz ise, onlardan sonra gelen bir kuşağız. İşleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helâk mı edeceksin?” dememeniz için.
İşte Biz, ayetleri böyle birer birer açıklarız, umulur ki dönerler.” (11)
Ahde vefâ, Allah’dan başka hüküm koyucu ve hükmüne tabi olup itaat edici bir rab, yani bir makam ve bir mevki, bir güç ve bir kuvvet tanımamak, emrine ve nehyine tabi olmamak, hayatını ona göre tanzim etmemektir…
Allah’ın ahdine vefâ göstermek, yalnız ve yalnız Allah’ın emrine tabi olmak, O’nun hükümlerine göre hayatı tanzim edip hükmetmek demektir… Çünkü, hükmetme makamında olup da:
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfir olanların tâ kendileridir.” (12)
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, zalim olanların tâ kendileridir.” (13)
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasıkların tâ kendileridir.” (14)
Allah’ın indirdikleriyle, yani Allah’ın hükümleriyle hükmetmemek, Allah’dan başka egemen olan tağutların hükümleriyle hükmetmek demek olduğundan, Allah’ın ahdine vefâsızlıktan başka bir şey değildir… Allah’ın ahdine vefâ göstermek, O’ndan başka hüküm koyucu kabul etmemektir… O’ndan başka hüküm koyucu kabul etmek ve o kabul edilen hüküm koyucunun helâlharam sınırlarına, yani yasak ve serbest hududlarına riâyet etmek, onu, kendisine Allah’dan başka rab edinmektir…
Misak ahdinde:
“Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna: “Evet (Rabbimizsin), şahid olduk!” diyenler, yeryüzündeki hayatlarında Allah’ın bırakarak, yani Allah’ın hükümlerini, helâl  haram sınırlarını bir yana koyarak, Allah ile hudud yarışına girişen egemen tağutların hükümlerine göre hayatı düzenleyecek olurlarsa, onları, Allah’dan başka rabler edinmiş olurlar… Bu inanç ve tavır, Allah’a şirk koşmak olup, ahdine vefasızlık yapmak demektir… Allah’ın ahdine vefasızlık edenler, ondan başka hüküm koyucu kişi ve makamları tanıyanlardır… Bu ilâh ve rablaştırdıkları kişi ve makamlara boyun eğip onların hükümlerine uyanlar, hiçbir ortağı olmayan (15) ve hükmünde hiç kimseyi ortak etmeyen Allah’a (16) hükümde ortak kabul etmişlerdir… Yalnız Allah’a aid olması gereken hayatı, (17) Allah ile, Allaha ortak kılmış oldukları hüküm koyucular arasında pay etmiş ve böylece Allah’a şirk koşmuşlardır…
Rabbimiz Allah, yalnızca kendisine ibadet etmekle, yani hükümlerine göre yaşamakla emr olunmuş olan kullarını, bu konuda uyarmakta, dikkatli olmalarını emretmektedir:
“Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiblerini rablar (ilâhlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir İlâh’a ibadet etmekten başka bir şeyle emr olunmadılar. Ondan başka ilâh yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.” (18)
Adiyy b. Hatim (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.), Allah ı bırakarak, Allah’dan başkalarını rablar ve ilâhlar edinmeyi şöyle izah buyuruyor:
“Bunlar, herhangi bir şeyi onlara helâl (serbest)kıldıkları vakit onu, helâl kabul ediyorlar ve herhangi bir şeyi de onlara haram (yasak) kıldıkları vakit onu, haram kabul ediyorlardı.” (19)
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (rh.a), “Hak Dini Kur’ân Dili” adlı meşhur tefsirinde, “Allah’dan başka rabler edinmek” konusunda şunları beyan eder:
“Allah’ın emrine, hakkın hükmüne değil, onların hükümlerine, onların iradelerine tabi oldular. Onlara, Allah’a tapar gibi taptılar, hatta Allah’ı bırakıp açıkca Allah’ın emirlerine ters düşen keyfî arzularına itaat eylediler. Allah’ın haram kıldığı şeyleri onların emirleriyle helâl gördüler. Allah’ın “yapmayın” dediği şeyleri yaptılar, “yapın” dediklerini de yapmadılar. Allah’ın emir ve yasaklarını değil de, onların emir ve yasaklarını dinlediler.” (20)
Müfessir Elmalılı M. Hamdi, daha sonra şunu beyan eder:
“Daha sonra bu rablık imtiyazı, ruhban sınıfının elinden çıkmış, parlementerlere geçmiştir.” (21)
Dosdoğru yol, Allah’ın ahdine vefâ gösterip, ona hiçbir şeyi ortak etmemektir… Kendisine dosdoğru yol gösterilen ve hak ile batılın birbirinden tamamen ayrıldığını görüp idrak eden kişi veya kişiler, egemen tağutları reddedip tanımayarak Allah’a iman ederse, dosdoğru yolun yolcusu olup kurtuluş kulpuna yapışmış olur… (22)
İmam İbn Kesir (rh.a.) meşhur tefsirinde:
“Kim kendisine dosdoğru yol apaçık belli olduktan sonra Rasul’e karşı gelip…” ayetini şöyle açıklıyor:
“Kim, Allah Rasulü (s.a.s.)’in getirmiş olduğu şeriat yolundan başkasına girerse, o, bir tarafta, şeriat bir tarafta olur. Zirâ bu, kendisine hak ve gerçek açıkça belli olmuş ve ortaya çıkmış olduktan sonra kendisindeki bir kasıddan meydana gelmiştir.
Allah Teâlâ:
“Mü’minlerin yolundan başka bir yola uyup giderse…” buyuruyor ki bu, birinci sıfatın ayrılmaz bir parçasıdır. Fakat bazan kanun koyucunun açık emrine muhalefet olabileceği gibi, bazan da Ümmeti Muhammed’in ittifakını kesin olarak bildiği konularda onları, icmâ’ ettikleri, birleştikleri bir konuda da olabilir. Zirâ onlar (Muhammed Ümmeti), bir konuda birleştiklerinde hatâdan korunmuşlardır. (23) Bu, onlara verilen bir şereften ve Peygamberlerine bahşedilen ta’zimdendir. Bu konuda bir çok sahih hadisler varid olmuştur. Âlimlerden, bunun mânâca tevâtür derecesinde olduğunu ileri sürenler vardır.
İmam Şâfiî (rh.a) de uzun uzun düşündükten sonra, bu ayetin, icmâ’a muhalefetin haram olduğu konusunda delil olduğuna karar vermiştir. Bu, istinbâtların en güzel ve kuvvetlilerindendir.” (24)
İmam Fahruddin erRâzî (rh.a.), meşhur tefsirinde şöyle açıklıyor:
“Şâfiî’nin bunu delil getirişi şöyle izah edilir:
Mü’minlerin yolunun dışından bir yola uymak haramdır. Binaenaleyh mü’minlerin yoluna uymanın vacib olması gerekir.
Birinci mukaddimenin izahı şudur:
Allah Teâlâ, “Peygamber’e muhalefet edip, mü’minlerin yolundan başkasına tabi olanlar için, bir va’îdi ilâhî’ nin söz konusu olduğunu” belirtmiştir. Hâlbuki sadece peygamber’e muhalefet etmek de, böyle bir va’îdi gerektirir. Binaenaleyh eğer mü’minlerin yolundan başka bir yola uymak böyle bir ilâhî tehdidi gerektirmemiş olsaydı, o zaman bu, tehdidde (va’îdde) herhangi bir tesiri olmayan şeyi, bu va’îdi tek başına gerektiren bir şeye katma olur ki, böyle bir şey câiz değildir. Bundan dolayı, mü’minlerin yolundan başka bir yola ittiba etmenin haram olduğu sabit olur. Bu sabit olunca da, mü’minlerin yoluna uymanın vâcib olması gerekir. Çünkü mü’minlerin yoluna uymamak ifadesi, mü’minlerin yolundan başkasına uyma mânâsını gösterir. Bu sebeble, mü’minlerin yolundan başkasına uymak haram olunca, mü’minlerin yoluna uymamanın da haram olması gerekir. Mü’minlerin yoluna uymamak haram olunca, onların yoluna uymak vâcib demektir. Çünkü bu iki zıt tarafın (ihtimalin) dışına çıkılmaz.” (25)
Mü’minlerin yolu, yegâne önderleri ve hayat örnekleri Rasulullah (s.a.s.)’e (26) karşı gelmeyip muhalefet etmeden tabi olup itaat etmektir… Muvahhid mü’minler, yegâne Rableri Allah’ın seviyor (27) ve Allah emrettiği için Rasulullah (s.a.s)’e tabi olup itaat etmektedirler…
Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:
“De ki: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, bana uyun, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
De ki: “Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse, şübhesiz Allah kâfirleri sevmez.” (28)
Çünkü Rasulullah (s.a.s)’e itaat etmek, Allah’a itaat etmektir:
“Kim Rasule itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse Biz seni, onların üzerine koruyucu göndermedik.”  (29)
Rasulullah (s.a.s.), hayat önderidir… Hayat kitabı olan Kur’ânı Kerim’i hayata uygulayan ve emrolunduğu gibi davranan yegâne örnek şahsiyettir… Zirve insandır Rasulullah (s.a.s.)!.. O’na uymak, Sünneti’ne tabi olmak demektir… O’nun Sünneti’ne tabi olan Kur’ânı Kerim’e tabi olmuştur. O’nun Sünneti, Kur’ânı Kerim’in hayata uygulanış biçimidir… Bundan dolayı, ferdî, ailevî ve sosyal hayatın, Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ne tabi kılınması gerekir… O’nun Sünneti’ne tabi olan, hayat kitabı Kur’ânı Kerim’i hayata uygulamış olur… Kur’ân, canlı bir hayat olur… Kur’ân ve Sünnet ile hayatlarını tanzim eden muvahhid mü’minler, Rableri Allah’ın rızasına uygun yaşarlar… Kendilerine belli olan dosdoğru yol üzere yürürler… Ticaretlerin de, ekonomilerinde, eğitimlerinde, ailelerinde ve sosyal hayatlarında Kur’ân ve Sünnet’e tabi olan katıksız iman edip salih amel işleyenler, öyle bir çevre, öyle bir toplum, öyle bir bölge oluştururlar ki hayat, orada yaşamaya değer… Yalnızca Allah’a ibadet etsinler diye yaratılan insan, öyle bir ortamda yaratılış gayesine uygun yaşar ve fıtrat üzere izzet sahibi olur… İnsan olduğunun ve kul olduğunun farkına varır… Kullara kul olmaktan ve zalim egemen tağutlar tarafından sömürmekten kurtulur… Gerçek ve yegâne Rabbi Allah’a kul olur…
Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s)’in vahiy yoluyla Allah’dan getirdiği hayat nizamı İslâm, dosdoğru yoldur… Eyrisi, saklısıgizlisi ve noksanlığı olmayan dosdoğru yol…
“De ki: “Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah’a davet ederim. Ben ve bana uyanlar da. Ve Allah’ı tenzih ederim. Ben, müşriklerden değilim.” (30)
Her yönüyle kâmil bir hayat nizamıdır İslâm, hem de yegâne hayat nizamı… Bütün hayatı kuşatıcı nizam… Bir yanı akîdeyi, diğer yanı ameli gündeme getirir… Akîdeye asla şirk karıştırılmayacağı gibi, amele de asla şirk ve küfür karıştırılmamalıdır… Akîdede Tevhid olduğu gibi, amel de de Tevhid olmalıdır… Akîdevî Tevhidin bozulması, akîdeye şirk ve küfür karıştırmak ile olduğu gibi, amelî Tevhide de şirk ve küfür karışınca amelî Tevhid bozulur… Akîdevî Tevhid, Allah’dan başka ilâh ve rab kabul etmek, ona inanmak ile bozulur… Amelî Tevhid ise, Allah’dan başka egemen tağutların hükümlerini kabul edip ona göre amel etmek ile bozulmuş olur…
İşgal edilmiş İslâm topraklarındaki egemen zalim tağutların hükümlerine göre, isteyerek amel etmek, yani “ikrâhı Mülci” olmadan ticareti, ekonomiyi, siyaseti, eğitimi ve sosyal yapıyı ona göre düzenlemek, amelî Tevhidi bozar… Böylece amele şirk ve küfür karışmış olur… Kendisine şirk ve küfür karışmış veya şirke ve küfre göre düzenlenmiş amel, tamamiyle ifsad olmuş ve bomboş bir hâle gelmiştir…
İslâm, hayatı kuşatıcı ve bütün bir nizamdır… Hayat, ya islâm’a göre tanzim edilir, ya da edilmez… İslâm’ın bir kısmını alıp, bir kısmını bırakmak, o bıraktığı kısmın yerine tağutun hükümlerini geçirmek, elbette iman etmiş hiçbir mü’minin işi olamaz… “İkrâhı mülci” veya “Zaruret hâli” olmadan böyle davranmak, İslâm ile ilişkiyi kesmekten başka bişr şey değildir…
“Yoksa siz, kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası, aşağılık olmaktan başka değildir. Kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
İşte bunlar, ahireti verip dünya hayatını satın alanlardır. Bundan dolayı azabları hafifletilemez ve kendilerine yardım edilmez.” (31)
Âlemlerin Rabbi Allah, yalnızca ve şirk koşmadan kendisine ibadet etsinler diye yarattığı insan kullarına, onları bilgilendiren, eğiten, öğreten ve hayatta örnek olan Rasulünü, hayat rehberi Kitabı ile göndermedikçe, onlara dosdoğru yolu apaçık belli etmedikçe onları sorumlu tutmaz!..
Kendilerine dosdoğru yol apaçık belli olduktan sonra, Rasule karşı gelip mü’minlerin yolundan ayrılan ve hevalarını ilâhlaştırıp onun peşine takılanları (32) Allah, onların döndükleri yolda sapıklık üzerinde bırakır ve ahirette de cehenneme atar…
“İşte onlar, eğrilip sapınca, Allah da onların kalplerini eğriltip saptırmış oldu. Allah, fasık bir kavmi hidayete erdirmez.” (33)
“İlk defa ona iman etmedikleri gibi, (yine iman etmezler). Biz de onların kalblerini ve gözlerini çeviririz de azgınlıkları içerisinde onları kör ve şaşkın terk ederiz.” (34)
Âlemlerin Rabbi Allah tarafından, O’nun Rasulü (s.a.s.)’in vasıtasıyla açıklanan dosdoğru yol kendilerine apaçık beyan edildikten sonra Rasulullah (s.a.s.)’e karşı gelip muhalefet etmek, Allah’a karşı gelip isyan etmektir… Rasulullah (s.a.s.)’in getirdiği hayat nizamı İslâm’ı beğenmemek, “çağa uymaz, geri bir anlayıştır” inancı ve hareketiyle onu hayata karıştırmamak, ona tabi olmamak, ona rıza göstermemek, mü’minlerin yolundan ayrılmaktır… Allah Teâlâ, böyle azgın sapıkların kalbine dalâlet mührünü basar ve cehenneme sokar… Bu ceza, onların hür iradeleriyle tercih ettiği suçun karşılığıdır…
Ayeti kerime, kendisine dosdoğru yol apaçık belli olduktan sonra, hırsızlık yaptığı için eli kesilmesine hükmedildiği için, İslâm’dan dönüp mürted olarak Mekke’ye kaçan Beşir (Tu’me) İbn Ubeyrık hakkında inzâl olması, (35) ayetteki hükmün umumî oluşuna ve böyle anlaşılıp yorumlanmasına engel teşkil etmez…
Muvahhid mü’minler, hangi çağda, hangi asırda ve hangi diyarda olurlarsa olsunlar, onlar için seçilip beğenilen, Allah’ın tamamlanmış nimeti olan hayat nizamı İslâm’a (36) tabi olurlar… Allah’a, Rasul’e (s.a.s.) ve kendilerinden olup iman ile Allah ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat eden “Ulu’lemr”‘e itaat eden mü’minlerin yolundan ayrılmazlar…(37) Çünkü mü’minlerin yolu, dosdoğru ve kurtuluş yoludur!..
1) Nisa, 4/115. 2) Bkz. Zuhruf, 43/84.3) Bkz. Tin, 95/8. 4) Bkz. Kehf, 18/26. 5) Bkz. Yusuf, 12/40. 6) Bkz. A’râf, 7/54. 7) Bkz. Bakara,2/34. 8) En’âm,6/153. 9) En’ âm,6/151152. 10) Zariyat, 51/ 56. 11) A’râf, 7/172-174. 12) Mâide, 5/44. 13) Mâide, 5/45. 14) Mâide, 5/47. 15) Bkz. En’âm, 6/163. 16) Bkz. Kehf, 18/26. 17) Bkz. En’âm, 6/162. 18) Tevbe, 9/31.19) Süneni Tirmizî, Kitabu Tefsiri’l-Kur’ân, B.10, Hds.3292. 20) Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İst. T.Y. C.4, Sh.360. (Yenda Yayınları). Sadeleşmiş Nüsha: Sadeleştirenler: Doç. Dr. İsmail Karaçam, Vdğ. İst. T.Y. C.4, Sh.317. (Azim Dağıtım). 21) Sadeleşmiş Nüsha: C.4, Sh. 320. 22) Bkz. Bakara, 2/256. 23) Bkz. Süneni Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B.7, Hds. 2255. 24) İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, Çev. Dr. Bekir Karlığa Dr. Bedrettin Çetiner, İst. 1984 C.5, Sh.1927. 25) Fahruddin er-Râzî, Tefsiri Kebir-Mefatihu’l-Gayb, Çev. Prof Dr. Suat Yıldırım, Vdğ. Ank. 1990, C.8, Sh.315. 26) Bkz. Ahzab, 33/21. 27) Bkz. Bakara, 2/165. Mâide, 5/54. 28) Âl-i İmrân, 3/31-32. 29) Nisa, 4/80. 30) Yusuf, 12/108. 31) Bakara, 2/85-86. 32) Bkz. Casiye, 45/23. Furkan, 25/43. 33) Saff, 61/5. 34) En’âm, 6/110. 35) Bkz. İmam Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed el-Vahidî, Esbâb-ı Nüzûl, Çev. Dr. Necati Tetik  Necdet Çağıl, Erzurum, T.Y. Sh.187-188. İmam Suyutî, Esbâb-ı Nüzûl, Çev. İbrahim Seyfi Oymalı, İst. T.Y. C.1, Sh.233-235. Abdulfettah el-Kadî, Esbâb-ı Nüzûl, Çev. Doç. Dr. Salih Akdemir, Ank. 1986, Sh.133-134. İmam Kurtubî, el-Câmi-u Li-Ahkâmi’l-Kur’ân, Çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 1998, C.5, Sh.478. 36) Bkz. Mâide, 5/3. 37) Bkz. Nisa, 4/59.