Muvahhid Mü’minlerin Dostları Kim?

Yeğene Allah’a, Allah’ın dost edindiği (1) ve tek başına bir ümmet olan(2) put kıran (3) İbrahim (a.s.) gibi teslim olan (4) muvahhit mümin şahsiyetler, yaratılış gayelerin farkına vararak(5) kulluk vazifelerini idrak ederek ibadet ederler… Yalnız ve yalnız rableri Allah’a has kıldıkları ibadetlerinde, rableri Allah’a hiç kimseyi ortak kılmazlar… (6) çünkü her yönüyle ibadet haline gelen hayatları, yalnız Âlemlerin rabbi Allah içindir…(7)
Yaratmada ve emirde hiçbir ortağı olmayan (8) ve yaratmak ile emir, yani yaratmış olduklarına eğemen olup hükmüne boyun eğdiren Âlemlerin rabbi Allah Teâlâ, muvahhit mümin kullarının kimlere dost ve kimlere düşman olacaklarını beyan buyurmuştur… Kimlerin kendilerine dost olduğunu ve kimlerin kendilerinin düşmanı bulunduğunu kendilerine bildirmiştir… Kendisini yegane rab, melik ve ilah tanıyıp, asla şirk koşmadan iman eden mümin Müslüman kullarının dostlarını tanıyıp onlara dost olmalarını ve düşmanlarını tanıyıp onlarla ilişkilerini keserek kendilerini reddedip uzaklaşmalarını emretmiştir…
Âlemlerin rabbi Allah’ı dost edinmiş ve O’nun dostu olmuş İbrahim(a.s:)gibi, bir muvahhit olarak rableri Allah’a dönen mümin Müslümanlar, kavimlerinin içine düştükleri şirkin her türlüsünden uzak kalmış ve onları uyarmaya gayret ederler:
“(İbrahim)kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim, doğru ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım.
Gerçek şu ki, ben bir muvahhit olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben, müşriklerden değilim.” (9)
“(İbrahim)dedi ki: şimdi neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü ?
Hem siz hemde eski atalarınız? işte bunlar gerçekten benim düşmanımdır, yalnızca Alemlerin rabbi hariç.
Beni yaratan ve bana hidayet veren o’dur. Bana yediren ve içiren o’dur,
Hastalandığım zaman bana şifa veren o’dur. Beni öldürecek, sonra diriltecek olanda o’dur,
Din (ceza)günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum o’dur.” (10)
“İbrahimli ve O’nunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp inkar ettik. Sizinle aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.” (11)
Kıyamete kadar yeryüzünde yaşayan mümin Müslümanların örneklerinden olan Halilullah İbrahim(a.s.) ve o’nunla beraber olan en güzel dinin mensupları, (12) Allah’ı ortaksız dost (veli)tanımış ve tağutu her yönüyle reddetmişlerdir… Âlemlerin rabbi Allah Teâlâ yı dost tanıyıp iman edenler, Allah ‘a ortak koşup müşrik olanlara karşı kesin tavır sergilemiş ve; “Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız.” deyip onlardan uzaklaşarak:
“Sizin dininiz size, benim dinim bana”(13) hakikatini noksansız gündeme getirmişlerdir…
Gerek akide konusunda gerekse amel konusunda kendilerinden uzaklaştıkları ve asla dostluk kuramadıkları kişiler veya kitleler, kan bağı yönüyle en yakınları olsa bile aynı tavırları sürdüren muvahhit müminler,bunun rableri Allah’ın bir emri olduğu şuurundadırlar… Gökler dede ilah, yer dede ilah (14) ve göklerde ki egemenliğinde hiçbir ortağı olmadığı gibi,yerdeki egemenliğinde de hiçbir ortağı olmayan Allah teâlâ,kendisine katıksız iman edip şirksiz amel eden muvahhit kullarına bunu böylece emretmiştir.
“Ey iman edenler, eğer imana karşı inkârı sevip tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler(dostlar)edinmeyin. sizden kim onları veli edinirse,işte bunlar zulmeden kimselerdir.” (15)
“Allah’a ve ahir et gününe iman eden hiçbir kavim(topluluk)bulamazsın ki, Allah’a ve resulüne baş kaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk)bağı kurmuş olsunlar. Bunlar ister babaları,ister çocukları,ister kardeşleri,isterse kendi aşiretleri (soyları)olsun.” (16)
Kendilerine bak batılın apaçık ayrıldığı vahiy mesajı dosdoğru ulaştıktan sonra hakkı inkâr edip batılı tercih edenler, yani imanı reddedip küfrü kabullenerek,Tevhid’in yerine şirki seçenlere, katıksız iman eden muvahhit müminler arasında hiçbir kardeşlik, dostluk ve sevgi bağı kalmaz… Muvahhit mü’minler, yegane rableri Allah Teâlâ’ya ve yegane önderleri resulullah’a (s.a.v.)’e karşı baş kaldıran hiç kimseyi dost yani veli edinemezler… İster bu kişiler, kan bağıyla en yakınları olsa bile bu durum asla değişmez… Çünkü onlar, Allah’tan başkalarını rabler edinmiş, Allah’ın hükümlerine itaat etmeyi bırakarak, onların hükümlerine itaat eder olmuşlardır… Allah’ın helâl-haram sınırlarını bir tarafa bırakmış, Allah’tan başkalarının koyduğu helâl-haram sınırlarına tabi olmuşlardır… Allah’ın hükümlerini devre dışı bırakarak, insanlar üzerine ilahlaştırdıkları hevalarından hükümler koyan ve egemenliklerini devam ettirenler, bulundukları bölgelerin tağutu olmuşlardır… Bu tağutlar eğemen oldukları yerlerde, geçersiz kıldıkları Allah’ın hükümlerine inanıp inanmamaları her hangi bir önem kazanmaz… İsterse Allah’ın hükümlerine inansınlar, ister inanmasınlar, sonuçta Allah’ın hükümlerini egemenlik bölgelerinde geçersiz kılmış, onların yerine hevalarından kaynaklanan hükümleri geçerli kılmışlardır… Böylece Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmez bir duruma düşmüşlerdir… (17) küfrün, zulmün ve fıskın eğemen olduğu bu durum, küfrün imana zulmün adaleti, fıs kın takvaya tercih edildiği bir durumdur… Bu durumda olan kişiler, muvahhit mü’minlerin babaları, kardeşleri  çocukları ve aşiretlerinde olabilirler… Hak ile batıl apaçık ayrıldıktan sonra insanların kendi tercihlerine kalmıştır… Batılı tercih edenler, katıksız iman etmiş olan muvahhitlerin kan bağıyla yakınları olması, muvahhidlerin onlara meyletmesine asla sebep olamaz… Aksine rabbimiz Allah’ın emriyle onlarla ilişkinin kesilmesi gerekir.
Tağutların hükümlerini ve egemenliklerini kabul edip tağuti düzeni kabul edenlerle, muvahhit mü’minler arasında velayet bağı olamaz!.. Mü’minler, onlardan maddî ve mânevî olarak uzaklaşmaları gerekir… Ancak onları, “ümmetii davet” olarak kabul edip kendilerine İslam’ı tebliğ ederek batılı, tağutu, küfür ve şirki terk edip hakka, imana, Tevhit’e ve tamamıyla İslam’a teslim olmaları için davet edilirler… Onların hidayetlerine vesile olmaya çalışılır ve ancak bunun için sınırlı bir ilişki konulabilinir… Yoksa velayet konusu ve ilişkisi asla mümkün değildir… Elbette ki, “ikrâhımülci” ve “zaruret” durumu istisnai olan durum olduğu ehlinin malumudur…
İşgal edilmiş İslam topraklarında egemen olan tağutlara ve onların tuğyanına, zulmüne, fısk ile fücuruna yardımcı olan taraftarlarına karşı muvahhit müminlerin tavrı netliği gibi, Elhi kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlara karşıda net tavır emrolunmuş ve onlarla da asla dostluk söz konusu olmaması gerekir!..
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah Teâlâ”
“Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dostlar (velîler) edinmeyin, Onlar, birbirlerinin dostudurlar. Sizden, onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şübhesiz Allah, Zalimler topluluğuna hidayet vermez. (18)
” Ey iman edenler, sizden önce kendilerine kitab verilenlerden dininizi, alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri dostlar (velîler) edinmeyin. Ve eğer inanıyorsanız, Allah’dan korkup sakının.” (19)
Rabbimiz Allah Teâlâ’nın bu emirlerinden net ve kesin olarak anlaşıldığı gibi, dünyanın neresinde olursa olsunlar ve hangi çağda bulunurlarsa bulunsunlar, kadın olsun, erkek olsun muvahhid mü’minler, gerek kâfir ve müşrik, gerekse Ehli Kitab olan Yahudî ve Hristiyan olsun, kitablı veya kitabsız gayrı müslimleri velîler, yani dostlar edinmeniz, onlarla velayet bağları kuramazlar… Rabbimiz Allah Teâlâ, böyle bir velayet bağı kurmayı yasaklamıştır!.. Ve:
“Eğer inanıyorsanız, Allah’dan korkup sakının” buyurmuştur…
Katıksız ve gölgesiz iman edenler, Rabbleri Allah’dan gereği şekilde korkup sakınır ve güçlerinin bütün imkanlarını kaullanarak takvalı olmaya gayret ederler… İman ve takvanın gereğide, yegâne Rabb Allah’a gereği gibi iman ve itaat ederek ibadet etmektir… Allah Teâlâ, kâfirleri, müşrikleri, tağutları ve tağutların taraftarlarını, bunlarla beraber yahudî ve Hristiyanları velîler, yani dostlar edinmeyin, onlarla dostluk kurmayın buyurur… O’na katıksız iman edip, imanın gereği olan takvayı hayat hâline getirenler, Allah’ın bu emrine sımsıkı sarılıp itaat edenler… Bu itaatta kusur etmemek, onların imanlarının olmazsa olmazıdır!..
Bu ilâhî emre boyun büküp tabi olan muvahhid mü’minlerin kimlerle dost olacaklarını, kimleri velî kabul edeceklerini kendilerine beyan buyuran Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Sizin dostunuz (velîniz) ancak Allah, Onun Rasulü, rükû ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü’minlerdir.”
“Kim Allah’ı ve Rasulünü  ve iman edenleri dost (velî) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır.” (20)
Rrabbimiz Allah Teala’nın bu beyanlarıyla muvahhid mü’minlerin kimlere dost olacağı ve bu dostluk bağını kimlerle var gücüyle sağlamlaştıracağı apaçık ortaya çıkmıştır… Muvahhid mü’minler, ancak Rableri Allah’ı, Önderleri Rasulullah (s.a.s)’i ve kardeşleri olan (21) namaz kılıp zekat veren mü’minleri dost, yani velî edinebilirler… Muvahhid Mü’minler Allah ve Rasulü (s.a.s)’e katıksız iman edip, imanlarında hiçbir şüpheye düşmeden Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad eden (22) sadıklarla beraber olmalıdırlar… (23) Bu beraberlik, iman etmeleri ve takva sahibi olmalarının bir gereğidir.
Tağuta kulluk etmekten kaçınan ve tamamen Allah’a teslim olmuş, sözün en güzeli olan hayat kitabımız Kur’an-ı Kerim’e uyan temiz akıl sahipleri olan mü’min Müslümanları müjdeleyen Allah Teâlâ, Onları hidayete erdirip hidayetlerini arttırmıştır… (24) Çünkü bu kıymetli şahsiyetler, Allah Rasulü (s.a.s)’ı ve namaz kılıp zekat veren muvahhid mü’minleri velî dost edinmiş, Allah’a başkaldıran ve tuğyan edenlerle dostluk ilişkilerini kesmışlerdir… Allah’a davet edip Salih amel işleyen ve “Gerçekten ben müslümanlardanım” diyen güzel sözlü ve güzel özlü olan mü’min müslümanlar (25) Alah’u Teâlâ’nın kendilerine örnek ve önder kıldığı Rasulullah (s.a.s)’ in izinden gidip, (26) O’nun talimatlarına uymuşlardır…
Ebu Said El-Hudrî (r.a)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s):
“Mü’minden başkasını dost  (arkadaş) tutma, yemeğini muttakîlerden başkası yemesin.” (27)
Mü’min, Allah Teâlâ’nın emredip razı olduğu gibi iman eden ve salih amel işleyen muttakî şahsiyet…
Mü’min, katıksız imanı ve takvası ile Allah’a dost olmuş, yani veliyullah… (28) Allah’ı dost edinmiş ve Allah onu karanlıklardan nura çıkarmıştır… (29) İyiliği emreden, kötülükten sakındıran, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren, Allah ve Rasülu (s.a.s)’e itaat eden muvahhid mü’minleri dost (velî) edinen (30) mü’min şahsiyet, Allah’ın rızasını kazanmış, O’nun rahmetine kavuşmuştur…
Rabbimiz Allah Azze ve Celle’nin ve önderimiz Rasulullah (s.a.s)’in olmasını emrettiği dostluk böyle bir dostluktur… Mü’min şahsiyetler, böyle bir dostluk ilişkisini devamlı canlı tutmalı ve bağlarını sapasağlam eylemelidirler…
Allah katında yegane din olan İslam’ın bütün peygamberleri (Allah’ın selamı cümlesinin üzerine olsun) ancak mü’min müslümanlarla dost olunacağını beyan buyurmuşlardır… Sadıklarla, Salihlerle, ve iyilerle beraberliği tavsiye eden peygamberler, fıtrat dininin gereğini yapmışlardır… Fıtrat dini olan hayat nizamı İslam’ın peygamberlerinden İsa (a.s), havarilerine dolayısıyla bütün ümmete iyilerle, sadıklarla ve salihlerle beraber olmayı tavsiye etmişlerdir… Malum olduğu üzere katıksız iman sahibi olan muvahhid mü’minler, iyilerdir, sadık ve salihlerdir.
Eşi benzeri ve ortağı olmayan Alemlerin Rabbi Allah Teâla’nın kulu ve rasulü Ruhullah İsa (a.s) şöyle buyurur:
“Ey havariler topluluğu, bazı günahkarlar vesilesiyle (onlardan uzaklaşmakla) Allah’ın sevgisini kazanmaya çalışın! Onlara buğz ederek, Allah’a yaklaşın. Onlara gönül karartıp hınç duyarak Allah’ın rızasını arayın.!”
Havariler:
Ey Allah’ın Peygamberi (Ruhullah), o zaman kimlerle oturup kalkalım? dediler.
O da: “Aklı amellerinizin artmasına vesile olacak, kendisini gördüğünüzde Allah’ı sizlere hatırlatacak, yapıp ettikleri, dünyada sizi zühde sevk edecek kimselerle düşüp kalkın (dost ve arkadaş olun)!” buyurur. (31)
Peygamberlerin varisleri olan sadık mü’minler de, Allah için olmayı beyan ederken bunun, Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek ile gerçekleşeceğini açıklamışlardır…
Mücahid (r.a)’ın, İbni Abbas (r.a)’dan şöyle dediğini nakleder:
“Allah için sev! Allah için buğz et! Allah yolunda düşmanlık et! Allah yolunda dostluk et! Çünkü sen Allah’ın dostluğuna ancak bununla ulaşabilirsin. Bir adamın namazı ve orucu çok olsa bile, bu söylenenleri yapmadıkça imanın lezzetini bulamaz. (32)
Varlığı Allah için olan ve yalnızca şirksiz Allah’a ibadet etmek için yaratılan yeryüzünün varisleri ve halifeleri olan muvahhid mü’minler, İslam topraklarını işğal edip küfür ve şirki egemen kılan zalim tağutlarla asla dost olamaz… Onları, velayet makamı olarak kabul edemez, ve onlara destek olup dost olduklarını beyan edenlerle dostluk kuramaz… İsterse bunlar, kan bakımından en yakınları olsa bile… Mü’minin kardeşi, ancak mü’min olandır ve mü’minin velisi, ancak mü’min şahsiyetlerdir… (33)
Din, can, akıl, nesil ve mal emniyetinin tamamen yok edildiği, zalim tağutların egemenliğinde şirkin hüküm sürdüğü işgal edilmiş İslam topraklarındaki muvahhid mü’minler, saflarını belirlemeli, küfür ve şirk saflarından tamamen ayrlmalıdırlar… Kimlere dost olup olmayacakları çok iyi eğitilmeli ve bilgilendirilmelidirler… Safların belirginleşip netleştiği toplumlarda iyiler, sadıklar ve Salihler ile dostluk kurmak çok kolaylaşır… Saflar belli, şahıslar bellidir… Geçmiş ümmetlerde durum böyle idi… O toplum için vazifeli kılınmış olan Rasul veya Nebî, Allah’ın insan kulları için, yegane Rableri Allah’ın mesajını vahyolunduğu gibi kendilerine iletiyor, onun nasıl anlaşılıp uygulanması gerekiyorsa öylece açıklayıp uygulanış şeklini gösteriyordu… Vahye iman edip Rasule tabi olanlar, vahyi inkar edenlerden uzaklaşıyor, onların şirk düzenini terk ediyordu. Mü’min Müslümanlarla kardeş ve dost olduğu için müşrik ve kafirler onları dışlıyor, dışlama ilede  yetinmiyor düşmanları olup kendilerine zulümler ederek en ağır işkencelere tabi tutuyorlardı…
Küfür ve şirk cephesinde değişik hiçbir şey olmamıştır… Zalim tağutların işgal edip, İslam’ı hayat dışına iterek, şirk ve küfür ile idare ettikleri İslam topraklarındaki muvahhid mü’minler, Allah’a, Rasulullah (s.a.s)’e ve mü’minlere dost olup, tağutun taraftarlarından ilişkilerini kesince, aynı sert tepki ile karşılaşıyorlar… Allah’ dan başka hüküm koyucu ve hükmüne tabi olucu ilah ve rab, yani egemen otorite tanımayan muvahhid mü’minlere karşı, egemen tağutlar, en baskıcı, en vahşi ve en düşmanca tavır alıp, ellerindeki maddi üstünlüğü kullanarak onları otoritelerine boyun eğdirmeye çalışmaktadırlar…Muvahhid mü’minler, gerek inanç bakımından, gerekse amel bakımından onlardan uzaklaştıkları için, onların egemenliklerine ve zulm olan hükümlerini kabul etmediklerinden dolayı, zalim tağutların işkencesine uğruyor, zindanlara tıkılıyorlar…
İşgal edilmiş İslam topraklarındaki insanlardan “Müslüman” olarak bilinenlerden, egemen zalim tağutların hükümlerini kabul edenler, onların şirk düzenlerini benimseyenler, tağutlar tarafından takdir edilmekte, yönetim kadrolarında görev verilmekte, hatta yönetici yapılıp onların eliyle, Allah’ın hükümlerini hayat dışı bıraktırılıp, ilahlaştırdıkları hevalardan kaynaklanan hükümler uygulamaya konulmaktadır… Allah’ın hükümleriyle değilde egemen tağutların hükümleriyle hükmeden ve kendilerini müslüman sananlar, tağutların kendilerine vermiş olduğu bu makamlardan dolayı sevinmekte, ellerine geçti zannettikleri fırsatları değerlendirmektedirler… Makamları, şirk ve küfr ile hükmetme makamları, fırsatları ise, tağutların egemenliğinde rahat dünya hayatı yaşama fırsatı… Ne yazık ki, dünyada da ahirette de külfet olan bu durum onlara nimet geliyor.
“Allah’a ve Rasulune iman edin” (34) diye buyuran Rabbimiz Allah Teâlâ, iman etmenin gereği olan itaati emretmektedir:
“Ey İman edenler, Allah’a Rasulune itaat edin. Sizde işitiyorken, O’ndan yüz çevirmeyin, ve : “Biz işittik ” dedikleri halde gerçekten işitmeyenler gibi olmayın.” (35)
Allah’a ve Rasulüne iman eden, Allah ve Rasulü (s.a.s) kesin itaat eder… Allah Teâlâ kafirlerle, müşriklerle, yahudi ve hristiyanlarla  dostluğu yani velâyeti tamamen yasaklamıştır… Bu yasaklama emri, bütün gayri İslamî, yani tağutî ideoloji mensupları içinde geçerlidir. Bunların hepsini kuşatıcı bir yasaklamadır… Tağutlardan, tağutî düzenlerden ve tağutları destekleyen yandaşlardan hertürlü ilişkiyi kesmek emridir bu emir!..
Yegane önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s), müşriklerle beraber bulunmamayı, onlarla beraber olmamayı emrediyor… Bu emir, bütün gayri İslamî tağutî anlayışları ve düzenleri kapsayıcı bir emirdir…
Cerir b. Abdullah (r.a)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s); “Ben, müşrikler arasında ikamet eden her müslümana uzağım.”
Neden Ya Rasulullah? diye sordular:
“(Müslümanlarla müşriklerin) ateşleri birbirini görmesin!” diye cevaplandırdı. (36)
Semüre b. Cündüp (r.a)’dan Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Kim müşrikle beraber olur ve onunla ikamet ederse, o da müşrik gibidir!.. (37)
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Mü’minler mü’minleri bırakıpda kafirleri velîler (dostlar) edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah’dan hiçbirşey (yardım) yoktur.” (38)
“Ey İman edenler, Allah’ın kendilerine gazaplandığı bir kavmi velî (dost ve müttefik) edinmeyin, ki onlar, kafirlerin mezar halkından umut kesmeleri gibi ahretten umut kesmişlerdir.” (39)