Namaz kılınan evleri edinmek

Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ, yeryüzünde yaşayan insan kulları arasında hidayet rehberleri kıldığı, örnek ve önder şahsiyetler olan Nebî ve Rasullerini şu vazife ile vazifelendirmiştir.
“And olsun, Biz her ümmete: ‘Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının’ (diye tebliğ etmesi için) bir Rasul gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah, hidayet verdi. Onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık yeryüzünde dolaşın da, yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.” (1)
Rabbimiz Allah, yeryüzündeki her insan topluluğuna ve her kavme, kendilerini şirk ve küfürden arındırıp, yaratılış gayeleri olan yalnızca Allah’a kul olmayı hedeflemeleri için onları uyarıp yetiştirecek bir Rasul göndermiştir… Kendilerine Allah tarafından vazifeli kılınıp gönderilen Rasul:
“Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının” diye tebliğ etmiş, Allah’a şirksiz nasıl kulluk edileceğini onlara anlatıp, bizzat göstermiştir… İçinde bulunduğu kavmine tağutun, Allah’ın hükümlerini bir yana bırakıp, ilâhlaştırdığı hevasından hükümler koyarak, eğemen olduğu insanları idare olduğunu apaçık izah ederek, onları, bu tağuta itaat etmekten alıkoymuştur… Allah’ın hükümlerini kaldırıp, kendi hükümlerini yürürlüğe koyan her tağut, egemen olduğu bölgedeki ona itaat eden insanlar için bir ilâh ve bir rab durumundadır… Onun, ilâhlaştırdığı hevasından kaynaklanan hükümlerine itaat edenler, onun koyduğu helâl ve haram sınırlara riâyet edenler, onu, Allah’tan başka Rab edinmiş olur… Bunun, böyle olduğunu Rabbimiz Allah beyan buyuruyor: ” Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini Rabler (ilâhlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar tek, olan bir İlâh’a ibadet etmekten başka bir şeyle emr olunmadılar. O’ndan başka ilâh yoktur. O onların şirk koştukları şeylerden yücedir.”(2)
Yegâne önderimiz Rasûlullah (s.a.s.), Allah’ı bırakıp, yani Allah’ın şirksiz amel etsinler diye indirdiği hükümlerini bırakıp, bilginlerinin, rahiplerinin, yani bilim adamlarının, yöneticilerinin ve din adamlarının, ilâhlaştırdıkları hevalarından ortaya koydukları hükümlere itaat edip hayatı, o tagutî hükümlere göre düzenlemenin, o hüküm koyucu tağutları Rab edinmek olduğunu beyan buyurmuştur…
Adiyy b. Hatim (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurmuştur. Rasûlullah (s.a.s.):
” Gerçi onlar, bunlara ibadet etmiyorlardı. Fakat bunlar, herhangi bir şeyi onlara helâl kıldıkları vakit onu, helâl kabul ediyorlar ve herhangi bir şeyi de onlara haram kıldıkları vakit onu, haram kabul ediyorlardı.(İşte bu, Allah’tan başkasını rab edinmek demektir.).” (3)
Egemen olduğu Mısır hakkına kendisinin, onların Rabbi ve ilâhı olduğunu ilân eden tağut Fir’avn, (4) kendisinden başka ilâh olmayan ve mülkünde ortağı bulunmayan Allah Teâlâ’nın ve yegâne önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)’in beyan buyurduğu manada bir Rablik ve bir ilâhlık iddiasındaydı… Mısır ülkesinin egemen tağutu Fir’avn, Âlemlerin yegâne Rabbi Allah Teâlâ’nın kulu ve Rasulü Musa(a.s.) vasıtasıyla insan kullarının iman edip amel etmeleri için göndermiş olduğu hükümlerini bir yana bırakıp, kendi hükümleriyle, halkı yönetiyordu… Hayata egemen olmak üzere gönderilen Allah’ın hükümlerini geçersiz kılmış, kendi tağutî hükümlerini yönettiği insanlar üzerinde egemen kılmıştı… Böylece egemen olduğu Mısır ülkesindeki kendi otoritesini kabul eden ve itaat etmekte hiçbir itirazları olmayan insanlar için bir Rab ve bir ilâh olmuştu…
Allah’ın kulu ve Rasulü Musa(a.s.), Allah tarafından vazifeli kılınmış ve başta Fir’avn olmak  üzere bütün Mısır halkına:
“Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının” diye tebliğ etmiş, “kim tağutu tanımayıp Allah’a iman ederse, O, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır, bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.” (5) gerçeğini gündeme getirmiştir…
“Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur.”(6) hakikati ortaya çıkınca, batılın temsilcisi Fir’avn ve yandaşları, hakkın temsilcisi Allah’ın Rasulü Musa(a.s.), Harun(a.s.) ve katıksız iman eden Muvahhid mü’minlere karşı top yekün savaş ilan ettiler… Korkunç işkenceler, zulümler ve baskılar yapmaya başladılar…
Allah Teâlâ, hayat kitabı olan yegâne hayat düstûrumuz Kur’an-ı Kerim’de, Mısır’ın egemen tağutu Fir’avn ve onun kendilerine rab yapıp hükümlerine itaat eden yandaşlarının, Tevhid cephesindeki muvahhi mü’minlere karşı uyguladıkları işkence ve zulmün çeşitli sahnelerini beyan buyurmuştur… Böylece tağutu ve tağutî düzenin değişmez karakterini, muvahhid mü’min kullarına izah buyurup, onların, çağdaşları olan egemen tağutlara karşı uyanık olmalarını emir etmiştir…
Yegâne Rabbimiz Allah, Mısır ülkesinde meydana gelen bu hak ve batıl mücadelesinin bir bölümünü şöyle beyan buyuruyor: “Allah, suçlu günahkâr istemese de, hakkı(hak olarak) kendi kelimeleriyle gerçekleştirecektir. Sonunda Musa’ya, kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka Fir’avn ve önde gelen çevresinin kendilerini belâlara çarptırmaları korkusuyla iman eden olmadı. Çünkü Fir’avn, gerçekten ölçüyü taşıranlardandır.
Musa dedi ki: “Ey kavmim, eğer siz, Allah’a iman edip müslüman olmuşsanız, artık yalnızca O’na tevekkül edin.”
Dediler ki: “Biz, Allah’a tevekkül ettik. Rabbimiz, bizi, zulmeden her kavim için bir fitne (konusu) kılma. Ve biz, kâfirler topluluğundan rahmetinle kurtar.”
Musa ve kardeşine (şöyle) vahyettik: “Musa’da kavminiz evler hazırlayın, evlerinizi namaz kılınan (ve kıbleye dönük) yerler yapın ve namazı dosdoğru kılın. Mü’minleri de müjdele.” (7) Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, kulu ve Rasulü Musa (a.s.) ile kardeşi Harun (a.s.)’a, “Mısır’da kavminiz için evler hazırlayın, evlerinizi namaz kılınan yerler yapın” emri ile ilgili müfessirlerin çoğunluğu şöyle demiştir: “İsrailoğulları, ancak kendi mescid ve mabedlerinde namaz kılarlardı. Mescidleri de açıkça ortada görülüyordu. Musa (a.s.), peygamber olarak gönderilince, Fir’avn emir vererek, İsrailoğullarının bütün mescidleri tahrib edildi ve namaz kılmaları yasaklandı. Yüce Allah da, Musa (a.s.) ve Harun (a.s.)’a, İsrailoğullarına, Mısır’da bir takım evler, yani Mescidler seçip edinin diye emir verdi. Yoksa bununla, mesken olarak kullandıkları evleri kasdetmemektedir.
İbrahim, ibn Zeyd, er-Rabi, Ebu Malik, İbn Abbas ve diğerlerinin görüşü budur.
Burada maksadın, güvenlik duymanız için evlerinizde gizlice namaz kılın, şeklinde olduğu da söylenmiştir. Bu da, Fir’avn’ın kendilerini korkutması sırasında olmuştu. Onlar, sabretmek, evlerini mescidler edinmek ve böylece de namazı kılmakla emrolundular. Allah’ın va’di gerçekleşinceye kadar duâ etmeleri de istendi. İşte yüce Allah’ın: “Musa, kavmine: “Allah’dan yardım dileyin ve sabredin.” (A’râf, 7/ 128) buyruğundan kastedilende budur.
Güvenlik içinde oldukları sürece ancak mabed ve havralarında namaz kılmaları, dinî inançlarının bir gereği idi. Ancak, tehlikelerden korunmaları halinde evlerinde namaz kılmalarına izin verildi.” (8)
İmam Kurtubî (rh.a.), ayeti bu şekilde tefsir ederken, İmam Fahruddin er-Râzî (ah.a.) meşhur tefsirinde bu ayet hakkında şunları beyan eder: “Ayette zikredilen “evler” lafsızından muradın mutlak mânâda “evler” olduğunu söyleyenler, ayetteki kıble sözünü iki şekilde tefsir ederler:
a) Maksud, o evlerin karşı karşıya yapılmalarıdır. Bunun gayesi ise, bir birliğin oluşması ve birbirleri sayesinde güçkuvvet kazanmalarıdır.
b) Bazıları da: bundan murad, ” evlerinizi kıble edininiz, yani evlerinizde namaz kılınız” manasınadır, demiştir.
Müfessirler, bu hadisenin nasıl cereyân ettiği hususunda şu üç izahı yapmışlardır.
1) Musa (a.s.) ve beraberinde olanlar, kafirler, kendilerine galip gelmesin ve böylece de kendilerine eziyet ederek kendilerini dinlerinden döndürmesinler diye başlangıçta, evlerinde, kafirlerden gizli biçimde namaz kılmakla emredilmişlerdir. Bu tıpkı mü’minlerin Mekke’de İslam’ın ilk yıllarında içinde bulundukları duruma benzer.
2) Şu da ileri sürülmüştür: Allah Teâlâ, Musa (a.s.)’ı İsrailoğullarına Peygamber olarak gönderildiğinde Fir’avn, İsrailoğullarının mescidlerinin yıkılmasını emreder ve onları, namaz kılmaktan men’eder. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak inanan o kimselere, evlerinde mescidler edinmelerini ve Fir’avn’ın korkusundan dolayı orada namaz kılmalarını emretmiştir.
3) Allah, Musa(a.s.)’ı onlara peygamber olarak gönderip, Fir’avn da  o şiddetli düşmanlığını izhâr edince, Cenâb-ı Hak Musa (a.s.) ile Harun (a.s.) ve onların kavimlerine, düşmanlarına rağmen mescidler edinmelerini emretmiş, ve onları, düşmanlarının şerrinden korumayı tekeffül etmiştir.” (9)
İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.)’ın,  egemen zalim ve müşrik tağut Fir’ avn’ın otoritesindeki Mısır ülkesinde, Allah’ın kulu ve Rasulü Musa (a.s.) Harun (a.s.) ve onlara iman eden mü’minlerin durumunu; bu, tıpkı mü’minlerin Mekke’de İslâm’ın ilk yıllarında içinde bulundukları duruma benzer. “Tespiti bizi, müşrik tağutların egemenliğindeki şirk devleti olan Mekke’nin İslâm’la tanıştığı ilk günlerini gözden geçirmeye vesile oldu…
İlâhlaştırılmış putların ve rableştirilmiş tağutları olan müşriklerin işkencelerinden, zulümlerinden ve ağır baskılarından dolayı gerek Rasûlullah (s.a.s.), gerekse ümmetinden olan Ashabı kiram (Allah cümlesinden razı olsun) kendilerini izlemek için evler edinmişlerdi… Rasûlullah (s.a.s.) edindiği evi, Müvahhid Mü’ minlerle buluşma, görüşme, eğitim ve yönetim yeri yaparken, Muvahhid mü’minler edindikleri evlerini birer Kur’an, zikir ve ibadet yeri etmişlerdir… Bu “evler edinme” konusunda üç örnek vererek konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamaya gayret edeceğiz…
Yegane hayat örneğimiz ve önderimiz Rasûlullah (s.a.s.) Mü’min müslümanlarla buluşma, görüşme, eğitim ve yönetim için, “Erkam b. Ebî’l-Erkam(r.a.)”in evini merkez edinmiş ve “Dâru’l-Erkam” denilen bu evdeki faaliyetlerini gizli tutmuştu…
Meşhur tarihçi Ebu’l-Velid Muhammed el-Ezrakî (rh.a.), “Ahbâr’u Mekke” adıyla kaleme aldığı önemli eserinde şöyle diyor: “Dâru’l-Erkam: Mekke’de Erkam b. Ebi’l-Erkama ait bir ev daha vardı ki bu ev, Safâ (tepesi) yanında bulunmaktaydı. Ona,” Dâr’l-Hayzeran, da denilmekte idi. Hz. Peygamber (s.a.s.) Ashabı ile burada toplanırlardı Hz. Ömer (r.a.) bu evde müslüman oldu.” (10)
M. Âsım Köksal, “Dâru’l-Erkam”‘ı kaynak eserlerden hareketle şöyle anlatıyor: “İslâm tarihinde “Dâru’l-İslâm” diye anılan Dâru’l- Erkam, Ashab-ı Kiram’dan Erkam b. Ebi’l-Erkam’ın Mekke’de, Safâ tepeciğinin yanında bulunan evi olup Kâbe’nin arsası harem’i içinde idi.
Peygamberimiz (s.a.s.) Kureyş müşriklerinden sakınarak bu mübarek evde gizlenir yanına gelenleri   orada İslamiyet’e davet ederdi.
Peygamberimiz (s.a.s.) ile Ashabı, Dâru’l-Erkam da gizlice toplanırlardı.
Peygamberimiz (s.a.s.) onlara,    orada Kur’an’ı Kerim okur ve öğretirdi. Orada, topluca namaz da kılarlardı.
Yüce Allah, dinini halka açıklamasını emir buyuruncaya kadar, üç yıl, peygamberimiz (s.a.s.) işini gizli yürütmüştür.
Bu müddet içinde, yanına gelenleri, Allah’ın O’na ibadet etmeye, kendisinin de peygamberliğini tasdike gizlice davet etmeye uğraşmış, birçok insanlar, Dâru’l-Erkam’a girip müslüman olmuşlardır.
Dâru’l-Erkam, Dâru’l-İslam olarak seçilirken her halde, Kâbenin arsası üzerinde yapılı ve Kâbe Haremine dâhil bulunuşu, kalabalık bir çevrede oluşu, oraya giren, oradan çıkanların pek belli olmayışı, halk ile temas kolaylığı gibi bazı özellikleri göz önünde tutulmuş olabilir.
Peygamberimiz (s.a.s.), Dâru’l-Erkam’a giriş hadisesi, ilk sıralarda müslüman olanların müslüman oluşu tarihlerine de esas teşkil etmiştir. Rasûlullah (s.a.s.), Dâru’l-Erkam’a girip halkı orada İslamiyet’e gizlice davete başlamasından önce müslüman olmuştu, denilerek tarih düşürülmüştür.” (11)
Yegane önderimiz Rasûlullah (s.a.s.) “Dâru’l-Erkam’ı dâvânın merkezi yapmış ve ümmeti orada yönetmiş, muvahhid mü’minleri orada yetiştirmişti… Dâru’l-Erkam, bir iman ve cihad mektebi olmuştu…
Önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)’in bu sünneti, kendi zamanında ve O’ndan sonra Mekke’nin o günkü durumuna dönüşmüş bütün işgal edilmiş, aynı zamanda egemen tağutların hâkimiyetinde olan İslam topraklarında esir muvahhid mü’minlerin  amel ettiği bir sünnettir.
İrbâd ibn Sariye (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):
“Benim sünnetime ve hidayete mazhar kılınmış olan Hulefâyi Râşidin’in sünnetine sarılınız. Bu sünnetleri dişlerinizle sıkıca tutunuz.”(12)
2) Rasûlullah (s.a.s.)’ın halifesi        İmam Ebu Bekr es-Sıddık (r.a.) şirkin ve müşrik tağutların egemen olduğu, Allah’ın hükümlerinin hayata hâkim oluşunun dışlandığı ve muvahhid mü’ minlere her türlü zulmün yapıldığı Mekke’de içinde namaz kılmak, Kur’an okuyup Rabbi Allah’ı zikretmek için ev edinmişti…
Mü’minlerin annesi Aişe (r. Anha) babası İmam Ebu Bekr (r.a.)’ın Mekke’den hicret için ayrıldığını, Berku’ü Gımad mevkiinde Kare kâbilesinin seyidi İbnu’d-Dağine rastladığını, İbnu’d-Dağine’nin kendisini himayesine alıp hicret etmekten vazgeçirdiğini ve tekrar Mekke’ye geri dönüşünü anlatıp şöyle devam etmektedir:
Kureyş de, İbnu’d-Dağine’nin Ebu Bekr’i emanına almasını infaz etti ve Ebu Bekr’i emniyette kıldılar. İbnu’d-Dağine’ye: Ebu Bekr’e emret! O (bir şeye karışmasın), evinde Rabbine ibadet etsin, evinde namaz kılsın, dilediği şeyi okusun. Fakat okuduğu ile bize eza vermesin, okuduğunu yüksek sesle okumasın. Çünkü biz, oğullarımızı ve kadınlarımızı fitneye düşürmesinden korkmuşuzdur, dediler.
Kureyş’in bu sözlerini de İbnu’d Dağine, Ebu Bekr’e söyledi. Ebu Bekr de, bu şartlara göre evinde Rabbine ibadet etmeye, evinden başka yerde yüksek sesle namaz kılmamaya ve yüksek sesle okumamaya başladı. Sonra Ebu Bekr için bunun muhalifi bir re’y zahir oldu da, evinin yanına bir mescid bina etti. Oraya çıktı orada namaz kılıyor ve Kur’an okuyordu. Bunun üzerine müşriklerin kadınları ve oğulları,   Ebu Bekr’in ibadet ve kıraatine taaccüb ederek ve ona bakarak bir izdiham ve sıkışıklık meydana getiriyorlardı.
Ebu Bekr, ince yürekli, çok ağlayıcı bir adamdı. Kur’an okurken gözyaşını tutamazdı. Ebu Bekr’in bu hali, Kureyş’in müşrik, önde gelenlerini korkuttu da onlar, ibnu’d  Dağine’ye haber gönderdiler…(13)
İmam Ebu Bekr(r.a.)’ın evi bir iman ve cihad mektebi olmuştu…
3) Emirü’l mü’minin İmam Ömer İbnü’l-Hattab (r.a.)’ın kız kardeşi Fatıma bintu’l-Hattab (r.anha)ile kocası Said b. Zeyd(r.a.) mü’min müslüman olmuş, evlerini, Kur’an okunup öğrenilen ve ibadet edilen bir ev haline getirmişlerdi…
Ashab-ı Kiram’dan Kur’an-ı Kerim okuyucusu ve öğrencisi Habbab b. el-Eret (r.a.) onların evine gizlice gelir, kendilerine Kur’an okur ve öğretirdi… Böylece Said b. Zeyd (r.a.)’ın evi, İslam’ın öğrenildiği, Kur’an’ın okunduğu ve yalnızca Allah’a ibadet edildiği bir eğitim ve öğretim yuvası olmuştu… Bir iman ve cihad mektebi olan bu ev, bütün çağları kuşatıcı bir örnek muvahhid ailenin evi idi… Muvahhid ailenin, aile reislerinin eğitilip yetiştirilmesinin örneği…
Bu muvahhid ailenin tevhidî eğitiminin hakkında bilgi veren İbn İshak (rh.a.), Emirü’l mü’minin İmam Ömer İbnü’l-Hattab (r.a.)’ın müslüman oluşu kıssasını naklederken bir bölümünde şöyle diyor: “Bunun üzerine Ömer, kız kardeşini ve eniştesini kastederek döndü. Kız kardeşi Fatıma’nın evine gitti. Fatıma’nın yanında Habbab b. el-Eret de bulunuyordu. Habbab’ın elinde Tâhâ Sûresi’nin yazılı olduğu bir sahife vardı. Bu sahifeyi, Fatıma’ya okutuyordu. Ömer’in sesini duyduklarında Habbab, evin bir köşesine veya saklanılacak bir yerine gizlenirdi. Fatıma bintu’l Hattab da, Kur’an sahifesini alıp elbisesi içine saklardı…”(14)
Said b. Zeyd (r.a.)’ ın evi, iman ve cihad mekteplerinden biri idi.
Muteber kaynak eserlerde yer bu üç olay, şirkin ve müşrik tağutların egemen olduğu o günkü Mekke ortamında, önderimiz Rasûlullah (s.a.s.) ve en hayırlı nesil olan ashabının net tavrını beyan etmektedir…Egemen zalim tağutların zulmü altındaki Mekke’de, iman ve cihad mektepleri olan evler edinilmiş, bu evlerde       iman, İslam, ihsan ve Allah yolunda cihad öğrenilip amel edilmiştir… Hayat, iman ve cihattır. Katıksız      iman ve Allah yolunda her gayreti göstermek demek olan cihad, hayatın gayesi idi… Şirkin ve egemen tağutların işgal edip her türlü zulmün yapıldığı İslam topraklarında esaret altındaki muvahhid mü’minler, hayatlarının Mekke’sini yaşamaktadırlar… Hayatlarını, önder ve örnek Rasûlullah (s.a.s.)in hayatıyla aynileştirmek ve sünnete tabi olmak ile mükelleftirler… Unutturulan sünnetin ihyası, her muvahhid mü’min için bir kulluk vazifesidir…
Ebu Hüreyre(r.a.)’ın rivayetiyle Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurur:
“Ümmetimin fesadı döneminde sünnetime sarılan şehid ecri (sevabı)   alır.”(15)
Muvahhid mü’min müslümanlardan oluşan en hayırlı ümmet, hep beraber hayırlı amellere sarılmalı ve sünnete sımsıkı yapışmalıdır…
Ebu Hüreyre (r.a.)’dan
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Karanlık gecelerin (zifiri) karanlıklarına benzeyen fitneler ortaya çıkmadan hayırlı amellere acele ediniz.(Çünkü o fitneler ortaya çıktığı vakit) kişi, mü’min olarak sabahlayacak, kâfir olarak akşamlayacak veyahut mü’min olarak akşamlayacak, kafir olarak sabahlayacaktır. Dinini az bir dünya menfaati karşılığında satacaktır!”(16)
Dipnotlar: 1) Nahl, 16/36  2) Tevbe, 9/31  3) Sünen-i Tirmizî, Kitabu- Tefsiru’l-Kur’an, B. 10. Hds.3292   4) Bkz. Kasas, 28/38. Nazi’ât, 79/21-25. Şuara, 26/29 5) Bakara, 2/256  6)İsra, 17/81 7)Yunus, 10/8287  8) İmam Kurtubî, el-Câmiu’li-Ahkâmi’l-Kur’an, Çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 1999, C. 8, Sh. 572573  9) Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebîr-Mefatihu’l-Gayb, Çev. Prof. Dr. Suat Yıldırım, Vdğ. 1991, C. 12, Sh. 452-453  10) Ebu’l-Velid Muhammed el-Ezrakî, Kâbe ve Mekke Tarihi,, Çev. Y. Vehbi Yavuz, İst. 1980, Sh. 426 11) M. Âsım Köksal, İslam Tarihi Hz. Muhammed ve İslamiyet, İst. 1999, C.1, Sh. 247-249. (Köksal Yayıncılık). Not: Aynı eser, Şamil yayınları tarafından “İslam Tarihi” adıyla yayınlanmıştır. Bkz. İslam Tarihi, C.3, Sh. 202-203 12) Süneni İbn Mace, Mukaddime, B.6, Hds. 42-43. Sünen Ebu Davud, Kitabu’s-Sünnet, B.5, Hds. 4607. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l İlm, B.16, Hds. 2815 Ayrıca Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned. C.4, Sh. 126, 127. 13) Sahihi Buhârî, Kitabu’l-Kefalet, B.4, Hds.6 Muhammed ibn İshak, Siyer, Çev. Sezai Özel, İst. 1991, Sh. 297-298 İbn Hişam, İslam Tarihi-Sireti İbn Hişam Tercemesi, Çev. Hasan Ege, İst. 1985, C.2, Sh.1619. İbn Kesir, El-Bidaye ve’n-Nihaye Büyük İslam Tarihi, Çev. Mehmet Keskin, İst. 1994, C.3, Sh. 142-144. 14) İbn Hişam, Age. C.1, Sh. 458-459. İbn Kesir, Age. C.3, Sh. Sh. 120. İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Çev. Muzaffer Can, İst.1994, C.1, Sh. 262. 15) İmam Muhammed b.Muhammed b. Süleyman Rûdânî, Cemu’l Fevaid Büyük Hadis külliyatı, Çev. Naim Erdoğan, İst. 2003, C.1, Sh. 45. Hds. 143. Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat’tan. Beyhakî, Kitabu’z Zuhd, Çev. Enbiya Yıldırım, İst. 200, Sh, 70 Hds. 63. 16) Sahihi Müslim, Kitabul-İman, B.51, Hds. 186 Süneni Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B.27, Hds.2291-2293 Ayrıca Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh. 304, 372, 390. C.3, Sh. 453. C.4.Sh. 273, 277