Rasulullah (s.a.s.)’in ümmete uyarısı

Allah’dan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar, çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (1)
Kıyamete kadar, kadın olsun, erkek olsun, bütün muvahhid mü’minlerin önderi ve hayat örneği Rasulullah (s.a.s.), Allah’dan bir rahmet dolaysıyla ümmetine yumuşak davranmıştır… Onlara İslam’ı tebliğ ederken, onları irşad ederken ve kendilerini uyarırken hem yumuşak olmaya gayret edip sert tavırlardan çekinmiştir… Gerçi yeri geldikçe yanlışları düzeltmek için sert tepki gösterdiği ve işin ciddiyeti anlaşılsın diye gadaplandığı da olmuştur… özellikle Tevhid’i zedeleyici meselelerde hatâları düzeltirken duruma ve muhataba göre tavır sergilemiştir… insanların seviyesine ve anlayışına göre davranan önderimiz Rasulullah (s.a.s.), her hayatî konuda olduğu gibi, insanları uyarma konusunda İslâm Milleti’ne eşsiz bir örnek olmuştur. Çünkü Rabbimiz Allah O’nu, muvahhid mü’ minler için hayatî örnek kılmıştır. “Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokca zikr edenler için Allah’ın Resulünde güzel bir örnek vardır.”(2)
Allah’a ve ahiret gününe katıksız iman edip Allah’ı çokça zikr edenler için, hayatın her yönünde kendilerine önder ve örnek olan Rasulullah (s.a.s.), onlara karşı merhametli ve şefkatli davranmıştır… onlara hakîkatı öğretirken, onları eğitirken, kendilerini uyarırken, hep iyiliklerini ve hayırlarını isteyen bir önderdir. Rasulullah (s.a.s.)…
Rabbimiz Allah, Rasulullah (s.a.s.)’in bu özelliğini şöyle beyan buyuruyor: “Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O’nun gücüne giden, size pek düşkün, mü’minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir Rasul gelmiştir.”(3)
Mü’min Müslümanlara pek düşkün, merhametli ve şefkatli Rasulullah (s.a.s.), Rabbi Allah’ın hükümlerini, emir ve nehiyleri insan kullarına tebliğ etmiş ve gerçekten iman edenleri şefkat kanatlarının altına almıştır. Onlara hakikati, doğruları, iyilikleri, güzellikleri ve hayırları öğretmiş, onları eğitip yetiştirmiştir. Ümmeti bilgilendiren ve yetiştiren Rasulullah (s.a.s.), onların zaman zaman içine düştükleri hatâlardan dolayı kendilerini uyarmış, yanlışlıklarını düzeltmiştir. İnsanların bilgilendirilip cehaletlerinin giderilmesi ve tabiî ihtiyaçlarının görülmesinin gerekliliğini buyuran Rasulullah (s.a.s.), “Tevhid toplumu” nun huzur ve saadeti için bunun çok önemli olduğunu vurgulamıştır.
Abbâd b. Şurahbîl (r.a.) anlatıyor: Başımıza bir açlık ve kıtlık yılı geldi. Ben de, Medinei Münevvere’ye gittim ve bu yerin bahçelerinden birisine vardım. Bir miktar başak alıp oğarak tanelerini çıkardım. Birazını yedim. Kalanını da elbisemin içine koydum. (Bu arada) bahçe sahibi geldi, beni dövdü ve elbisemi aldı, ben de Rasulullah (s.a.s.)’in yanına varıp, O’na (bu durumu) anlattım. Rasulullah (s.a.s.), (bahçe sahibi olan) adama: “O aç iken sen ona (bir şey) yedirmedin ve o, cahil iken (bir şey) öğretmedin!” buyurdu.
Sonra Rasulullah (s.a.s.)’in emri ile bahçe sahibi, Abbâd’ın elbisesini kendisine geri verdi ve Rasulullah (s.a.s.), Abbâd’a bir veya yarım vesk yiyecek verilmesi için emir buyurdu. (4)
İmam Sindî (rh.a.), bu hadisin açıklaması bölümünde: Rasulü Ekrem (s.a.s.)’in bahçe sahibine hitaben buyurduğu cümlelerde kast edilen mânâ şudur: Abbâd, aç ve bilgisiz idi. Sana lâyık davranış şöyle yapmandı: yere düşen başakların sana aid olduğunu ona öğretecektin. Bundan sonrada onun almış olduğu hubûbatı ona bırakıp yedirecektin. Fakat sen, bunların hiç birini yapmadın, diye açıklamıştır.(5)
Âlemlerin Rabbi Allah, insan kullarına kendilerinin ihtiyacı olan her şeyi öğretir, onları eğitir, sonra bu öğrettikleri ve eğittiği doğrultusunda hareket etmesini emreder. “Allah, sizi annelerinizin karnından hiç bir şey bilmezken çıkardı ve umulurki, şükr edersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi.” (6) “Rahman (olan Allah) Kur’ân’ı  öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı öğretti.” (7) “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir alak’tan yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir.İnsana bilmediğini öğretti.” (8) “Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti.”(9) Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), aynı Rabbanî metod ile insanlara öğretip bilgilendirmiş ve onları Allah’ın rızasına uygun eğitmiştir.
Bu öğretim ve eğitimden iki örnek olayı kaydediyoruz.
1) Rasulullah (s.a.s.), Tevhidî anlayış ve sahih iman konusunda çok hassas davranmıştır. Mü’min Müslümanların imanına en küçük bir şirk ve küfr bulaşmasın diye bütün önlemleri almıştır. Ebu Vâkıd el-Leysî (r.a.) anlatıyor: Rasulullah (s.a.s.) (Mekke’den) Huneyn’e çıktığı zaman (yolda) müşrikleri, “Zâtu Envât” adı verilen ve üzerine silahlarını astıkları bir ağaca uğradı. Ya Rasulallah, onların Zâtu Envât’ı olduğu gibi, bize de bir Zâtu Envât tayin et! Dediler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.): “Sübhanallah! Bu söz, Musa’nın kavminin: ‘Ya Musa’ onların ilâhları (var, onlarınki ) gibi, sen de bize bir ilâh yap!” demesine benzedi.
Nefsim yedi kudretinde ( benliğime hakim olan zât’a yemin ederim ki, siz de kendinizden önceki (Yahudî ve Hiristiyan) milletlerin yoluna mutlaka uyacaksınız!” buyurdu.) (10)
İbn İshak (rh.a.), konuyu daha geniş bir şekilde anlatıyor: Hâris b. Malik (r.a.) şöyle dedi: Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte Huneyn’e çıktık. Biz, cahiliyyeden  yeni çıkmış insanlardık, O’nunla birlikte Huneyn’e yürüdük. Kureyş kafirlerinin ve Arab’dan başkalarının yeşil büyük bir ağaçları var idi. O’na, “Zâtu Envât”denilirdi. Her sene ona gelirler, silahlarını onun üzerine asarlar, onun yanında kurban keserler ve onun üzerinde bir gün itikâf yaparlar.
Biz, Rasulullah (s.a.s.) ile bilikte yürürken, büyük yeşil bir ağaç gördük. Yolun yanlarından şöyle nidâlaştık: Ya Rasulallah, bize de Zâtu Envât kıl. Onların Zâtu Envât’ı olduğu gibi. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allahu Ekber! Muhammed’in nefsi elinde olana yemin ederimki, Musa’nın kavminin, Musa’ya dediği gibi dediniz: “Onların ilâhları (var, onlarınki) gibi sen de bize bir ilâh yap.” O: ‘Siz, gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz’ dedi.” (A’râf, 7-138) Yani bu bir âdettir. Siz, geçmişlerin âdetlerine uyuyorsunuz!”(11)
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in hatırlattığı Musa (a.s.a) ile kavminin kıssası, Rabbimiz Allah tarafından, hayat düstûrumuz Kur’ân’ı Kerim’de şöyle beyan buyurulur: “İsrail oğullarını denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa’ya dedilerki: ‘ey Musa, onların ilâhları (var, onlarınki) gibi sen de bize bir ilâh yap.’ O: ‘Siz, gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz.’ dedi. ‘Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de geçersizdir. O, sizi âlemlere üstün kılmışken, ben size, Allah’dan, başka ilâh mı arayacağım.” (12)
İmam Fahrüddîn er Râzî (rh.a). bu ayetleri tefsir ederken şöyle diyor: “Bil ki, aklı olan bir kimsenin, hz. Musa (a.s.)’a: onların nasıl putları varsa, sende bize öyle bir tanrı, yaratıcı ve bir müdebbir yap! demesi imkânsızdır.
Zira Hz. Musa (a.s.)’ın  taktiri ve yapmasıyla meydana gelen şeyin âlemin yaratıcısı ve onun müdebbiri olması imkansızdır. Bunu böyle olduğu hususunda şübhe eden kimsenin aklı tam olmaz. Hâlbuki bu hususta doğruya en yakın olan şudur: onlar, Hz. Musa (a.s.) dan , duâ ve ibadetlerinde karşılarına alacakları birtakım putlar ve heykeller belirlemesini, tesbit etmesini istemişlerdir. İşte bu söz, Allah Teâlâ’nın putperestlerden nakletmiş olduğu sözün aynısıdır. Çünkü onlar: “Biz, bunlara sırf bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye tapıyoruz.” (Zümer, 393) demişlerdi.” ( 13)
Prof. Dr. Vehbe Zuheylî, “Tefsiru’l Münir” adlı eserinde bu konuda şöyle der: “Musa (a.s.), İsrailoğullarının isteğini dört şekilde reddetti: a) Onlara cahil hükmünü verdi. “Siz, gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz.” b) Musa (a.s.) şöyle dedi: “onların içinde bulundukları şey(din) mahvolucudur.” Yani, hüsran ve helâkın sebebidir. c) Musa (a.s.) şöyle dedi: “Ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de geçersiz (batıl) dır.” Bu meşakkatli amel, dünya ve ahirette onlara hiçbir fayda vermeyecektir. d) Yadırgayan ve azarlayan bir ifadeyle onların davranışlarına hayret ederek şöyle dedi: “O, sizi âlemlere üstün kılmışken, ben size, Allah’ dan başka ilâh mı arayacağım.” Allah’dan başka bir ilâh istenemez, edinilemez. Belki ilâh ancak in’am’a, yeniden var etmeye, hayat ve bütün nimetleri vermeye muktedir olanki ‘sizi’ zamanınızın insanlarına üstün kılan O’dur. Sözünden de kasdolunan Allah’dır.” (14)
Rasulullah (s.a.s.) ile Musa (a.s)’ın yaşadığı zamanın arasındaki çok uzun bir döneme dikkat edelim! Asırlar önce oluşmuş bir olayın bir benzeri asırlar sonra aynı şekilde gündeme geliyor. Ve asırlar önce gündeme gelen olaylar hakkında hak üzere olan Allah’ın Rasulü Musa (a.s.) nasıl davranmış ve ne söylemiş ise, asırlar sonra yaşamış olan ve aynı olay ile karşılaşan Rasulullah (s.a.s.), O’nun gibi davranmış ve aynı sözü söylemiştir!.. Olay aynı olunca, tepki, tavır, davranış ve onlara söylencek söz aynıdır!..
Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.) den asırlar sonra O’nun ümmetinden ve Müslüman olduklarını beyan edenler, Allah’ın kendilerine Rasulü Muhammed (s.a. s.) vasıtasıyla bildirdiği bunca ilimden sonra, ” İslâm’a ve Müslümanlara hizmet” niyetiyle Allah ve Rasulu (s.a.s.)’in yasakladığı şeyleri istiyorlar. Müstekbir tağutlar tarafından işgal edilen İslam topraklarında tağutî düzenlerin egemenliğinde esaret hayatı yaşayan ve kendilerini Müslüman kabul edenler, Kur’ân ve sünnet’te emir olunan, ayrıca İslâm ulemâsı tarafından beyan edilen mücadele yolunu ve çıkış çaresini bırakmış, işgalci tağutların gayrı İslâmî şirk olan metotlarıyla hareket etmektedirler. Bu korkunç hatâlarına ve bu imanı zedeleyici isyanlarına “iyi niyet” kılıfı giydimiş, “İslâm’a ve Müslümanlara hizmet” iddiâsıyla ortaya çıkmışlardır. “Bizim de bir “Zâtu Envât”ımız olsun veya “Biz, bunlarla sırf bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye tapıyor ( ibadet ediyor)uz.” İyi niyet anlayışıyla İslâm’ın Rabbanî metodu bırakmış, tağutî kurum ve kuruluşların peşine düşmüşlerdir!..
Bu zihniyette olanlar, “Peygamberin varisleri olan” gerçek İslâm âlimlerine ve dâvâ önderlerine müracaat edip, işgalci egemen tağutlarınki gibi bir Zâtu Envât istercesine kurum ve kuruluşlarını olmasını taleb etmektedirler!.. Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in haram kıldığı herhangi bir şeyi talep etmek caiz olmadığı gibi, bu isteklerine aklı ve mantıkî kılıflar bulmakta caiz değildir. Bu zihniyette olanlara helâl çıkış yolları göstermek ve haram isteklerden vaz geçmelerini sağlamak gerekir. Onlara bu isteklerini, Musa (a.s.)’ ın kavminin, “sen de bize bir ilâh yap” ya da “onların Zâtu Envâtı olduğu gibi, bize de bir Zâtu Envât tayin et!”  İsteklerine benzediği izah edilmeli ve onları bu batıl isteklerden vaz geçirmeye gayret gösterilmelidir!.. yoksa kim olursa olsun ve ne olursa olsun, onların bu bâtıl isteklerinin gerçekleşmesi için kendilerine yardımcı olunamaz!.. Herhangi bir şahsî yorum sonucu onlara yardımcı olanlar, onlar gibi olurlar!..
Bu gayrı İslâmî ve bâtıl isteklere karşı Allah’ın iki “Ulu’l Azm” peygamberi Musa (a.s.) ve Rasulullah (s.a.s.)’in davrandığı gibi davranmak, her muvahhid mü’min müslümanın  kulluk vazifesidir!..
2) Rasulullah (s.a.s.) ümmeti, Kur’ân’a ve sünnet’e aykırı olan gayr-i İslâmî, şirk ve küfür kültürlerinden alıkoymuş, onlardan uzak kalıp yaklaşmamaları için uyarıda bulunmuştur.
Malum olduğu üzere bu ümmetin perişanlığının ve içine düştüğü zilletin sebeblerinden biriside, İslâm ilim ve irfan kaynaklarından uzaklaşıp gayrı İslâmî şirk ve küfür kültürlerinin etkisinde kalmasıdır. İslâm kültür ve mirasını bırakarak, kurtuluş umuduyla sarıldığı gayri İslâmî kültürler, bir kurtuluş olmadığı gibi, her gün biraz daha perişanlığını arttırmış ve batışı çabuklaştırmıştır.
Kurtuluş, tekrar islâm’a ve islâm’ın ilim ve irfan kaynaklarına dönmektir. Kurtuluş, bütün varlığıyla Kur’ân ve Sünnet’e sarılmak, İslâm’ı hayata hakim kılmaktır.
Cabir (r.a) anlatıyor: (Bir gün ) Ömer ibnü’l Hattab (r.a), Rasulullah’a bir Tevrat nüshası gösterdi ve: Ya Rasulullah, bu bir Tevrat nüshasıdır, dedi. Rasulullah da bir şey söylemedi. Sonra O, okumaya başladı. Bu esnada Rasulullah’ın yüzü (nün rengi de) değişiyordu. Bunun üzerine Ebu Bekr (r.a): Evlâd acısı görenler, seni kaybedesice! Rasulullahın yüzünü hiç görmüyormusun? dedi. Ömer, o zaman Rasulullah (s.a.s.)’in yüzüne baktı ve hemen şöyle dedi: Allah’ın gazabından, O’nun Rasulü’nün gazabından Allah’a sığınırım. Rabb olarak Allah’a, din olarak islâm’a, peygamber olarak Muhammed’e razı olduk. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: ” Muhammed’i canı elinde olan (Allah)’a yemin olsun ki, şayet Musa sizin için ortaya çıksaydı ve siz de beni terk ederek O’na uysaydınız, doğru yoldan sapmış olurdunuz. Şayet O, sağ olsa ve peygamberliğime kavuşsaydı, bana ittiba ederdi.”(15)  İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a.)’ in “Müsned”inde bu olay şöyle beyan edilmektedir: Cabir b. Abdullah (r. anhuma) anlatıyor: Ömer ibnü’l Hattab, ehli kitab’dan birinin elinden aldığı bir Tevrat nüshasını, Rasulullah (s.a.s.)’e getirdi.O’na okudu. Rasulullah (s.a. s.), öfkelenip şöyle buyurdu: “Siz, şübheyemi düştünüz ya ibn Hattab? Nefsim kudret elinde bulunan zât’a yemin ederim ki ben, bu dini size saf (ve hurafelerden arınmış) olarak bembeyaz bir şekilde getirdim. Ehli Kitab’dan bir şey sormayın. Size gerçeği söylerler, siz onu yalanlarsınız. Veya size bâtılı söylerler, siz, onu doğrularsınız. Nefsim kudret elinde bulunan zât’a yemin ederim ki, eğer Musa hayatta olsaydı, bana tabi olmaktan başka bir çıkar yolu yoktu.” (16)  Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), imam Ömer ibnü’l Hattab (r.a) şahsında bütün ümmetini uyarmıştır!.. Kıyamete kadar İslâm Milletinin kurtuluşu için iki kaynak var: Kur’ân ve Sünnet!.. Bu iki kaynak “Farzı ayn” ilimdir… Bütün ümmet için gerekli olan hayatî bilgi bu iki kaynakta mevcuttur… Bu iki kaynaktan hareketle gündeme gelmiş İslâm ilim ve irfan mirası, ümmetin dünya hayatını düzenlemeye kâfidir… Bunların dışında kalanlar, ümmetin ihtiyacı olduğu kadar öğrenilmesi gereken şeylerdir. Bu öğrenilen şeyler, kitab ve Sünnet’e aykırı olmamalı ve ümmet, onun etkisinde kalıp dosdoğru İslâm yolundan sapmamalıdır. Bu konuda çok dikkatli davranmalı ve tehlikeler için önlem alınmalıdır!
Dipnot:1-Âli İmrân,3/159, 2-Ahzab, 33/21, 3-Tevbe, 9/128, 4-İbn Mace, Kitabü’t ticare, B.67, Hds. 2298, Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l Cihad, B.85 Hds.2620. Sünen-i Nesaî, Kitabu adabu’l kudat, B.21 Hds.5374. Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.6, Sh. 167, 5-Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mace Tercemesi ve Şerhi, İst. 1983, C.6 Sh. 346, 6-Nahl, 16/75, 7-Rahman 55/14, 8-Alak, 96/15, 9-Bakara, 2/31, 10-Sünen-i Tirmizi, Kitab’ül Fiten, B.16 Hds. 2271, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî Tefsiri, Çev. Hasan Karakaya, Kerim Aytekin, İst. 1996, C.4 sh.109, ibn Kesir, Hadislerle Kur’ânı Kerim Tefsiri, Çev: Dr. Bekir Karlığa,  Dr. Bedrettin Çetiner, İst.1984, C.6. sh. 3075 Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5, Sh. 21’den, 11-İbn Hişam, İslâm Tarihi Sireti İbn Hişam Tercemesi, Çev: Hasan Ege, İst. 1985, C.4, sh.115 , Ebu Velid Muhammed el-Ezrakî, Kâbe ve Mekke Tarihi Ahbâru Mekke, Çev: Y.Vehbi Yavuz, İst.1980, sh. 16117, 12-A’râf, 7/138-140, 13-Fahruddin er-Râzî, Tefsiri Kebir Mefâtihu’l Gayb, çev. prof. Dr. Suat  Yıldırım, Vdğ. Ank.1991, C.II, Sh.40, 14- Prof. Dr. Vehbe Zuhaylî, Tefsirü’l Münir, ist. 2003, C. 5, sh. 63, 15-Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.39, Hds. 441. İmam Muhammed b. İmam Muhammed b. Süleyman er Rûdânî, Cemu’l Fevaîd Büyük Hadis Külliyatı, Çev. Naim Erdoğan, İst. 2003, C.I, Sh. 46, Hds. 150. Teberânî, el-Mu’cemu’l Kebir’den. İbn Kesir, A.g.e. c.4, sh.1294. İmam Ahmed b. Hanbel’den, 16-Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Beyrut, 1313,C.3, sh. 387. Hatibi Tebrizî, Mişkatü’l Mesabih, kitabu’lİman, hds. 177. Beyhakî, Şuabi’l İman’dan.