ALLAH’IN YERYÜZÜNDEKİ ŞAHİDLERİ

Enes b. Malik (r.a.)’dan.

(Bir kerre) Rasulullah ve Sahabîlerin yanında bir cenaze geçirdiler. Sahabîler, bu cenazeyi hayırla anıp övdüler.

Rasulullah (s.a.s.):

“Vacib oldu.” buyurdu.

Sonra başka bir cenaze daha geçirdiler. Sahabîler, bu cenazeyi de şerr ile anıp kötülediler.

Rasulullah (s.a.s.), yine:

“Vacib oldu.” buyurdu.

Bunun üzerine Ömer İbnu’l-Hattab:

— Ne vacib oldu? diye sordu.

Rasulullah:

“Şu önce geçen cenazeyi hayır ile anıp övdünüz. İşte ona, cennet vacib oldu. Şu sonraki cenazeyi de şerr ile anıp kötülediniz. Buna da, cehennem vacib oldu. Çünkü sizler, yeryüzünde Allah’ın şahidlerisiniz.” buyurdu.(1)

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Melekler, Allah’ın semadaki şahidleridir. Siz ise, yerdeki şahidlerisiniz.” (2)

Katıksız iman sahibi ve salih amele devam üzere olan mü’min müslümanlar, yeryüzündeki Allah’ın şahidleridirler… İnsanlık neslinin en hayırlısı olan Ashab nesli böyle olduğu gibi, her asır ve her çağda onları takib edip onlar gibi olan tüm mü’min müslümanlar da, Âlemlerin Rabbî Allah’ın yeryüzündeki şahidleridirler… Bu mü’min müslümanlar tam bir adalet ile şahidlik yapmaktadırlar… Adaletli olmak, onların katıksız imanlarının gereğidir…

Hakim’in Nadr b. Enes’den rivayeti konuyu daha iyi anlamamıza yardımcı olmakta ve yukarıdaki hadis-i şerifi açıklamaktadır….

Enes İbn Malik (r.a.) demiştir ki:

Rasulullah (s.a.s.)’in yanında oturuyordum. Derken bir cenaze geçirdiler.

Rasulullah (s.a.s.):

“Bu cenaze kimdir?” diye sordu.

— Filanın cenazesidir. Allah ve Rasulü’nü sever. Allah’ın taati uğrunda çalışıp çabalardı, dediler.

Rasulullah (s.a.s.):

“Vacib oldu, vacib oldu, vacib oldu.” buyurdu.

Başka bir cenaze geçirdiler. Rasulullah (s.a.s.), (yine):

“Bu cenaze kimdir?” diye sordu.

Ashab:

— Filanın cenazesidir. Bu adam, Allah’a ve Rasulü’ne buğzeder. Allah’a masiyet uğrunda çalışıp çabalardı, dediler.

Rasulullah (s.a.s.), (yine):

“Vacib oldu, vacib oldu, vacib oldu.” buyurdu.

Ashab:

— Ya Rasulellah (r.a.s.), cenaze ve ona yapılan sena hakkında ne buyurursun? Birinci cenaze hayırla, ikincisi de şerrle yâd edildi. Sen, ikisi hakkında da: “Vacib oldu, vacib oldu, vacib oldu.” buyurdun, dediler.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):

“Evet, ya Eba Bekir (r.a.), hakikaten Allah’ın bir takım melekleri vardır ki, bunlar, Âdemoğullarının dilinde, onda bulunan hayır ve şerri söylerler.” buyurdu. (3)

Halk arasında çokca kullanılan, “söyleyene değil, söyletene veya söylenene bak!” ya da, “Allah söyletiyor!” sözleri, bu hadisten kaynaklandığı muhtemeldir!…

Allah’ın yeryüzündeki şahidleri olan muvahhid mü’min müslümanların bir kavme Allah için olan kinleri veya Allah için olan sevgileri kendilerini adaletten ayırmaz… Mü’min müslümanlar, Allah tarafından emrolunmuşlardır ki, adaleti tam yapsınlar ve hakkı yerine getirsinler… (4) Bu davranış, gerçek imanın ve kabul görmüş takvanın gereğidir…

İçine şirkin küçüğünden büyüğüne, gizlisinden açığına zerresi bulaşmamış bir iman ve takva sahibi olan mü’min müslümanlar gerçekten Allah’ın yeryüzündeki şahidleri olmaya hak kazanmışlardır… Şirkten, küfürden, bid’attan, hurafeden ve irtidadın her çeşidinden arınmış olan mü’min müslümanlar, adalet ölçüsünce şahidlik yapabilirler… Bundan dolayı çağdaş tüm şirk ve küfür ideolojilerinden, fikirlerden ve düzenlerden tamamen temizlenmiş, onlarla hiç bir şekilde uzlaşmamış, tüm kurum ve kuruluşlarından uzaklaşmış, önder Rasulullah (s.a.s.)’in ve O’nun Ashabı’nın izinde olan gerçek mü’min müslümanlar, günümüzde yeryüzünde Allah’ın şahidleridirler… Tamamıyla Allah’a teslim olmuş, katıksız iman ile Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat etmiş, hak üzere ve hak cephesinde yerini almış olan mü’min müslümanlar, Allah’ın yeryüzündeki şahidleri oldukları için, neyi güzel görürler ise O, Allah katında güzeldir ve neyi de kötü görürlerse o da, Allah katında kötüdür… Çünkü muvahhid mü’minler, Allah’ın kendilerine beyan buyurduğu İslâm ölçüsüyle hareket ederler. Bakış açıları, Kur’ân-ı Kerim ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’dir. Bu, her çağda tazeliğini koruyan, şaşmaz, eskimez ve yıpranmaz ilâhî ölçü ile değerlendirmeyi yapan mü’min müslümanlar, Allah (Azze ve Celle)’nin güzel olarak kabul ettiğini güzel olarak görür ve kabul ederler, yine Allah’ın kötü olarak beyan buyurduğunu, kötü olarak görür ve reddederler…

Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Mü’minlerin firasetinden (keskin zekasından) sakınınız. Çünkü o, Allah’ın nuru ile bakar.”

Sonra Rasulullah (s.a.s.):

“Elbette bunda, derin bir kavrayışa sahib olanlar için gerçekten ayetler vardır.” (Hicr, 15/75) ayetini okudu.(5)

Bu konu, mevkuf bir hadiste şu şekilde beyan olunmuştur:

Abdullah İbn Mes’ud (r.a.)’dan. dedi ki:

— Şüphesiz ki Allah, kullarının kalblerine baktı. Muhammed (s.a.s.)’in kalbini, kullarının kalblerinin en hayırlı kalbi olarak buldu ve O’nu kendisine seçti. O’na Peygamberlik verdi.

Rasulullah’ın kalbinden sonra yine kullarının kalblerine baktı. Sahabîlerin kalblerini, kulların kalblerinden daha hayırlı buldu ve onları, Peygamberinin veziri (yardımcısı) kıldı. Onlar, Peygamberinin dini uğrunda savaştılar.

Müslümanlar, neyi güzel görürlerse o, Allah katında da güzeldir. Neyi de kötü görürlerse o da, Allah katında kötüdür. (6)

İbn Ömer (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah, benim ümmetimi -veya Muhammed’in ümmetini buyurdu- dalalet (sapıklık) de bir araya getirmeyecektir.” (7)

Herhangi bir toplumsal mes’ele gündeme geldiği zaman katıksız iman sahibi, müttaki mü’min müslümanların sözlerine kulak verilmeli, tavırları değerlendirilmeli, hareketleri takib edilmeli ve fikirlerine baş vurulup onlarla beraber olmaya gayret edilmelidir… Çünkü onlar hak cephesinde ve hak üzere olup hak yolunda bulunmaktadırlar… Tağutî düzenlerin tüm cahiliyye pisliklerinden arınmış ve bütün cahiliyye adetlerini ayakları altına almışlardır… Onların katında, hakkın ve adaletin değeri en yüce mertebesine oturtulmuş, hak ve adaleti koruma konusunda canlarını fedâ etmişlerdir…

Muâviye’nin rivayetiyle önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Benim ümmetimden bir topluluk, Allah’ın emirlerini yerine getirmekte devam edecektir. Onlara yardımdan çekinenler ve onlara muhalefet edenler, bu taifeye zarar veremeyecek, Allah’ın (kıyamet) emri onlara gelinceye kadar, onlar, bu galib ve muzaffer hâl üzere olacaklar.” (8)

Hak üzere olan, Allah’ın nuruyla bakıp gören ve hayattaki değerlendirme ölçeği İslâm’dan başka bir şey olmayan mü’min muvahhidler, dünyanın hangi bölgesinde olurlarsa olsunlar mutlaka birlik ve beraberlik içinde olan cemaat olmaya mecburdurlar… Üç kişi bile olsalar, cemaat olmadan yaşamaları kendileri için helâl olmayan bir durumdur… (9) Cemaat olan ve cemaatin gereğini yerine getiren yeryüzünün varisleri (10) ve yeryüzünde Allah’ın şahidleri mü’min müslümanların işleri, kendi aralarında istişare ile gündeme gelir, şûranın aldığı kararla hareket ederler…(11)

Âlemlerin yegâne Rabbi Allah’ın razı olduğu ve Rableri Allah’dan razı olan muvahhid mü’min müslümanların,(12) İslâmî ölçülerden kaynaklanarak ortaya koydukları kanaatleri sonucu şahidlikleri Allah kadında da kabul görülmüştür… Yaratılmışların en hayırlısı olan, İman edip salih amellerde bulunan izzet ve şeref sahibi muvahhid mü’minler, (13) hak, hakikat ve adalet üzere ittifak etmişlerdir!… Onlar, şirkin her çeşidinden ve şirk düzeni olan çağdaş tağutî düzenlerden arınmışlardır… İslâm’ı hiç bir katkı maddesi karıştırmadan tüm saflığıyla kabul etmiş, inanmış, bağırlarına basmış ve İslâm’a teslim olmuşlardır…(14) Tek başına bir ümmet olan,(15) Peygamberler atası Put kıran (16) İbrahim (a.s.) gibi…

“Rabbi O’na: ‘Teslim ol’ dediğinde (O:) ‘Âlemlerin Rabbine teslim oldum’ demişti.

İbrahim (a.s.) bunu, oğullarına vasiyet etti, Yakub (r.a.) da: ‘Oğullarım, şübhesiz Allah, sizlere bu dini seçti, siz de ancak müslüman olarak can verin (diye benzer bir vasiyette bulundu).” (17)

İşte bu şekilde teslim olanlar, Allah’dan başka hiç kimseden korkmaz (18) ve hangi hâlde olurlarsa olsunlar hakikatı gündeme getirir ve anın vacibi ne ise onu yaparlar!.. Çünkü onlar, Allah’ın yeryüzündeki şahidleridirler!…

Ebu’l-Esved ed-Duelî, şöyle demiştir:

Bir Kerre Basra’dan Medine’ye gelmiştim. O sırada Medine’de bir hastalık vakî olmuştu. Ben, Ömer İbnu’l-Hattab’ın yanına oturdum. Bizim topluluğun yanından bir cenaze geçti. Bu cenazenin sahibi oradakiler tarafından hayırla anılıp övüldü.

Bunun üzerine Ömer:

— Vacib oldu, dedi.

Sonra diğer bir cenaze daha geçirildi. Yine orada bulunanlar tarafından bu cenazenin sahibi de hayırla anılıp övüldü.

Ömer, yine:

— Vacib oldu, dedi.

Daha sonra üçüncü bir cenaze geçirildi. Bu sefer orada bulunanlar tarafından bu cenaze şerr ile anılıp kötülüğü söylendi.

Ömer, bu sefer de:

— Vacib oldu, dedi.

Ebu’l-Esved dedi ki:

Ben:

— Ey mü’minlerin emiri, ne vacib oldu, dedim.

Ömer:

– Ben, Rasulullah’ın söylediği gibi söyledim.

Rasulullah (s.a.s.):

“Her hangi bir müslüman hakkında dört (mü’min) kişi, hayr ile şehadet ederse Allah, o müslüman kişiyi cennete girdirir.” buyurdu.

Biz:

— Üç kişi şehadet ederse de öyle mi? diye sorduk.

Rasulullah:

“Üç kişi şehadet ederse de böyledir.” buyurdu.

Sonra:

— İki kişi şehadet ederse de öyle mi? dedik.

Rasulullah:

“İki kişi şehadet ederse de böyledir.” buyurdu.

Bundan sonra biz, Rasulullah’a bir şahidden sormadık. (19)

Enes İbn Malik (r.a.)’den.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“En yakın komşulardan dört tanesi, hangi müslüman hakkında ancak iyiliğini bildiklerine dair şahidlik ederlerse, Allah Teâlâ da:

— Ben, sizin bildiklerinizi kabul ettim. Bilmediklerinizi de affediyorum, buyurur.” (20)

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Herhangi bir müslüman kul öldüğünde en yakın komşulardan üç kişi, onun iyiliğine şehadet ederlerse, Allah, şöyle buyurur:

— Kullarımın bildikleri hususundaki şahidliklerini kabul ettim. Bilmediklerini de Ben, bağışladım.” (21)

Bu fazl ve bağış, Rableri Allah tarafından muvahhid mü’min müslümanlar için büyük bir lutuf ve büyük bir nimettir… Bu, Allah (Azze ve Celle)’nin va’didir.

“Allah, Va’dinden asla dönmez.” (22)

“(Bu,) Allah’ın va’didir. Allah, va’dinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler.” (23)

Hadiste geçen “vacib oldu” ibaresinden maksad, bunun Allah’a vacib olması değildir. Rabbimiz Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Allah, hiç bir şeye mecbur değildir. “Vacib oldu” demekten maksad, sabit oldu demektir. Bu hususta Allah’ın va’dinin olduğunu ve Allah’ın Va’dinden caymadığını beyan için kullanılır… Hadis-i şeriflerden de bu anlaşılmaktadır.

Ölen ve diri olan kişiye, iyiliğine veya kötülüğüne şehadet eden kişilerin, yeryüzünde Allah’ın şahidleri olan muvahhid mü’min, müttaki müslüman olması şarttır… Ancak onların şahidlikleri, adalet ölçüsünce doğru şahidliktir… Yoksa imanlarına şirk karışmış, işgal edilmiş İslâm topraklarındaki mazlum mü’min müslümanlara zulmün her türlüsünü uygulayan müstekbir tağutlara rıza gösteren, egemen müşriklerin destekleyicisi olan, kendilerini müslüman zannedenlerin şahidliklerinin İslâm nezdinde hiç bir değeri yoktur!… Bu cahil bıraktırılmışların İslâm ölçüsünce uyandırılmaları ve eğitilmeleri gerekir… Onlara İslâm’ı tebliğ edip, cehaletten ve cahilî düzenden kurtulmalarına vesile olmak, hidayet bulmalarına yardımcı olmak, her muvahhid mü’minin vazifesidir….

Ancak kardeş olan mü’min müslümanlar, yeryüzünde Allah’ın şahidleri olmayı hak etmişlerdir… Onların şahidliklerini ve onların şefaatini Allah kabul etmiştir… Allah, şefaat etme yetkisini vermedikçe hiç kimse şefaat edemez!…

“O’nun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatci olamaz.” (24)

“O’nun katında izin verdiğinin dışında (hiç kimsenin) şefaati yarar sağlamaz.” (25)

“O gün Rahman (olan Allah)’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnud olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.” (26)

Rabbimiz Allah’ın, kendisinden ve sözünden hoşnud olduğu kimse, katıksız iman sahibi olan müttaki mü’min müslüman kuldan başkası değildir!… Çünkü o mü’minler, Allah’dan razı olmuş ve Allah da, onlardan razı olduğu hâlde cennete, Allah’ın mü’min ve salih kullarının arasına girerler… (27)

İbn Abbas’ın azadlısı Küreyb anlatıyor:

Abdullah İbn Abbas’ın Kudeyd’de yahud Usfân’da bir oğlu vefat etmişti.

Bunun üzerine İbn Abbas:

— Ya Küreyb, bak, oğlunun cenazesine ne kadar cemaat toplanmış? demiş.

Küreyb diyor ki:

Bunun üzerine ben, dışarıya çıktım. Bir de baktım ki, oğlunun cenazesine bir hayli cemaat toplanmış. Bunu, kendisine haber verdim.

İbn Abbas:

— Bu toplananların kırk kişi olduğunu tahmin eder misin? dedi.

Ben:

— Evet, cevabını verdim.

— (Öyle ise,) cenazeyi çıkarın. Zira ben, Rasulullah (s.a.s.)’i şöyle buyururken işittim:

“Hiç bir müslüman yoktur ki, öldüğü zaman cenazesini Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmayan kırk kişi tutup kapsın da Allah, kendilerine o kimse hakkında şefaate izin vermesin?” (28)

Ölen, Allah’a hiç bir şeyi şirk koşmamış mü’min müslüman, onun cenaze namazını kılıp kendisine dua edenler de, Allah’a hiç bir şeyi şirk koşmamış mü’min müslüman… İşte şahid olanlar ve şahid olunan bu vasıfta olursa şefaat izni verilir… Yoksa kafire, müşrike, münafığa ve mürtede şefaat hakkı verilmek bir yana, onlar Allah tarafından bağışlanacak değildirler… Çünkü onlar, Allah’a şirk koşmuş ve O’nun ayetlerini inkâr etmişlerdir… Rabbimiz Allah, şirk koşanları affetmeyeceğini, şirk koşmamak, yani muvahhid bir mü’min müslüman olmak kaydıyla diğer günahkarlardan dilediğini affedeceğini beyan buyurur… (29) Şirk koşanların bütün amelleri boşa gitmiş olur ve onların hiç bir değeri yoktur… (30)

Rabbimiz Allah, kendisinden gereği gibi korkulmasını ve müslüman olarak ölmeyi emrediyor…

“Ey iman edenler, Allah’dan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa öylece korkup sakının ve siz, ancak müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin.” (31)

Muvahhid mü’minin hayatı ve ölümü bu şekilde gerçekleşmeli ve yalnızca Allah için olmalı… (32)

Mü’minlerin annesi Aişe (r.anha)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Hiç bir cenaze yoktur ki, namazını müslümanlardan yüz kişiye baliğ bir cemaat kılarak, hepsi ona şefaat dilesinler de, kendilerine o kimse hakkında şefaate izin verilmesin.” (33)

Malik b. Hubeyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Üzerine müslümanlardan (oluşan) üç saff (lık bir cemaatin) namaz kıldığı bir müslüman ölüye (bu namaz, Allah’ın cennet ve mağfiretini) vacib kılar.”

(Ravî Mersed b. Abdullah el-Yezenî rivayetine devamla) dedi ki:

Malik (b. Hubeyre) cenaze için (namaz kılmaya gelen) halkı az bulduğu zaman –bu hadisten dolayı– onları üç safa ayırırdı. (34)

Bütün bu delillerden sonra ortaya çıkan hakikat şudur:

Herhangi bir toplumsal olay gündeme geldiğinde, veya bir problem ortaya çıktığında, bunun yorumu ya da çözümü için muvahhid mü’min müslümanlara baş vurulmalı, onların çözümlerine ve tavsiyelerine kulak verilip dinlenmelidir… Çünkü onlar, Allah’ın yeryüzündeki şahidleridirler…

Bu, böyledir!…