CENNET, KILIÇLARIN GÖLGESİNDE

Abdullah İbn Evfa (r.a.), kumandan Ömer İbn Ubeydullah’a yazdığı mektubunda şöyle demişti:

Rasulullah (s.a.s.), düşmanla karşılaştığı bazı savaş günlerinde (hemen savaşa başlamayıp) tâ güneş sema ortasından batıya meyledinceye kadar bekleyip düşmanı gözetledi. Sonra ordu içinde ayağa kalktı da:

“Ey insanlar, düşmanla karşılaşmak (savaşmak) temenni etmeyiniz. Allah’dan afiyet isteyiniz. Fakat sizler düşmanla karşılaştığınız zaman (savaşın bütün şiddetine karşı)sabrediniz ve biliniz ki cennet, muhakkak kılıçların gölgesi altındadır.” buyurdu.

Bundan sonra şu duayı söyledi:

“Ya Allah, ey Kitab’ı indiren, ey bulutları akıtıp yürüten, ey toplanıp gelmiş olan düşman ordularını bozup dağıtan (Allah’ım) Sen, düşmanları bozguna uğrat. Onlar üzerine bizleri galib kıl, yardım et!” (1)

Yegâne hayat nizâmı İslâm’ın temel gayesi, insanlarla barış ortamında anlaşmak, onları hakka, iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa, huzur ve saadete davet etmektir… Yeryüzünde fitnenin giderilip yerine adaletin ikamesi için cihadı emreden İslâm, bu cihadın barış içinde olmasını önerir… Düşman cephesine İslâm’ın tebliğ edilmesi, onların İslâm’a davet edilmesi ve hidayetlerine vesile olunması, mü’min müslümanların vazifelerindendir… Her zaman ve her mekânda bunu canlı tutmak ve bu vazifeyi yerine getirmek gerekir… Bütün bu iyi niyet ve güzel hareketlerden sonra İslâm’ı kabul etmeyip savaş alanında mü’min müslümanların karşısına çıkan düşman ordulara karşı dururken, ayak diremek, Allah’dan afiyet dilemek ve sabretmek gerek… Hiç şübhesiz cennet, Allah yolunda Allah’ın ve mü’min müslümanların düşmanları olan, yeryüzünü ifsad eden zalimleri gidermek için çekilen kılıçların gölgesi altındadır!… O kılıçlar ki, yeryüzünde Allah’ın hakimiyet hakkını gasbedip insanları kendilerine kul yapmaya çalışan Fir’avnların, Nemrudların, Ebu Cehillerin ve onların uzantıları olan çağdaşlarının haddini bildirmek için kınlarından çekilmişlerdir…

Allah’ın yeryüzündeki insan kullarını, kullara kul olmaktan kurtarıp Allah’a kul yapmak için, “tekbirler” ile havaya kaldırılmışlardır… Kendilerini rablık makamında gören kulların, yeniden kulluk makamına geçmeleri için havada parlayan kılıçlar, yeryüzünün barışını bozan müfsidlerin susması için harekete geçerler…

Allah yolunda, imanlı yüreklerin sağlam bilekli ellerinde bulunan yalın kılıçlar, her zaman mazlumdan yana ve zalimlere karşı bir adalet sembolü olmuşlardır… Kitab, Mizan ve kendisinde sertlik bulunan demir, (2) yeryüzü barışını sağlamış, zulmü gidermiş, adaleti yerleştirmiş, huzur ve saadeti sağlamıştır…

İslâm Uleması, hadisimizin şerhinde özetle şunları beyan etmişlerdir:

“Peygamber (s.a.s.)’in düşmanla karşılaşmayı istemekten men’ etmesi, bu temenni, böbürlenmeyi ve nefse, kuvvete güvenmeyi tazammun ettiği içindir. Bu, bir nev’i zulümdür. Allah Teâlâ ise, mazluma yardımı tekeffül buyurmuştur. Bir de bu hareket, düşmanı hiçe sayıp onunla alay etmek olur ki, ihtiyat ve tedbire muhaliftir. Huneyn Harbi’nde müslümanlara ucb gelmiş, bu sebeble harbin başında bozulmuşlardı. Sonradan kendilerine gelince Allah’ın nusreti de yetişti. Müslüman, –bugünkü telakkinin aksine olarak– kendine ve kuvvetine değil, daima Allah’a güvenecektir.

Sonra belâya sabır hususunda herkes bir değildir. Peygamber (s.a.s.) ile birlikte harb eden bir adam, aldığı yaraların acısına dayanamayarak intihar etmişti. Onun içindir ki, Hz. Ebu Bekir (r.a.):

— Bence, afiyette olup şükretmem, ibtilâ edilip sabretmeden daha makbuldür, demiştir.

Ali (r.a.)’ın dahi oğluna:

— Yavrucuğum, sakın bir kimseyi mübarezzeye da-vet etme! Amma seni birisi ona davet ederse, hemen karşısına çık! Zira O, zalimdir. Allah Teâlâ, zulüm gören kimseye yardımı tekeffül buyurmuştur, dediği rivayet olu-nur.” (3)

Düşmanla karşılaşmayı ve belâya uğrayıp sabır etmeyi temenni etmeyen mü’min müslümanlar, barış ortamında tüm anlaşma, görüşme yollarını denemeye gayret ederler… Savaş kaçınılmaz olunca, bu konudaki tüm maddî ve manevî hazırlıklarını yapar ve yalnızda Allah’a tevekkül eder, savaşa girişirler… Tüm hazırlıklardan sonra, İslâm ordusunun muvahhid mü’min mücahidlerine gerekli talimatlar verilip emre itaatın gerçekleşmesinden sonra Rasulullah (s.a.s.)’in yaptığı dua, Rabbimiz Allah’a yapılan tevekkül ve güvenin en bariz örneğidir…

Enes b. Malik (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) savaş sırasında şöyle dua ederdi:

“Ey Allah’ım, benim (yegâne) dayanağım ve yardımcım sensin. (Düşmanların hilesini) senin (desteğin)’le önlerim. Senin (verdiğin güç)le (düşmana) saldırırım ve (yine) senin (desteğin)le (düşmana karşı) savaşırım.” (4)

Allah yolunda, yeryüzünü kirleten, zulüm, fısk ve fücurun yayılmasını sağlayan kötülük odaklarıyla savaşan muvahhid mücahidler, katıksız bir şekilde iman ederler ki cennet, kılıçların gölgesi altındadır… Kılıcın gölgesinin kılıçtan ayrılmadığı gibi cennet de, Allah yolunda kılıç sallayan mücahidden ayrılmaz!… Mücahid, cennet için, cennet de mücahid içindir!…

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:

“Ey iman edenler, bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklık gösterin ve Allah’ı çokça zikredin. Ki kurtuluş (felah) bulasınız.

Allah ve Rasulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şübhesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.

Bir de yurtlarından refahtan şımarıp azıtarak, insanlara gösteriş yaparak çıkanlar ve (halkı) Allah’ın yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatandır.” (5)

Allah, kendi yolunda cihad eden mücahid mü’minlere, savaşın ahkam ve edebini böyle beyan edip öğretiyor… Yeryüzünün huzuru, insanlığın barışı ve selâmeti için kötülüğün ve kötülerin her türlüsüyle cihad eden mü’minlerin vasfını, şöyle beyan ediyor Rabbimiz Allah:

“Mü’min olanlar, ancak o kimselerdir ki, Onlar, Allah’a ve Rasulü’ne iman ettiler, sonra hiç bir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların tâ kendileridir.”(6)

Rabbimiz Allah, katıksız iman edip imanın gereği olan takvayı yaşayan kullarına, bu sadık kullarla beraber olmaları emrediyor… Yeryüzünü ve insanlığı ifsad eden, zalim ve facirlere karşı, iyilerin ve doğruların yanında yer almak, onlardan olmak her mü’min müslümanın kulluk vazifesidir…

“Ey iman edenler, Allah’dan sakının ve sadıklarla birlikte olun.” (7)

Enes b. Malik (r.a.)’ın rivayetiyle önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle savaşın.” (8)

Mü’min mücahidlerin Allah yolundaki cihadları, yeryüzünde fitnenin yok olup Allah’ın dini olan İslâm’ın hakimiyetine kadar devam edecektir… (9)

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Bir kimse (Allah yolunda) savaşmadan ve onu gönlünden geçirmeden ölürse, bir çeşit nifak üzere ölür.”(10)

Sehl İbn Sa’d (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Allah yolunda (cihad için) bir akşam yürüyüşü, bir sabah yürüyüşü, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha faziletlidir.” (11)

Rabbimiz Allah bize, bizi çok acıklı bir azabdan kurtaracak ticaretin yolunu gösteriyor…

“Ey iman edenler, sizi acı bir azabdan kurturacak bir ticareti size haber vereyim mi?

Allah’a ve O’nun Rasulü’ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz.

O da, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi, altlarından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte büyük mutluluk ve kurtuluş budur.”(12)

Allah, kendi yolunda cihadı ve büyük bir mutluluk olan kurtuluşu beyan ederken, yeryüzündeki kötülük odaklarıyla mücadele ederken özürsüz cepheyi terketmenin büyük bir günah olduğunu buyurur:

“Ey iman edenler, toplu olarak kâfirlerle karşılaştığnız zaman, onlara arka çevirmeyin (savaştan kaçmayın.)

Kim onlara, böyle bir günde –yine savaşmak için bir yana çekilen, ya da bir başka bölüğe katılmak için yer tutanın dışında– arkasını çekiverirse, gerçekten o, Allah’dan bir gazaba uğramıştır ve onun barınma yeri cehennemdir. Ne kötü bir yataktır O.” (13)

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Helâk edici olan yedi şeyden çekininiz.”

Sahabîler:

— Ya Rasulellah (r.a.s.), bu yedi şey nedir? diye sordular.

Rasulullah (r.a.s.):

“Allah’a şirk koşmak,

Sihir yapmak,

Allah’ın haram kıldığı bir canı öldürmek. Haklı öldürülen müstesna.

Riba (faiz kazancı) yemek,

Yetim malı yemek,

Düşmana hücûm sırasında savaştan kaçmak,

Zinâdan kal’eye girmişcesine korunmuş olup hatırından bile geçmeyen mü’min kadınlara zinâ iftirası atmak.” buyurdu. (14)

Cennetin kılıçların gölgesinde olduğunu bilen ve iman eden mücahid mü’minler, şirk ordusuyla karşılaştıklarında şöyle davranırlar:

“Onlar (mü’minler), Calut ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında dediler ki: ‘Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (15)

Fedale b. Ubeyd (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur önderimiz Rasulullah (s.a.s.):

“Her ölen kişinin amel (defter)i kapanır. Ancak Allah yolunda Murabıt (cihada bağlı) olarak ölen kişi müstesna. Onun ameli, Kıyamet gününe kadar nemalandırılır (artırılır) ve o kimse, kabir fitnesinden emin olur.”

Ve Rasulullah (s.a.s.)’den şöyle buyurduğunu işittim:

“Mücahid, nefsine karşı cihad edendir.” (16)

Mü’min mücahidler, içinde mü’min müslümanların ve gayr-ı müslim zimmîlerin huzur içinde yaşadıkları “Daru’l-İslâm”ın sınırlarında nöbet beklerken ve İslâm’ı, mü’min müslamanları, Allah’ın izniyle her türlü düşmanın saldırısından korurken, uykusuz kalan gözlerine cehennem ateşi değmeyecektir… (17) Bunu, Rasulullah (s.a.s.) haber vermekte ve Ümmetini müjdelemektedir…

Bu, böyledir!..