HESAB GÜNÜNE HAZIRLANMAK

Enes b. Malik (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Sizden hiç biriniz, kendisine inmiş olan zarardan dolayı sakın ölümü temennî etmesin. Eğer muhakkak ölümü temennî etmek zorunda bulunursa:

— Allah’ım, yaşamak, benim için hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat. Ölmek, benim için hayırlı olduğu zaman da beni öldür, desin.” (1)

Enes b. Malik (r.a.) şöyle demiştir:

— Eğer ben, Rasulullah (s.a.s.)’i:

“Sakın ölüm temennî etmeyiniz!” buyururken işitmiş olmasyadım, muhakkak ölümü temennî ederdim. (2)

Kays İbn Ebi Hâzım, şöyle anlatır:

Biz, hastalığında Habbab İbnu’l-Eret (r.a.)’ı hastalığından dolayı ziyaret ediyorduk. Vücûdunun yedi yerine dağlama tedavisi uygulanmıştı.

Habbab, hastalığının şiddetli ısdırabını ifade ederek:

— Eğer Rasulullah (s.a.s.) bizlere, ölüm temennî etmemizi nehyetmeseydi, muhakkak ölümü temennî ederdim, dedi. (3)

Önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)’in beyanından ve yeryüzünün en hayırlı nesli olan Ashab neslinden iki değerli şahsiyetin beyanlarından anlaşıldığı gibi mü’min müslümanlar, ölümü temennî etmemelidirler!… Ne kadar sıkıntı ve zorlukla karşı karşıya gelecek veya başbaşa kalacak olurlar ise de, ölüm temennîsi söz konusu edilmemesi gerekir… Rabbimiz Allah’ın verdiği imkânları yerli yerinde kullanarak ve O’ndan yardım ile yeni imkânlar dileyerek sıkıntı ve zorluklarla mücadele edilmelidir… Allah’dan hiç bir zaman ve hiç bir şekilde umut kesmeden hayat mücadelesine devam etmelidir muvahhid mü’minler… Her zaman hayır, yani İslâm üzere olmalı ve Rabbimiz Allah’tan hayırlı olanı dilemeli… Yaşamak hayır ise, onu taleb etmeli, ölüm hayırlı ise, onu dilemelidir… Mü’min kul için hangisi hayırlı olduğunu ancak Allah bilir… Geleceğin bilinmesine imkân olmadığından dolayı, gayb olanı ancak Allah (Azze ve Celle) tarafından bilindiği için mü’min müslüman kul, Allah’dan kendisi için hayırlı olanı diler, ölümü temennî etmez…

Ölüm de, hayat gibi yaratılmış ve kulun imtihanı için aracı kılınmıştır!… Allah tarafından yaratılan hayat bir imtihan aracı olduğu gibi ölüm de, bir başka hayata başlamak için imtihan sahası olan bu dünyadan gitmenin en son anıdır!…

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Mülk elinde bulunan (Allah) ne yücedir. O, her şeye güç yetirendir…

O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.” (4)

Ölüm bir yok oluş değil, dünya hayatının bitmesi ve ahiret hayatının başlangıcıdır… Dünya hayatından ahiret hayatına geçiş olan ölüm, imtihanlarını başarı ile bitirenler için bir sevinç, bir neşe anıdır. Yıllarca özlemi çekilen bir andır… Dosta kavuşma ve sevgili ile buluşma anı!… İmtihanda başarısız olmuş kişiler için de, bir sıkıntı, bir çile ve bir azab anıdır… İmtihanı başarmış olan için de, imtihanda başarısız olan için de, önderimiz Rasulullah (s.a.s.) buyruğu:

“Sizin hiç biriniz, sakın ölümü temennî etmesin!” beyanıdır…

Ebu Ubeyde (Sa’d İbnu Ubeyd Mevlâ Abdurrahman İbn Ezher, r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Sizin hiç biriniz, sakın ölüm temennî etmesin! Eğer o, salih bir kimse ise (hayatta oldukça) salah ve faziletini arttırması umulur. Eğer fenâ bir kimse ise, onun da tevbe edip Allah’ın rızasını kazanması umulur.” (5)

Önderimiz ve biz mü’min müslümanlara “çok düşkün, mü’minlere şefkatli ve esirgeyici olup sıkıntıya düştüğümüz zaman O’nun çok gücüne giden” (6) Rasulullah (s.a.s.)’in beyanına dikkat edin!… Hayattan bıkıp, umutsuzluğa düşüp ölümü temennî etmeyin!… Hayatta olmayı, maddî ve manevî sıhhatli bulunmayı bir ganimet bilip zamanı değerlendirmek lazım!… Zamanı iyi ve yeterli derecede değerlendirecek olan kişi, iman ve izzet sahibi salih amel işleyen bir muvahhid mü’min ise, bu zaman içinde hayırlı amellerini arttırır, fazilet derecesini yükseltir, imanını kuvvetlendirir ve Rabbi Allah’ı daha çok razı eder… Böyle olgun bir muvahhid mü’minin varlığı, toplumundaki diğer insanlar için bir hayırdır… O mü’min şahsiyet, diğer insanlar için çok faydalı olur…

Ömür zamanını değerlendirecek kişi, fısk ve fücur içinde olan birisi ise, yine bu zaman ganimetinden faydalanabilir… Nasuh tevbesinde bulunur, hâlini düzeltir, kötülüklerden vazgeçer, iyilikler yapar, salih ameller işler, böylece Rabbi Allah’ın rızasını kazanır ve helâk olmaktan kurtulmuş olur…

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Biriniz ölümü temennî etmesin. O, kendisine gelmezden önce, onu dua etmesin. Çünkü biriniz öldüğü vakit, ameli kesilir. Ve çünkü mü’mine ömrü, ancak hayır ziyade eder.” (7)

Cabir (r.a.)’ın rivayet ettiği bir hadiste de şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Ölümü arzulamayın. Zira onun sıkıntısı çok şiddetlidir. Kişinin ömrünün uzun olup Allah’a tevbe ve rücû ile nasiblenmesi saadetindendir.” (8)

Ölüm, gerçekleşme vakti ertelenmeyen ve erken gelen bir gerçek değildir… O, Allah’ın indindeki oluş vakti belli olan ve tam zamanında gelen bir gerçektir…

Rabbimiz şöyle buyurur:

“Hiç bir ümmet, kendi ecelini ne öne alabilir, ne de onlar ertelenebilirler.” (9)

Her canlının eceli, gaybı O’ndan başka kimsenin bilmediği Rabbimiz Allah’ın ilmindedir… İnsan, ne zaman ve nerede öleceğini bileci değildir, ancak Allah bilir bu gaybî olan mes’eleyi…

Şöyle buyurur Rabbimiz:

“Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şübhesiz Allah, bilendir, haberdardır.” (10)

Ölüm, her canlının mutlaka kendisiyle karşılaşacağı ve tadacağı, kendisinden hiç bir süretle kurtuluşun olmadığı bir hakikattır…

Bu hakikat, şu şekilde beyan olunmuştur Rabbimiz Allah tarafından:

“Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet Günü elbette ecirleriniz noksansız ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.”(11)

“Sizin tümünüzün dönüşü O’nadır. Allah’ın va’dı bir gerçektir. İman edip salih amellerde bulunanlara, adaletle karşılık vermek için yaratmayı başlatan sonra onu iade edecek olan O’dur. İnkâr edenler ise, küfürleri dolayısıyla, onlar için kaynar sudan bir içki ve acı bir azab vardır.” (12)

“De ki: ‘Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şübhesiz sizinle karşılaşıp buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahade edilebileni de bilen (Allah)’a döndürüleceksiniz. O da size, yaptıklarınızı haber verecektir.” (13)

“Senden önce hiç bir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar ölümsüz mü kalacaklar?

Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerrle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz, Bize döndürüleceksiniz.” (14)

Böyle buyuruyor yaradanımız, Rabbimiz, İlâhımız ve Melikimiz Allah Teâlâ…

Nasıl ki, her insanın doğumu bir gerçek ve bir hak ise, ölümü de bir gerçek ve bir haktır!… Bu, böyle iken, insanlar ölümden dolayı ne kadar gafil ve ne kadar ihmalkârdırlar… Aklı başında ve annelik şuurunda olan hamile bir kadının doğurma günleri yaklaştıkça doğum hazırlıklarını tamamlamaya, gerek kendisini hazırlamaya, gerekse doğuracağı bebeği için hazırlık yapıp gerekli eşyaları te’min etmeye başlar… Babalık şuurunda olan ve bu vazifesini idrak edip hakkıyla yerine getirmeye çalışan evin erkeği olan koca da, üzerine düşeni yapmaya çaba gösterir… Doğuracak hanımı ve doğacak bebeği için hazır olmaya gayret eder… Gerek maddî ve gerekse mânevî ihtiyaçlarını te’min etmeye gayret eder… Bu hazırlıklar doğum içindir… Bir gerçek olan doğum için… Doğan her canlı, ölümü tadmıştır, tadmaktadır ve tadacaktır… Doğum için bunca hazırlıklar yapan anne ve babaların, bir hak ve bir gerçek olan ölüm için ne hazırlıkları var?.. Yoksa ölüm hiç hatıra gelmiyor mu? Ölüm ile bir hayata gözlerini yumarken, yeni, hem de sonsuz bir hayata doğacak olanların bu doğum için ne hazırlıyorlar?.. Hazırlıksız doğum olur mu?.. Ölüm, ahiret hayatı için bir doğumdur!… Bu doğumun da, gözle görülüp idrak edilen bir çok belirtileri vardır… Bundan dolayı bu doğum için hazırlık yapmak, gerekli şeyleri te’min etmeye çalışmak gerekir!… Hele hele mü’min müslümanların bu konuda hiç gafil olmamaları gerekir… Çünkü ölümün bir hak ve bir gerçek olduğuna yakîn derecede iman etmişlerdir…

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı. Kendileri ise, gaflet içinde yüz çeviriyorlar.” (15)

Hayata iken, Allah tarafından kendisine verilmiş, zaman nimetinin kıymetini bilip ölümden sonraki hayat için gerekli hazırlıklarını yapan muvahhid mü’minler, gidecekleri yerde çok rahat ederler… Bu konuda Rabbimiz Allah ve önderimiz Rasulullah (s.a.s.), bizleri yeterli derecede bilgilendirmişlerdir…

İbn Abbas (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Beş şey gelmeden önce, beş şeyin kıymetini bil:

İhtiyarlamadan önce gençliğin,

Hastalanmadan önce sağlığın,

Fakirliğe düşmeden önce zenginliğin,

İşlerin çoğalmadan önce boş vaktinin,

Ve ölümden önce hayatının kıymetini bil!” (16)

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Yedi şey gelmeden önce, yararlı ameller yapmaya gayret edin:

(Bunlar,) ya (kulluk vazifesini) unutturan yoksulluk, veya azdıran zenginlik, veya (bedenî güçleri) bozan hastalık, veya bunaklık getiren yaşlılık, veya ansızın gelen ölüm, veya Deccal –ki gelmesi beklenen bir belâdır– veya Kıyamettir.. Kıyamet ise, daha ağır ve daha acıdır.” (17)

Uzun bir yolculuğa çıkacak veya bir yerden diğer bir yere hicret edecek olan bir insan, dünya hayatı göz önünde bulundurulduğunda bu kısa yolculuğu için bile bir çok hazırlıklar yapar… Hatta alelacele yolculuğa çıkan insanın bile kendine göre bir hazırlığı olur… Ya bu yolculuk, gidilen yerden dönüşü olmayan ve sonsuz bir gidiş olursa, buna, hiç hazırlık gerekmez mi?..

Rabbimiz Allah’ın, insan kullarına verdiği akıl nimetini kullanabilin her kişi, idrak ederek, itirafta bulunur ki, bu uzun ve sonsuz yolculuk için mutlaka bir hazırlık yapmak gerek!… Dünya hayatı,yaz mevsiminin bir gününde bir ağaç gölgesidir ki, yolcu olan bu gölgede biraz dinlenir ve daha sonra o gölgeden ayrılıp yoluna devam eder…

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) böyle anlatmıştır…

Abdullah b. Mes’ud (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), bir hasır üzerinde yattı. Hasır, O4nun mübarek derisinde iz yaptı. Bunun üzerine ben:

— Babam-anam sana fedâ olsun ya Rasulullah, keşke bize haber  verseydin de senin için hasır üstüne, seni onun yapmasın)dan koruyacak bir şey serseydik, dedim.

Sonra Rasulullah (s.a.s.):

“Ben, dünya (nimetleri) ile beraber değilim. Benim dünya ile beraberliğim ancak bir ağacın altında biraz gölgelenip (dinlenip) sonra yoluna devam edip giden ve ağacı bırakan (yolcu) bir binici (nin ağaçla beraberliği) gibidir.” buyurdu. (18)

Geçici bir konaklama ve ebedî hayat için bir imtihan yeri olan dünya ile olgun mü’minin ilişkisini böyle beyan buyuruyordu Rasulullah (s.a.s.)… Kendini anlatıyordu bu sözlerinde, fakat aynı zamanda ümmetine nasihat ediyor, onların da öyle olmaları için yol gösteriyordu… Çünkü O, Allah’ı ve ahiret gününü uman ve Allah’ı çokça zikreden mü’min müslümanlar için biricik örnek kılınmıştı Rabbimiz Allah tarafından… (19) Rasulullah (s.a.s.), hâliyle, kâeliyle ve takririyle ümmetine biricik hayat örneği idi… Kur’ân-ı Kerim’i yaşamak, O’nun gibi yaşamak demekti… Çünkü O’nun ahlakı, Kur’ân’ın tâ kendisiydi… O’nsuz, Kur’ân-ı Kerim’i anlamak, uygulayıp yaşamak ne mümkün?..

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), dünyanın fanî oluşunu, ölüme ve ölümden sonraki hayata hazırlanmamızı, dünyaya bağlanmamayı, çok ağlayıp az gülmemizi buyurmaktadır…

Önderimiz ve biricik örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bu buyruklarını hep beraber okuyup ders alarak, gereğini yerine getirelim!

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Benim bilmekte olduğum hakikatları sizler bilir olsaydınız, muhakkak az güler, çok ağlardınız.” (20)

İmtihan sahası olan bu fanî dünyada, gerek nefs-i emmare, gerekse insanoğlunun apaçık bir düşmanı olan şeytanın vesvesesine kanarak çok çeşitli hatalar yapan ve günahlar işleyen insanın, bundan dolayı çok ağlayıp az gülmesi gerekir… Günah ve suçlarından dolayı pişman olup tevbe ederek, Rabbi Allah’a karşı işlediklerinden dolayı içi yanarak göz yaşlarının akması gerek!… Bununla beraber fanî dünya ve dünya hayatı ile ebedî ahiret hayatının hakikatlarını idrak edenlerin vasfıdır, çok ağlayıp az gülmek!… Bu hâl, derin bir tefekkürün ve ince bir anlayışla idrak etmenin gereğidir…

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Artık kazandıkları günahın cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar.” (21)

Enes b. Malik (r.a.) şöyle anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), bir gün bize namaz kıldırdı, sonra dönerek şöyle buyurdu:

“Ben, sizin imamınızım. Onun için ne rükûya, ne sücûda benden önce gitmeyin, kıyama benden önce kalkmayın. Benden önce de namazdan ayrılmayın. Ben sizi, önümdeyken de, arkamdayken de görüyorum.

Kuvvet ve iradesiyle yaşadığım Allah’a yemin ederim ki, benim gördüklerimi siz de görseydiniz, az güler, çok ağlardınız.”

— Ne gördün ya Rasulullah? diye sorduk.

“Cennet ve cehennemi gördüm.” buyurdu. (22)

Ebu Zerr (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Ben, sizin görmediklerinizi görüyor ve işitmediklerinizi işitiyorum. Gökyüzü gıcırdadı ve gıcırdamakta haklı idi. Çünkü gökyüzünde dört parmaklık bir yer kalmamıştı ki, bir melek alnını yere koyarak (orada) secdeye kapanmamış olsun.

Vallahi, benim bildiklerimi bilseniz muhakkak ki, az güler, çok ağlardınız ve yataklar üstünde kadınlardan zevk almazdınız. Yollara çıkarak, avaz avaz Allah’a niyazda bulunurdunuz. Ben de, kesilip yok edilen bir ağaç olmayı kuvvetle arzu ettim.” (23)

Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:

Resulullah (s.a.s.), gülmekte ve konuşmakta olan bir topluluğun yanına varıp:

“Nefsim, kudret elinde olan (Allah)’a yemin ederim ki, eğer benim bildiğimi siz bilseydiniz, az gülerdiniz ve çok ağlardınız.” dedi.

Sonra Rasulullah döndü (gitti) de, o cemaat ağladı. Sonra Allah (Azze ve Celle) Rasulullah’a vahyetti ki;

“Ey Muhammed, niçin kullarımı umutsuzluğa düşürüyorsun?”

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.), geri dönüp şöyle buyurdu:

“Müjdeleyiniz, doğruyu söyleyiniz ve itidal üzere olunuz (büsbütün sevinmeyiniz ve tamamen umutsuzluğa da düşmeyiniz.).” (24)

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Çok gülmeyiniz. Çünkü gülmenin çokluğu kalbi öldürür (yani katılaştırır.)” (25)

Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Allah korkusundan dolayı) ağlayınız. Eğer ağlamanız gelmezse, ağlamak için kendinizi zorlayınız.” (26)

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.), kendisine şöyle buyurmuştur:

“Ya Eba Hüreyre, şübheli (helâl mı, haram mı diye tereddüt ettiğin) şeylerden titizlikle sakın, (o takdirde) insanların (Allah’a) en çok kulluk edeni olursun. (Sana verilen dünyalığa) kanaatkâr ol, (o zaman) insanların (Allah’a) en çok şükredeni olursun. Kendi nefsin için sevdiğin (iyi) şeyi insanlar için (de) sev (yani arzula, o zaman olgun) mü’min olursun. Sana komşu olanlara iyi komşuluk et, (o takdirde kâmil) müslüman olursun. Ve az gül. Çünkü gülmenin çokluğu kalbi öldürür (yani karartıp katılaştırır).”(27)

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bu buyruklarına, bu baha biçilmez nasihatlarına can kulağı ile dinleyip tabî olan ve itaat eden her mü’min müslüman, ölümü unutmaz, onu devamlı hatırda tutar… Ölüm ve ölümden sonraki sonsuz hayatının hayır üzere olması, saadet ve mutluluk dolması için çok iyi hazırlık yapar… İmanını kuvvetlendirir, amellerini salihleştirir, kendisini tüm günah ve haramlardan alıkor… İyilik yapmaya devam ederken, kötülükleri terk eder…

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Lezzetleri keseni sık sık anın!” ölümü kast ediyor.(28)

Ebu Said el-Hudrî (r.a.) şöyle anlatır:

Rasulullah (s.a.s.), namazgâhına girdi ve bir takım insanların sırıtıp güldüklerini gördü. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

“Ne var ki siz, lezzetleri keseni (ölümü) sık sık anmış olsaydınız, şu gördüğüm vaziyetten sizi meşgul ederdi. Lezzetleri keseni, ölümü sık sık anın. Zira kabir, üzerine gelen (yeni doğan) her günde muhakkak konuşur ve şöyle der:

— Ben, gurbet eviyim. Ben, yalnızlık eviyim. Ben, toprak eviyim. Ben, kurt yuvasıyım!

Mü’min kul, toprağa verildiği zaman kabir, ona şöyle diyecektir:

— Merhaba, hoş geldin. Bana, sırtımda yürüyenlerin en sevgilisi olduğuna göre ve bugün seni velâyetim altına aldığım ve bana vardığın cihetle sana karşı muamelemi göreceksin.

Sonra kabir, o mü’min için gözümün alabildiği kadar genişleyecek ve ona, cennete doğru bir kapı açılacaktır.

İsyankâr kul veya kâfir toprağa verildiği zaman kabir, ona şöyle diyecektir:

— Sana merhaba yok, hoş geldin yok. Bana, sırtımda yürüyenlerin en sevimsizi olduğuna göre, bugün seni velâyetim altına aldığım ve bana vardığın cihetle sana karşı muamelemi göreceksin.”

Rasulullah (s.a.s.) buyurdu ki:

“Sonra kabir, onun üzerine kapanarak (o derece sıkar ki, kabrin kenarları) onun üstünde buluşur ve kaburgaları birbirine geçer.”

Ebu Said dedi ki:

— Rasulullah (s.a.s.) parmaklarıyla bu durumu göstererek, onları içiçe soktu. Sonra şöyle buyurdu:

“Ve ona, yetmiş ejderha müsallat edilir ki, onlardan biri toprağa ülferse o toprak, dünya durdukça hiç bir şey bitirmez. Bu ejderhalar onu, hesaba iletilinceye kadar sokar ve parçalar.”

Ebu Said dedi ki:

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.” (29)

Rasulullah (s.a.s.), Rabbimiz Allah’ın bildirmesi ve öğretmesiyle biz ümmeti olan mü’min müslümanlara ve dahi tüm insanlık âlemine bu hakikatı bildirmektedir… Ölümü, kabir hayatını ve ahiret hayatıyla ilgili olanları bizlere bildiren önderimiz Rasulullah (s.a.s.), böyle bir hayat için hazırlık yapmamızı defalarca beyan buyurmuştur… Ölümü anmamızı, onu unutmamayı, böylece ona hazır bulunmayı emretmiştir…

Sehl b. Sa’d es-Saîdî (r.a.) şunu anlatır:

Ashab’dan bir adam öldü. Rasulullah (s.a.s.)’in Ashab’ı, Onun iyiliklerini ve ibadetlerini anlatıp övdüler. Rasulullah (s.a.s.) de, sessiz duruyordu.

Onlar, susunca:

“Ölümü çok anar mıydı?”

— Hayır.

“Nefsinin çektiği bir şeyi terk eder miydi?”

— Hayır.

“O hâlde arkadaşınız, anlattığınız övgüye layık olamadı.” buyurdu. (30)

Kendisine çok yakın olan ölümü anmayan ve onun için çokça sevab kazanma yoluna gitmeyenin övülecek bir yanının olmadığını beyan buyuran Rasulullah (s.a.s.), mü’min müslümanların dünya imtihanını kazanmaları ölüme hazırlanmakla olacağını bildirmektedir… Ölüm, insana çok yakın, eğer insan bu konuda uyanık olursa!…

Abdullah İbn Mes’ud (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Cennet, sizin her birinize kendi ayağındaki ediğin tasmasından daha yakındır. Ateş de, bunun gibidir.”(31)

Ölüm, ya cennete, ya da cehenneme açılan kapının kolunu çevirmek ve kapıyı aralamaktır… Ölümle beraber başlayan ahiret hayatı, dünya hayatındaki hâline göre şekillenir… Ya bir cinnet bahçesi, ya da bir cehennem çukuru!…

Yine Abdullah İbn Mes’ud (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Allah’dan hakkıyla haya edin!”

Bunun üzerine:

— Ya Rasulullah, El-Hamdulillah haya ediyoruz, dedik.

Buyurdu ki:

“O (sizin anladığınız haya) değil! Fakat Allah’dan hakkıyla haya etmek, başı ve başın topladığı uzuvları, karnı ve onun ihtiva ettiği uzuvları korumaklığın; ölümü ve (toprak altında) çürümeyi hatırdan çıkarmamaklığındır.

Ahireti isteyen, dünyanın süsünü bırakır. Kim bunu yaparsa, gerçekten haya etmiş, yani Allah’dan hakkıyla haya etmiş olur.” (32)

Allah’dan hakkıyla haya edenler, mü’min ve mühsin olanlardır… Allah’a ve inanılması gerekli olan şeylerin tümüne kalb ile tasdik dil ile ikrar ederek iman eden ve Allah’ın kendisini gördüğünün farkına varıp idrak ederek hâl ve harekette bulunan muvahhid mü’minler, Allah’dan gereği üzere haya etmişlerdir… Bu izzet ve şeref sahibi şahsiyetler, ölümü anan, ondan sonrasına hazırlıklarını yapan, çok ağlayıp az gülenlerdendirler…

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah korkusundan ağlayan kişi, (sağılan) süt memeye dönmedikçe cehenneme girmeyecek ve Allah yolunun tozu ile cehennemin dumanı bir araya gelmeyecektir.”(33)

Ebu Ümame (r.a.) da, şu hadisi rivayet eder:

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Hiç bir nesne Allah’a, iki damla ve iki izden daha sevimli değildir: Allah korkusundan akan yaş damlası ile Allah yolunda (savaş meydanında) akıtılan kan damlası. İki ize gelince, Allah yolundaki iz (savaştan arta kalan iz), Allah’ın farzlarından birinin izi (ibadetlerin vücûda bıraktığı iz – secde izinin alında olması gibi).” (34)

İbn Abbas (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“İki göz var ki, ateş onlara değmez: Allah korkusundan ağlayan göz ile Allah yolunda nöbet bekleyen göz!”(35)

Ölümün vakti, insan tarafından bilinmediği için her an hazırlıklı olmak gerekir… Gaflette bulunmamak, dünyanın fanî olduğunun farkına varmak, Allah’ın verdiği nimetler ve imkânlarla ahirete hazırlanmak, fakat dünyadaki payı da unutmamak gerekir…

Ümmü’l-Mü’minin Aişe (r.anh)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Anî ölüm, mü’min için rahmettir, facir için eseftir (gazab alametidir).” (36)

Muvahhid mü’min, mühsinlerden olduğu için her an ölüme hazır bulunduğundan dolayı anî ölüm, ona bir rahmettir… Onu, bu imtihan yurdundan kurtarır ve cennet bahçelerinden bir bahçeye götürür… Fecir, yani günahkâr ve isyan hâlinde olan ise, o günahlarıyla suç üstü yakalandığından dolayı, günahlarından pişman olmaya, tevbe etmeye ve ibadet üzere bir hayat geçirmeye vakit bulamamış, böylece cehennem çukurlarından bir çukura düşmüş olur… Bundan dolayı ölüm, fecir için eseftir..

Şeddad b. Evs (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Dirayetli kişi, nefsine hakim olan ve ölümden sonrası için çalışan kişidir. Aciz kişi de, nefsini kendi havasına bırakıp da, Allah’dan dilekte bulunan kişidir.” (37)

İmam Tirmizî (rh.a.), bu hadisi  kaydettikten sonra şunları beyan eder:

“Bu hadis- hasen’dir. “Nefsine hakim olan.” sözünün mânâsı, kıyamet gününde hesaba çekilmeden önce dünyada iken nefsini muhakeme eder, diyor.

Ömer b. El-Hattab (r.a.)’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:

— Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin ve büyük arz için de kendinizi donatın. Çünkü kıyamet gününde hesab, ancak dünyada iken kendini hesaba çekenler için hafif olacaktır.

Meymun b. Mihran’dan da şöyle dediği rivayet olunuyor:

— Kul, ortağına, yemeği nerden ve giyimi nerden? diye hesab sorduğu gibi, kendi nefsine de hesab sormadıkça takva sahibi olamaz.”

Hesaba çekilmeden önce kendisini hesaba çeken muvahhid mü’minler, Hesab Günü” şuurunda olup o gün için hazırlıklarını yapan kıymetli şahsiyetlerdir…

Abdurrezzak’ın Sevrî kanalıyla Ebu Cafer’den rivayetine göre o, şöyle demiştir:

Hz. Peygamber (s.a.s.)’e:

— İnsanların hangisi en akıllıdır? diye soruldu.

“Ölümü en çok anan ve ondan sonrası için hazırlığı en fazla olan.” buyurdu.

Hz. Peygamber (s.a.s.)’e:

“Allah, kimin hidayete erdirmek isterse, onun kalbini İslâm’a açar.” (En’âm, 6/125) ayetini sorup  dediler ki:

— Ey Allah’ın elçisi, onun kalbini nasıl açar?

Allah Rasulü:

“Bir nurdur ki, ona bırakılır ve böylece kalbi ona açılır, genişler.” buyurdular.

— Kendisiyle bilinebilecek bir emâresi var mıdır? diye sordular.

Allah Rasulü, şöyle buyurdu:

“Ebediyyet yurduna dönüş, gurur yurdundan uzaklaşma, ölümle buluşmadan önce, ölüm için hazırlık yapmak.” (38)

Ubâde İbn’us-Samit (r.a.) şu hadisi rivayet eder:

Rasulullah (s.a.s.) şöye buyurdu:

“Her kim Allah’a kavşup görmeyi arzu eder severse, Allah da ona kavuşup görmeyi sever. Her kim de Allah’a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.”

Aişe, yahud Rasulullah (s.a.s.)’ın hanımlarından biri:

— (Ya Rasulullah,) bizler, ölümden elbette hoşlanmayız, dediler.

Rasulullah, kadınlara:

“Ölüm, sizin bildiğiniz gibi değil! Lâkin bu, şöyledir:

Mü’mine ölüm hâli gelince, Allah’ın o kuldan hoşnudluğu, Allah’ın ikram ve ihsanı ile müjdelenir. Bu müjde üzerine artık mü’mine (ölüm gibi) kendisini karşılayacak hâllerden daha sevimli bir şey olamaz. O anda mü’min, Allah’a kavuşmayı arzu edip ister. Allah da, mü’min kuluna kavuşmayı sever.

Fakat kâfir öyle değildir:

Ona ölüm hâli hazır olduğunda, Allah’ın azabı ve ukubâtı müjdelenir. O anda kâfire, önündeki ölüm gibi hâllerden daha çirkin bir hâl olamaz. Bu süretle kâfir, allah’a kavuşmayı fenâ görür. Allah da, onunla buluşmayı çirkin görür.” (39)

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Allah’a kavuşmayı yalan sayanlar, doğrusu hüsrana uğramışlardır. Öyle ki, saat (kıyamet günü) apansız onlara geliverince, günahlarını sırtlarına yüklenecek: ‘Onda (dünyada) sorumsuzca yaptıklarımızdan dolayı yazıklar olsun bize’ derler. Dikkat edin, o işleyip yüklendikleri ne kötüdür.” (40)

İmam Osman (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Kişiye, vaiz olarak ölüm, zenginlik olarak da kuvvetli iman yeter.” (41)

İster Daru’l-İslâm’da olsun, ister Daru’l-Harb’de olsun, gerek egemenliğin Allah’a ve iktidarın mü’min müslümanlara aid olduğu bir ülkede bulunsun, gerekse egemenliğin tağutlara ve iktidarın gayr-ı müslimlere aid olup mü’min müslümanlar mahkum edilen bir ülkede bulunsun, her iki hâlde de muvahhid mü’minler, ölüm ve ölüm sonrasına hayatta iken çok iyi hazırlanmalıdırlar… Yegâne Rabbimiz Allah’ın kendilerine verdiği imkânları yerli yerinde değerlendirip amel-i salih işlemeye azamî derecede dikkat etmelidirler…

Yönetimde, ekonomide, hukukta, sosyal mes’elelerde, eğitimde, ticarette ve her türlü insanlar arası ilişkilerde, Allah’ın rızasını gözetmeli, İslâm’a aykırı olan herhangi bir şey işlememeli, haramdan kaçınıp helâle sarılmalıdır… Katıksız imanın gereğini yapmalı, imana şirkin hiç bir şeyini bulaştırmamalı… Tevhid’den taviz vermeyip ibadetlerinin tümünü Allah için yapmalıdır… Hayatı, Allah için olduğu gibi, ölümü de yalnız Allah için olup, canını Rabbine bir mü’min müslüman olarak teslim etmelidir… (42)

İşgalci müstekbirler tarafından işgal edilerek Daru’l-Harb’e dönüşmüş İslâm topraklarında mustaz’aflar olarak yaşamayı bahane ederek, gerek imandan, gerekse salih amelden taviz vermek gündeme girmemelidir… Hangi ortamda olursa olsun mü’min müslümanın vazifesi, imkânlar dahilinde Rabbi Allah’a gereği şekilde kul olmasıdır… Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’i örnek edinerek Kur’ân-ı Kerim’i hayatta uygulanır hâle getirmesi lazımdır!..

Hesab gününe iman eden şuurlu mü’min müslümanlar, hesaba çekilmeden kendisini hesaba çekmeli, artısını eksisini iyice hesab etmeli, eksileri giderip artıları çoğaltmalıdır… Bunun için de, her hâlinde İslâm üzere olup salih amele devam etmek gerek… Böylece, ölüm anına ve ölüm sonrasına hazırlık yapılmış olur… İyi bir hazırlık, iyi bir ortamda gerçekleştirilir… İyi ortam ise, İslâm’ın hakimi, mü’min müslümanların İslâm’ı yaşadıkları, hür ve bağımsız oldukları bir ortamdır… Bu ortamın oluşturulması gerekir ki, ölüm ve ölüm ötesine Allah’ın razı olacağı bir hazırlık yapılsın… Gerçek bir kulluğun gereği olan ameller işlensin… Çünkü mü’min müslüman kişi, kabirde ameli ile başbaşa kalır…

Enes b. Malik (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Cenazeyi üç şey takib eder. Bunlardan ikisi döner, biri kalır. Onu, ailesi, malı ve ameli takib eder. Ailesi ile malı döner, ameli kalır.” (43)

Abdullah b. Ömer (r. anhuma)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah, bir kavme azab indirince, o kavim içinde bulunan (iyi-kötü) her ferde azab isabet eder. Sonra (kıyamet gününde) herkes kendi amellerine göre diriltilir.” (44)

Cabir b. Abdillah (r. anhuma) da, şu hadisi rivayet ederler.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Her kul, öldüğü hâl üzere dirilecektir.” (45)

Hakikat budur!… Bu, hakikatın tâ kendisidir. O hâlde muvahhid mü’min müslümanlar, başlarına gelen herhangi bir sıkıntıdan dolayı ölümü temennî etmeyi bir yana bırakıp, ölüm ve ölüm sonrası olan ebedî hayat için hazırlık yapmaya var güçleri ile çalışmalıdırlar… Kendilerini değiştirmeli ve hayata hakim olan gayr-ı İslâmî değerleri değiştirmelidirler… Kendi hamlıkları olgunluklarla değiştirirken, hayata hakim olan tağutî anlayışı, İslâmî değerlerle değiştirmeli, İslâm’ı kalblere, beyinlere ve hayata hakim kılmalıdırlar… Böylece, Allah’ın razı olduğu bir hayat gündeme gelir… Fitnenin her türlüsü yok edilmeli, kötülük odakları ortadan kaldırılmalı, hayata iyilikler nizamı egemen olmalıdır… O zaman, ölüm ve ölüm ötesi ebedî hayata hazırlık çok daha kolay olur… Çünkü hayat, Allah için olunca, ölüm de Allah için gerçekleşir…

Bu, böyledir!..