MÜSLÜMANLARDAN OLMAYANLAR!..

Abdullah ibn Ömer (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Her kim, biz müslümanlara silah çekip kıtal ederse artık o kimse, biz müslümanlardan değildir.” (1)

“Biz müslümanlara…..” Allah’ı yegâne Rabb, Rasulullah (s.a.s.)’i yegâne önder, Kur’ân-ı Kerim’i yegâne hayat düsturu ve İslâm’ı yegâne hayat nizamı kabul eden, böyle katıksız iman edip tasdik eyleyerek muvahhid mü’min müslüman olan bizlere, bu itikad ve bu âmel üzere olduğunuz için silah çekip bizimle savaşan kimse, biz müslümanlardan değildir!..

İşgal altındaki İslâm topraklarında egemen olan tağutî güçler, esaretleri altındaki muvahhid mü’minleri niçin katlediyorlar? Onların hapishâneleri ve korkunç işkence yuvaları olan zindanları niçin mü’min müslümanlarla dolmuştur?…

Bu işkence altındaki muvahhid mü’minlerin suçu nedir?.. Yalnız ve yalnız yeryüzünde fitnenin her türlüsü kaldırılıp Allah’ın dini hakim olmasından başka bir istekleri ve başka bir çalışmaları olmuş mudur? Onların bir tek istekleri vardır, o da: Her türlü fitnenin yok olması ve Allah’ın dini, yani İslâm’ın hakim olması… Hayat, İslâm’a göre tanzim olunsun ve Allah’ın hükmüyle hükmolunsun… İşte bu istek ve bu istek doğrultusunda çalışmak, mü’min müslümanların egemen tağutlarca tesbit edilen en büyük suçudur!..

İşgal ettikleri İslâm topraklarında egemen oldukları bölgelerde bu suçtan daha büyük bir suç kabul etmeyen tağutlar, bundan dolayı mü’min müslümanlara savaş açmışlardır… Tağutların nazarında, “yeryüzünde fitne kalksın ve Allah’ın dini hakim olsun” demek ve bu uğurda çalışmak, yüz kişiyi suçsuz yere öldürmek ve bir o kadar ırza tecavüz etmekten daha ağır bir suçtur… Çünkü öldürmek ve ırza geçmek, adî suç sayılırken, “Allah’ın dini yeryüzüne hakim olsun” düşüncesi ve çalışması, siyasî suç kabul edilmiştir…

Egemen tağutların suç olarak kabul edip bundan dolayı mü’min müslümanları mahkum ettikleri düşünce ve hareket, Âlemlerin Rabbi Allah’ın bir emrinden başka bir şey değildir?..

İşte Rabbimiz Allah’ın emri:

“(Yeryüzünde) fitne kalmayıncaya ve din (yalnızca) Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.” (2)

Muhterem İslâm âlimleri “Fitne” konusunda şunları beyan etmişlerdir… Allame Fahruddin er-Râzî (rh.a.) şöyle diyor:

“Fitne, şirk ve küfür mânâsınadır. Bu görüşte olanlar, şöyle dediler:

Kâfirlerin fitneleri şu sebebtendir: Onlar, Mekke’de Hz. Peygamber’in Ashabını dövüp eziyet ediyorlardı. Bundan dolayı bazı müslümanlar, Habeşistan’a göç etmek zorunda kaldılar. Sonra müşrikler  bu eziyetlerini, müslümanlardan bir kısmının Medine’ye hicretine sebebiyet verinceye kadar sürdürdüler. Müşriklerin bu fitneyi çıkarmalarından maksadları, müslümanların İslâm’ı terk ederek kâfir olmalarını sağlamaktı. İşte bundan dolayı Allah Teâlâ bu ayeti indirdi. Buna göre ayetin mânâsı şöyledir:

Onlara galib gelinceye kadar, onlarla savaşın. Sakın onlar sizi, dininiz hususunda fitneye düşürmesin. Sakın şirke düşmeyin.” (3)

İmam Kurtubî (rh.a.) de, şu beyanda bulunuyor:

“Yüce Allah’ın: ‘Onlarla savaşın’ buyruğu bunu neshedici buyruk olarak görenlerin görüşüne göre, her yerde, her müşrike karşı savaşmak emri vermektedir. Bu ayetin neshedici olmadığını kabul edenlere göre ise mânâ, yüce Allah’ın, haklarında: ‘Sizinle savaşanlarla……. savaşın’ diye buyurduğu kimselerle savaşınız, demektir. Ancak birinci görüş, daha üstün bir görüştür. Bu da, kâfirlerin savaşa başlamaları şartına bağlı olmaksızın mutlak olarak savaşma emridir. Bunun delili ise, yüce Allah’ın: ‘Ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar’ buyruğudur.

Ayrıca Peygamber (s.a.s.) de, şöyle buyurmuştur.

“Ben insanlarla, Lâ ilâhe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum.” (4)

İşte bu ayet-i kerime ve hadis-i şerif, savaşmanın sebebinin küfür olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü yüce Allah, bu ayet-i kerimede, ‘fitne kalmayıncaya’ diye buyurmaktadır. Burada fitne, küfür demektir. Buna göre savaşın nihâî hedefi, küfrün olmaması diye gösterilmiştir. Bu da, açıkca anlaşılan bir husustur.

İbn Abbas, Katade, er-Rabi’,es-Suddî ve başkaları şöyle demektedir:

Bu ayet-i kerimede fitne, şirk ve ona bağlı olarak mü’minlere (müşriklerin) verdikleri eziyettir. Fitne, aslında denemek ve sınamak demektir. Kaliteli olup olmadığının açıkça anlaşılması için gümüşün ateşe sokulmasını ifade etmek üzere kullanılır.” (5)

İmam Taberî (rh.a.) de, şu görüşü dile getiriyor:

“Ortada şirk kalmayıncaya ve ibadet ve taatın da putlara ve tağutlara yapılmayıp yalnız Allah’a yapılmasına kadar müşriklerle savaşın. Eğer onlar, sizinle savaşmaktan vazgeçer de sizin dininize girerlerse, hemen onlarla savaşmayı bırakın. Zira düşmanlık, ancak Allah’a ortak koşan zalimlere karşı geçerlidir.

Ayette zikredilen fitneden maksad, Allah’a ortak koşmaktır, inkâra düşmektir. Nitekim Katade, Mücahid, Süddî, İbn Zeyd ve Abdullah b. Abbas bu kelimeyi, bu şekilde izah etmişlerdir.

Ayette zikredilen ‘Din’ kelimesinden maksad ise, Allah’ın emir ve yasaklarına itaat etmektir.

Bu izahlara göre ayetin baş tarafının mânâsı şöyledir:

Ey Mü’minler, yeryüzünde Allah’a ortak koşma, inkâra düşme fitnesi sona erinceye kadar ve yalnız Allah’a kulluk edilip, Lâ ilâhe illallah deninceye kadar kâfirlerle savaşın.

Ayet-i kerimenin sonunda: ‘Eğer vazgeçerlerse bilin ki, düşmanlık, ancak zalimlere karşıdır.’ buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksad şudur:

Şayet size karşı savaşan kâfirler, savaşmaktan vazgeçer, dininize görer, putlara tapmaktan vazgeçer ve Allah’ın size emrettiği şeyleri kabullenip boyun eğecek olurlarsa, artık onlara karşı savaşmaktan vazgeçin. Zira ancak zalimlere karşı düşmanlık yapılır. Onlar da, Allah’a ortak koşanlardır.

Ayette ifade edilen, ‘Zalime karşı düşmanlık’ tan maksad, onun zulmüne dur demek ve karşı koymaktır. Yoksa zalime cezasını verdikten sonra haksızlık yapmak değildir. Buradaki ‘zalim’ ifadesinden maksad, Rabi b. Enes ve İkrime’ye göre “Lâ ilâhe illallah” dememekte direnenlerdir. Mücahide göre ise, müslümanlara karşı savaşanlardır.” (6)

Tefsirde imam olan üç âlimin görüşlerinden apaçık anlaşıldığına göre, muvahhid mü’minler, tarihin hangi devrinde olurlarsa olsunlar ve yeryüzünün hangi beldesinde bulunurlarsa bulunsunlar vazgeçilmez vazifeleri, yeryüzünü ifsad eden şirk ve küfür  fitnesine karşı çıkıp, bütün kötülüklerin annesi olan bu batıl inanç ve ameli ortadan kaldırmaktır.

Küfür ve şirk, insanlık âlemi için fıtrattan sapmadır. Yaratılış gayesine aykırı davranmak ve tabiatını zedelemektir… Küfre ve şirke düşenlerin fıtratı bozulur, olması gerektiği hâlden bambaşka bir hâle bürünür, yaratılış gayesinden sapar ve böylece yeryüzü ifsad edilir… Muvahhid mü’milerin vazifesi, bu ifsadı durdurmak, müfsidler ile mücahede etmektir… İnsanları, hevalarına dolayısıyla birbirlerine kul olmaktan, birbirine tapınmaktan kurtarıp, şirksiz ve küfürsüz katıksız bir iman ile Âlemlerin Rabbi Allah’a kul olmalarını sağlamaktır… Böylece bozulan fıtrat tamir edilmiş olup insan, yaratılış gayesine göre hareket eder…

Egemen tağutların işgal etmiş olduğu topraklarında mustaz’af olan mü’min müslümanlar, Allah’dan başka hiç kimseye kul olmamak mücadelesini vermektedirler… Yalnız ve yalnız Allah’ın hükümleriyle hükmolunmak arzusundadırlar… Çünkü Allah’ın hükmüyle hükmetmemek ya kâfirlik, ya zalimlik, ya da fasıklıktır ki, bu üçü de fıtrattan tamamen sapmadır… (7)

Muvahhid mü’minler, mülkün, yani egemenliğin kayıtsız şartsız Allah’a aid olduğuna inanırlar… Mülk, yani egemenlik tamamen Allah’ın elindedir… (8) Hüküm de, yalnızca Allah’a aiddir… (9) Allah (Azze ve Celle) hükmünde kimseyi kendisine ortak kılmaz ve hiç kimse hüküm koymada, yani kanun koyup uygulamada O’na ortak olamaz… (10) Eğer dünyanın herhangi bir yerinde egemen tağutlar, Allah’ın hükmünü ortadan kaldırmış ve kendi kanunlarını yürürlüğe koymuşlarsa bu, onların Allah’a karşı isyan etmeleri sonucu gündeme gelmiştir…

Muvahhid mü’minler, ilâhlarının bir tek ilâh olduğuna iman etmişlerdir… (11) Göklerde de ilâh Allah’dır, yerde de ilâh Allah’dır… (12) Allah’dan başka ilâh ve rab yoktur… Allah’ın İlâhlığını ve Rabbliğini, yani Uluhiyeti ve Rubbubiyeti inkâr edip kendilerini, egemen oldukları bölgelerde rabler ilân ederek çağın fir’avnları olanlar, (13)Muvahhid mü’minlerin bu itikadına düşman kesilmişlerdir… Bundan dolayı her türlü silahlarını çekmiş ve mü’min müslümanlara saldırmışlardır…

İslâm topraklarını işgal eden bu saldırgan tağutlar, sırası geldiğinde “müslüman oldukarını” (!) da beyan etmektedirler… Sözleriyle müslüman, özleri, hâl ve hareketleriyle İslâm düşmanı olan bu egemen zalim tağutlar, “biz de müslümanız (!) Bakınız camiler açık, ezanlar okunuyor… Dileyen  dilediği  gibi  ibadetini yapabilir… Herkes dinî ve vicdanî hürriyete sahibtir… Kimse kimsenin dinine karışamaz….” gibi sözleri söylemekten geri durmuyorlar… Bu gibi ifadelerle cahil bıraktıkları kitleleri aldatmaya gayret ederler… Onların bu şeytanî tuzaklarına düşmeyen ve planlarını altüst eden muvahhid mü’minler, onların nazarında vatan haini, terörist ve anarşist kişilerdir… Onların egemeliklerine boyun eğmeyen, hükümlerini reddeden ve Allah’ın hükümleriyle hüküm olunmak isteyen muvahhid mü’minlere karşı savaş açıp onların bir çoklarını şehid eden, sağ kalanlarını zindanlara tıkayan egemen tağutlar müslümanlardan olabilir mi?!..

Mü’min müslümanları, yalnız ve yalnız Allah’ın hükmüyle hükmolunmak isteklerinden dolayı katledenler, “İslâm’dan başka hayat nizamı kabul etmiyoruz, tüm beşerî ve tağutî ideolojileri reddediyoruz” dedikleri için onları öldürenler veya zindana tıkayanlar, müslümanlardan olur mu?!..

Müslümanları, müslümanlıklarından ve Allah’ın nizamını istediklerinden dolayı öldürenler nasıl hâlâ müslüman olarak görülür ki?!.. Eğer hâlâ bu egemen tağutları müslüman görülüyorlarsa, bu işin içinde ciddî bir yanlışlık vardır!.. Egemen tağutlar, batıl eğitim sistemleriyle bir asırdan beri vatandaşlarını kendi isteklerine göre eğitmiş, okullarda bu eğitimi vermeleri yanı sıra camileri de bu konuda kullanmışlardır… İsblâm’ın bütün değerlerini ortadan kaldırmaya çalışanlar, egemenliklerine yardımcı olabilecek bir kaç müesseseyi aslını bozarak yürürlükte kalmasına müsade etmişlerdir… Bu aslı bozulmuş ve egemen tağutların hayatına yardımcı yapılan müesseselerin başında camiler gelir!… Camiler, İslâmî mahiyetleri kaybolmuş, daha doğru bir ifadeyle yok edilmiş ve egemen tağutların hizmetine sunulmuştur… Onlar, camilere tayin ettikleri kendi zihniyetlerinde ve emir kulları olan memurlar vasıtasıyla insanların dinî duygularını sömürerek istedikleri şekilde yönlendirmeyi başarabilmişlerdir… Bütün cami ve mescidleri resmiyete bağlamış, bağımsız cami ve mescidleri, ya mü’min müslümanların ellerinden almış veya kapılarına kilit vurdurmuştur…

Müslümanlardan görünüp müslümanlara saldıranlar, iki mü’min tâife arasındaki savaşı gündeme getirici değildirler… Vuran da müslüman, vurulan da müslüman konumu gündeme gelmemektedir… Bir tarafta hak üzere olan mustaz’af mü’min müslümanlar, diğer tarafta batıl ideolojileri uğurunda müslümanlara saldıran egemen tağutların silahlı yandaşları!.. Böyle olmasına rağmen tağutlar da, kendilerin müslüman gösteriyor ve egemenliklerine karşı çıkanları isyankâr bâğî olarak ilân ediyorlar… Bu oyunu yutan cahil bıraktırılmışlar, ya da şuurlu Bel’âm kılıklı bilginler, egemen tağutî güçlerin müslüman olduklarını, onlara karşı gelmenin günah olduğunu, onlarla çatışanın katil olacağını beyanla fetva veriyorlar…

İşgal ettikleri İslâm topraklarında egemen olan tağutlar, mü’min müslümanların canlarına, dinlerine, namus ve iffetlerine, mallarına, her türlü saldırıyı yaparken, onların bütün bu hâl ve hareketleriyle hâlâ müslümanlar olduğunu savunan Bel’amlar, din adamı, hoca, profesör, ilim adamı, şeyh, mürşid ve benzeri ünvanlarla halk arasında rağbet görmektedirler…

Mü’min müslümanlara, İslâmlıklarından dolayı saldıranlar, İslâm’ı ve Kur’ân’ı savunduğundan dolayı katledenler, tutuklayıp zindana atanlar, hangi sıfatlarıyla müslümanlardan sayılıyorlar acaba?

Dikkat ediniz! Bunlar, mü’min müslümanlara, başka bir sebebten değil, yalnızca mü’min müslüman olduklarından ve Allah’ın hükümleriyle hükmolunmak istediklerinden dolayı saldırıyor, işkence ediyor, zindana tıkıyor ve öldürüyorlar… İşgal altındaki İslâm topraklarının kan gölü hâline gelmesinin başka bir sebebi yoktur… Yüzbinlerce mü’min müslümanı şehid edenler, yalnız ve yalnız onların müslüman oluşundan dolayı bu katliâmı gerçekleştirmektedir!.. Mü’min müslümanların kanını, canını ve ırzını helâl kabul eden egemen güçler, şeytanî ve canî emellerini gerçekleştirme konusunda muvahhid mü’minleri birer sedd gördüklerinden dolayı onları ortadan kaldırmak için bütün imkânlarını kullanmaktadırlar… Bazı bölgelerde geyr-ı İslâmî, yani tağutî yasaları gündeme getirerek tutuklamalar ve hapishâneleri doldurmalar gerçekleşirken, bazı yerlerde de kıyam eden mü’min müslümanların üzerine yağmur gibi kurşun yağdırarak kitleleri şehid etmektedirler…

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:

“Her kim de bir mü’mini kasten öldürürse, artık onun cezası, içinde ebedî  kalmak üzere cehennemdir. Allah, ona azab etmiştir. Ona lânet etmiştir. Ve ona çok büyük bir azab hazırlamıştır.” (14)

“İbn Abbas der ki:

— Ayet-i kerimede geçen “Kasten öldürmek” den maksad, onun öldürülmesini helâl kabul etmektir. Bu ise, icma ile küfre varır.” (15)

“İkrime ve İbn Cüreyc’e göre de bu ifadenin izahı şöyledir:

— Kim kasıtlı bir şekilde ve öldürülmesini helâl sayarak bir mü’mini öldürecek olursa, işte onun cezası cehennemdir ve o, orada ebedî olarak kalacaktır.” (16)

Mü’mini, mü’min olduğu için, Allah’dan başka hiç kimseye kul olmayı kabul etmediği için öldürenlerin veya zindanda işkence edenlerin, müslümanlık iddiaları ne kadar geçerli olur?.. Allah’dan başka bir ilâhın ve rabbın olmadığına inanan, İslâm’ın hayata hakim olmasını isteyen bir mü’minin bu imanından, bu istediğinden dolayı öldüren ya da kendisine düşman olan egemen güçleri, hangi zihniyetle, hangi mantıkla müslüman kabul ederler acaba?!..

“Kahrolsun Ashab-ı Uhdud.

Tutuşturucu-yakıt dolu o ateş.

Hani kendileri (ateş hendeğinin) çevresine oturmuşlardı.

Ve mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı.

Onlardan, yalnızca üstün ve güçlü olan, öğülen Allah’a iman ettiklerinden dolayı intikam alıyorlardı.

Ki O (Allah,) göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Allah, her şeyin üzerinde şahid olandır.

Gerçek şu ki, mü’min erkeklerle mü’min kadınlara işkence (fitne) uygulayanlar, sonra tevbe etmeyenler, işte onlar için cehennem azabı vardır ve yakıcı azab onlarındır.” (17)

Mahlukatın içinde en şerefli varlık insandır… İnsanların içinde en şerefli olan da mü’mindir… Âlemleri yaratan ve yegâne emir sahibi olan Allah’ın nazarında mü’min müttaki kuldan daha değerli hiç kimse yoktur… Allah katında en üstün insan, mü’min ve müttaki olan insandır… (18)

Abdullah İbn Amr (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah katında mü’minden değerli hiç bir şey yoktur.” (19)

Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bu konudaki diğer hadis-i şeriflerine bakıldığında muvahhid mü’minlerin, Allah Teâlâ’nın katındaki değeri çok daha anlaşılmaktadır…

1) El-Bera b. Azib (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:

“Şübhesiz dünyanın yok olması, Allah katında, haksız yere bir mü’mini öldürmekten daha ehvendir.” (20)

2) Ebu Said el-Hudrî (r.a.) ve Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Gök ve yer halkı, bir mü’minin kanı (nın akıtılması)na iştirak etmiş olsalar Allah, mutlaka onları ateşe döker.” (21)

3) Abdullah İbn Mes’ud (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Müslümana sövmek fısk, onunla savaşmak küfürdür.” (22)

4) İbn Ömer (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Cehennemin yedi kapısı vardır ve bunlardan biri, Ümmetime -veya Muhammed Ümmetine, buyurdu- karşı kılıç çekenindir.” (23)

Mü’min müslümanların Allah katındaki değeri bu kadar yücedir… Çünkü olar, Allah’dan başka hiç bir rab ve ilâh tanımıyolar… Onlar, “Misak” anında verdikleri sözü(24), imtihan sahası olan dünya hayatında tasdik eden ve Allah’a karşı vefalı davranıp sadık olanlardır… (25)

Muvahhid mü’minler ve müttaki müslümanlar, katıksız bir imanla inanmış ve salih ameli emrolundukları şekilde işlemeye gayret etmiş, dolayısıyla Allah’ın veli kulları olmuş ve yalnızca Allah’ı veli kabul etmişlerdir… Mü’minler, Allah’ın velileri, Allah da mü’minlerin velisidir…

“Haberiniz olsun! Allah’ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır.

Onlar, İman edenler ve (Allah’dan) sakınanlardır.

Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (26)

“Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi) dir. onları, karanlıklardan nura çıkarır.” (27)

“Sizin veliniz (dostunuz) ancak Allah, O’nun Rasulü, rüku’ ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü’minlerdir.” (28)

Âlemlerin Rabbi Allah’ı dost edinen ve Allah’ın dostu olan mü’min mülümanlara silah çekip saldıran, onlarla  savaşan  ve  onlara  işkence eden egemen tağutî güçtler, Allah ile harb açmışlardır… Çünkü mü’minlerin velisi Allah’dır ve mü’minlere harb açanlara, düşmanlık edenlere, Allah, harb ilân eder….

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:

“Allah, şöyle buyurdu:

Her kim, Beni tanıyan ve ihlas ile Bana ibadet eden bir kuluma düşmanlık ederse, Ben de ona harb ilân ederim!” (29)

İşgal altındaki İslâm topraklarında egemen tağutların işledikleri bunca zulümler ve akıttıkları bunca mü’min müslüman kanı yerde kalmaz… Allah, dinine yardım eden mü’min müslüman kullarının yardımcısıdır… (30)Dünyanın neresinde olursa olsun, bütün mü’min müslümanlar bu inançla mücadele etmektedirler… Yegâne yardımcıları ve yalnızca O’na ibadet edip, yalnızca O’ndan yardım diledikleri Allah’a (31) dayanıp güvenmişlerdir… Allah yolunda yaptıkları bu ölüm kalım mücadelesinde, bu bağımsızlık mücahedesinde iki güzellikten birisine ta.lib olmuşlardır: Ya şehadet, ya zafer! (32)

Abdullah b. Amr (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Bir müslümanın, bir hakkı zulmen elinden alınır da, bu uğurda mücadele ederken öldürülürse, şehid olmuş olur.” (33)

Yalnız ve yalnız Allah’a kul olan mü’min müslümanları, kendi batıl düzenlerine tabi olmadıkları ve egemenliklerini kabul etmedikleri için işkence eden, cezalandıran ve öldüren tağutî güçler yakalarını, katlettikleri o muvahhid mü’minlerin ellerinden kurtaramazlar…

Şu hadis, onların ahiretteki cezalarını apaçık ortaya koymaktadır…

İbn Abbas (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Maktûl, katilin alnına sarkan saçları ve bütün başı pençesinde olduğu ve boyun damarlarından kan fışkırdığı hâlde kıyamet günü katille beraber gelecek:

— Ya Rabbi, beni bu öldürdü, diyecek ve nihayet (sürükleye sürükleye) onu, Arş’a yaklaştıracaktır.”

Amr b. Dinar dedi ki:

İbn Abbas’a (katil için) tevbeden bahsettiler. Bunun üzerine:

“Her kim de, bir mü’mini kasten öldürürse, artık onun cezası içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir.” (Nisa, 4/93) ayetini okudu ve şöyle dedi:

— Bu ayetin hükmü kaldırılmamış ve değiştirilmemiştir. Nerede ona tevbe! (34)

Mü’mini, mü’min olduğundan dolayı ve katlini helâl kabul ederek öldüren ebedî cehennemde olmaz da, ya ne olur?.. Böyle İslâm ve mü’min müslüman düşmanları olan egemen tağutların, müslümanlığından söz edilir mi artık?!..

Ve Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (35)

Bu, böyledir!..