ORUÇ KALKANINA SIĞINMAK

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Oruç, bir kalkandır. Oruçlu kimse, kötü söz söylemesin ve cahillik yapmasın (yani cahiliyet fiilerinden bir şey yapmasın). Eğer herhangi bir kimse, kendisiyle dövüşmeye yahud sövüşmeye girişirse ona, iki defa:

— Ben, oruçluyum, desin.

Nefsim elinde olan Allah’a yemin edekim ki, oruçlu ağzın kokusu, yüce Allah katında misk kokusundan daha temizdir.

Allah Teâlâ:

— Oruçlu kimse, Benim için yemesini, içmesini, cinsî arzusunu terk eder. Oruç, doğrudan doğruya Bana edilen (riya karışmayan) bir ibadettir. Onun ecrini de, doğrudan doğruya Ben veririm. Halbuki, diğer güzel amellerin hepsi on misli ile ödenir.” (1)

Oruç, cehenneme karşı sapasağlam bir kalkandır… Mü’min müslümanı, cehennem ateşinden koruduğu gibi yeryüzündeki hayatında da kendisini cehenneme sürükleyecek fısk ve fücurdan koruyucudur oruç!…

İslâm Ümmeti’nden önceki ümmetlere de farz kılınılan oruç, tüm mü’min müslümanları olgunlaştırmak için çok iyi bir eğitim aracıdır… Oruç tutan muvahhid mü’min, diline sahib çıkar ve kötü söz söylemez… Konuşursa hayır söyler veya susar… Hayır konuşmayanın susması da onun için bir hayır olur… Çünkü  konuşunca  kötü şeyler sarf eder… Oruçlu olan mü’min, cahiliyyet adetlerinden tamamen sıyrılıp çıkan izzet ve şeref sahibi bir şahsiyettir… Oruçludur ve cahillik etmez… Diline sahib çıktığı gibi, eline de sahib çıkar… Birileri cahillik eder de ona çatacak olursa o, sabırlı davranır, o cahillik edenin seviyesine inmez, izzetli şahsiyetini korur, o cahil ile kavga etmek için elini kaldırmaz ve harekete geçmez…

— Ben, oruçluyum, diye hâlini beyan eder…

Çünkü o muvahhid mü’min, Rabbi Allah emretti diye oruç tutmuş, yemesini, içmesini ve cinsî arzusunu terk etmiş, tamamen Rabbi Allah’a teslim olmuştur… İçine hiç riya karıştırmadığı bir ibadeti edâ eden oruçlu mü’min, Rabbimiz Allah’ın çok sevdiği bir kuldur… Onun ağız kokusu, Allah’ın indinde misk kokusundan daha güzel olduğu gibi, onun kulluğunun ecrini de yalnızca Allah takdir buyurup verecektir… Çünkü o mü’min müslüman, oruç kalkanını kuşanmıştır… Bu kalkan onu, cehennem ateşinden korumaktadır…

Allah için tutulan oruç, mü’min müslüman ferdî koruduğu gibi, Allah’ın emri üzere ve O’nun hükümleri ile hükmeden, Rasulullah (s.a.s.) Sünneti üzere ümmeti yöneten, Allah ve Rasulü (s.a.s.)’e katıksız iman edip itaat eden müslümanların imamı da, bir kalkan olup ümmeti koruyucudur…

Hatırlanacağı üzere, Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle önderimiz Rasulullah (s.a.s.), mü’minlerin Ulu’l-Emri olan imam için şöyle buyurmuştu:

“(İslâm Devlet Başkanı olan) imam, (Millet için) bir kalkandır. Onun ardında, onun emrinde savaşılır. Onunla (düşmandan) korunulur. Eğer o, millete Allah’a takva ile emrederse ve adaletle hareket ederse, bu emri ve adaleti sebebiyle onun için sevab vardır. Eğer takva ve adaletten başkasıyla emir ve hükmederse, bundan meydana gelen günah, onun üzerine döner.” (2)

Mü’min müslümanlar için oruç, ferdî kalkan, ümmetin imamı, ise, toplumsal kalkandır… Hem ferdî, hem de toplummsal kalkanın kuşanması gerekir ki, zırh üste zırh giyilmiş olsun ve imtihan savaş alanında mü’min müslümanlar zafere ulaşmış olsunlar… Bu kalkanlardan birisinin noksan olması, tek kanatlı kuş misali olunur… Tek kanadı kopmuş kuş uçamaz, yaradılış gayesine aykırı düşer, ya bir kediye veya bir köpeğe yem olur!…

Bu hadisin şerhinde şunlar denilmiştir:

“Oruç, bir kalkandır” cümlesi de çok beliğdir. Bununla da, orucun oruçluya melekî bir haslet bahşettiği ve ona böylece ihtiras kapılarını kapayıp, şerr-u ma’siyet yüzü göstermediği bildirilmiştir. Yemek, içmek gibi beşerî hâllerden uzaklaşıp bir zaman için melekî ve ilâhî bir sıfat iktisab eden oruçluyu doğrudan doğruya Allah Teâlâ’nın kemiyet ve keyfiyeti tayin edilemeyecek derecede yüksek nimetlerle mükafatlandırması ne kadar yerinde ve değerindedir.” (3)

Allah’ın mü’min kullarına farz kıldığı kulluk borçlarından, yani ibadet vazifelerinden biri olan oruç, Âdem (a.s.)’dan Rasulullah (s.a.s.)’e gelene kadar bütün Peygamberlere ve onların ümmetleri olan mü’min müslümanlara farz kılınmıştır.

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki, sakınırsınız.

(Oruç) sayılı günlerdir. Artık sizden kim, hasta ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin (güç yetiremeyenlerin) üzerinde de, bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da, kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız –eğer bilirseniz– sizin için daha hayırlıdır.

Ramazan ay’ı. İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’ân ondan indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa, artık onu tutsun. Kim de hasta veya yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylığı) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah’ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki, şükredersiniz.” (4)

Rabbimiz Allah, bu ayetlerde orucun sebebini, hikmetini ve ahkamını beyan buyurmaktadır… Oruç tutmak ile mükellef olan her mü’min müslümanın orucun ahkamını öğrenmesi, onun üzerine farz-ı ayndır…

“Oruç, bir kalkandır” hakikatına örneklerden birisi şu hadistir…

Abdullah İbn Mes’ud (r.a.) anlatıyor:

Bizler, Rasulullah (s.a.s.)’in maiyetinde (evlenmek için) imkân bulamayan bir takım gençler idik.

Rasulullah (s.a.s.), bize:

“Ey gençler zümresi, evlenmeye gücü yeten evlensin. Çünkü evlenmek, gözü haramdan en çok men’eder, ferci de en iyi korur.

Evlenmeye gücü yetmeyen de, oruca devam etsin. Çünkü oruç tutmak, kişi için bir inemedir (şehvet kıran bir şeydir).” (5)

Oruç, mü’min müslümanlar için böyle bir kalkan oluyor ve kendilerini fuhşiyattan koruyor… Mü’min müslümanları, bir yanda namaz fuhşiyatın her türlüsünden korurken, (6) Allah’ın izniyle oruç da, bu korumaya takviye oluyor, bir kalkan vazifesi görerek mü’min müslümanların fısk ve fücura düşmesini engelliyor…

Yalnız Allah’ın rızasını kazanmak ve O’nun emirlerine itaat etmek gayesi ile tutulan oruç, mü’min müslümanları kötülüklerden, günahlardan koruyan bir kalkan olduğu gibi, aynı zamanda geçmiş günahlarının affedilmesine de sebebtir…

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Her kim Ramazan orucunu imanı sebebiyle ve mükafatını yalnız Allah’dan umarak tutarsa, kendi lehine geçmiş günahları mağfiret olunur.” (7)

Rabbimiz Allah’ın emrettiği, önderimiz ve örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)’in gösterip öğrettiği gibi oruç tutan, şartlarına dikkat edip gereğini yapan mü’min müslümanların günahlarının affedilmesiyle beraber ahirette cennet nimetine kavuşacak ve cennetin, “er-Reyyân” kapısından gireceklerdir…

Sehl (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Cennette, ‘er-Reyyân’ denilen bir kapı vardır. Bu kapıdan kıyamet gününde yalnız oruç tutanlar girer, ondan oruç tutanlardan başka hiç kimse girmez.

(Kıyamet gününde:)

— Oruç tutanlar nerede? denilir.

Oruç tutanlar kalkarlar ve o kapıdan girerler. onlardan başka hiç bir kimse buradan girmez. Onlar, girdiği zaman kapı kapatılır, artık bu kapıdan hiç bir kimse girmez.”(8)

Oruç, mü’min müslüman için kalkan olup onu, Allah’ın izniyle korumaktadır… Kendisine sataşıp cahillik yapanlara karşı, “ben oruçluyum” demesi ve şerrlilerin şerrinden kendini alıkoyması, bu kalkanı kuşanmanın bir gereğidir…

Bu konuda, mezkur hadisin şerhinde şunlar denilmiştir:

“ Rasulullah (s.a.s.), oruçlunun, kendisine sövüp saymak sûretiyle sataşanlara, ‘ben oruçluyum’ demekle mukabele edilmesini emir buyurmuştur.

Bu hususta ulemadan üç kavil rivayet olunur:

1. Kavle göre: Oruçlu olan bir kimse, bu sözü diliyle söyleyecek ve bilmeyenlere kendisinin oruçlu olduğunu ve oruç sayesinde kötü sözlerden, cahilce işlerden korunduğunu bildirecektir.

2. Kavle göre: Bu sözü içinden söyleyecek, yani nefsini kötülüklere, kötülükle muameleden men’edecek.

3. Kavle göre: Farz oruçla, nâfile arasında fark vardır. Farz oruç tutan kimse, bu sözü diliyle söyleyecek, nâfile oruç tutan diliyle söylemeyerek sadece kalbinden geçirecektir.

Kirmanî’ye göre Rasulullah (s.a.s.)’in bu emrinin dille söylemeye de, kalbinden geçirmeye de ihtimali vardır. Dille söylendiği takdirde oruçluya sataşan kimse, ekseriyâ yaptığına pişman olur ve eziyetten vazgeçer. Kalbinden geçirdiği takdirde oruçlu, kendisini kötülüklere muhatab olmaktan men’eder.

İmam Şafiî’ye göre, hadis-i şerifi iki mânâya birden hamletmek gerekir.” (9)

Allah’ın rızasını kazanmak için oruç tutan kişi, orucun kendisine yüklediği maddî ve manevî vazifesinin şuurunda olmalı ve gereğini yerine getirmelidir… Oruç tutmak, gece ve gündüzden oluşan bir günün, fecr-i sadık’ından başlayarak akşam güneşin batmasına kadar kendisini yemekten, içmekten ve cinsî münasebetten alıkoymak ve sadece bunlarla yetinmek demek olmadığını bilmek gerek… Oruç tutan kimse, hem bunları yapacak, yani kendisini yemekten, içmekten ve cinsî münasebetten alıkoyacak, hem de kendisini yalandan, kötü sözler söylemekten, gıybetten, başkaların hakkına tecavüz etmekten her türlü haramdan, kötü düşüncelerden ve hareketlerden alıkoyacaktır…

Gerçekten oruç tutmak, kendisini maddî ve mânevî temizlemek, her türlü kötülükten ve yanlışlıktan arınmak demektir… Bu arınma gerçekleşmedikten sonra, aç ve susuz kalmanın kişiye bir faydası olmayacaktır…

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur hayat rehberimiz Rasulullah (s.a.s.):

“Her kim, yalan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi bırakmazsa, o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına Allah için hiç bir ihtiyaç yoktur.” (10)

Yine Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Nice oruçlu vardır ki, orucundan kendisine aç kalmaktan başka bir şey yoktur. Ve gece namazına nice kalkan vardır ki, kalkışından kendisine uykusuzluktan başka bir şey hasıl olmaz.” (11)

Namaz kılan ve oruç tutan katıksız iman sahibi mü’min müslüman kişinin yaptığı bu ibadetlerin şartlarına riâyet etmelidir… Şartlarının gereğini yerine getirerek namaz kılanın namazı, Allah’ın izniyle onu tüm fahşadan koruduğu gibi, oruç tutanın orucu da kendisine kalkan olup onu cehennemden korur… Namaz, gece ve gündüz mü’min müslümanın hayatında yer alır… İki namaz arasında namazda imiş gibi davranan mü’min müslümanlar, hangi günahla, hangi kötülüklerle uğraşabilirler ki? Buna vakitleri bile yoktur! Yılda bir ay farz oruç, onun dışında Şaban ayında, Muharrem ayında, her ayın ortasında üç gün (Eyyamu’l-Bizz), her haftanın pazartesi ve perşembe günü oruç tutan mü’min müslüman, cehenneme ve cehennem yollarına davet edenlere karşı sağlam kalkanını kuşanmıştır!..

Oruç ibadetinin şartlarına dikkat edilmeli denildi… Şartlar yerine getirilmelidir ki, hayırlı bir sonuç elde edilsin… Ramazan orucuna başlarken ve bitirirken İslâm ölçüsüne dikkat etme konusunda çok hassas davranılmalı… Oruç, Ramazan ayında ve Rasulullah (s.a.s.)’in buyurduğu ölçüde hilâlin görünmesiyle başlanıp ve ertesi ayın hilâli göründüğünde bitirilmelidir… Şaban ayının bitimini ve Ramazan ayının hilâli mü’min müttaki müslümanlar tarafından görülmesi, şahidlerin şehadetine itibar eden İslâm kadıları ve mü’min müslümanların İmamı’nın ilânı ile tüm müslümanların üzerine Ramazan orucuna başlamak vacib olur… Ramazan ayının bitmesi ve Şevval ayının hilâlinin yine mü’min müttaki müslüman şahidlerin görmesiyle aynı şartlarda ilân edilerek, Ramazan orucu bitmiş ve bayram yapılmış olur…

Ramazan orucunun şartlarından birisi, hilâli gözlemek ve “Yevmu’ş-Şekk”’de, yani Şaban ayının son günü mü, yoksa Ramazan ayının ilk günü mü şübheli olan günde oruç tutmamaktır…

Sıla İbn Züfer el-Absî’den.

Ammar b. Yâsîr (r.a.) şöyle demiştir:

— Kim Şekk günü oruç tutarsa, muhakkak Ebu Kasım (s.a.s.)’e âsî olmuştur. (12)

Bayram günü olduğu kesin olan günde oruç tutmanın yanlış ve yasak olduğu gibi Şekk gününde oruç tutmak da, Rasulullah (s.a.s.)’e karşı bir isyan olduğunu beyan eden Amar b. Yâsîr (r.a.), bu konuda ümmeti uyanık olmaya davet etmektedir…

Ramazan hilâlinin ciddî ve doğru tesbit edilmesi için Şaban hilâlinin tesbiti gerekli; Şaban hilâlinin tesbiti için Receb ayının hilâlinin ciddî ve doğru tesbit edilmesi gerekir… Üç ayın hilâli doğru tesbit edilirse, ibadetin sıhhatli yapılması, gündeme girer… Özellikle Şaban ve Ramazan hilâllerinin çok iyi ve doğru tesbit edilmesi gerekir… Şekk günde oruç tutmamak ve içinde “Kadir Gecesi” olmayan bin aydan hayırlı olan “Kadir Gecesi”ni(13) bulabilmek için Ramazan hilâlinin doğru tesbiti veya Şaban ayının otuza tamamlanması şarttır… Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.) böyle buyurmuştur ve bize şaşmaz ölçüyü vermiştir…

Abdullah İbn Ömer (r.anhuma)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöye buyurur:

“Biz Arab Kavmi, Ümmî bir topluluğuz. Yazı yazmaz ve (yıldız) hesabı yapmayız. Ay, bazan şöyledir, bazan böyledir.”

Ravî dedi ki:

— Rasulullah bununla, bir defa ay yirmi dokuz, bir defa da otuzdur, demek istiyor. (14)

Rabbimiz Allah, Bakara Sûresi’nin 183-185. Ayet-i kerimelerinde Ramazan Ayı’nın sayılı günler olduğunu ve Kur’ân-ı Kerim’in o ayda inzal edildiğini beyan buyurarak, Ramazan ayının Kamerî aylardan birisi, yani bazan yirmi dokuz, bazan otuz gün olduğunu buyurmuştur…

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) de, Allah’ın bildirmesiyle bu ayın başlangıcı ve bitimi ölçüsünü beyan etmiştir… Bu ölçü değişmeyen tabiî ve fıtrî bir ölçüdür… Hangi çağda olursa olsun, kendisiyle amel edilen ve vazgeçilmeyen, taviz verilmeyen ölçü budur… Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in ölçüsü: Ramazan hilâlinin gözlenmesi, yani “Ruyet-i Hilâl.”

Abdullah İbn Ömer (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Hilâlı görmedikçe oruç tutmayınız. Ve yine hilâlı görmedikçe iftar etmeyiniz. Eğer hilâl size karşı bulutla örtülürse, hilâl için takdir (yani hesab) yapınız.” (15)

Hadisteki takdir, yani hesab yapmak, rasathâne hesabı değil, ayı otuza tamamlamak demektir… Yoksa müneccim hesabı olan rasathâne veya teknolojik aletlerle yapılan ay hesabı demek değildir…

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Ramazan hilâlını gördüğünüz vakit (oruca niyet edip) oruç tutunuz. Ve Şevval hilâlını gördükten sonra da, iftar (bayram) yapınız. Eğer üzerinize hilâl gizlenir ise, Şaban ayının günlerini otuza tamamlayın.” (16)

Abdullah İbn Ömer (r.anhuma)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Bir ay yirmi dokuz gecedir. Hilâlı görmedikçe oruç tutmayınız. Eğer hilâl size karşı bulutla örtülürse, Şaban’ın sayısını otuz güne doldurup tamamlayın.” (17)

Hayat önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in biz Ümmetine Ramazan hilâlı için verdiği değişmeyen ölçü budur!.. Elimizde böyle sapasağlam ve muhkem  bir ölçü var iken, başka ölçülere, özellikle çağı ve teknolojik gelişmeleri bahane ederek takvim ölçüsüne itibar edemeyiz…

Teknolojik gelişmeler, Allah’ın biz insan kulları için verdiği bir nimettir… Teknolojiyi katıksız imanın emrine verip İslâm’a teslim ettikten sonra kendisinden faydalanmak, kaybolmuş malımızı bulmamız demektir… Teknolojik gelişme ve ilerlemeler, birer hikmettir… Hikmet ise, mü’minin kaybolmuş malıdır… Kaybolan değerli eşyasını bulan akıllı insan, kendi malına hemen sahib çıkar, onu iyi korur ve ondan faydalanır…

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Hikmetli söz, mü’minin yitiğidir. Onu, nerede bulursa, o mü’minin kendisi ona daha layıktır.” (18)

Enes b. Malik (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“İlim aramak, her müslüman üzerine farzdır.” (19)

Mü’min müslümanlar, ilim, irfan, şuur, idrak ve anlayış bakımından yeryüzünün en ilerici insanlarıdırlar… onlar, ilk emri “Oku!” (20) olan bir dinin, hem de yegâne hayat nizamı olan İslâm’ın mensubudurlar…

“Rüyet-i Hilâl” konusu ile teknolojik mes’eleleri birbirene karıştırmamak gerekir… İşgal altındaki İslâm topraklarındaki egemen gayr-ı İslâmî güçler, esaret altındaki mustaz’af mü’min müslümanlara, bir çok zulmü yapmanın yanısıra “Rüyet-i Hilâl” konusunda da zulmediyor, Rasulullah (s.a.s.)’in verdiği ölçüyü bir yana bırakıyor, kendilerinin öngördüğü ölçüyü, yani takvim hesabını öne sürüp bilgisiz bıraktıkları ve her yönüyle sömürdükleri halk kitlelerine kabul ettiriyorlar… Allah’ın hükümlerini hayattan uzaklaştırıp kendi kanunlarını hayata hakim kılıp ve zor ile halka kabul ettirdikleri gibi, hilâl konusunda da yine bir saptırmayı insanlara kabul ettirmiş, Ramazan ayının başlangıç ve bitiş zamanı ile Kadir Gecesi zamanını değiştirmişlerdir… Teknolojik gelişmeyi de, bu ihanetlerine kılıf olarak gündeme getirmiş, zehiri, altın tasta sunmaya çalışmışlardır…

Bu konuda, “Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı.” adlı eserde ümmetin imamları olan müctehidlerin görüşleri şu şekilde beyan olunmuştur:

“Ramazan ayı iki şeyle tesbit edilir:

Birincisi, hilâlı görmektir. Bu da, semâda görüşü engelleyen toz, duman, bulut ve benzeri şeylerin bulunmaması hâlinde mümkün olur.

İkincisi ise, Şaban ayını otuz güne tamamlamaktır. Bu da, semâda anılan görüş engelleyici şeylerin bulunması hâlinde başvurulan bir yöntemdir. Zira buna ilişkin olarak Peygamber (s.a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır.

“Hilâli görmekle oruç tutunuz. Hilâlı görmekle de iftar ediniz. Eğer (semâ) size kapalı olursa, Şaban (ayının  gün) sayısını otuza tamamlayın.” (Buharî, Savm, 11, Neseî, Siyam,12)

Hadisten kast edilen mânâ şudur:

Hava açık olursa, orucu tutup tutmamak, hilâlin görülüp görülmemesine bağlıdır. Bu takdirde hilâl görülmedikçe oruç tutmak caiz olmaz. Havada bulut olursa, bu takdirde Şaban ayına müracaat edilir. Yani otuz güne tamamlanır. Kendi hesabımıza göre bir eksiklik olursa, bu eksikliği lağvederiz. Tamam olunca da oruç tutmak vacib olur. Bu kuralı, oruç tutmayı emreden Şârî koymuştur. Dilediği işaret ve alâmetleri koymakta O, mutlak hak ve yetkiye sahibtir. Bize:

“Hava bulutsuz olur da hilâlı gözetleyip görmek mümkün olursa gözetleyin. Hilâlı görürseniz oruç tutun. Aksi takdirde tutmayın.” diyen de O’dur.

Hava bulutlu olursa, Şaban ayını hesablamaya bakar ve onu otuz güne tamamlarız.” (21)

Aynı eserde, “Bir ülkede Ramazan ayının Sabit Olması” bölümünde şunlar kayıtlıdır:

“Her hangi bir ülkede Ramazan ayı sabit olursa, diğer ülkelerdeki müslümanların da oruç tutmaları vacib olur. Hilâlın sabit olduğu ülke dışındaki diğer ülkeler, uzakta da olsalar, yakında da olsalar, orucu icâbet ettiren bir yoldan haber aldıkları takdirde, oruç tutmak mecburiyeti altına girerler. Hilâlın doğuş yerlerinin (matlâlarının) ayrı olması, üç mezheb imamına göre nazar-ı itibara alınmaz. Şafiîler, buna muhalefet ederek aykırı görüş beyanında bulunmuşlardır.” (22)

Yine aynı eserde, “Müneccimin sözüne itibar edilir mi?” başlığında sorulan soruya şöyle cevab verilmiştir:

“Müneccimlerin (astronomi bilginleri) sözlerine itibar edilmez. Onların hesablarına göre oruç tutmak vacib olmaz. Bunların sözüne itaber edip güvenenlerin de, onların hesabına göre oruç tutmaları vacib olmaz. Zira Şeriat Sahibi orucu, değişmez, sabit alâmetlere bağlamıştır ki, bunlar, hilâl’ın görülmesi veya şaban ayının gün sayısına otuza tamamlamaktan ibarettir. Dakik esaslara dayalı da olsa, müneccimlerin sözlerini, çoğu kez kendi aralarında anlaşmazlığa düştükleri için, sağlam ve güvenilir olarak görmemekteyiz. Üç mezheb imamı, bu görüştedirler. Şafiîler, bu görüşe muhaliftirler. (………)

Şafiîler dediler ki: Müneccimin sözü, kendi şahsı ve kendisini onaylayanlar için mûteberdir. Kuvvetli olan görüşe göre, halkın tümü, onların haber vermesi dolayısıyla oruç tutma mecburiyeti altına girmez.” (23)

Aynı eserde, hilâl gözetlemenin farz-ı kifaye olduğu beyan edilir. Ayrıca İslâm Hakimlerinin hüküm vermesiyle, müslümanların tümünün oruca başlamasının vacib olduğu gündeme gelmiş:

“Zira hakimin hükmü, mezheb ihtilaflarını ortadan kaldırır.” denilmiştir. (24)

Bütün bu bilgilerden sonra net olarak anlaşılması gerekli olan gerçek şudur:

Cehenneme karşı bir kalkan olan orucun sıhhatı için, Ramazan ayının başlangıcı ve bitişi konusunda önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in verdiği ölçüye göre davranmak gerek… O da, ya hilâlın görülmesi veya havanın kapalı olduğu zaman Şaban ayının otuza tamamlanmasıdır… Bir kaç yıl öncesinden yapılan takvim hesabına asla itibar edilmez… Hele hele bu hesabı yapan ve mustaz’af halka dayattıranların İslâm’dan yana herhangi bir kaygılarının bulunmadığı ve İslâm topraklarında egemen oldukları da hiç unutulmamalıdır!..

Bu, böyledir!..