SADAKA, HELÂL MALDAN OLUR

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kim, helâl kazancından bir hurma değerinde bir sadaka verirse, –ki Allah helâl maldan verilen sadakadan başka hiç bir sadakayı kabul etmez– işte Allah, bu helâl sadakayı sağ eli ile kabul eder. Sonra o tek hurma değerindeki sadakayı dağ gibi oluncaya kadar, sizin birinizin sütten ayrılmış tayını büyütüşü gibi, sadaka sahibi için dikkatle büyütür.” (1)

Seyyid Şerif Cürcânî (rh.a.), sadakayı şöyle tarif etmektedir:

“Sadaka: Allah Teâlâ tarafından, karşılığında sevab verilen bağıştır.” (2)

Kulların, sadaka olarak verdiklerinden ancak helâl kazançtan elde edilmiş olanını kabul buyuran Rabb’imiz Allah (Azze ve Celle), kendi rızasını kazanmak için sarfedilenlere karşılığını kat kat ve cennet olarak vereceğini beyan buyurur:

“De ki: ‘Şübhesiz benim Rabbim, kullarından rızkı dilediğine genişletip yayar ve ona kısar da. Her neyi infâk ederseniz, O (Allah), yerine bir başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (3)

“Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak Allah’ın hoşnudluğunu istemekten başka (bir amaçla) infak etmezsiniz. Hayırdan her ne infak ederseniz -haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın- size noksansız ödenecektir.” (4)

“Onlar ki, mallarını gece-gündüz, gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri Rabbeleri katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (5)

“Hiç şübhesiz Allah, mü’minlerden –karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere– canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da O’nun üzerine gerçek olan bir va’ddır. Allah’dan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu hâlde yaptığınız bu alış,verişten dolayı sevinip müjdeleşiniz. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (6)

Rabbimiz Allah’ın kendisine bahşetmiş olduğu helâl rızıktan, ahiret yatırımı olarak sadaka veren mü’min müslüman şahsiyet, karşılığını yalnızca Allah’dan bekleyerek infak eder… Allah yolunda sadaka olarak verilen ve verilecek malın tümü helâl yoldan kazanılması gerekir… Çünkü haram mal sadaka olmaz ve Allah bunu, sadaka olarak kabul etmez!..

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Her kim haram maldan toplar da sadaka ederse, bunun sevabı olmayacağı gibi, vebali (günahı) de boynuna olur.” (7)

Ebu’l-Melih, babası (Usame b. Umeyr, r.a.)’dan rivayet eder.

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Allah, haramdan verilen hiç bir sadakayı ve abdestsiz (su veya toprakla temizlenmeden) de hiç bir namazı kabul etmez.” (8)

Haram yoldan elde edilen malın ne sadakası, ne de zekatı olur… O maldan sadaka ve zekat verilecek olursa, o zekat ve sadaka Allah tarafından kabul olunmadığı gibi, aynı zamanda sevab beklenirken bu hareket ile günah dakazanılmış olur… Bunun böyle olduğunu önderimiz Rasulullah (s.a.s.) beyan buyurmuştur… Bu hakikat, Rasulullah (s.a.s.)’in beyanıyla gündeme gelmesinden sonra, birileri çıkıp malını haram yollardan kazananlara:

— Siz, Allah rızasına mallarınızı sadaka olarak sarfedin. Allah büyüktür, affedicidir… Sadakalarınızı kabul eder ve günahlarınızı affeder, diyecek olursa, Allah ve Rasulü (s.a.s.)’i yalanlamış olur ki, böylece kendisinin cehaleti ve yalancılığı ortaya çıkmış olur… Çünkü helâl kazanç, Rabbimizin nas ile sabit olan bir emridir…

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Ey insanlar, şübhesiz ki Allah, Tayyib’dir, Tayyib’ten başka bir şey kabul etmez. Allah, mü’minlere de, Rasullere emretiği şeyleri emreder:

“Ey Rasuller, helâl olan şeylerden yiyin ve salih amlelerde bulunun. Çünkü Ben, sizin yaptıklarınızı pekâlâ bilirim.” (Mü’minun, 23/51) (9)

Âlemlerin Rabbi Allah, temizdir ve temiz olandan başkasını kabul etmez… O’nun rızasını kazanmak için O’nun yolunda sadaka olarak infak edilecek şeylerin tümü helâl ve temiz olmalıdır… Temiz ve helâl kılınmış olan kazancı elde edebilmek için ise, içine hile ve bir başkasının malı olan gasb edilmiş şeylerin karışmadığı alın teri ile çalışmak gerekir… Helâl mal elde edebilmek için, hem kişinin, hem toplumun ve hem de işin helâl üzere olması gerekir… Kişi mü’min müslüman ve işi helâl olabilir, amma toplumun ekonomik düzeni haram üzere kurulmuş ise, o iş ve o kişi haramdan kurtulamazlar…

Mü’minlerin annesi, Âişe (r.anha)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“İnsanların yediği şeylerin en temizi (helâli), kendi kazancından olanıdır ve kişinin çocuğu onun kazancındandır.” (11)

İçine haram karıştırılmamış veya haramdan kazanılmamış servetinden yapılan sadaka, bir hurma değerinde bile  olsa Allah, onu bir dağ kadar büyüterek o kadar sevab ile karşılar… Helâl ve temiz olarak kazanılmış ve karşılığını ancak Allah’dan beklemek kaydıyla Allah yolunda sadaka olarak verilmiş olan herhangi bir şey Allah’ın nezdinde bu kadar kıymetlidir… Helâl yoldan kazanılmış ve helâl olan yere sarfedilmiştir… Kabul edilen sadakanın şartı budur… Helâl yoldan kazanılıp bile bile haram yola sarfedilen servet, kişiye günah kazandırır… Velev ki, iyi ve sadaka niyetiyle sarfedilmiş olsun… Bu iyi niyet, bu sadaka düşüncesi onun sarfetmiş olduğu haram yoldan elde edilen günahtan kendisini kurtaramaz… Kişi, haram olan bir yolda malını telef eder ve helâl malını kirletmiş olur… Bunun aksi de, aynı sonucu ortaya çıkarır… Haram yoldan kazınılmış olan malı, helâl yola sadaka olarak harcamak, bir sevab değildir… Çünkü haram mal ile ibadet yapılmaz ve sadaka verilse dahi kabul görmez… Çünkü Allah, ancak helâl maldan sadaka kabul buyurur… Sağ eliyle alır ve onu karşılığında çok sevab verir…

Bu konuda İslâm âlimleri şunları söylemişlerdir.

“Hattabî diyor ki:

— Yemin (sağ el)in zikredilmesi, sadakanın hüsn-u kabûlünü göstermek içindir. Zira insanların örf-u adetine göre kıymetli şeyler sağ el ile alınır.

Tıybî şunları söylemiştir:

— Rasulullah (s.a.s.), sadakayı helâl olmakla kayıtladıktan sonra bunu, Allah’ın yemini (sağ eli) ile kabul ettiğini bildirmiştir. Çünkü şeref hususunda helâl ile yemin arasında münasebet vardır. bundan dolayıdır ki, Rasulullah (s.a.s.) sağ elini temizlik için tahsis buyurmuştur.

Davudî diyor ki:

— Yani bir hurma tanesi teasadduk eden kimse, dağ kadar mal teasadduk etmiş gibi olur.” (12)

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.)’e bir kimse geldi ve:

— Ya Rasulullah, ecir ve sevab yönünden hangi sadaka daha büyüktür? dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

“Senin sıhhatli, son derece cimri olduğun, fakirlikten korkar ve zenginliği emel edinir bulunduğun hâlde verdiğin sadakadır.

Can boğaza ulaşıp:

— Bu malım fulan içindir, şu malın fulan içindir, deyinceye ve bunlar da mirasçıların oluncaya kadar sadakanı geri bırakma!” buyurdu. (13)

Allah yolunda ve Allah’ın rızası için verilecek sadaka, önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in beyan buyurduğu vasıfta bulunulduğunda verilecek olursa, ihlas ve iyi niyet üzere verilmiş olur… Kişi sıhhatlı iken sadaka vermesi gerekir… Onun bu sadakası ihlas ve iyi niyettendir… Hastalandığı zaman, Allah rızasına değil, dünya menfaatına kavuşmak için sadaka verir. Cibri iken, nefs-i emmaresi onu, Allah yolunda mal harcamaktan alıkoyarken vermelidir ki, cimriliği ve nefsin engelini açmış olsun… Fakirlikten korkar ve zengin olmayı hedefler hâlde bulunduğunda malından Allah yolunda sarf eder, sadaka verecek olursa, onun bu sadakası, ihlas üzere verilmiş olur… Yoksa ölüm anı gelip çatınca malını dağıtmaya girişmesi, Allah için değil, ölümden korktuğundan dolayıdır… O, dağıtsa da, dağıtmasa da malı, varislerinindir… İslâm’da miras hukuku bellidir… Neyi vasiyet edip edemeyeceği belli şartların bağlanmıştır…

Mü’min müslüman şahsiyet, malını ve canını cennet karşılığında Âlemlerin Rabbi Allah’a sattıktan sonra, tüm maldaki tasarrufu İslâm ilkelerine göre düzenlemelidir… Allah ve Rasulü (s.a.s.) nasıl emretmiş ise, o şekilde davranmalıdır… Böylece Allah’ın rızasını kazanır, helâl malını sadaka yaptıkca karşılığını çok çok ziyadesiyle alır…

Şöyle yuyurur Rabbimiz Allah:

“Her hangi birinizie ölüm gelip de: ‘Rabbim, beni yakın bir zamana kadar geciktirseydin de sadaka verseydim, diyeceği bir zaman gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin.” (14)

“Ey iman edenler, içinde alış-verişin de, dostluğun da ve (Allah’ın izni dışında) bir şefaatın da olmadığı bir gün gelmezden önce, size verdiğimiz rızıklardan infak edin. Kâfirler ise, zulmedenlerin tâ kendileridir.” (15)

“Sevdiğimiz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şübhesiz Allah, onu bilir.” (16)

Bu ayet-i kerime inzal olunduğu vakit, Ebu Talha (r.a.) ile Emiru’l-Mü’minin İmam Ömer b. el-Hattab (r.a.) tavırları çok güzel örneklerdir… İkisi de en güzel ve değerli malları olan bahçelerini Allah yolunda infak etmişlerdir… Ebu Talha (r.a.), “Biruha” isimli ve çok sevdiği bahçesini, Rasulullah (s.a.s.)’e arzederek, O’nun talimatı doğrultusunda hısımları arasında pay etmişti. (17)

İmam Ömer (r.a.)’ın hâlis ve helâl kazancının mahsülü olan bir hurmalığını, Rasulullah (s.a.s.)’e arz etmiş, bu çok güzel ve kıymetli hurmalığı, Rasulullah (s.a.s.)’in talimatıyla vakfederek gelirinini hısımlarına verilmesi kaydıyla infak etmişti. (18)

Rabbimiz Allah’ın mü’min müslüman kullarına verdiği helâl ve temiz rızıklardan, O’nun rızası için harcamak, katıksız imanın gereğidir… Mü’min müslümanların fakirlerine, ümmetin mefaatına çalışan İslâm kurum ve kuruluşlarını, Allah yolunda cihad eden mücahidlere ve ailelerine, ilim ehline ve İslâmî eğitim kurumlarına, Daru’l-İslâm’ın imarına ve benzeri yerlere harcanan sadakalar için Rabbimiz şöyle buyurur:

“Onlar ki, mallarını gece-gündüz, gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri, Rabbleri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır.” (15)

“(Sadakalar,) Allah yolunda kendilerini vakfetmiş, yeryüzünde (ticaret için) dolaşmaya gücü yetmeyen, (hâllerini) bilmeyenin afif davranmalarından dolayı kendilerini zengin sandığı, senin ise, simalarından tanıdığın ve yüzsüzlük edip de insanlardan (bir şey) istemeyen fakirler içindir. Şübhesiz hayır türünden her ne harcarsanız Allah, onu layıkıyla bilir.” (20)

Kıymetli İslâm müfessirlerinden İbn Kesir (rh.a.), bu ayetin tefsirinde şunları kaydeder:

“Allah Teâlâ’nın: ‘Sadakalarını, kendilerini Allah yolunda vakfetmiş… yoksullara verin.’ ayetiyle Medine-i Münevvere’de oturup da iş ve güçlerini bırakıp Allah ve Rasulü ile meşgul olan muhacirler kast edilmektedir. Maişetlerini te’min edecek bir sebeb (meşguliyete) sahib değillerdi.” (21)

Daru’l-İslâm’da ümmetin imamının velâyetinde, Daru’l-Harb’da harb emirinin velâyeti ve İslâm cemaatının tanziminde kurulan “infak müessesi”, sadakaların bir yerde toplanıp ehline dağıtılmasını sağlar… Bunun dışında mü’min müslümanlar, kendilerince ayrıca sadakada bulunabilirler… Bütün bu iyilik ve hayır meselelerinde ilk önce sadaka edilecek malın helâl ve temiz, bu malın elde edildiği kazanç yolunun helâl ve temiz olmasına dikkat edilmelidir… Malın kazanılmasına haram karışmaması ve helâl olması için, ekonomi ve ticaret ortamının helâl, yani Rabbimiz Allah’ın emrine uygun bir şekilde tanzim edilmesi gerekir… O bölgede alış-veriş kuralları Allah’ın hükümlerine göre olmalı ki, kazanç helâl olsun… Eğer ekonomik kurallar ve ticaret anlayışı, gayr-ı İslâmî ve tağutî bir anlayış üzerine binâ edilmiş, helâl-haram sınırları aşılmış, haramlar serbest bırakılıp kanunlaştırılmış ise, orada helâl kazançtan söz etmek çok zor bir durum arzeder…

Memleket ekonomisi, Allah’ın haram kıldığı riba, yani faiz üzerine temellendirilmiş ve faizsiz bir ekonomi anlayışının teklif edilmesine dahi tahammül edilmiyorsa, orada helâl kazancın durumu cidden çok müşkildir… Allah’ın kulları için serbest, yani helâl kıldığı yasaklanıp, haram, yani yasak kıldığı şeyler serbestleşip yasallaşdığı bir ülkede, içine haram karışmamış bir kazanç elde etmek kolay olmasa gerektir… Vatandaşların cebindeki paranın, onlara gelmeden önce çıktığı ve beklediği kurumlar, Allah’ın haram kıldığı faiz kurumlarıdır… Vatandaşın cebinden sonra yine uğrayacağı ve bloke olacağı yerler, faiz kurumlarıdır… Yenilen ekmekten, içilen suya kadar, Allah’ın rızık olarak verdiği temiz nimetler, faiz ile karıştırılmış, bulandırılmış ve helâle haram sokuşturulmuştur…

İşgal edilmiş İslâm topraklarında egemen olan gayr-ı İslâmî güçlerin ekonomi anlayışı, Allah’ın haram kıldığı faiz üzerine binâ edilmiştir… Onlar, faizsiz ve Allah’ın hükümlerine uygun bir ekonomi düzenini istemedikleri gibi, böyle bir düzeni gündeme getirenleri de suçlu kabul edip haklarında yasal cezalar gündeme getiriyorlar… Egemen oldukları ülkelerde, mustaz’aflaştırdıkları mü’min müslümanları, yasalarına uymaya zorluyor, helâl kazanç yollarını yasaklıyor, onları haram ile meşgul olmaya mecbur kılıyorlar… Bu esaret, öyle zaman oluyor ki, imanı zayıf olanları haram işler ile tamamen aynîleştiriyor… Helâl kazançlarına haram karışanlar, günün birinde tamamen haram ile meşgul olmaya başlıyorlar… Bu kazançlar ve bu gelirlerden yapılan sadakanın ne bereketi ve ne faydası olabilir ki?.. Ahiret yatırımı niyetiyle sarf edilen bu servetlerin Allah tarafından kabulu söz konusu olabilir mi?..

Rasulullah (s.a.s.) şu beyanını tekrar hatırlayalım:

“Allah, helâl maldan verilen sadakadan başka hiç bir sadakayı kabul etmez.”

“Her kim haram maldan toplar da sadaka verirse, bunun sevabı olmayacağı gibi, vebali (günahı) de boynuna olur.”

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) böyle buyurur… Bu, böyledir ve biz muvahhid mü’minler böyle iman ederiz…

Rabbimiz Allah, bile bile faiz ile meşgul olanları, ekonomik hayatlarını faiz üzerine binâ edenleri ve faizli bir ticaretten vazgeçmeyenleri, Allah ve Rasulü ile harb ilân edip savaştıklarını beyan buyurur… Allah ve Rasulü (s.a.s.) ile harb hâlinde olup da bu savaşlarını, bu düşmanlıklarını devam ettirenlerin hâli nice olur?..

Rabbimiz Allah, ülke ekonomisini perişan eden ve insanlık düşmanı olan faiz ile faizcileri şöyle beyan buyurur:

“Faiz (riba) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanların kalkışı gibi çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: ‘Alım-satım (ticaret) da ancak faiz gibidir’ demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helâl, faizi haram kılmıştır. Kime Rabblerinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi, kendisine, işi de Allah’a aiddir. Kim faize geri dönerse, artık onlar, ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır.

Allah, faizi yok eder de, sadakaları arttırır. Allah, günahkâr kâfirlerin hiç birini sevmez.

İman edip güzel amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve zekatı verenler, şübhesiz onların ecirleri Rabblerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar, mahzun olmayacaklardır.

Ey iman edenler, Allah’dan sakının ve eğer inanmışsanız, faizden arta kalanı bıraknı.

Şayet böyle yapmazsanız, Allah ve Rasulüne karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. (Böylece, ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz.” (22)

“İnsanların mallarından artsın diye verdiğiniz faiz, Allah katında artmaz. Amma Allah’ın yüzünü (rızasını) isteyerek verdiğiniz zekat ise, işte (sevablarını ve gelirlerini) kat kat arttıranlar onlardır.” (23)

“Ondan nehyedildikleri hâlde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri nedeniyle (böyle yaptık). Onlardan kâfir olanlara pek acıklı bir azab hazırlamışızdır.” (24)

“Ey iman edenler, faizi kat kat arttırılmış olarak yemeyin. Ve Allah’dan sakının, umulur ki, kurtulursunuz.

Ve kâfirler için hazırlanmış olan ateşten sakının.”

Allah’a ve Rasulüne itaat edin ki, merhamet olunasınız.” (25)

Rabbimiz Allah’ın bu şekilde vasfılandırıp beyan buyurduğu ve insanlık âlemi için çok zararlı olan faiz, O’nun tarafından haram kılınmıştır… Allah’ın mutlak haram kıldığı ve insan emeğinin düşmanı olan faiz, İslâm topraklarını işgal eden müstevli tağutî rejimler tarafından serbest bırakılmış, hatta resmîleştirilip yasal hâle getirilmişdir… Ülke ekonomisinin vazgeçilmez ve yasalar çerçevesinde emniyet güçleri tarafından koruma altına alınan faizden dolayı alınların terleri haram ile karışmıştır… Böyle haram ile karıştırılan kazançların bir bereketi olmadığı, kalmadığı gibi, ülke insanına bir fayda sağlamadığı bir yana, zarar üzere zarar vermektedir… Gerek ferdî, gerek toplumsal ve gerekse ticarî ahlâkın bozulmasına vesile olan faiz, ülkede yaşayan her ferdin kazancına karışıyor ve ondaki bereketi yok ediyor…. İnsandaki manevî cephe bu haram nesne ile sarsılıyor ve belli zamandan sonra kişi harama alıştırılmış oluyor… Afyon ve esrar gibi bağımlılık kazandıran faiz, belli bir zaman sonra müslümanım diyen ferdleri rahatsız etmemeye başlıyor… Vicdan azabı duymayan ve faize alıştırılan insan, artık kazancın helâl ve haramına dikkat etmez oluyor!..

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):

”Muhakkak insanlara öyle bir zaman gelecek ki, o vakit kişi eline geçirdiği malı helâldan mı, yoksa haramdan mı kazandığını düşünmeyecektir.” (26)

Kişi eline geçirdiği malın haramdan mı, helâldan mı olduğunu düşünecek bir vakit bile bulamıyor zamanımızda… Çünkü her kazanca şöyle veya böyle faiz karışıyor, zulüm karışıyor ve haksızlık karışıyor… Eldeki tüm imkânlarla haramdan ve tağutî egemen güçlere yardım etmekten kaçmaya çalışan mü’min müslümanlar, az da olsa faizin içine dalıyorlar… İstemeyerek  de olsa, mevcud gayr-ı İslâmî rejimlerden dolayı faize bulaşan müslümanlar çıkışı, kendilerini böyle haramlara bulaştıranlardan kurtulmakta arayacaklarına, dinlerinden taviz vererek, te’vil kapısını zorlayarak çare aramaya çalışmışlardır…

Faizdeki ağır suçtan kurtulmayı deneyeceklerine, bir çıkar yol bulmaya çalışacaklarına, “enflasyonu bahane ederek”, “pasif faiz teorilerini üreterek” haram kılınan faizi meşrulaştırma yollarına sapmışlardır… Bu durum, başlı başına bir zillet ve başlı başına bir felakettir…

Semure İbn Cundeb (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Ben, bu gece rüyamda iki kişi gördüm. Onlar, bana geldiler. Daha sonra onlar, beni düz bir yere çıkardılar. Birlikte yürüdük, nihayet kandan bir nehrin üzerine geldik. O nehir içinde dikelmiş bir adam vardı. Nehrin kıyısnıda da bir adam vardı. Önünde bir takım taşlar vardı. Nehirdeki adam, yüzerek sahile doğru gelip çıkmak, isteyince sahildeki adam, onun çenesine bir taş atıyor, nehirdekini eski yerine döndürüyordu. Çıkmak için sahile doğru gelmeye her girişimde bulunduğunda sahildeki, hemen onun çenesine bir taş fırlatıyor o da, eski yerine dönüyordu.

Ben, o iki Melek’e:

— Bu, nedir? dedim.

Meleklerden biri:

— O nehirde gördüğün kimse, riba (faiz) yiyendir, dedi.” (27)

Faiz, mustaz’af mazlum insanların kanlarının ve alın terlerinin sömürücü zalimler tarafından emilmesi ve sömürülmesinden başka bir şey değildir… Faizci kişiler, mazlum insanların kanlarında yüzen, onların alın terlerinden geçinen kişilerdir… Hayat nizamı olan İslâm, her zaman bu zulme ve sömürüye dur demiş, onları ortadan kaldırmak için gayret etmiş, mustaz’af mazlumların hakkını korumuş ve adaleti sağlamıştır… Başta faiz olmak üzere her haksız kazancı haram kabul edip onların toplumda açtığı derin yaraları beyan ederek, yaraların ve yaralıların en ideal tedavi yöntemlerini de göstermiştir…

Ebu Cuhayfe’nin oğlu Avn, haber verip şöyle demiştir:

Ben, babam Ebu Cuhayfe’nin kan alma tedavisi yapan bir köle satın aldığını gördüm. (Ebu Cuhayfe, emretti de bunun, aletleri kırıldı.)

Ben, babama, bu kan alma aletlerinin kırılma sebebini sordum:

Babam:

— Rasulullah (s.a.s.), kan alma bedelinden, kadın kölenin (haram olan) kazancından nehyetti. Ve yine Rasulullah döğme yaptırana, riba (faiz) yiyiciye, riba kazancı yediricisine lanet etti. Sûret yapan müsavvir kişiye de lânet etti, dedi. (28)

Abdullah İbn Mes’ud (r.a.) şöyle söyler:

— Rasulullah (s.a.s.), ribayı (faizi) yiyene de, yedirene de lânet buyurdu.

Ravî diyor ki:

Ben:

— Kâtibine de, şahidlerine de (lânet etmedi) mi? dedim.

(Abdullah:)

— Biz, ancak işittiğimizi söyleriz, cevabını verdi.(29)

Cabir b. Abdillah (r.a.) şöyle demiştir:

Rasulullah (s.a.s.):

— Ribayı (faizi) yiyene, yedirene, kâtibine ve şahidlerine lânet etti ve:

“Bunlar, eşittirler.” buyurdu. (30)

Emiru’l-Mü’minin İmam Ömer b. el-Hattab (r.a.) faiz konusunda şunları beyan etmiştir:

— Son inen ayet, faiz ayetidir. Rasulullah (s.a.s.) de, bu ayeti (teferruatı ile) tefsir etmeden vefat etti. Artık siz, faizi de, faiz şübhesi bulunan muameleyi de bırakınız. (31)

İmam Ömer (r.a.)’ın da beyan ettiği üzere helâl-haramla ilgili inen son ayet, riba ayetidir. Bu ayetin hükmü sabittir, mensuh olması söz konusu değildir!..

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), “Vedâ Hutbesi” olarak meşhur olan hutbesinde, faizin cahiliyye adetlerinden olduğunu beyanla kaldırıldığını buyurmuş ve bütün cahiliyye ilkelerinin, kanunlarının, tüzüklerinin ve törelerinin ayağının altında olduğunu bildirmiştir..

Cabir b. Abdullah (r.anhuma)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Dikkat edin! Cahiliyyet işlerine aid herşey ayaklarımın altına konmuştur.

Cahiliyyet devrinin ribası (faizi) da sakıttır. İlk iskat ettiğim riba, bizim (yani) Abbas b. Abdulmuttalib’in ribasıdır. Bu ribanın hepsi muhakkak sakıttır.” (32)

Süleyman b. Amr, babası (Amr b. El-Ahfas)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasulullah (s.a.s.)’i “Vedâ Haccı”nda dinledim. Şöyle buyuruyordu:

“Haberiniz olsun, şübhesiz cahiliyye faizlerinden olan tüm faizler kaldırılmıştır. Sermayeleriniz ise, kendinize aiddir. Siz, zulmetmeyiniz ve zulme de uğramayınız.”(33)

Haksız bir kazanç ve toplumdaki ekonominin can düşmanı olduğundan haram olan faiz alıp vermek ile ne zulmedin, ne zulme uğrayın, yani zulm olan faize asla rıza göstermeyin… Faizli sistemi kabul etmeyin, faizli ticaretin bulunduğu bir toplumda yaşıyorsanız, bu zulmün ortadan kaldırılması için gayret gösterin… Eğer faizli sistemi ortaran kaldırmayacak olursanız, hem zulmetmiş, hem de zulme uğramış olursunuz… Halbuki, zulmün kendisi de, Allah tarafından haram kılınmış, yani her türlüsü yasaklanmıştır… Zulmün işlenmesine göz yummak, ona rıza göstermek, zulüm işlemek kadar suçtur, günahtır…

Ebu Zerr (r.a.) şöyle anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.)’den naklen Allah Tebareke ve Teâlâ’dan rivayet ettikleri meyanda şunu rivayet etti:

“(Allah,) buyurdu ki:

— Ben, zulmü kendime haram kılmışımdır. Onu, sizin aranızda da haram kıldım. Bundan dolayı birbirinize zulmetmeyin!” (34)

Mü’min müslümanlar, zulmün hiç bir türüne rıza göstermezler… Böyle bir zulüm ve zalim ortaya çıkıp insanların haklarına tecavüz ettiklerinde, mümin müslümanların tümü onun aleyhine birleşir, zulmü ve zalimi ortadan kaldırmak için tüm imkânlarıyla mücadele ederler…

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Rabblerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler,

Ve haklarına tecavüz edildiğ izaman, birlik olup karşı koyanlardır.” (35)

Mü’min müslümanlar, hangi ortamda olursa olsun, ne zulmeder, ne de zulmün işlenmesine rıza gösterir… Zulmetmek ve zulme rıza göstermek mü’min müslümanın fıtratına aykırıdır… Bilindiği gibi en büyük ve korkunç zulüm, Allah’a şirk koşmak olup (36) bu suç asla afolunmayan bir suçtur… (37)

Bir toplumda ekonomiye en korkunç darbeyi vuran faiz, insan emeğine ihanet etmenin en alçakcasıdır… Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e savaş açan faizci zihniyet, Allah’ın kullarını sömürmekten şeytanî bir zevk alır…

Bu konuda İmam Kurtubî (r.h.), meşhur tefsirinde şunları kaydeder:

“Yüce Allah’ın: “Şayet yapmaz iseniz Allah ve Rasulü tarafından size karşı savaş açıldığını bilen” buyruğu, faizi bırakmamaları hâlinde onlara yapılan bir tehdidi ifade eder. Savaş ise, öldürme sebebidir. İbn Abbas’ın rivayetine göre Kıyamet gününde faiz yiyene:

— Savaşmak üzere silâhını al, denilir.

Yine İbn Abbas der ki:

— Kim faize devam eder, ondan vazgeçmezse, müslümanların imamının ondan tevbe etmesini istemek hakkıdır. Eğer vazgeçerse mesele yok, değilse boynunu uçurur.

Katade der ki:

— Yüce Allah, faizcileri öldürülmekle tehdit etmekte, bulundukları yerde öldürülmelerinin, kanlarının mubah olduğunu ifade etmektedir.

Denildiğine göre bu buyruğun anlamı şudur:

Şayet sizler faizden vazgeçmezseniz, Allah’a ve Rasulüne karşı savaş açmış kimselersiniz. Yani sizler, onların düşmanlarısınız.

İbn Huveyzimendad da der ki:

— Bir şehir halkı helâl görerek faiz alıp vermek hususunda anlaşsalar mürted olurlar. Onlar hakkındaki hüküm, irtidad edenler hakkındaki hüküm gibidir. Şayet bunun helâl kabul ettiklerinden dolayı yapmayacak olurlarsa, o vakit imamın (İslâm devlet başkanının) onlarla savaşması caiz olur. Nitekim yüce Allah, şu buyruğunda bunu ilân etmiş ve böyle bir savaşa izin vermiş olduğu görülmektedir:

“Allah ve Rasulü tarafından size karşı savaş açıldığını bilin.” (38)

İmam Taberî (rh.a.) şunları beyan eder:

“Ayet-i kerime, faizin korkunç bir cinayet olduğunu ortaya koymaktadır. Bu cinayetin büyüklüğünü anlamak için, Kur’ân-ı Kerimi’in faizcileri nasıl vasıflandırdığını dikkatle incelemek yeterlidir. Kur’ân-ı Kerim, faizcileri, şeytanın çarptığı, sara hastalığına yakalanmış, kendini yerden yere atan ve aklından zoru olan deliler gibi sağa-sola yalpa yapan bir kimseye benzetmiştir.

Faizciler ise, Kur’ân-ı Kerim’in bu tasvirine rağmen faizin zararlarını yok gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Allah’ın, bu kadar kötü olduğunu bildirdiği faizi meşru gören ve onunla muamele yapanların, Allah ve Rasulü’nün kendilerine karşı savaş ilân ettiğini beyan eden ayete rağmen faizle iştigal ederek Rabblerine karşı savaşmayı basit bir olay gibi gösterenlerden ve o faizi helâlmış gibi takdim etmeye çalışanlardan daha zalim kim olabilir? Hangi müslüman, bu tehdidi duyduktan sonra faizli muameleye devam etmek ister? Bu ayet-i kerimeyi duyduktan sonra yaptığından vazgeçip tevbe etmseyen, bu korkunç cinayeti işlemeye devam eden kişilere yazıklar olsun! İmanla faiz birbirinin zıddıdır. Hiç bir zaman birleşmezler.” (39)

İmam Kurtubî (rh.a.) ve İmam Taberî (rh.a.)’ın beyanlarından anlaşıldığı üzere, faizli sistem ve faizciler allah ve Rasulullah (s.a.s.), dolayısıyla mü’min müslümanlara düşmanlık ilân etmişlerdir… İşgal ettikleri İslâm topraklarında egemen olmuş ve Allah düşmanı olan faizli ekonomi sistemlerini hakim kılmışlardır… Bundan dolayı faizin girmediği ve karışmadığı bir saf helâl kazanç bırakmamaya çalışmışlardır… Onların bu ihanetleri, asırlar önce önderimiz Rasulullah (s.a.s.) tarafından haber verilmiş ve İslâm Milleti uyarılmıştır…

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, faiz yemeyen hiç bir kimse kalamayacaktır. Kişi, faiz yemese bile, kendisine onun buharından bulaşacaktır.”

İbn İsa:

“Onun tozundan, ona bulaşacaktır.” dedi. (40)

Abdullah İbn Mes’ud (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Faizden mal çoğaltan hiç bir kimse yoktur ki, işinin akibeti, malın azalmasına dönüşmesin.” (41)

İbn Abbas (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.), meyvelerin olgunlaşmadan satın alınmasını yasakladı ve:

“Bir beldede faiz ve zinâ ortaya çıkınca oradakiler, Allah’ın azabını kendilerine helâl kılmış olurlar.” buyurdu.(42)

Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e karşı harb etmek olan faiz sistemi ile uğraşan ve faizi ekonomilerinin temeli kabul edenlerin cezaları, işledikleri korkunç cinayetinin günahını şöyle beyan eder önderimiz Rasulullah (s.a.s.)…

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“(Mi’raca) götürüldüğüm gece, karınları odalar gibi (büyük) olan bir kavim üzerine vardım. Bunların karınlarında dışarıdan görülen yılanlar vardı.

Ben:

— Bunlar, kimlerdir ya Cebrail? diye sordum.

Cebrail dedi ki:

— Bunlar, faiz yiyicilerdir.” (43)

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Faiz, yetmiş çeşit günahtır. Bunların en hafifi, erkeğin kendi annesi ile zinâ etmesi (veya evlenmesi) günahı kadardır.” (44)

Allah rızası için, Allah yolunda verilen sadakaların helâl ve temiz yoldan kazanılması, içine faiz ve diğer haramların karışmaması gerekir… Bundan dolayı mü’min müslümanlar, tüm imkânlarını kullanarak, el birliği ederek, alın terlerine karıştırılan bu haramları ortadan kaldırmalı, kazançlarını haramlardan arındırmalıdırlar… Eğer böyle davranmaz, haramların egemenliğine rıza gösterir ve zillet hayatına devam edecek olurlar ise, ahiret yatırımı diye iyi niyetlerle infâk ettikleri, hakam maldan sadakalarının kendilerine arzulanan faydasının olmayacağını bilmelidirler… Çünkü “Allah, helâl maldan verilen sadakadan başka hiç bir sadakayı kabul etmez!”

Bu, böyledir!..