ZEHİRLİ YILANLARI TANIMAK

Ebu Hüreyre (r.a.) ’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“ (Akıllı ve kâmil) Mü’min, bir yılan deliğinden iki kerre ısırılıp sokulmaz.” (1)

Hadisimizin şerhinde şunlar beyan olunur:

“Hadis-i şerif, ‘Yûldegu’ fiilinin nehy şekliyle de rivayet olunmuştur. Bu takdirde mânâ:

“Mü’min, bir delikten iki defa ısırılmamalıdır.” demek olur. Her iki rivayete göre de, hadisten murad:

Aklı başında bir mü’minin gafil avlanmaması ve tekrar tekrar aldanmaması lazım geldiğine tenbihtir. Bazıları bunda, dünya umuru (işleri) hakkında değil, ahiret umuru hakkında aldanmaması kastedildiğini söylemişler.” (2)

Hadisin söylenmesine sebebe olan olay, İbn Hişam’ın Meşhur Siret’inde şu şekilde yer almıştır:

“İbn İshak şöyle dedi:

Ebu Azze Amr b. Abdillah el-Cumehî, kızları çok olan muhtaç bir kimse idi.

Rasulullah (s.a.s.) ile konuştu ve şöyle dedi:

— Ya Rasulullah, bilirsin ki, malım yoktur. Ben, ihtiyaç ve ıyal sahibi bir kimseyim. Beni bağışla.

Rasulullah (s.a.s.) de, ona lutfetti, fidyesini almadı ve: ‘Kendisine karşı hiç bir kimseye yardımcı olmayacak’ diye ondan söz aldı.

Ebu Azze de, bu hususta Rasulullah (s.a.s.)’i Medh ve O’nun üstünlüğünü kavmi içinde zikrederek (şiir olarak) şöyle dedi:

— Benden Muhammed Rasulullah’a kim bildirecek ki, sen haksın, Melik de Hamid’dir.

Sen, hak ve hidayete davet eden bir kişisin.

Senin için büyük Allah’dan şahid vardır.

Sen, bizim içimizde bir mertebeye gelensin ki, menzilenin dereceleri vardır.

Sen, kiminle muharebe edersen elbette o, mağlubdur, şakîdir, mutsuzdur. Ve kiminle de barış yaparsan o, elbette saiddir, mutludur.

Fakat Bedir ve Onun ehli bana hatırlatıldığı zaman, bendeki hasret ve umutsuzluk geri dönüyor.” (3)

Şiirin son beytinden anlaşıldığı üzere olay, Bedir savaşından sonra gündeme gelmiştir. Ebu Azze, Mekkeli müşriklerden olup İslâm’ın, Rasulullah (s.a.s.) ve mü’minleri aleyhinde onları yeren şiirler yazmakla, okuyup propaganda yapmakla şöhret bulmuştu. Şair Ebu Azze, Mekkeli müşriklerle berber Bedir savaşına katılır ve İslâm ordusuna esir düşer… Fakir ve bakıma muhtaç çok çocukları olduğundan, Rasulullah (s.a.s.) kendisinden İslâm aleyhinde şiir söyleyip propaganda yapmamak ve müşrikleri kışkırtmamak sözünü alıp serbest bırakmıştır… Fakat şair Ebu Azze, Mekke’ye geri dönünce, Rasulullah (s.a.s.)’e verdiği sözünde durmamış, müşrikleri İslâm’a karşı kıskırtıp, Rasulullah (s.a.s.)’i hicvetveye devam etmiştir… Daha sonra Uhut savaşına katılan şair Ebu Azze, yine İslâm ordusuna esir düşmüştür…

Olayı yine İbn Hişam’ın Sireti’nden nakledelim:

“Ubeyd dedi ki:

Rasulullah (s.a.s.) (……..)

Bir de Ebu Azze el-Cumehî’yi yakaladı. Rasulullah (s.a.s.) onu, Bedir’de esir etmişti. Sonra ona lutuf ile öldürmemişti.

O da, şöyle dedi:

— Ya Rasulullah, beni bırak!

Rasulullah (s.a.s.) şöyle dedi:

“Vallahi, bundan sonra artık sen, Mekke’de ellerini okşayıp:

—Muhammed’e iki kere hile ettim, demeyeceksin. Ey Zübeyr, boynunu vur!”

O da, onun boynunu vurdu.

İbn Hişam dedi ki:

Bana, Said b. Müseyyeb’den gelen habere göre şöyle dedi:

Rasulullah (s.a.s.), Ona dedi ki:

“Muhakkak mü’min, bir delikten iki kerre ısırılmaz. ey Asım b. Said, onun boynunu vur!”

O da, onun boynunu vurdu.” (4)

Rabbimiz Allah’ın verdiği akıl nimetine yerli yerinde kullanan, katıksız iman sahibi kâmil muvahhid mü’minler, imtihan sahası olan bu dünyada İslâm’a teslimiyetleri ve vazifelerini yapma şuurunda oldukları için hata yapmamaya azamî derecede dikkat ederler!.. Hataya düşerler ise de, düştükleri hataya bir daha düşmemek için bütün dikkat ve imkânlarıyla gayret ederler… Hasbe’l-beşer bir defa düştükleri hatadan ders ve ibret alır, o hata, onların hayatında bir kez daha gündeme gelmez… Çünkü akıllı ve kâmil muvahhid mü’min yılan deliğinden bir kere ısırılır!.. Mü’min müslümanın hayatında, bir kere yaptığı hata, bir daha tekerrur etmemelidir… O mü’min müslüman, hata edebilir, günah işleyebilir amma bir kez işlediği hatayı tekrar etmez… Mü’min müslüman şahsiyet, insandır; bundan dolayı ma’sum değildir… Elbette hata ve günah işlemesi, günahından pişman olup tevbe ederek vaz geçmesi tabiî bir şeydir… İzzet sahibi kâmil mü’mine yakışmayan şey, günahında ve hatasında ısrar etmesi, o hatanın onun hayatında tekrar etmesidir… Halbuki akıllı ve firaset sahibi mü’min müslüman ferd, düştüğü hatadan ibret almalı, ders almalı ve bir daha yapmamalıdır… Onun olgun şahsiyetinden beklenen budur…

Hadisin “Sebeb-ı Vürûd” una dikkat edilecek olunursa, Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), şirki, yılan deliğine ve müşriki de yılana benzetmiştir… Hadisin beyanına vesile olan şair Ebu Azze, Mekke müşriklerinden idi. Muvahhid mü’minler, hangi zamanda ve hangi mekânda olursa olsun  şirk ve onun her çeşidinden alabildiğince sakınacak, hiç bir şekliyle yaklaşmayacaktır… Bir yılana benzeyen müşriklerle de yakınlık kurmayacak, dost olmayacak ve onların oyunlarına gelmeyecektir… (5) Müşrik, necis olduğu gibi, (6) aynı zamanda korkunç zehirli yılan gibidir… O, zehirini, hile ve tuzak ile altın kâsenin içinde sunar… O, dişini göstermeden ısırır ve okşar gibi yaparak boynuna dolanır… Dostâne bir sarılma zannettiğin bu boynuna dolanmanın biraz sonra yılanın sıkışları sonucu idam urganının idam edilenin boynunu sıktığı gibi boynunu sıktığını ve nefesini kestiğini hisseder, anlarsın…

Şirk, küfür, nifak ve irtidad, hangi renkte, hangi isimde ve hangi biçimde olursa olsun tek millet olan küfür milletinin mensublarıdırlar… Hangi ülkeden ve hangi ideolojiden olursa olsun birbirlerinin aynısının tıpkısıdırlar… Birbirinden fark edilemez ve birbirlerine tercih edilemezler… İkrah-ı Mülci ve ‘ızdırar hâlleri, istisna hâller olduğu malumdur. Şirkin Tevhid’e, küfrün imana, nifakın ve irtidadın İslâm’a dolayısıyla mü’min müslümanlara verdiği zarar apaçıktır… Bütün muvahhid mü’minlerin, korkunç zehirli olan yılanlardan sakındıkları ve önlem aldıkları gibi, şirkin, küfrün, nifakın ve irtidadın her çeşidinden sakınmalı ve gerekli önlemler almalıdırlar… Tek millet olan küfür cephesine en küçük bir taviz vermemeli, hoşgörü maskesinin arkasındaki bilenmiş ve gıcırdayan dişleri görmelidir…

Rabbimiz Allah’ın şu emirleri, hep hatırda tutulmalı ve amel hâline gelmelidir:

“Ey iman edenler, eğer imana karşı inkârı sevip tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler (dostlar) edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte bunlar zulmeden kimselerdir.” (7)

“Onlar, senin kendilerine yaranmanı (uzlaşmanı) arzu ettiler. O zaman onlar da sana, yaranıp uzlaşacaklardı.” (8)

“Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine ve Rasüle gelin’ denildiğinde, o münafıkların senden kaçabildiklerince kaçtıklarını görürsün.” (9)

“Buna rağmen, bunlara ne oluyor ki, öğüt ve irşaddan yüz çevirip duruyorlar?

Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler,

Arslandan korkup kaçmışlar.” (10)

“Şu hâlde yalanlayanlara itaat etme!” (11)

Muvahhid mü’min kişi, ya kendisinin veya diğer mü’min kardeşlerinin yanılarak, hata ederek işledikleri bir günah, yaptıkları herhangi bir suç, onlara ibret ve ders olmalı, ikinci kez aynı günahı işlememeli ve aynı suçu yapmamalıdır… Parmağını sokmak istediği yerin yılan deliği olduğunu bilmeli ve sezmelidir… Bundan önce önlemini almalı, aklını kullanmalıdır… İnsanlık hâli, eğer yanılarak yılan deliğine parmağını sokar da, zehirli yılan tarafından ısırılacak olursa, bundan ders almalı ve aynı yılan deliğine bir daha parmağını sokmamalı!..

Küfür, şirk, nifak ve irtidaddan oluşan İslâm düşmanları cephesi, İslâm topraklarını işgal etmiş, mü’min müslümanları esir kılmış, Allah’ın hükümlerini hayatın dışına itmiş ve ilâhlaştırdıkları hevalarından kaynaklanan yasaları egemen kılmış bir durumdalar… Daru’l-Harb’e dönüşmüş İslâm ülkesi, paramparça yapılmış, dün İslâm Devleti’nin birer eyaleti olan bölgeler müstakil birer devletcik hâline getirilmiştir…Bu müstakil devletcikler ve ülkecikler, İslâm ülkesinin birer parçalarıdır, işgal edilmiş ve tağutların egemen olduğu bölgeler olmuşlardır… Bu bölgeler, egemen tağutların hükümran ve içindeki esir mustaz’af mü’min müslümanların mahkum olduğu birer zindan, birer hapishâne hâline getirilmişlerdir… Egemen tağutlara karşı sessiz kalan mahkumlar, hapishânenin havalandırmasında veya bahçesinde yaşarken, onlara başkaldıranlar ise, hücrelere tıkanmışlardır…

Hâl, bu korkunç manzarayı arzederken, mü’min müslümanlar için birer hapishâne hâline getirilen parça parça edilmiş İslâm topraklarında egemen olan tağutlar, müslüman görünerek, yüz yıla yakındır cahil bıraktırdıkları halkları aldatmaktadırlar… Yegâne hayat nizamı olan İslâm’ı yönetimlerinin en küçük bir birimine bile kısmen de olsa karıştırmak istemeyen, Allah’ın ayetlerini, meclislerinden kovan ve içeri almayan egemen tağutlar, mülüman olduklarını beyanla, mahkum ettikleri halkları kandırıyor ve kendilerine destekci ediyorlar… Halk, iradesini onlara devrediyor, kendilerine vekil seçiyor ve onların hükümleriyle amel ediyorlar… Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyen tağutların, hükümlerine boyun büküyor, razı oluyor ve hayatlarını, işlerini,  güçlerini onların yasalarına göre tanzim ediyorlar…

Bu aldatılanlar, en korkunç yılanın deliğinden en zehirli yılanın ısırmasıyla defalarca ısırılıyorlar da, yine uyanmıyor ve korkunç olayın farkına varamıyorlar… Hakim tağutî düzende, her iktidar seçiminde yeni baştan ve kılık değiştirmişler tarafından aldatılan, sömürülen halkın uyanması için bilgilendirilmesi gerekir… Ona, hak ve doğru olan öğretilecek ve idrak ettirilecek olunursa, uyutulmuşluğun, aldatılmışlığın, sömürülmüşlüğün farkına varır ve uyanarak gereğini yapmaya başlar…

Egemen tağutlar tarafından aldatılan, cahil bırktırılan, nura düşman yapılan ve hakkın üzerine kışkırtılıp hücum ettirilen halk kitleleri, bilmiyorlar… Biliyor görünseler de idrak etmiyorlar ve şuurunda olmadıkları bir kör düşmanlığın içindedirler… Bundan dolayı Tevhid cephesinin izzet ve şeref sahibi Muvahhid Müslümanlara düşman yapılmışlardır…

Peygamberlerin varisleri olan mü’min müslümanlar,(12) onların kemerinden tutup kendilerin ateşten kurtarmaya çalışırken, onlar, var gücüyle ebedî ateşe atılmak istiyorlar… (13) Allah’a davet eden İslâm davetcileri, aldatılmış ve uyutulmuş insanları uyandırmak ve eğitmek konusunda çok gayretli, çok sabırlı olmalıdırlar… Hayatî her konuda örnekleri ve önderleri Rasulullah (s.a.s.), davet konusunda nasıl davranmışsa, O’nun gibi, O’nun muhterem Ashabı gibi davranmak gerekir… Ebu Cehil’in torunları olan ve atalarının izinde giden egemen tağutların bilgisiz, görgüsüz ve duygusuz hâle getirdikleri yüzmilyonlarca insanlara İslâm’ı anlatmak, doğruyu görmelerini sağlamak ve hakkı kabul etmelerine yardımcı olmak kolay bir şey değildir!.. Davet yolunda her türlü eziyet, işkence ve çileye katlanmayanlar, başarılı olamazlar… Allah’ın izniyle, bilmezleri bilir hâle getirmek, çaba ister, gayret ve sabır ister… Mürekkeb, ter ve kanın beraberce hareketinden sonra gündeme gelen mustaz’afların şuurlanıp kıyam etmesini sağlamak, az bir zamanda ve az bir gayretle olmaması gerektir!.. İman, namaz ve sabır ile dilenen yardım, mürekkeb, ter ve kanın katkısıyla zafere ulaşmanın gereğidir…

Bundan dolayı İslâm davetçileri, Allah yolunda cehd ve gayret ederken çok sabırlı, temkinli ve metanetli olmalıdırlar… Bilmez hâle getirilen kitlelerin eğitimi, yabanîlerin eğitiminden çok daha çetin olduğunun şuuruna varmalıdırlar…

Abdullah ibn Mes’ud (r.a.) anlatıyor:

Şimdi ben, Rasulullah (s.a.s.)’in yüzüne bakıp görür gibiyim:

O, Peygamberlerden bir Peygamberi hikaye ediyordu. Ki kavmi O’nu dövmuş de, O’nun kanını akıtmışlardı. Fakat O, yüzünden hem kanını siliyor, hem de:

“Ya Rabb, kavmimi mağfiret eyle, çünkü onlar, bilmiyorlar!” diyordu. (14)

Mustaz’af ve mazlum insanları, bu zehirli yılanların elinden kurtarmaya ve o yılanların da hidayet bulmasına, zulümden vazgeçmesine çalışan mü’min müslümanlar, kendi aralarında birlik olmalıdırlar… İslâm üzere vahdet oluşturmalı ve bir vücud hâline gelmelidirler… Uyanık olmalı, dikkatli davranmalı, teennî üzere hareket etmeli ve aldatıcıları iyi sezmelidirler… Müslümanlar, maddî veya manevî aldatanların onlardan olmadıklarını çok iyi bilmeli, onlara karşı gerekli tavır almalı ve onları diğer insanlara tanıtmaladırlar…

Hizbu’ş-Şeytandan olan egemen tağutlar, işgal ettikleri İslâm beldelerinde insanları çok sinsi planlar ve gizli tuzaklarla aldatmış, aldatmaya devam etmektedirler… Kuzu postuna bürünmüş bu kurtları veya aslan postu giymiş bu eşekleri, tüm plan ve tuzakları ile ortaya çıkarıp aldatmış oldukları yüz milyonlarca insanlara tanıtmak lazımdır… Çünkü mustaz’af mazlum müslümanları, egemenlik gücünü kullanarak aldatanlar asla onlardan değildirler…

Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), bir ekin yığınına uğramış ve elini onun içine daldırmış da parmaklarına ıslaklık dokunmuş.

Bunun üzerine:

“Ey ekin sahibi, bu ne?” buyurmuş.

Ekin sahbi:

— Ona, yağmur isabet etti ya Rasulullah, demiş.

Rasulullah (s.a.s.):

“O (ıslak) kısmı insanlar görsünler diye ekinin üstüne koysaydın ya! Aldatan benden değildir!” buyurmuşlar.(15)

Aynı konuda bir başka olayı İbn Ömer (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), (bir gün) Medine pazarında bir yiyeceğe rastlamıştı da güzelliği hoşuna gitmişti. Bu sebeble Rasulullah (s.a.s.), elini içine sokmuş, ancak (içinden) dıştaki gibi olmayan bir şey çıkarmıştı. Bunun üzerine o yiyecek sahibine hoşnudsuzluğunu ifade etmiş, sonra şöyle buyurmuştu:

“Müslümanlar arasında aldatma yoktur. Bizi aldatan bizden değildir.” (16)

Şu hadisi de İbn Mes’ud (r.a.) rivayet eder.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Bizi aldatan bizden değildir. Tuzak ve hile ateştedir.” (17)

Hadisin şerhinde İslâm ulemasının şu görüşleri nakledilmiştir:

“Bizden değildir” ifadesi ile kasdedilen mânâ ile ilgili olarak Avnü’l-Mabûd yazarı, şu nakilleri yapar:

Hattabî:

— Yani bizim yolumuz ve ahlâkımız üzerinde değildir. Çünkü din kardeşine hile eden, onu aldatan bir kimse bana uymayı ve yoluma sarılmayı terk etmiştir. Bazı âlimlere göre bunun mânâsı: Böyle davranan kimse müslüman değildir, denilmiş ise de bu yorum sıhhatli değildir. Cümlenin sıhhatli yorumu, benim dediğim yorum şeklidir, demiştir.

Nevevî de, Müslim’in rivayetindeki: “….. Benden değildir.” buyruğun şerhinde:

— Yani böyle davranan kimse, benim ilmime, amelime ve güzel yoluma uyup gösterdiğim hidayet prensibineriâyet edenlerden değildir. Nasıl ki, evladının hareketlerini beğenmeyen adam, evladına: Sen, benden değilsin, der.

Süfyan b. Uyeyne, bu tür yorumlardan hoşlanmazdı ve şöyle derdi:

—Bu nev’î yorumlama iyi değildir. Buyrulan tehdidin daha etkili olması açısından böyle yorum yapmayıp olduğu gibi bırakmak gerekir, diye bilgi vermiştir.

Avnü’l-Mabûd yazarı, yukardaki nakilleri yapar ve bu arada:

— Bu hadis, alım-satımlarda hile etmenin, bir müslümanı aldatmanın haramlığına delâlet eder. Bu hüküm hakkında icmâ vardır, der.” (18)

Muhterem İslâm âlimlerinin bu açıklamalarından anlaşıldığına göre muhatabını aldatan kişi, mü’min müslüman olmak kaydıyla durum budur… Yani muhtabını aldatan, böylece nefs-i emmaresine ve şeytanın vesvesesine kanan kişi, akîde bakımından, Allah’dan başka rabb, Rasulullah (s.a.s.)’den başka önder, Kur’ân’dan başka hayat düsturu ve İslâm’dan başka hayat nizamı kabul etmeyen kişidir… Bu akîdeye sahib olan bir mü’min müslüman, hata edip günah işleyebilir ve diğer bir müslüman kardeşini aldatıp kandırabilir… Mü’min müslüman bir şahsiyete yakışmayan bu amelî hareket, o mü’min müslümanı günahkâr eder, amma İslâm’ın dışına çıkarmaz… Bu hüküm hakkında icmâ olduğu, hadisin şerhinde beyan edilmiştir…

Ya müslümanlara, sözleri ve propaganda sloganlarıyla müslüman gibi davranan, egemenliği kayıtsız şartsız Allah’dan alıp insana veren, böylelikle Fir’avn’ı Melesiyle, yani onu ve yardımcıları olan meclisindeki kişileri rab edinen, Kur’ân’ı hayatın dışına itip onun yerine kendilerince anayasalar yapan ve ona tabi olan önderlik makamına Rasulullah (s.a.s.)’in yerine kendilerinden birisini oturtan, yegâne hayat nizamı olan İslâm’ı yönetimin her biriminden uzaklaştırıp hiç yaklaştırmayan, onun yerine beşerî ve tağutî ideolojilerden herhangi birisini geçiren ve çok iyi koruyanların durumu nedir?!..

Mü’min müslümanların vatanlarını işgal edip onları mahkum eden, tağutî ideoloji sahibleri olan egemenler, bu zihniyette, bu inançta ve bu hareket üzeredirler… Bu egemen tağutlar, işgal ettikleri beldelerde kendi batıl zihniyetlerine uygun insan yetiştirmek için eğitim sistemleri geliştirmiş ve kendilerine itaat eden vatandaşlar oluşturmuşlardır… Mahkum ettikleri mü’min müslümanların zaman zaman uyanıp İslâm üzere bir hayat sürmek ve Allah’ın hükümleriyle hükmolunmak teklifinde bulunanlara da en ağır cezalar verip, zindan korkunç işkencesinden geçirdikten sonra, onlarca yıl hapis etmektedir… İnançları, durumları ve tavırları bu olan egemen tağutlar, yeri geldikce “müslüman olduklarını” (!) beyan etmekten de geri kalmıyor, bazan Cuma namazlarına katılıyor, bazan cenaze namazlarında görünüyor, Ramazan’da iftar sofraları düzenliyorlar… Dillerinde sık sık, “İnşaallah, Maşaallah, Allah’ın izniyle, el-Hamdulillah biz de müslümanız” sözleri duyulur… Bazan yegâne hayat düsturumuz Kur’ân-ı Kerim’i överler, hatta birbirlerine en güzel baskılı ve ciltli Kur’ân-ı Kerim hediye ederler… Bazan İslâmiyeti överler ve en son din olduğunu, kâmil bir din vasfını taşıdığını, akla, mantığa ve çağa uygunluğundan bahsederler… Fakat bütün bu övgülerle beraber, Kur’ân’la amel etmek isteyen ve İslâm’ın gereğini hayata uygulamayı arzu edeneri hiç sevmez, onları düşman ilân edip tüm zulümleri yapmaya çalışırlar ve yapar, ya da yaptırırlar…

İşte bu aldatıcı hilebazlara kanmamak gerek ve mü’min müslümanlardan olmayan bu egemen tağutlara karşı uyanık olunması lazımdır…

Rabbimiz Allah, muvahhid mü’min kullarını bu aldatıcılara karşı uyanık olmalarını buyurur:

“Ey insanlar, hiç şübhesiz Allah’ın va’dı haktır. Öyleyse dünya hayatı sizleri aldatmasın ve aldatıcı (lar) da, sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın.” (19)

Muvahhid mü’minlerden herhangi birisi, kalbinin temizliği, ruhunun saflığı, zihninin berraklığından dolayı hataya düşüp bir kere aldatılabilinir, fakat kendisi kolay kolay bir başkasını aldatmaz.. Yani diğer mü’min kardeşlerini aldatmamaya azamî derecede dikkat eder… Çünkü olgun mü’min, “kendi nefsi için istediği hayrı ve güzelliği, diğer mü’min kardeşleri için de istemeli” hakikatını çok iyi bilip idrak etmiş ve amel hâline getirmeye gayret edenlerden olmaya çalışmıştır…

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Mü’min, saf ve kerem sahibidir (Onun için aldanır). Facir (âsî), düzenbaz ve alçaktır (Ondan dolayı aldatır).”(20)

Mü’min müslüma, izzet ve şeref sahibi olup Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat eden ve onlardan olan “Emir Sahibleri”ne itaatkârdır… Allah’a isyan eden egemen tağutlara asla itaat edemez… Bu hakikat, onun inancı ve salih amelidir… Böyle olan mü’min müslümanlar, mü’min kardeşlerinin haklarını çok riâyet eder, hazırda ve gıyabında onun hukukunu korur, yardım eder, duacısı olur… Mü’min müslüman şahsiyet, şu hakikatın farkında ve inancındadır…

Amr b. el-Ahvas (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Dikkat edin! Müslüman, müslümanın kardeşidir. Bir müslümana, gönlünden helâl etmedikçe kardeşinin bir şeyi asla helâl olmaz.” (21)

Ve işgal edilmiş İslâm topraklarında mustaz’aflaştırılan mazlum mü’min müslümanlar, önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şu buyruğunun da farkında, inancında ve gerekli tavrındadırlar…

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Her kim, bize karşı silah taşırsa, bizden değildir. Bizi aldatan da, bizden değildir.” (22)

Bu, böyledir!..