SAHİH İMAN SAHİBLERİ

Hükmün, kayıtsız ve şartsız kendisinin olan,[1] hükmüne hiç kimseyi ortak kılmayan,[2] hem yaratan, hem de emreden,[3] in­san kullarından kendisine şirk koşmadan ibadet etmelerini isteyen[4] yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) çaba gösterip yarışın ki, (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Rasulüne iman edenler için ha­zırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah, büyük fazıl sahibidir.”[5]

Ebu Hüreyre (r.a)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s) şöyle bu­yurur:

“Allah Teâlâ:

-Ben, salih kullarım için (cennette) hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan gönlüne gelmeyen bir takım nimetler hazırladım, buyurdu.

İsterseniz şu ayeti okuyunuz:

“Artık hiçbir nefis, yaptıklarına karşılık olmak üzere ken­dileri için gözler aydınlığı olarak nelerin (sayısız nimetlerin) saklandığını bilmez.” (Secde, 32/17)[6]

Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ böyle buyuruyor!..

Allah’a ve Rasulü (s.a.s)’e iman eden salih kulları için cen­netin sayısız nimetlerini hazırlamış ve katıksız imanlarından do­la­yı kendilerine mükâfat olarak vermiştir… Katıksız iman, salih ameller işlemeyi gerektirir… Eğer gerçek ve kâmil iman bir kalbe yerleşmiş ise, o kalbi ve o kalbe bağlı olan vücûdun bü­tün organlarını salih amel işlemek üzere harekete geçirir… İma­nın yer edindiği ve ihata ettiği kalb, vücûdun lokomotifidir… Bütün vücûdu peşine takar, raydan çıkmadan hedefe doğru iler­ler… Rayı, “es-Sırate’l-Müstakîm” yani, dosdoğru yol olan iman lokomotifinin hedefi, “Allah rızası”dır… Kendisine emredi­len kulluk vazifesini hakkıyla yerine getiren mü’min müslüman kul, Allah’ın rızasını kazandığı takdirde, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir gönlün hayalini kuramadığı nimetlerle donatılmış cenneti hakkeder… Katıksız, yani şirkten, küfürden, bid’at ve hurafeden arınmış imanın kuşattığı kalb lo­komotifi, kendisiyle beraber dosdoğru yol üzere çekip götür­düğü vücûdu, cennetin yüce mertebelerine sokar ve altlarından ırmaklar akan ağaç gölgelerindeki köşklerde bulunan tahtlara oturtur… Allah’ın izni ve lûtfuyla kendisine va’dedilen mükâfata ka­vuşur… Ve ebedî olan cennette huzur ve mutluluk içinde ha­yat sürer…

Ebu Hüreyre (r.a)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s):

“Her kim Allah’a ve O’nun Rasulüne iman eder de namaz kılar, Ramazan’da oruç tutarsa, onu cennete girdirmek Allah üzerine bir hak olur. O kimse, ister Allah yolunda cihad etsin, isterse içinde doğduğu toprağında otursun.”[7]

Hayat örneğimiz ve önderimiz Rasulullah (s.a.s), hakikat olanın tâ kendisini buyurmuşlardır… Çünkü Allah Teâlâ :

“Mü’minler, gerçekten felâh bulmuştur.”[8] diye buyurur.

Katıksız ve gölgesiz iman sahibi olan mü’minler kurtul­muşlardır… Dünyada, benzersiz bir izzet, ahrette ise sayısız nimetlerle donatılmış cennet kendilerinin olan mü’minler, korktuklarından emin olmuş ve umduklarına kavuşmuşlardır… Korku ve ümit arasında olan imanlarıyla, Allah’a gereği şekilde ibadet eden mü’minler, ahrette, korktukları cehennem ateşin­den kurtulmuş ve umdukları cennete ulaşmışlardır…[9]

“Haberiniz osun, Allah’ın velîleri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır.

Onlar, iman edenler ve (Allah’dan) sakınanlardır.

Müjde, dünya hayatında ve ahrette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”[10]

“Mü’minler o kimselerdir ki, Allah’a ve Rasulüne iman ettiler…”[11]

“Mü’min olanlar, ancak o kimselerdir ki onlar, Allah’a ve Rasulüne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan…”[12]

Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s)’e:

-Amelin hangisi efdaldır? diye soruldu.

Rasulullah (s.a.s):

“Allah’a ve Rasulüne iman etmektir!” buyurdu.[13]

Rifaa el-Cühenî (r.a)’dan.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:

“Muhammed’in canı kudret elinde olan (Allah)a yemin ede­rim ki, iman edip sonra doğru yoldan ayrılmayan hiçbir kul yoktur ki, cennete dahil edilmesin.”[14]

Emrolunduğu gibi dosdoğru iman edip, dosdoğru olup dosdoğru yoldan ayrılmayan, bu imanı ve doğruluğu sebebiyle cennete dahil olur… Allah’a ve Rasulü (s.a.s)’e katıksız iman edenler, imanın diğer ilkelerine de iman ederler… Çünkü iman bir bütündür, asla parçalanmayı kabul etmez… İman, ya heptir, ya da hiçtir! Ya hepsine iman edilir, hiçbir şübhe duyulmaz, ayrıca imana hiçbir şirk ve küfür katılmaz, böylece tam iman etmiş muvahhid mü’min olunur… Ya da bunun aksine imanın bir kısmına, yani bazı ilkelerine inanılır, bazılarında şübheye düşülür, inanılanlara çeşitli şekilde şirk ve küfür karıştırılır, böy­lece iman fasid olduğu gibi, sahibi de küfür ve şirke düşerek imandan çıkar… Bu durumda tamamen hüsrana uğrayanlar­dan ve ebedî cehennemi hakkedenlerden olur…

Emrolunduğu gibi iman edip dosdoğru olan mü’min kulla­rın “felâh bulmuş” olduklarını beyan eden Rabbimiz Allah şöyle buyurur:


“İşte (yeryüzünün hakimiyetine ve ahretin nimetlerine) varis olacak olanlar onlardır.

Ki onlar, Firdevs (cennetlerin)e de varis olacaklardır. İçinde ebedî olarak kalacaklardır.”[15]

Bu mü’minler, iman ilkelerine hiç şübhe duymadan ve zerre mikdarı olsun asla şirk koşmadan katıksız iman edenler­dir…

Emirü’l-mü’minin İmam Ömer İbnü’l-Hattâb (r.a) anlatıyor:

(……………………..)

O Zât (Cebrail):

-Bana imandan haber ver! dedi.

Rasulullah (s.a.s):

“Allah’a, Allah’ın Meleklerine, Kitablarına, Peygamberlerine ve ahiret gününe inanman bir de kadere, hayrına, şerrine inanmandır.” buyurdu.[16]

Allah ve Rasulü (s.a.s)’in beyan buyurdukları iman ilkele­rine şübhesiz ve şirksiz iman eden mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, cennet yolculuklarını başarı ile sonuçlandırmış ve he­defteki cennete ulaşmışlardır:

“(Bütün bunlar,) mü’min erkekleri ve mü’min kadınları, içinde ebedî kalıcılar olmak üzere, altından ırmaklar akan cennetlere sokması ve kötülüklerini örtüp bağışlaması içindir. İşte bu, Allah katında büyük kurtuluş ve mutluluktur.”[17]

Dünya hayatlarında tağutu, bütün kurum ve kuruluşlarıyla reddetmiş, bütün cahiliye adetlerini ayakların altına almış ve Rabbi Allah’a şirksiz iman edip ibadeti emrolunduğu şekliyle yerine getirmiş mü’min şahsiyetler, ahiretteki yurtları ebedî cen­nettir:

“O gün mü’min erkekler ile mü’min kadınları, nûrları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. “Bu gün sizin müjdeniz, içinde ebedî kalıcılar (olduğunuz) altından ırmaklar akan cennetlerdir.” İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”[18]

“İman edenler ve salih amellerde bulunanlar da, Rabbleri onları, imanları dolayısıyla altından ırmaklar akan, nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip iletir (hidayet eder).

Oradaki duâları: “Allahım, Sen ne yücesin” dir ve oradaki dirlik temennîleri: ‘Selâm’dır. Duâların sonu da: “Gerçekten hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.”[19]

“Sizi, toplanma günü için bir arada toplayacağı gün, işte bu aldanma (teğabün) günüdür. Kim Allah’a iman edip Salih bir amelde bulunursa (Allah), onun kötülüklerini örter ve içinde ebedî kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük mutluluk ve kurtuluş (fazl) bu­dur.”[20]

“Muttakîler hariç olmak üzere, o gün, dostların kimi kimine düşmandır.

‘Ey kullarım, bu gün sizin için korku yoktur ve siz, mahzun olmayacaksınız.

Ki onlar, Benim ayetlerime iman edenler ve Müslüman olanlardır.

Siz ve eşleriniz cennete girin, sevinç içinde ağırlanacaksınız.

Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır. Orada, nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı her şey var. Ve siz, orada süresiz kalacaksınız.

İşte yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı kılındığınız cennet bu­dur.

Orada sizin için birçok meyveler vardır, onlardan yiye­ceksiniz.”[21]

“Şübhesiz Allah, iman edip salih amellerde bulunanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar.”[22]

Ehl-i Kitab olan Yahudî ve Hristiyanlar, muvahhid mü’min­ler gibi katıksız iman eder ve emrolunan gibi ibadet edecek olurlarsa, onlar da cennete giren mü’minlerden olur­lar…

Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Eğer Kitab Ehli, iman edip de sakınsalardı, elbette Biz de onların günahlarını bağışlar ve onları Na’îm (nimetlerle donatılmış) cennetlerine koyardık.”[23]

Ebu Hüreyre (r.a)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s) şöyle bu­yurur:

“Muhammed’in nefsi kabza-ı kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer bu ümmetten bir Yahudî veya Hristiyan beni işitir de sonra benimle gönderilene iman etmeden ölürse, mut­laka cehennemliklerden olur.”[24]

Ebu Musa el-Eş’arî (r.a)’dan.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:

“Ümmetimden biri ya da Yahudî veya Hristiyan olan kişi, be­ni dinler ve getirdiğimi kabul etmeden ölürse, cennete gire­mez.

Ümmetimden biri ya da Yahudî veya Hristiyan olan kişi, be­ni dinler, sonra getirdiğimi kabul etmeden ölürse, cehen­neme girer.”[25]

Hevasından hiçbir şey konuşmayan, her ne konuşuyorsa kendisine vahyedileni konuşan,[26] en son Nebî ve en son Rasul olan[27]Rasulullah Muhammed (s.a.s)’e ve Allah’dan kendisine inzâl olunan vahye iman edenler, mü’min müslüman olup, salih ameller işleyerek cenneti hakk edenlerdir…

Ubâde ibn Samit (r.a)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:

“Her kim Allah’dan başka ibadet olunacak hiçbir mabud yok­tur, yalnız Allah vardır, ortağı yoktur. Muhammed de mu­hakkak Allah’ın kulu ve Rasulüdür. İsa da Allah’ın kulu ve Ra­sulü’dir. Ve (tekvinî bir emirle) Meryem’e bıraktığı bir kelime­sidir. Ve (bu sûretle) Allah tarafından hayat verilen bir ruhtur. Cennet haktır, cehennem de haktır diye şehadet (kalbiyle tas­dik, diliyle ikrar) ederse, Allah, o kimseyi cennete kor. O kul, han­gi hâl üzere (ameli ne) olursa olsun.”

Cunade: “Cennetin sekiz kapısından hangisini isterse ora­dan (cennete kor).” fıkrasını ziyade etti.[28]

Saîd b. Zeyd (r.a)’dan,

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:

“Bana iman etmeyen, Allah’a iman etmemiş olur!”[29]

Hayat önderimiz ve örneğimiz Rasulullah (s.a.s)’in beyan buyurduğu gibi katıksız iman edenler, mü’min müslüman olur­lar… Ehl-i Kitab’dan Yahudî veya Hristiyan birisi bu şekilde iman edip muvahhid mü’minlerden olursa, Allah onu, içinde ebedî kalacak ve altından ırmaklar akan cennetlere koyacak­tır… Elbette şu hakikat hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, katık­sız iman, salih ameli gerektirir… Böyle iman etmiş bir mü’min kul, amelsiz duramaz… Kalbini ihata eden iman onu, amel yapmaya sevkeder…

Bu şekilde iman edip, imanında ihlâslı, amelinde samimi olan mü’min kulların özelliklerini şöyle beyan buyurur Rabbimiz Allah:

“Rasule indirileni dinlediklerinde hakkı tanıdıklarından dolayı gözlerinin yaşlarla dolup taştığını görürsün. Derler ki: ‘ Rabbimiz, inandık. Öyleyse bizi şahidlerle birlikte yaz.

Hem Rabbimizin bizi salihler topluluğuna katmasını umarken, ne diye Allah’ a ve bize haktan gelene inanmaya­lım?’

Böylelikle Allah, dediklerine karşılık olarak içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler verdi. Bu, iyilik yapanların karşılığıdır.”[30]

“Lâ ilâhe illallah” Tevhid akîdesini kalben tasdik ve dil ile ik­rar ederek dininde samimi olan mü’min bir kul, imanına her­hangi bir şirk ve küfür karıştırıp bozmadıkça,[31] iman üzere oldu­ğundan bir şübhe yoktur… “Lâ ilâhe illallah” Tevhid akîdesinde samimi olan bir mü’min kul, “Lâ ilâhe illallah” akîdesine aykırı olan her türlü tağutî ideolojiyi, felsefeyi, düşünceyi, anlayışı, hâl ve hareketi reddeder… Tağutu her yönüyle reddetmek, “Lâ ilâ­he illallah” Tevhid akîdesinin vazgeçilmez, “olmazsa olmaz” şartı ve bir gereğidir… Çünkü tağut reddedilmeden, iman sahih olmaz… Tağut reddedilmeden, Allah’a iman gerçekleşmez…[32]

Muaz b. Cebel (r.a)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s) şöyle bu­yurur:

“Cennet (kapısının) anahtarı Lâ ilâhe illallah’a (Allah’dan başka ilâh olmadığına) şehadet etmektir.”[33]

Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s), bana ayakkabılarını vererek:

“Ya Ebu Hüreyre, şu iki tek ayakkabımı götür. Bu bahçenin arkasında kalbi yüzde yüz inanarak: Lâ ilâhe illallah diye şeha­det getiren her kime rast gelirsen, onu hemen cennet ile müj­dele.” buyurdu.[34]

Rasulullah (s.a.s)’in Halifesi İmam Ebu Bekr es-Sıddık (r.a)’­dan.

Rasulullah (s.a.s):

“Çık da, halk arasında her kim Allah’dan başka ilâh yoktur (Lâ ilâhe illallah) derse cennete girecektir, diye seslen!” buyur­dular.[35]

Emirü’l-mü’minin İmam Ömer ibnü’l-Hattâb (r.a)’dan.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:

“Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ettiği hâlde ölürse, ona:

-Cennetin sekiz kapısından hangisinden istersen, oradan gir, denilir.”[36]

Cabir (r.a) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s)’e bir zât gelerek:

-Ya Rasulullah, cennetle cehennemi icab ettiren iki şey ne­dir? diye sordu.

Rasulullah (s.a.s):

“Her kim Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayarak ölürse, cen­nete girer ve her kim O’na bir şeyi ortak koşarak ölürse cehen­neme girer.” buyurdu.[37]

Abdullah ibn Mes’ud (r.a) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s):

“Allah’a bir şeyi ortak sayarak ölen kimse cehenneme gi­rer.” buyurdu.

Ben de:

-Allah’a hiçbir şeyi ortak kılmayarak ölen kimse cennete gi­rer, dedim.[38]

Emirü’l-mü’minin İmam Osman b. Affan (r.a)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:

“Her kim Allah’dan başka ilâh olmadığını bilerek (şehadet getirerek) ölürse, cennete girecektir.”[39]

Ebu Hüreyre (r.a)’dan.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:

“Allah’dan başka ilâh olmadığına ve kendimin Rasulullah olduğuna şehadet eylerim. Eğer bir kul, bu iki şehadet husu­sunda hiçbir şübheye düşmeyerek bunlarla Allah’a kavuşursa, mutlaka cennete girer.”[40]

Allah’dan başka hüküm koyucu ve hükmüne itaat edilecek hiçbir rab ve ilâh yoktur… İnsan kulların hayatına egemen ola­cak hükümler, yalnız ve yalnız Allah’ın hükümleri olmalıdır… Allah’ın hükümlerinin nasıl anlaşılacağını ve uygulanacağını beyan buyuran, bu konuda yetkili olan yegâne şahsiyet Rasulullah (s.a.s)’dir… Mü’min kul, ferdî, ailevî, sosyal, ekono­mik, hukukî ve eğitim hayatını, Allah’ın hükümlerine ve o hü­kümleri izah eden Rasulullah (s.a.s)’in Sünneti’ne göre düzen­ler… Allah’dan başka hüküm koyucu sahte rablere ve ilâhlara asla yönelmez, onlara itaat etmez…[41] İki şehadetin gereği bu­dur… Dünyada izzet, ahrette cennet ehli olmaya sebeb olan durum, allah’ı yegâne  hüküm koyucu ve hükmüne  şirk koş­madan itaat edilen Rabb, İslâm’î,ortaksız hayat nizamı ve Ra­su­lullah (s.a.v.)’i de yegâne  önder kabul edip iman ederek ra­zı ol­maktır!..

Ebu Said el-Hudrî (r.a)’dan.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuş:

“Ya Ebu Said, her kim Rabb olarak Allah’a, din olarak İs­lâm’a, Peygamber olarak da Muhammed’e razı olursa, o kim­seye cennet vacib olur!”

Ebu Said, buna şaşırmış ve:

-Ya Rasulullah, bunları bana tekrarla! demiş, O da tekrar­lamış.

Sonra:

“Başka bir şey var ki, onunla cennette bir kul yüz derece yükseltilir. Her iki derecenin arası yerle gök arası gibidir.” bu­yurmuş.

Ebu Said:

-Nedir o ya Rasulullah? diye sormuş.

“Allah yolunda cihaddır, Allah yolunda cihaddır.” buyur­muş­tur.[42]

“Rabb olarak Allah’a razı” olmak, O’ndan başka hüküm ko­yucu sahte rablere, yani egemen tağutları asla razı olmamak de­mektir… Allah’ın “Rabb, Melik ve İlâh” olduğuna iman eden bir mü’min kul, O’ndan başka hayata egemen hükümler koyup, onları icra eden hiçbir tağutun hükmünü kabul edemez… Za­ten bu mü’min kul, tağutu bütün yönleriyle reddedip Allah’a inanan bir şahsiyet olduğu için, Allah ile beraber hükümlerine tabi olacak hiçbir egemen güç tanımamak, onu en belirgin özelliğidir…

Hayatının her yönünü kendisiyle düzenleyeceği yegâne ni­zam İslâm’dır… İslâm, hayat nizamıdır ve mü’min kulun hayatı İslâm’dır… İslâm, onun hayatına egemendir… O kul, İslâm’dan başka herhangi bir hayatı tanzim etmek iddiasıyla ortaya çıkan hiçbir düzeni kabul edemez… Bu iddia ile ortaya çıkan ve İs­lâm’ın hükümlerini hayatta geçersiz kılıp, onun yerine kendi hükümlerini geçiren, elindeki maddî güçten dolayı egemen olup, kendi hükümlerini insanlara uygulatan her tağutun, Al­lah’dan başka rab olmak istediğinde olduğunu bilir… İmanın gereği olarak, kim ve ne olursa olsun bu tağutu inkâr ve redde­der…

İzi takib edilecek ve hayat örneği olarak kabul edilip kendi­sine itaat edilen zirve insanın Rasulullah Muhammed (s.a.s) olduğunun şuurunda olup, idrak ederek katıksız iman eden mü’min kul, Rasulullah (s.a.s)’den başka hayatta örnek alınacak bir kişinin olmadığı, yegâne önder ve örneğin O olduğunu bilip inanır… O’nun önderliğine ve örnekliğine razı olmuş, başka önder ve örneklerin asla O’nun yerini tutamayacağının ve O’nun dengi olamayacağının şuurundadır…

Muvahhid mü’min kul, bu hakikatı böyle bilir, böyle anlar ve böyle inanır!.. Çünkü bu hakikat, her asır, her çağ ve her yer­de aynı hakikattır… Mü’min kulun akîdesi olan bu hakikat, zamanın ve mekânın değişmesiyle asla değişmez, eskimiz yıp­ranmaz ve her yerde, her şartta ilk gün gibi tertemiz, taptaze­dir…

Rabb olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, önder olarak Ra­su­lullah (s.a.s)’e razı olmuş muvahhid mü’min bir kul, başka rablere, başka dinlere ve başka önderlere asla rıza göstermez, gösteremez… Onlara karşı net ve kesin tavırlı olup tavrından hiçbir taviz vermez… Eğer taviz verecek olursa, yalnız ve yalnız kendilerinden razı olup hiçbir şeyi ortak etmediklerine ortaklar edinir ki bu, başlı başına bir felâkettir… Böyle bir ortaklık, bü­yük günahların en büyüğüdür…

Allah’dan başka hüküm koyuculara razı olmak ve onların hükümlerini Allah’ın hükümlerinin yerine koymak, o hükümlere göre hayatını düzenlemek ve onları önderler kabul etmek!.. Bundan daha korkunç bir zulüm ve felâket olur mu? Zulmün en büyüğü, böyle bir şirk koşmaktır!…[43]

Başka felâketler ve başka zulümler, fanî olan dünya haya­tını perişan eder, fakat en büyük zulüm olan şirk, ebedî ahiret hayatını perişan edip insanın cennete girmesini haram kılıp, sonsuz cehennem ateşine mahkum eder…[44]

“Asr-ı Saadet” te iman üzere İslâm’ı yaşayan mü’min müs­lümanlar, yegâne önderleri ve hayat örnekleri Rasulullah (s.a.s)’den, kendilerine cehennemden uzaklaştırıp cennete yak­laştırıp, cennete koyacak amelleri soruyorlardı… Gerek iman, gerekse amellerin neler olduğuna dair bilgi edinip onla amel ederek, cehennemden kurtulup cennetlik olmak en büyük ar­zularıydı… Rasulullah (s.a.s)’in onların sorularına cevab vermiş, onları bilgilendirip irşâd eylemişti… İşte onlardan birkaç ör­nek!..

1)     Ebu Eyyub (Halid b. Zeyd) el-Ensarî (r.a) anlatıyor:

Bir adam, Rasulullah (s.a.s)’e gelerek:

-Bana bir iş göster ki, onu yaptığım takdirde beni cennete yaklaştırsın ve cehennemden uzaklaştırsın, dedi.

Rasulullah (s.a.s):

“Allah’a ibadet eder, O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın, na­mazı dosdoğru kılar, zekatı verirsin. Akrabana da iyilik edersin!” buyurdu.

O zât, dönüp gidince Rasulullah (s.a.s):

“Eğer emrolunduğu şeylere sımsıkı sarılırsa, cennete gir­miştir.” buyurdu.[45]

2) Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s)’e bir bedevî Arab geldi ve:

-Bana, öyle bir işe delâlet et ki, ben onu işleyince cennete girebileyim, dedi.

Rasulullah (s.a.s):

“Allah’a hiçbir şeyi ortak kılmayarak, yalnız Allah’a ibadet edersin, farz kılınan namazı kılarsın, farz kılınmış olan zekatı verirsin ve Ramazan orucu tutarsın.” buyurdu.

Bedevî Arab:

-Nefsim elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, ben sen­den işittiğim bu ibadetler üzerine bir arttırma yapmam! dedi.

Arkasını dönüp gidince Rasulullah (s.a.s):

“Kim, cennet ehlinden bir kimseye bakması kendisini se­vindirecekse, işte şu zâta baksın!” buyurdu.[46]

3) Muaz b. Cebel (r.a) anlatıyor:

Bir seferde Rasulullah (s.a.s) ile beraberdim ve bir gün yürü­mekte iken Rasulullah’a yakın bulundum. Bunun üzerine:

-Ya Rasulullah, bana, beni cennete sokacak ve cehennem­den uzaklaştıracak bir amel öğret! dedim.

Buyurdu ki:

“Bana, çok büyük bir mesele sordun. Ancak bu mesele, Allah’ın kolaylaştırdığı kişi için şübhesiz kolaydır.

Allah’a ibadet eder, O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın. Na­mazı düzgün olarak kılarsın, zekatı verirsin, Ramazan orucunu tutarsın, Kâbe’yi hacc edersin.”

Sonra şöyle buyurdu:

“Dikkat! Sana hayır kapılarını göstereceğim: Oruç, kalkan­dır. Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi hatayı söndürür ve kişinin gece yarısı kıldığı namaz da (hatayı söndürür).”

Sonra Rasulullah (s.a.s):

“Onların yanları (gece namazına kalkmak için) yatakla­rından uzaklaşır…” (Secde, 32/16) ayetini müteakib ayetin sonuna kadar okudu ve daha sonra şöyle buyurdu:

“Size, bütün işlerin başını, direğini ve hörgücünün zirvesini bildireyim mi?”

Ben de:

-Evet, ya Rasulullah! dedim.

Buyurdu ki:

“Her işin başı İslâm, direği namaz ve hörgücünün zirvesi de cihaddır.”

Sonra şöyle buyurdu,

“Sana, bütün bunların can damarını bildireyim mi?”

Ben de:

-Evet, ya Rasulullah! dedim.

Bunun üzerine Rasulullah, dilini tuttu ve:

-Kendi (selâmeti)n için şunu tut!” buyurdu.

-Ya Rasulullah, biz, konuştuklarımızdan ötürü muahaze edilecek miyiz (kınanacak mıyız)? dedim.

Buyurdu ki:

Annen hasretine yansın Muaz! İnsanları yüzükoyun veya burunları yerde olarak cehenneme döken, dillerinin hasadından başka bir şey değildir!..”[47]

4) Abdullah ibn Abbas (r.anhuma) anlatıyor:

Abdu’l-Kays heyeti (Bahreyn tarafından) Rasulullah (s.a.s)’in yanına geldikleri zaman, Rasulullah (s.a.s):

“Sizler kimlerdensiniz? –yahud-Nerenin heyetisiniz?” diye sordu.

Onlar:

-Biz, Rabia kabilesindeniz, dediler.

Rasulullah:

“Hoş geldiniz. Allah, sizleri utandırmasın, pişman etmesin.” buyurdu.

Bunun üzerine:

-Ya Rasulullah, biz sana, yalnız haram ayda gelebiliriz. Se­ninle aramızda kâfir olan Mudar kabilelerinden şu topluluk var­dır. O hâlde bize kestirme bir şey emret de geride kalanlarımıza haber verelim. O sebeble de cennete girelim, dediler.

Rasulullah’a, içkileri de sordular.

Rasulullah (s.a.s), onlara dört şeyi emretti, dört şeyden de nehyetti. Onlara, yalnız Allah’a iman ile emrettikten sonra:

“Yalnız Allah’a iman etmek ve demek, bilir misiniz?” diye sordu.

Onlar:

-Allah ve Rasulü en iyi bilendir, dediler.

Rasulullah:

“Allah’dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasulü olduğuna şehâdet, namazı dosdoğru kılmak, zekatı edâ etmek, Ramazan orucu tutmak ve ganimetin beşte birini ver­menizdir.” buyurdu.

Keza onları, dört şeyden, yani hantem, dubbâ’, nakîr, mü­zef­fet (denilen kaplara hurma yahud üzüm şırası koymak) ten nehyetti.

(İbn Abbas’ın, müzeffet yerine mukayyar dediği de rivayet edilmiştir)

Bunun üzerine Rasulullah, o heyet ferdlerine:

“Bu emrettiklerimi iyice belleyiniz ve bunları, arkanızda bı­raktığınız kimselere haber veriniz!” buyurdu.[48]

5) Berâ (r.a) anlatıyor:

Bir A’rabî (bedevî, Rasulullah’a) geldi de:

-Ya Rasulullah, beni cennete koyacak bir amel bana öğret! dedi.

Rasulullah (s.a.s):

“Sözü kısa yapmış isen de, meseleyi (mânâ bakımından) genişletmiş oldun. İnsanı âzâd et! Rakabe’yi fak et!”buyurdu.

A’rabî:

-Bunlar (insanı âzâd etmek ve Rakabe’yi fak etmek her ikisi), bir değil midir? dedi.

Rasulullah:

“Hayır, insanı âzâd etmek (kendi kölen olan) adamı âzâde etmektir. Rakabe’yi fak etmek de (başkasına aid) köleye (hürri­yete kavuşması için) yardım etmendir. Bir de sağılı sütlü ko­yunu (başkasına istifadesi için ariyet) vermek ve (zalim) akra­baya iyilik etmek.[49]

Eğer bunları yapmaya gücün yetmezse, iyiliği emret ve kötülükten alıkoy. Buna da gücün yetmezse, dilini tut. Ancak hayırlı söz söyle!” buyurdu.[50]

6) Ebu Eyyub (Halid b. Zeyd) el-Ensarî (r.a) anlatıyor:

Bir adam:

-Ya Rasulullah, bana, beni cennete girdirecek bir amel ha­ber ver! dedi.

Oradaki topluluk:

-Buna ne oluyor ki? Bunun ne dileği var ki? dediler.

Rasulullah (s.a.s):

“Onun bir haceti vardır, nesi olacak!” buyurdu.

Rasulullah (s.a.s), sonra o kişiye şöyle cevab verdi:

“Kendisine hiçbir şeyi ortak kılmayarak Allah’a ibadet eder­sin, namazını devamlı ayakta tutarsın, zekatını verirsin, hısımla­rına bağlılık ve ilgiyi ekler durursun!

Artık bineğini bırak, menziline doğru yürüsün!”

Ravi:

-O adam, binek devesi üzerinde bulunmuş gibidir, demiş­tir.[51]

7) Ebu Said (r.a) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

“Cennet ahalisi cennette, kendilerinden yüksekteki gurfeler ehli denilen birtakım köşklerin sahiblerini (aralarındaki uzaklık farkından dolayı) güçlükle görebilirler. Nitekim gündüz doğu ve batı ufkunda ışıklı kalan parlak yıldızı, aradaki mesafe uzaklığın­dan dolayı dikkatle bakanlar seçebilir.”

Sahabîler:

-Ya Rasulullah, o yüksek köşkler, peygamberlerin menzilleri midir? Başkaları oralara erişemez mi? diye sordular.

Rasulullah (s.a.s):

“Evet, o köşkler, Peygamberlerin köşkleridir. Fakat (Allah, başkalarına da ihsân edebilir.) nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim, (o başkaları) öyle erlerdir ki onlar, Allah’a iman ve Ra­sulleri (hakkıyla) tasdik etmişlerdir.” buyurdu.[52]

8) Ebu Zerr (r.a) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

“Bana Rabbim tarafından gelen Cibril geldi de:

Ümmetimden her kim Allah’a hiçbir şeyi ortak tanımayarak ölürse, o kimse cennete girer, diye haber verdi (veya bununla beni müjdeledi).”

Ben:

-(Ya Rasulullah,) o adam, zinâ ettiği ve hırsızlık yaptığı tak­dirde de (yine cennete girer) mi? dedim.

Rasulullah (s.a.s):

“(Evet,) zinâ ettiği ve hırsızlık yaptığı takdirde de!” bu­yur­du.[53]

Âlemlerin Rabbi Allah’a katıksız iman edip Rasullerini hak­kıyla tasdik eyleyerek, asla şirk koşmayan, aynı zamanda tağutu her zaman ve her mekânda reddeden mü’min Müslümanlar, cennete gireceklerdir… Önderimiz Rasulullah (s.a.s)’in beyan buyurduğu gibi cennete, mü’min müslüman kullardan başkası girmeyecektir… Allah Teâlâ, bu salih kulların ebedî mekânını cen­net kılarken, onlara cehennemi haram etmiştir…

Ebu Hüreyre (r.a)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s) şöyle bu­yurmuştur:

“Ya Bilâl, kalk! (İnsanlara şu hakikatı) ilân et:

Cennete, mü’min olandan başkası girmeyecektir!”[54]

Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s), Bilâl’e emretti de Bilâl, insanlar içinde:

“Şu muhakkak ki cennete, ancak müslüman nefis girer.” sözünü bağırıp ilân etti.[55]

Sunabihi (rh.a) anlatıyor:

Ubade ibn Samit’in yanına girdim. Kendisi ölüm hâlinde idi. (Durumunu görünce üzüntümden ağladım.

-Dur bakalım! Niçin ağlıyorsun? Vallahi, benden şahidlik istense, senin için mutlaka şahidlik ederim. Bana şefaat hakkı verilirse, senin için mutlaka şefaat da bulunurum. Gücüm yetse, sana mutlaka faydalı olurum, dedi.

Sonra şunları söyledi:

-Vallahi, Rasulullah (s.a.s)’den, içinde sizin için hayır bulu­nan hiçbir hadis işitmemişimdir ki onu, sizlere rivayet et­memiş olmayayım. Yalnız bir tek hadis müstesna! Onu da siz­lere, bugün son demimi yaşarken söyleyeceğim.

Ben, Rasulullah (s.a.s)’i:

“Her kim Allah’dan başka ilâh olmadığına ve Muham­med’in Rasulullah olduğuna şehadet getirirse, Allah, o kimseye cehennemi haram kılar!” buyururken işittim.[56]

 

 

 

 

 

 



[1]    Bkz. Yusuf, 12/40.

[2]    Bkz. Kehf, 18/26.

[3]    Bkz. A’râf, 7/54.

[4]    Bkz. Kehf, 18/110.

[5]    Hadid, 57/21.

[6]    Sahih-i Buhârî, Kitabu Bed’i’l-Halk, B. 8, Hds.54.

Kitabu’t-Tefsiri, B. 238, Hds.299,

Kitabu’t-Tevhidi, B. 36, Hds.123,

Sahih-i Müslimi, Kitabu’l-Cenne, Hds.2-5.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B. 56, Hds.3508.

Sünen-i İbn Mace, Kitabü’z-Zühd, B. 39, Hds.4328.

Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh.466,495

[7]    Sahihi Buhârî, Kitab’l-Cihad ve’s-Siyer, B.4,Hds.8

Kitabu’t-Tevhîdi, B.22, Hds.51.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu’l-Cenne, B. 4, Hds.2650. (Yakın mânâ ile)

[8]    Mü’minun, 23/1.

[9]    “(Mü’minler,) Rablerine korku ve umudla duâ ederler.” Secde, 32/16. “O’na, korkarak ve umut taşıyarak duâ edin.” A’râf, 7/56.

[10]   Yunus, 10/62-64.

[11]   Nur, 24/62.

[12]   Hucurat, 49/15.

[13]   Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İman, B.17, Hds.19.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.36, Hds.135.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedaili’l-Cihad, B. 22, Hds.1709.

Sünen-i Neseî, Kitabu Menasiku’l-Hacc, B. 4, Hds.2614.

Kitabu’l-İman, B. 1, Hds.4952.

Kitabu’l-Cihad, B. 17, Hds.3115-3116.

Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh.258.

[14]   Sünen-i İbn Mace, Kitabü’z-Zühd, B. 34, Hds.4285.

İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C.1, Sh.42-43, Hds.30/30.

Abdullah ibnü’l-Mübarek, Kitabü’z-Zühd, çev. M. Adil Teymur, İst. 1992, Sh.245, Hds.919.

[15]   Mü’minun, 23/10-11.

[16]   Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.1, Hds.1.

Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İman, B.37, Hds.43.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İman, B. 4, Hds.2738.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sünne, B. 16, Hds.4695.

Sünen-i Neseî, Kitabu’l-İman, B.5, Hds.4957.

Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 9, Hds.63.

İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C.1, Sh.65, Hds.5/47.

[17]   Fetih, 48/5.

[18]   Hadid, 57/12.

[19]   Yunus, 10/9-10.

[20] Teğabün, 64/9.

[21]   Zuhruf, 43/67-73.

[22] Muhammed, 47/12.

[23] Mâide, 5/65.

[24] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.70, Hds.240.

İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C.1, Sh.149, Hds.71/113.

[25] İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C.1, Sh.150, Hds.72/114.

[26] Bkz. Necm, 53/3-4.

[27] Bkz. Ahzab, 33/40.

[28] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Enbiya, B. 49, Hds.106.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.10, Hds.46.

İmam Nesâî, Amelu’l-Yevmi ve’l-Leyle- Hadisler Işığında Günlük Hayat, çev. Mehmet Yolcu, İst. 1996, C.2, Sh.398-399, Hds.1130-1131.

İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C.1, Sh.33, Hds.21/21.

[29] İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C.1, Sh.151-152, Hds.74/116.

[30] Mâide, 5/83-85.

[31]   Bkz. Yusuf, 12/106.

[32] Bkz. Bakara, 2/256. Nahl, 16/36.

[33] İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C.1, Sh.41, Hds.29/29.

İmam Hafız el-Munzirî A.g.e., C.3, Sh.369, Hds.16. Bezzâr’dan.

[34] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.10, Hds.52.

İmam Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, Sh.91, Hds.23.

(Ana nüsha: C.7, Sh.6448.) Halid el-Cühenî (r.a)’dan.

[35] İmam Hafız Kadı Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. İbrahim-i Emevî Mervezî, Müs­ned-i Ebu Bekr es-Sıddık, çev. Ahmed Davudoğlu, İst. 1981, Sh.256-257, Hds.130.

[36] İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C.1, Sh.58, Hds.2/44.

[37] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.40, Hds.151-152.

İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C.1, Sh.50-51, Hds.38/38.

[38] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cenâiz, B.1, Hds.2.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.40, Hds.150.

[39] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.10, Hds.43.

İmam Nesâî, Amelu’l-Yevmi ve’l-Leyle, C.2, Sh.388-389, Hds.1113-1115.

İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C.1, Sh.44, Hds.31/31.

[40] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.10, Hds.44-45.

[41]   Kul, Allah’dan başka hüküm koyucuların hükümlerine itibar ederek itaat ede­­­cek olursa onları, Allah’dan başka rabler edinmiş olur. Bkz. Tevbe, 9/31.

[42] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B.31, Hds.116.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Vitr, B.26, Hds.1529.

Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cihad, B.18, Hds.3117.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’d-Daavat, B.12, Hds.3611.

İmam Nesâî, Amelu’l-Yevme ve’l-Leyle, C.1, Sh.146-147, Hds.5-6.

[43] Bkz. Lokman, 31/13.

[44] Bkz. Mâide, 5/72.

[45] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.4, Hds.14.

Sahih-i Buhârî, Kitabu’z-Zekat, B.1, Hds.2.

Kitabu’l-Edeb, B.10, Hds.12.

[46] Sahih-i Buhârî, Kitabu’z-Zekat, B.1, Hds.3.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.4, Hds.15.

İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C.1, Sh.93-94, Hds.19/61.

[47] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İman, B.8, Hds.2749.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B.12, Hds.3973.

Ayrıca bkz.Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5, Sh.230.

[48] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İman, B.40, Hds.46.

Kitabu’l-İlm, B.26, Hds.29.

Kitabu’z-Zekat, B.1, Hds.5.

Kitabu Mekvakiti’s-Salât, B.2, Hds.2.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.6, Hds.23-26.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Eşribe, B.7, Hds.3692.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İman, B.5, Hds.2741.

Sünen-i Neseî, Kitabu’l-İman, B.25, Hds. 4998.

Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.1, Sh.228.

[49] Enes (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.): “(Ey mü’min, sen mü’min) kardeşine zalim iken de, mazlum iken de yardım et!” buyurdu.

Sahabîler:

-Ya Rasulullah, şu mazlum olan kişiye yardım edebiliriz. Fakat o zalime nasıl yardım ederiz? diye sordular.

Rasulullah:

“Zalimin iki elinin üstünü tutarsın (yani, onu zulümden men’ edersin)!” buyurdu.

Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Mezalim, B.4, Hds.5.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.16, Hds.62.

[50] İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B.35, Hds.69.

[51]   Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Edeb, B.10, Hds.12.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.4, Hds.12.

Sünen-i Neseî, Kitabu’s-Salat, B.10, Hds.467.

İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C.1, Sh.83-84, Hds.15/57.

[52] Sahih-i Buhârî, Kitabu Bed’i’l-Halk, B.8, Hds.65.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cenne, B.3, Hds.11.

Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh.339.

[53] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cenâiz, B.1, Hds.1.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.40, Hds.153.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İman, B.18, Hds.2782.

İmam Nesâî, Amelu’l-Yevmi ve’l-Leyle, C.2, Sh.389, Hds.1116-1123.

Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5, Sh.159.

[54] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Kader, B.5, Hds.12.

Kitabu’l-Mağazî, B.40, Hds.225.

Taberânî, Mu’cemu’s-Sağir, C.1, Sh.321, Hds.231.

[55] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.181, Hds.260.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.47, Hds.178.

İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C.1, Sh.125-126, Hds.48/9, Sh.161, Hds.81/123.

[56] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.10, Hds.47.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İman, B.17, Hds.2775.

İmam Nesâî, Amelu’l-Yevmi ve’l-Leyle, C.2, Sh.397, Hds.1128-1129.

İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C.1, Sh.34, Hds.22/22.