İslam Cemaatının Oluşumu

“Şübhesiz ki, sana bey’at edenler, ancak Allah’a bey’at etmişlerdir. Allah’ın eii, onların ellerinin üzerinde­dir. Şu halde kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi a-leyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah’a karşı verdiği ahdine vefa gösterirse, artı O da, ona büyük bir ecir vere­cektir.[1]

Gerçekten ihlas, ihsan, takva, istikamet ve sabır üze­re olan îslâm Cemaatine iştirak eden mü’min müslüman­ların, emirlerine bey’at etmeleri, Allah’ın emirlerine tabi olacaklarındandir… Bu bey’at, öyle bir ahid ki, bey’at edi­len mercii, ancak Allah’a ve Rasululah (s.a.s.)’in tabi o-lunduğu müddetçe itaat olunacak bir mercidir. Dola­yısıyla Allah’ın emirlerine Rasulullah (s.a.s.)’in Sünnetle­rine itaat, ahidleşmenin vazgeçilmez ilk şartıdır… Bu şart üzere ahidleşenler, ahidlerini bozarlarsa elbette büyük bir felaketin içine sürüklenmiş olurlar. Çünkü bu ahid, Al­lah’a ve Rasulü’ne itaat ahdiydi… Allah’a ve Rasulü’ne ita­at ahdini bozanlar, elbette felah bulmazlar… Kim de, A!-lah’a ve Rasulü’ne, yani Kitab’a ve Sünnet’e bağlı kalaca­ğına dair ahid edip İslâm Cemaatını oluşturan mü’min müslümanların saflarına katılır ve ahdine sadık kalırsa, o-na da, Allah katında büyük mükafatlar vardır…

İslâm cemaatının mensubu olan her mü’min muvah-hid ferd, dünyanın hangi bölgesinden ve insanlık âleminin hangi renk, dil ve ırkından olursa olsun, diğer mü’min muvahhid ferdlerin kardeşidir.[2] Bu öyle bir kardeşlik ki, bir vücudun organları, [3] bir kale duvarının sağlam[4]taşları gibi olup kurşun ile birbirine kaynatılmıştır. [5] İslâm cemaatının bünyesi, böyle sapasağlam bir bünyedir… Bu bünye, ümmet bünyesidir…

Yegane Rabbimiz, İlahımız ve Melikimiz Allah ve ebedî Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) tarfından belirlenmiş hedefe, belirlenmiş istikamet üzere sabır ile yoluna devam eden İslâm cemaatının her ferdi, Rasulullah (s.a.s)’in za­manında, yani Asr-ı Saadet’te nasıl yetiştiriliyor idiyse, her asırda aynı eğitim ve öğretimle yetiştirilmeleri gerek­li… Gerek manevî cephede, gerekse maddî cephede çok i-yi ve çağın ilimlerine vakıf bir şekilde yetişip olgunlaş-malıdır, mü’min müslümanlar!…

İslâm cemaatı, dünya İslâm kardeşliğini kurmalı, mü’min müslümanlar, İslâm çatısı altında bir araya gelmelidirler… Gönüllerdeki ve topraklardaki sun’î sınırlar kaldırılmalı, mü’min muvahhid gönüller birbirine karışıp, barışıp kaynaşırken, müstekbir müşrik tağutlar tarafından paramparça edilmiş İslâm toprakları tekrar, bütün leştir il­melidir… İslâm Dünyasında seyahate çıkan her mü’min müslüman tüm İslâm topraklarını “Lâ ilahe illallah Muhammedu’r-Rasulullah” pasaportu ve “Es-Selamu aley-kum” vizesi ile dolaşmah ve hiçbir gayr,-i İslâmî engelle; karşılaşmamalıdır.

Öyle bir kardeşlik oluşmalıdır ki, doğudaki mü’min muvahhidin ayağına bir diken batarsa, bunun acısı, taatıdaki mü’min muvahhid İçin kendi kalbine hançer saplan­mış gibi gelmelidir… Zaten mü’min müslümanlar bir vü­cudun organları değiller miydi?

Birbirlerinin kardeşleri olan mü’min müslümanların, birbirlerine takvadan başka hiç bir üstünlükleri yoktur. [6] Bu üstünlük de, ancak Rabbimiz Allah’ın indindedir, yok­sa mü’minlerin arasında değil!… Yani mü’min muvahhid-ler, takvalarıyla İslâm cemaatinin içinde birbirine üstün oldukları iddialarında bulunamazlar… Böyle boş bir id­dianın kendisi takvaa aykırı olup, riyanın tâ kendisi de­mektir…

İhsan; ihlas ve takva üzere teme İlendirilmiş sapsağ­lam Tevhid binasından oluşan İslâm cemaatının mü’min muvahhid müslüman ferdleri arasındaki hürmet, ancak vazife icabıdır… Yani mü’min muvahhidin, diğer mü’min muvahhide karşıki hürmeti, kardeş olmalarından ileri ge­lip imanın bir gereğidir… Birbirimizi sevmemiz, [7] Kendi nefsimiz için istediğimizi kardeşlerimiz için istememiz, imanımızdan kaynaklanmaktadır… [8]

İslâm cemaatının mü’min muvahhid müslüman ferdleri, kendi aralarında çok merhametli, fakat Alİah düşmanlarına, îslâm düşmanlarına ve mü’min müslüman­lann düşmanlarına karşı çok zorlu ve şiddetlidirler… Rab-bimiz Alİah, mü’min müslüman kullarının böyie olduğunu ve böyle olmaları gerektiğini beyan buyuruyor.[9]

Mü’min müslümaniarın, ümmet kardeşliği şuuru ile Daru’l-Harb’de oluşturmaları üzerlerine anın vacibi olan İslâm cemaatı, genelde şu esaslar üzerine bina edilmesi gerekli… Elbette bir çok esaslar ve prensipler gündeme gelebilir, yalnız burada temel olan bir kaç esasın üzerinde duracağız… Allah (c.c.)’a dost, şeytana ve tağutlara düş­man olan mü’min müslümanlar, bu esaslara dikkat etme­lidirler…

1) Her mü’min müslüman, ihlas ve ihsan üzere ol­malıdır… Niyetinde, düşüncesinde, her hâl ve hareketinde Allah’ın rızasını esas almalıdır… Hangi durumda olursa olsun, Allah’ın emirlerine ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünne­tine dikkat etmeli, taviz vermeden itaati gündeme getir­melidir… Allah’ın rızasının üstünde hiç bir istek ve arzu olmamalıdır… Kendisinden istenilenler, ancak Allah’ın rı­zasına uygunsa yerine getirilmelidir, yoksa kimden gelirse gelsin bu istek, bu emir reddedilmelidir… Elbette “İkrah-ı mülci” ve “Zaruret durumu” istisna edilmelidir. Bu du­rumlar da bile Allah’ın rızasını gözetmeli ve ruhsat sınırı­nı aşmamaladır.[10]

İhlas, her halinde Alİah için olmak ve Allah’ın rıza­sını gözetmek olduğu beyan edildi… Rabbimiz Alİah, mü’min müslümaniarın öyle olmaları ve olduğu hâli ilân etmelerini buyuruyor… Mü’min muvahhid müslümanlar, her hâllerinde bunu esas almalıdırlar.

“De ki: Şübhesiz, benim namazım, ibadetlerim, ha­yatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi Allah’ındır.

O’nun hiç bir ortağı yoktur. Ben, böyle emrolundum ve ben, müslüman olanların ilkiyim.” [11]

Abdullah b. Ömer (r.anhuma)’nm babası İmam Ömer b. Hattab (r.a.)’dan rivayetine göre, Cebrail (a.s.), Rasulullah (s.a.s.)’e:

Bana ihsandan haber ver, dedi.

Rasulullah (s.a.v.):

“Allah’a, O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen, O’nu görmüyorsan da O, seni muhakkak görürür. “buyurdu. [12]

Medine halkından bir zat tarafından rivayet edilmiş­tir.

Dedi ki: Muvaiye, Aişe (r.anha)’ya:

Bana, tavsiyelerde bulunacağın bir mektup yaz. Fa­kat beni fazla yük altında bırakma diye bir mektup gön­derdi.

Bu zat, diyor ki:

Aişe (r.anha), Muaviye’ye şöyle yazdı:

Sana selâm olsun. İmdi ben, Rasulullah (s.a.s.)’den şöyle buyurduğunu işittim.:

“Her kim, insanların gücenmesine mukabil Allah’ın rızasını ararsa, Allah da onu, insanların zahmetinden kurtarır ve her kim Allah’ın gücenmesine mukabil insan­ların rızasını ararsa, Allah da onu, insanlara havale eder.”

Selâm, üzerine olsun!.[13]

2) İslâm Cemaatının mensubları olan mü’min müslü-manlar, birbirilerini irşad ve ikaz vazifelerine devam et­melidirler… Mü’minler, kardeşlerine nasihat etmek, iyiliği emr, iyilik ve takva üzere yardımlaşmak ve kötülükten nehyetmek, yani isyanda, zulümde, isyanı ve zulmü en­gellemek zorundadırlar… Kurtuluş yolu budur!…

“Asra andolsun,

Gerçekten ihsan, ziyan içindedir.

Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbiri-lerine hakkı tavsiye edenler ve birbirîlerine sabrı tavsiye edenler başka. [14]

“Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, ma’ruf (iyi ve İslâm’a uygun) olanı emreder, münkerden (İslâm’ın hoş görmediği ve yasakladığından) sakındırır ve Allah’a iman edersiniz. [15]

“…Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya (tecavüz/saldırıya) sürüklemesin. İyilik ve takva üzere yardımlasın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve

Allah’dan korkup sakının, gerçekten Allah’ın azabı çetindır.[16]

Temim ed-Darî (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Din, nasihattir.”

(Ravî diyor ki:)

Kime?, dedik.

“Allah’a, Kitabına, Rasulüne, Müslümanların imanla­rına (emirlerine) ve bilumum müslumanlara” buyurdu. [17]

“Allah için nasihat: Allah’ın vahdaniyyetine sahih o-larak itikad edip, ibadet ve taatında niyeti halis kılmaktır.

Rasulü için nasihat: Muhammed aleyhi’s-selâmin Rasulluk ve Nebîliğini tasdik, şeriatını kabul emir ve nehyine inkıyad eylemektir.

Kitab’ı için nasihat: Kur’ân-ı Kerîm’i tasdik ve mantûk olduğu hükümlerle amel etmekten ibarettir.

İmamlar için nasihat: Müslümanların önderleri olanlara, dine uygun emir ve nehiylerine itaat edip, bağîlik ve hurûcdan çekinmekten ibarettir.

Halk için nasihat: Herkesi maslahatlarına irşâd ve hayra delaletten ibarettir.” [18]

Cerir b. Abdullah (r.a.) şöyle demiştir:

Rasulullah (s.a.s.)’e, söz dinleyip taatte bulunmak şartıyla bey’at ettim.

Bana:

“Gücünün yettiği hususta” cümlesini telkin buyurdu.

Bir de, her müslümana nasihatte bulunmak üzere bey’at ettim. [19]

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur.

“Sizden biriniz, mü’min kardeşi öğüt (nasihat) istedi­ği zaman, ona nasihat etsin. [20]

Ebu Hüreyre (r.a.).’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Sizden her biriniz (din) kardeşinin aynasıdır. Şayet onda herhangi bir ezâ (noksanlık) görürse hemen izâle etsin. [21]Mü’min müslümanların birbirine nasihati konusunda İbn Battal (rh.a.), diyor ki:

“Bu hadis, nasihate, din ve İslâm denilebileceğine, kavle olduğu gibi, fiile de din dinilebileceğine delildir.

Nasihat, farz-i kifayedir. Bazılarının yapmasıyla di­ğerlerinden sakıt olur. Nasihat, takat nisbetinde lazım o-lur. Nisahatı eden zat, nasihatin kabul edileceğini ve ken­dine bir fenâiık yapılmayacağını bilirse, nasihat etmesi vacib olur. Kendisi için kötülük edileceğinden korkarsa ona, nasihati terk için ruhsat vardır. [22]

3) İslâm Cemaatına sımsıkı sarılmak, mü’min müslümanların vazifelerinden olduğu daha önceki derste izah edilmişti. Burada, daha önce zikredilen bir ayet ve bir hadişin tekrarıyla diğer hadisleri arzedeceğiz ki, konumuz iyice pekişsin…

Rabbimiz Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasulü’ne itaat edin ve sizden olan emir sahiblerine de (itaat edin). Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu, Allah’a ve Rasulü’ne döndürün. Şayet Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldır.[23]

İbn Ömer (r.anhuma)’nın rivayetiyle önderimiz Rasu­lullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah, benim ümmetimi (veya Muhammed’in üm­meti, buyurdu), dalalette (sapıkhkda) bir araya getirmeye­cektir. Ve Allah’ın (yardım) eli, cemaattın üzerindedir. Her kim (cemaatten kavlen veya fiilen veya itikaden) ay-rilırsa, şübhesiz cehenneme ayrılır. [24]

Cubeyr b. Mu’tİm (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Allah, benim sözümü işitip de (başkasına) tebliğ eden adamın yüzünü ağartsın. Çünkü fıkıh (kaynağı olan hadisleri) ezberleyen nice adamlar fakih değiller ve fakih olan nice (hadis) hafızlan kendilerinden daha kuvvetli fakihlere (hadisleri) iletebilirler.

Üç meziyet vardır ki, müslüman bir kişi onlara sahib olduğu sürece kalbi, kin, hiyanet ve husumet beslemez:

Ameli, tam bir ihsanla sırf Alİah rızası için işle­mek,

Müslümanların başındaki (müslüman) yöneticilere hayır dilemek,

Ve müslümanların cemaatından ayrılmamak.

Çünkü müslüman cemaatının daveti, arkalarındakileri de kaplar.[25]

Ebu’d-Derda (r.a.) da, bize şu hadisi rivayet eder.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:

“Köyde ve kırda üç kişi bir arada olur da, namazı cemaatle kılmazlarsa, şeytan mutlaka onlara galib olur. (musallat olur ve onları Allah’ın zikrinden ahkor.)

Aman cemaate sarıl, çünkü kurt, sürüden ayrılan ko­yunu kapar! [26]

Ümmü’l-Huseyn  el-Ahmesiyye  (r.anha)  şu  haberi

vermektedir:

Rasululiah (s.a.s.)’den, veda Haccı’nda hutbe irad e-derken dinledim. Üzerinde, koltuğun altında (dolayıp) Çürüdüğü bir bürd vardı.

Ümmü’l-Huseyn şöyle demiştir:

Ve ben, O’nun pazusunun titreyen kasına bakmakta idim. Şöyle buyurdu:

“EyMüslümanlar, Allah’dan ittika (Allah’ın gazabına mücib olan hal ve hareketlerden ictinab) edin.

Sizin başınıza emir (âmir) olarak burnu ve kulağı ke­sik Habeşistanlı bir köle bile getirilmiş olsa, sizin için Allah’ın Kitabını (n hükümlerini) ikame (tatbik) ettiği müddetçe onun emirlerini dinleyin ve itaat edin!” [27]

Ebu Hüreyre (r.a.) şu hadisi nakleder.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Darlığında, varlığında, neşatlı zamanında, kederli zamanında ve dünya işlerinin sana tercih edildiğinde, dinleyip itaat etmelisin.” [28]

İman ve salih amel, ihlas, ihsan ve takva üzere oluş­turulmuş İslâm Cemaatı, istikamet üzere devam ederken, ondan ayrılmak büyük tehlikedir… Hadis-i şerifte geçen Medine gibidir İslâm Cemaatı… İslâm Cemaatı, ancak mü’mİn muvahhid ve muttaki nıüslümanların barındığı bir cemaattır… Böyle olmayanlar, çok kısa bir zamanda ya da er veya geç cemaattan kopar ve “davet yolunda dökülen ler”e karışırlar!…

Cerir b. Abdullah (r.a.) anlatıyor:

Bir A’rabî (Bedevi), Rasulullah (s.a.s.) ile İslâm üze­re bey’at etti. Akabinde A’râbî’ye, Medine’de sıtma hasta­lığı isabet etti. Bunun üzerine bu A’râbî, Rasululllah’a geldi ve:

Ya Rasulullah, benim bey’atımı geriye döndür (de ben, çöle gideyim)! dedi.

Rasulullah, bunu kabul etmedi. Sonra A’râbî yine geldi ve:

Ya Rasulullah, benim bey’atımı geriye döndür!, de­di.

Rasulullah, yine kabul etmedi. Sonra yine gelip:

Benim bey’atımı geriye döndür!, dedi. Rasululiah, \ine kabul etmedi. Bunun üzerine o A’râ­bî, Medine’den çıkıp gitti.

Rasululllah (s.a.s.) de:

“Medine, ancak demirci körüğü gibidir. Değersizleri-ni dışarı atar, temizlerini de meydana çıkarır.” buyurdu. [29]

İslâm Cemaatında, bu esaslara riâyet edilirken şu prensiplere de dikkat edip amel haline getirilmelidir!..

1) Her mü’min müslüman, farz-ı ayn ilimleri tahsil etmelidir… Yeterli derecede ilim elde eden mü’min niüslümanlar, ilmiyle amil olmalıdır… İlim, amel etmek i-çin öğrenilir…

Rabbİmiz Allah (c.a.) şöyle buyurur:

“İşte bu Örnekler, Biz, bunları insanlara vermekteyiz. Ancak âlimlerden başkası bunlara akıl erdirmez.[30]

Kullan içinde ise, Allah’dan ancak âlim olanlar içleri titreyerek korkar….[31]

De ki: Hiç bilenlerle, bilmeyenler bir olur mu? Hiç şübhesiz temiz akıl sahibleri öğüt alıp düşünmektedir[32]

Enes b. Malik (r.a.) rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur,

“İlim aramak, (kadın olsun, erkek olsun) her müslUmanın üzerine farzdır. Ehil olmayan insanların yanına ilim bırakan kimse, domuzların boynuna cevher, inci ve altın gerdanlık takan adama benzer. [33]

2) Gereği gibi iman eden ve İlim elde eden mü’min müslümanlar, imanlarının ve elde ettikleri farz-ı ayn ilmin gereği olan salih ameli işlemelidirler…

Rabbimiz Allah, Asr Suresi’nde, “Gerçekten iman e-den, salih amel işleyen, birbirilerine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin kurtuluşa erdiklerini” beyan buyurur.

Başka bir ayette de şöyle buyurur Rabbimiz:

“Erkek olsun, kadın olsun, bir mü’min olarak kim salih amellerde bulunursa, hiç şübhesiz Biz, onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.” [34]

3) Mü’min müslümanlar, kendi aralarında, kendileri­ne Allah’ın ve Rasulullah (s.a.s.)’in hükümüyle hükmede­cek, Allah’a ve Rasulullah’a itaat eden bir emir seçip ve­layet merciî’ne oturttuktan sonra, onun hakkına riâyet et­melidirler.

Abdullah b. Ömer (r.anhuma)’nın rivayetiyle Rasu­lullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Her kim, bir eli itaattan çıkarsa, kıyamet gününde Allah’a hiç bir hücceti olmadığı halde kavuşur. Ve her kim boynunda bir bey’at olmadığı halde ölürse, Cahiliy-yet ölümü gibi (bir ölümle) Ölür. [35]

Daha önce bir vesile ile zikrettiğimiz şu hadisi, Öne­mine binâen tekrarlamak yerinde olur kanaatindeyiz.

Abdullah b. Ömer (r.anhuma) rivayet eder.

Rasulullah (sa.as.) şöyle buyurur:

“Kim, bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kİm, bana isyan ederse, Allah’a isyan etmiş olur. Kim, benim emrime itaat ederse bana itaat etmiş olur. Kim de, benim emirime isyan ederse, bana isyan etmiş olur. [36]

4) Mü’min müsîümanlar, mü’min kardeşlerini ken-diîerine tercih etmeli, fîituvvet ve isâr şuurunu her zaman için diri tutmalıdırlar.

Yalnız mü’minler kardeş olduğu hakikati hiç bir va­kit unutulmamalı ve mü’min, diğer mü’min kardeşi için, kendisi için arzu ettiğini arzulamalıdır… Bu, kâmil imanın bir göstergesidir…

Abdullah b. Ömer (r. Anhum)’anın rivayetiyle Rasu­lullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Müslüman, müslümanın (din) kardeşidir. Müslüman müslümana zulmetmez. Müslüman, müslümanı (tehlikede ve musibette) terk etmez. Her kim, müslüman kardeşinin hacetinde bulunursa, Allah da, onun hacetini yerine geti­rir.

Her kim, bir müslümandan bir keder (bir darlık) gi­derip onu ferahlatırsa, Allah da, onun kıyamet gününün kederlerinden bir kederini giderip ferahlatır.

Her kim, bir müslümanın (dünyadaki ayıbından) Ör-terse, Allah da, onu kıyamet gününde örter.[37]

5) Mümin müslümanlar, gerek şahsî işleri olsun, ge­rekse İslâm cemaatıyla ilgili işleri olsun tüm işlerinde istişareye riâyet ederler… İştişaresiz bir iş yapmamaya gayret etmelidirler. Çünkü İslâm cemaatının esas müesseselerin­den bir tanesi de, şura meclisinin teşekkülüdür… Rabbimiz Allah (c.c.), şöyle buyurur: “Allah’dan bir rahmet dolayısıyla onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar, çevren­den dağılır, giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. E-ğer azmedersen artık Allah’a tevekkül et. Şübhesiz, Allah, tevekkül edenleri sever. [38]

“Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının me-taıdır. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha sürek­lidir. (Bu da,)İman edip Rablerine tevekkül edenler için­dir.

(Bunlar) Büyük günahlardan ve çirkin utanmazlık­lardan kaçınanlar ve gazablandıkları zaman bağışlayanlar, Rabblerine icabet edenler, dosdoğru namazı kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler,

Ve haklarına tecavvüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.[39]

Bu ayet-i kerimelerde, mü’min muvahhid müslüman-larm vasıfları ve olması gereken tavırları apaçık beyan buyrulmuştur… Mü’min müslümanlar, mutlaka cemaat ol­malı, işlerini İslâmî ölçülerde istişare ile görmeli ve hak­larına tecavüz yapıldığında hep beraber karşı koymalı­dırlar…

6) Mü’min müslümanlar, her zaman ve her mekânda tebliğe ve cihada devam etmelidirler. Şartlar müsaid ol­duğu müddetçe İslâm’ı tebliğ ve İslâm’a daveti erteleme-melidirler… Zaten bilindiği gibi, Allah yolunda ve Allah­’ın rızasına uygun yapılan cihadın kerahat vakti yoktur…

Rabbimiz Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“Allah’a çağıran, salih amellerde bulunan ve: ‘Ger­çekten ben, müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?”[40]

“De ki: Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Al­lah’a davet ederim, ben ve bana uyanlar da! Ve Allah’ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim.”[41]

“Mü’min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Al­lah’a ve Rasulü’ne iman ettiler, sonra hiç bir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad etti­ler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların tâ kendileridir.[42]

7) Mü’min müslümanların Şer’î usulde İslâm cemaa­tını oluşturup harekete devam edince, önlerine çıkan tüm engelleri aşmak, bütün olumsuzlukları olumlu hale getir­mek ve problemleri çözmek için sabır ve azimete ihtiyaç vardır… Mü’min müslümanlar, istikamet üzere yollarına devam ederken büyük direnç göstermeli, yılmamalı ve bıkmamahdırlar…

İmtihan sahasında en büyük silahm sabır, yani di­renmek olduğunu bilip idrak etmeli ve tavrını ona göre sergilemelidir… Çünkü Allah’ın yardımı sabredenlerle be­raberdir… Önce Allah’ın verdiği tüm imkânları O’nun yo­lunda sarfettikten sonra, yeni imkân ve yardım talebinde bulunulmalıdır… Allah’ın verdiği imkânları kullanırken de, Allah’ın izniyle olduğunu unutmamalı ve her zaman Allah’ı anmalıdır mü’min müslümanlar… Her niyetinde ve her halinde Allah’ın farkına varmalıdır, yani ihsan maka­mının hakkını vermelidir mü’min muvahhidler… ,

Rabbimiz Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“Ey iman edenler, sabırla ve namazla (Allah’dan) yardım dileyin, Gerçekten Allah, sabredenlerle beraber­dir.[43]

“Andolsun, Biz, sizi bir parça korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.

Onlara, bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: Biz, Allah’a aid (kulları)iz ve şübhesiz O’na dönücüleriz.

Rabblerinden (olan bir salat) bağışlanma ve rahmet bunların üzerindedir ve hidayete erenler de bunlardır. [44]

“Ey iman edenler, sabredin ve sabırda (düşmanları­nızla) yarışın, (sınırlarda) nöbetlesin (veya her zaman ci­hada hazırlıklı olun). Allah’dan korkup sakının, umulur ki, kurtuluşa erersiniz. [45]

Dâvamızın başı ve sonu, Alemlerin Rabbi Allah’a hamdetmektir.

 



[1] Fetih, 48/10.

[2] Mü’minler, ancak kardeştirler…” (Hucurât, 49/10.)

[3] Bkz. Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-Edeb, B. 27, Hds. 41. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B. 17 Hds. 66

[4] Bkz. Sahih-i Buhârî, Kitabu’s-Salat B. 88   Hds. 124, Sahih-i Müslim, Kitabu’î-Birri ve’s-Sıla, B. 17 Hds. 65.

[5] Hiç Şübhesiz Alİah, kendi yolunda sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever. “(Safî, 61/4.)

[6] Ey insanlar, gerçekten, Biz, sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) içildik. Hiç şübhesiz, Alİah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en ileride olanınızdır. Allah, bilendir, haber alandır.

[7] Ebu Hüreyre (r.a,) ‘in rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (tam) iman etmiş olmazsınız. Ben, size birşey göstereyim mi, onu yapar­sanız birbirinizi seversiniz?: Aranızda selâmı yayın!”

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman B.22, Hds. 93-94.

İmam Buhârî, Edebu’l-Müfred, B.448, Hds.980.

Sünen-i Ebu Davud Kitabu’i-Edeb, B. 142, Hds. 5193

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İstizan ve’l-Adab, B.l, Hds. 2828

[8] Enes b. Malik (r.a.) ‘in rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Hiç biriniz kendisi için arzu ettiğini, kardeşi İçin arzu etmedikçe, (Kâmil mânâda) iman etmiş olmaz.”

Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-îman B.6, Hds.6.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman B.17, Hds.71.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatül-Kıyame, B.22, Hds.2634 Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.9, Hds.66 Sünen-İ Neseî Kİtabu’1-İman, B.19, Hds.4983-4984. Sünen-i Dârimî, Kitabu’r-Rikak, B.29, Hds.2743.

[9] Muhammed, Allah’ın RasulÜ’dür.Ve O’nunla birlikte olanlar da, Kâfirlere  karşı  zorlu,  kendi  aralarında  ise merhametlidirler…”(Fetih, 48/29.)

[10] İkrah-i mülci hali:

“Kim imanından sonra Allah’a (karşı) küfre sapıp da -Kalbi İmanla tatmin bulunmuş olduğu halde baskı halinde zorlanan hariç – küfre göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah’dan bir gazab vardır ve büyük azab onlarından” (Nahl, 16/106)

Mecbur kalanın hâli:

“O, size ancak ölüyü, kam, domuz eti ve Allah’dan başkası adına ke­silmiş olan(hayvan)ı haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa, saldırmamak ve sınırı taşmamak üzere (yiyebilir). Çünkü gerçekten Alİah, bağışlayan­dır, esirgeyendir.”(Nahl, 16/115

[11] En’am, 6/145.

[12] En’am, 6/162-163

12 Sahih-i Müslim, Kitabu’1-İman, B.l, Hds.l.

Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-İman, B.37, Hds.43.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sünnet B. 17, Hds.4695.

Sünen-i Tirmİzî, Kitabu’1-İman, B.4, Hds.2738

Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.9, Hds.63-64

Sünen-i Neseî, Kitabu’1-İman, B.6, Hds.4958.

[13] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’z-Zühd, B.49, Hds.2527

[14] Asr, 103/1-3

[15] ÂMİmrân,3/no.

[16] Mâide, 5/2.

[17] Sahih-i Müslim, Kitabu’I-îman, B.23, Hds.95. Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-İman, B.42 (Bab başlığı) Sünen-i Tirmizî, Kitabu’î-Birri ve’s-Sıla, B.17, Hds.I990. Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Bey’at, B.31, Hds.4179-4182. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B.67, Hds.4944.

[18] Sahih-i Buhârî ve Tercümesi, çev. Mehmed Sofuoğlu, İst. 1987. C. 1. sh.211,84. Dipnot.

[19] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B.23, Hds.99. Sahih-i Buhârî, Kitabu’I-İman, B.42, Hbr.50. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Cihad, B.14, Hds.2868. Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Bey’at, B.I6, Hds.4157.

[20] Sahih-i Buhârî, Kitabu’i-Buyû, B.68 (Bab başlığında) Ahmedb. Hanbel, Müsned, C.3 Sh.418-419. C.4 Sh.259.

[21] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.18, Hds.1994. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’I-Edeb. B.57, Hds..4918 İmam Buhârî, Edebu’l-Müfred, B.120, Hds.239.

[22] Ahmed Davudoğlu, Sahİh-i Müslim, Tercüme ve Şerhi, İst. 1977, 2. Baskı, C.l,Sh. 301.

[23] Nîsâ, 4/59

[24] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B.7, Hds.2255.

[25] Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Menasık, B.76, Hds.3056.

Mukaddime B. 18, Hds. 230 Sünen-i Dârimî, Mukaddime B.24, Hds. 233-234

[26] Sünen-i Ebu Davud, Kitabtı’s-Salat, B.46, Hds. 547. Sünen-i Neseî, Kitabu’l-İmamet, B.48, Hds.847.

[27] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Cihad, B.28, Hds.1758.

Kitabu’1-İIm, B.16, Hds. 2815. Sahih-i Buharı, Kitabu’l-Ahkam, B.4, Hds.6: Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B.8, Hds.37. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sünnet, B.6, Hds.4607 Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.6, Hds.42-43

[28] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B.8, Hds.35.

[29] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Ahkam, B.47, Hds.68. Sahih-i Müslim, Kitabu’i-Hacc, B.88, Hds.489.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Menakıb (Medine’nin Fazileti) Hds.4175

Sünen-i Nesei, Kitabu’l-Bey’at, B.22, Hds.4167.

[30] Ankebut, 29/43

[31] Fatır, 35/28

[32] Zümer, 39/9

[33] Sünen-i İbri Mace, Mukaddime, B.17, Hds.224.

[34] Nahl, 16/97

[35] Sahih-i Müslim, Kitabu’i-lmare, B.13, Hds.58.

[36] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Ahkam, B. 1, Hds. I. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B.8, Hds. 32.

[37] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Mezalim ve’1-Gasb, B. 3, Hds.3. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.15, Hds. 58.

[38] ÂH İmrân, 3/159.

[39] Şûra, 42/36-39.

[40] Fussilet, 41/33.

[41] Yûsuf, 12/108.

[42] Hucurât, 49/15.

[43] Bakara, 2/153.

[44] Bakara, 2/155-157.

[45] Âl-İ İrnrân, 3/200.