İyiliği Emredip, Kötülüğü Nehyetmek

İlim, rıfk ve sabır, mü’min muvahhİdlerin en belirgin özel İlklerindendir. Ancak bu vazgeçilmez ahlâkî özellikleri taşıyanlar, İslâm’ı tebliğ edip, insanlara iyiliği emr e-der ve kötülükten alıkoyabilir… “Emr-i bil-ma’rufve neh-yi anil-münker” yapacak kişilerde, bu üç vasfın olgun de­recede bulunması, Onun vazifesini gereğince edâ etmesini sağlar…

İlim, bu vazifesine yapmadan, rıfk, yani yumuşak huyluluk vazifesi sırasında, sabır ise, vazifesinin sonu­cunda kendisine en büyük yardımcı olur… İnsan, bir şeyin iyi mi, yoksa kötü mü, yani Allah’ın şeriatına, İslâm’a uy­gun mu, değil mi; ancak ilim sayesinde bilebilir… İlmini bilen, onu insanlara çok yumuşak bir tavırla tebliğ eder… İyiyi emr ederken, kötülüklerden de yine iyilikle vazge­çirmeye çalışır… Nasihat eder, aklını erdirmeye çalışır ve o işin kötü olduğunu idrak etmesine vesile olur… Böyle­likle onu kötülükten alıkoymuş olur…

İyilik, güzellik, yani İslâm’a uygun olanı, bir mü’min muvahhidinşahsiyetine yakışanı inşalara emrederken yine nasihat yolunu kullanır, anlatır ve insanların şuuruna varmasını sağlar… Böylece insanlar, iyilik ve güzelik, ya­ni İslâm’la amel etmeye başlarlar… İşte bu çalışmanın her merhalesinde sabır gerektiği gibi, bu çalışmayı sıhhatli bir Şekilde sürdürmek ve güzel, hayırlı sonuca ermek için sabretmek, yani direnmek ve tüm imkânlarım yerinde kullanmak gerekli… Bütün amellerimiz Allah için ve Allah’ın rızasına uygun olmalı… Halis ve doğru olmalıdır… Halislik ve doğruluk beraber olmalıdır… Niyetin halis olması ve a-melindoğru olmaması ne kadar çirkin ve abes ise, niyetin halis olmaması ve amelin doğru olması da o kadar çirkin ve abestir… Hatta günah ve aynı zamanda suçtur da!… iyi niyet, kötü ameli engelemediği ve iyileştiremediği gibi, kötü niyet de, iyi amelin işlenmesinden dolayı sevabelde ettirmez… Niyet de iyi olmalı, amel de… Niyet ve amel uygunluğu gerektiği gibi, her ikisi de İslâm’a uygun ol­malıdır… Allah’ın dinine aykırı olmaları, hoş görülecek bir durum değildir…

Genelde insanlık âleminin sıhhat ve selameti için, ö-zelde İslâm milletinin hayır üzere olması ve mutluluğu i-çin, mü’min muvahhidler tarafından iyiliğin, yani İslâm’a uygun olanının tüm insanlara emr edilmesi, kötülükten, yani İslâm’a aykırı olan küfür, şirk, nifak, fısk, fücur, gü­nah ve zulümden alıkonulması gerekil…

Böyle yapılması gerekir, amma nasıl ve ne şekilde gerçekleştirmeli?.. Bu durumda da, her durumda kendisi­ne uymak mecburiyetinde olduğumuzRasulullah (s.a.s.)’e uyacağız… Emr-i bil-ma’rufu, Ö’nun yaptığı gibi yapacak, nehyi anilmünkeri O’nun alıkoyduğu gibi alıkoyacağız… Her  halimizde   örneğimiz   ve   Önderimiz   Rasulullah (s.a.s.)’dir.

Rabbimiz Allah Teâlâ (c.c.) şöyle buyurur: “O (Peygamber), Onlarama’rufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helâl, mur­dar şeyleri haram kılıyor. Ve onların ağır yüklerini, üzer­lerindeki zincirleri indiriyor, O’na inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve O’nunla birlikte indirilen nuru izleyenler, işte kurtuluşa erenler bunlardır.” [1]

İyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek demek, helâl kılınmış olanları emretmek ve haram kılınmış olan­ları da yasaklamak demektir… Helâl ve haram sınırlarını da, ancak Rabbimiz Alİah belirier, sonra Allah’ın verdiği yetki ile Rasulullah (s.a.s.), bu sınırları belirlemeye yetki­lidir…[2]

İyiliği emredip kötülüğü yasaklayan Rasulullah (s.a.s.)’irı ümmeti de, aynı vazife ile vazifelendirilmiştir… ]3u ümmet, insanların içinden süzülerek ve insanlara ör­nek olsun diye çıkarılmıştır!…

Rabbimiz Allah, şöyle buyurur: “Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, ma’rufu (iyi ve İslâm’a uygun) olanı emreder, münker (kötü) olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz. [3]

Tam manâsıyla Allah’a iman etmenin bir gereği de, Allah ve Rasulullah(s.a.s.)’in emrettiklerini insanlara em­retmek ve yasakladıklarını da yasaklamaktır… Hayırlı ümmetin vasfı budur…

“Mü’min erkekler ve mü’mîn kadınlar, birbiriIerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Ra-sulü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şübhesiz Alİah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.[4]

Birbirilerinin velileri, yardımcıları olan Mü’min mu-vahhidler, kadın olsun, erkek olsun, ayet-i kerimede ge­çen vazifelerini yerine getirmekle mükelleftirler;

1) İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar.

2) Namazı dosdoğru kılar, zekatı verirler.

3) Allah ve Rasulü’ne itaat ederler.

Allah’ın affettiği ve kendilerine rahmet ettiği sadık ve salih kulları, bunlardır.

Ve yine bu mü’min muvahhidlerin hallerini beyan e-derken şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“Ey iman edenler, Allah’dan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa öylece korkup sakının ve siz, ancak müs-lüman olmaktan başak (bir din ve tutum üzerinde) Öl­meyin.

Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın, dağılıp ayrıl­mayın. Ve.Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz, düşmanlar idiniz, O, kainlerinizin arasını uzlaş-tınp ısındırdı ve siz, O’nun nimetiyle kardeşler olarak sa­bahladınız. Yine siz tam ateş çukurunun kıyısındayken o-radansizi kurtardı, umulur ki, hidayete erersiniz diye. Allah size ayetlerini işte böyle açıklar.

Sizden, hayra çağıran, iyiliği (ma’rufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte bunlardır.

Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçala­nıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azabvardır. [5]

Ayet-i kerimelerdeki hitablara dikkat edilecek olur­sa, hep ümmete hitap edilmektedir… iyiliği emr, kötülük­ten alıkoymak vazifesini ümmet bütünüyle üstlenmedikçe, bu vazife hakkıyla yerine getirilmez… Zaten Rabbimiz Allah:

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği (ma’rufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulun­sun.” diye emrederken, ümmetin kendi içinde böyle bir müesseseyi oluşturmasının ümmetin boynuna bir borç ol­duğu ortaya çıkıyor… Daru’İ-İslâm’da (Halifeli İslâm top­lumunda) böyle bir müessese, yani Hisbe teşkilatı, İslâm Devleti tarafından teşekkül edilir… Bu, kifaye hükmünde­dir. Halifenin izni ve emriyle bu müessese teşekkül edi­lince, diğer mü’min müstumanlardan bu yükümlülük kalkmış olur. Daru’I-Harb’de, bu müesseseyi oluşturacak İslâm Devleti olmayınca, bu müessesenin oluşumu, tüm ümmetin boynuna edası ertelenemez bir borçtur… Zikredilen bu ayetlerde, “Emr-ibiima’ruf ve nehyi aniimünker” müessesesini oluşturacak ve devam ettirecek şahsiyetlerin üzerinde bulunması gerekli olan vasıflar da beyan edil­miştir:

1) Gereği şekilde iman edenler.

2) Gerçek takva sahibi olanlar.

3) Müslüman olarak yaşayan, müslüman olarak ölen ve müslümanadından başka ad kabul etmeyenler.

4) Allah’ın ipine (Kur’ân-ı Kerim’e) sımsıkı yapışan­lar, dağılmayan ve parçalanmayanlar.

5) Bütün meselelerini, kendilerine gelen ilâhî belge­lere (Kitab ve Sünnet’e) göre hâl edenler ve anlaşmazlığa düşmeyenler.

Bu şartlarda oluşan, ümmetin bütünü veya ümmeten bir cemaat, “İyiliğiemr ve kötülükten men’etme” vazife­sini alır ve hakkıyla yerine getirir. Kendi hayatını da, ona göre düzenler ve diğer insanlara en iyi örnek olmaya gay­ret eder…

Lokman (a.s.), oğluna nasihat ederken şöyle diyorc’u:

“Ey oğlum, dosdoğru namaz kıl, ma’ruf olanı emret, münker olandan sakındır ve sana isabet eden (musibet­lere karşı sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken iş­lerdendir.[6]

İman edip namaz kılmak, iyiliği emretmek ve kötü­lükten alıkoymak, elbette büyük sabır işidir… iman et­mekte, tahkiki imana sahib olmada ve imanını korumada sabır… Namaz kılmada, bu ibadeti şartlarına dikkat ede­rek edâ etmede ve devamlı olmada sabır… İyiliği emre­derken ve kötülükten alıkoymağa çalışırken sabır etmek konusunda sabır… Allah’ın izniyle böyle ciddî bir direnç göstermek, elbette azmedilmesi gerekli olan işlerdendir…

Mü’min muvahhidler, iyiliği emredecekler elbette! Acaba iyilik nedir?… Bunu da, Rabbimizin bizim hidaye­timiz için beyan buyurduğu ayetlerine müracaat edip öğ­renmemiz gerekir…

“Gerçek iyilik (Birr), yüzlerinizi doğu ve batı tarafı­na çevirmeniz değildir. Asıl iyilik (Birr), o kimsenin iyili­ğidir ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitablara, pey­gamberlere inanır. Allah rızası için yakınlarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekat verir. Andlaşma yaptığı zaman sözleri­ni yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttaküer ancak onlardır. [7]

İyilik:

1) Gerçek İman,

2) Salih amel,

3) Allah yolunda infak olduğu, bu ayeti-i kerimeden apaçık anlaşılmaktadır. Mü’min muvahhidler, bunları, ön­ce kendi nefslerineemredecek, yapmaya gayret gösterecek, sonra diğer insanlara emredici konuma gelecek ve yaptırmaya gayret edecektir….

Münker, yani kötülük ise, genel mânâda şu şekilde özetlenebüinir:

1) İmansızlık (Küfretme ve şirk koşma)

2) Ahlaksızlık ve haramlar ile iştigal

3) Malı israf etmek ve haram yolda kullanmak.

Bu istenmeyen durumlardan, Önce kendi nefsini alı­koymak, sonra da diğer insanlara yönelmek gerekir… Bu çalışmayı gerçekleştirirken de, devamlı ve sabırlı olmak başannm şartlarındandır…

Mü’min muvahhid, iyilik üzere ve kötülüklerden ka­çınmak suretiyle hayatına devam ederken, yakın çevreden başlamak kaydıyla tüm dünyada bu durumun gerçekleş­mesi için üzerine düşen ferdî ve toplumsal vazifelerini yerine getirmeye tüm gayretiyle azmeder… Yoksa, “ben kendimi düzeltmekle mükellefim, el-âlemden bana ne!” dememeli, böyle “boş verdici” bir hataya düşmemelidir…

Bir çokları, “Emr-i bilma’ruf ve nehy-i anilmünker” vazifesinden kaçmak için yanlış yorumladıkları şu ayet-i kerimeyi okur dururlar:

“Ey iman edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefîslerinizdir. Siz, doğru yola erişirseniz (doğru yolda olursanız), sapan size zarar vermez. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. O, size yapmakta olduklarınızı haber verecek­tir.[8]

Bu ayet-i kerime nasıl anlaşılmalıdır?.. Kişi, kendi­sinin dışındaki olan hiç bir şeyle uğraşmayıp sadece kendi nefsini ıslah etmekle mi meşgul olmalıdır?.. Yine aynı zihniyetin yanlış değerlendirdiği “büyük cihad”lamı uğ­raşmalı, yoksa “büyük ve küçük cihadı” beraberce mi götürmelidir?..

Bu ayet, nasıl anlaşılmalıdır?.. Sorusunun cevabını, Rasulullah (s.a.s.) en yakın arkadaşı ve dostu İmamımız Ebu Bekr-i Sıddık (r.a)’tan dinleyelim. İmam Ebu Bekir (r.a.) konuyu açıkladıktan sonra, hiç birmü’min muvâh-hidin söyleyeceği bir sözü kalmaz… Bununla beraber, “ben de müslümanım” diyen hiç kimsenin de itiraz ede­cek btr durumu olmamalı…

İmam Ebu Bekir (r.a), (bir gün) Allah’a hamd ve se­na ettikten sonraşöyıe demiştir:

Ey insanlar, siz:

“Ey iman edenler üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefıslerİnizdir. Siz, doğru yola erişir iseniz sapan size za­rar vermez.[9] ayetini okuyorsunuz, (ve hükmün genelliğini sanarak, iyiliği emretmeyi ve fenalığı men’etmeyibırakıyorsunuz.) Halbuki, biz, Rasulullah (s.a.s.)’den şu buyruğu muhakkak işittik:

“Şübhesiz insanlar, kötü bir şeyi görüp de men’etme-dikleri zaman, Allah’ın onlara umumî bir ceza vermesi çabuklaşır (veya yakınlaşır.)”[10]

Mü’minlerin annesi Aişe (r.anha)’dan rivayet edildi­ğine göre Rasulullah(s.a.s.) şöyle buyurur:

“Sizin (halkı hidayete) davet edip de çağırınıza ica­bet (veya sizin dua edip de kabul) edilmeme durumu ol­madan önce (insanlara), iyi şeyleri emrediniz ve fena şeyleri men’ediniz.” [11]

Ve Huzeyfe b. el-Yeman (r.a.)’m rivayetiyle önderi­miz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Nefsim Yed-i kudretinde (yani bütün benliğime ha­kim) olan Zat’a yemin ederim ki, (Şer’an) doğru bilineni kuvvetle emredecek ve kötü bilineni şiddetle men’edeceksiniz veya Allah’ın taraf-i ilâhîsinden size bir ceza göndermesi muhtemeldir. Bu durumda siz, O’na dua edecek­siniz ve O, sizin duanızı kabul etmeyecektir!” [12]

Zikredilen bu üç hadisten ve anlaşıldığı gibi, mü’min müslümanlar, sadece kendi nefsini ıslahla yetinmeyecek, elinden geldiği kadar tüm imkânlarını kullanarak çevresi­nin de ıslah olmasına, kötülüğün giderilip yerine iyilikle­rin ikamesine gayret edecektir. “Büyük Cihad” da budur, “Küçük Cihad” da budur… Birbirinden ayrılmazlar. “Büyük Cihadı” terk eden “Küçük Cihad”da yenileceği gibi “Küçük Cihad”ı terk edenler, “Büyük Cihad”ı yapa­maz, her ikisinde de mağlup olmuş ve zillet içine düşmüş olur!..

“Emr-i bilma’ruf ve nehy-i anilmünker” yaparken, Allah’dan başka hiç bir şeyden korkmamalı ve iyiliği ye­rinde emretmek, kötülüğü yerindemen’etmek, konusunda çok hassas ve ciddî olmalıyız… Mü’minmuvahhidin vas­fının bu olduğunu bilmeli ve bu tavrımızı net ortaya koy­malıyız.

Ebu Said (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur önderimiz Rasulullah(s.a.s.):

“Herhangi biriniz kendi nefsini küçümsemesin.”

Sahabîler:

Birimizin kendi nefsini küçümsemesi naşı olur?, diye sordular.

Rasululiah (s.a.s.):

“Biriniz öyle bir şey görür ki, onunla ilgili söz söy­lemesi, Allah’ın onun üzerinde bir hakkıdır. Fakat o ko­nuda bir şey söylemez, (yani insanlardan korkarak sus­makla nefsini küçümsemiş olur.)

Sonra Kıyamet günü Allah (Azze ve Celle), Ona:

Şöyle ve böyle olan şey hakkında söz söylemekten seni men’eden ne idi?, diye soracaktır.

Oda:

İnsanlar Korkusu!, diye cevap verecektir.

Ve Allah:

Sen (insanlardan değil), öncelikle Benden korkma­lıydın, buyuracaktır.[13]

Ve Rabbimiz Allah (c.c.) buyurur: “Şübhesiz şu şeytan, kendi dostlarını korkutur. Eğer mü’minler iseniz, onlardan korkmayın, Benden korkun.[14]

“…Öyleyse   insanlardan   korkmayın,   Benden   korkun… [15]

Eğer bu korkusuzluk, yani Allah’dan başka hiç bir şeyden korkmamak şecaat ve cesaret, mü’min muvah-hidlerin her zerresine işlemezse, ne Allah yolunda cihad edebilir, ne şehidliği göze alabilir ve ne de “emr-ibilma’ruf ve nehy-i anilmünker”i yapabilir…

Ebu Said el-Hudrî (r.a.) şunu rivayet eder:

Rasulullah (s.a.s.), kalkıp bir hutbe irad etmiş ve hutbesinde buyurduğu emirlerinden biri de:

“Bilmiş olunuz ki, sakın halkın korkusu, herhangi bir adamı, hakki bildiği zaman onu söylemekten kesinlikle alıkoymasın.” buyruğudur.

Ravî, demiştir ki, sonra Ebu Said el-Hudrî (r.a.) ağ­ladı ve şöyle dedi:

Allah’a yemin ederim ki, biz muhakkak bazı şeyleri gördük ve korktuk (söylemedik) [16]

Cerir (b. Abdullah el-Becelî, r.a.)’dan rivayet edildi­ğine göre Rasulullah(s.a.s.) şöyle buyurur:

“Hiç bir kavim yoktur ki, içlerinde günah işlenir, onlar,  günah işleyenlerden  daha  güçlü  (fenalıklardan) caydırıcı üstünlüğe sahibolduğu halde (günahları) engel­lemez de Alİah, onların tümünü cezalandırmaz, (yani Al­lah, suçluları ve onlara manî olmayanların tümünü ceza­landırır.)” [17]

Hakikat bu iken, yetmiş küsur yıldır, İslâm’ı terk et­miş, ayrıca İslâm’ın uygulamasını yasaklamış ve İslâm’ı hayatın her alanından çekip almış, yani yönetimden, eko­nomiden, hukuktan ve sosyal meselelerdenuzaklaştirmış gayr-i İslâmî bir devletin ve yine gayr-i İslâmî hükümetle­rin esareti altında yaşayan mü’min müslümanların durumu nedir?.. AcabaAllah’dan başka şeylerden mi korkuyor­lar?.. Acaba gayr-i îslâmî, yanitağutî devletin ve yine gayr-i İslâmî ve tağutî hükümetlerin korkusu mu onları sindirmiş?.. Acaba polis korkusu, işkence korkusu, hapis­hane korkusu, zindan korkusu, evlerine baskın düzenlen­me korkusu, mahkeme korkusu, jandarma ve bekçi kor­kusu mu kendilerine düşüncesiz, elsiz ve dilsiz hale ge­tirmiş?.. Acaba sayıları mı çok azdır?..

Halbuki, şu inkâr edilemez bir gerçektir ki, “ben de müslümanım” diyenler azınlıkta olmadıkları gibi, halkın çoğunluğunu oluşturmaktadırlar… Hatta gayr-i İslâmî ve tuğutî devleti, vergileriyle, askerlik yapmalarıyla ve hayatım devam etmesine kolaylıksağlamaiarıyla, “ben de müslümanım” iddiasında bulunanlar desteklemektedir… Zulüm ve şirk üzerine kurulmuş gayr-i İslâmî vetağutî hükümetleri, “ben de müslümanım” diyenler seçmekte, kanun koyma ve yürütme hakkım onlara devredip kendi­lerine itaat etmektedirler!…

Mensubu olduklarını iddia ettikleri İslâm Dini, ken­dilerine her türlü küfür, şirk, nifak, irtidad, fısk ve fücur iktidarlara karşı çıkmayı, onlarla Allah yolunda savaşma­yı, bu fitneyi yeryüzünden kaldırıncaya kadar savaşı sürdürmelerini, yeryüzüne Allah’ın dinini hakim kılmalarını ve ilâhî adaleti yerleştirmelerini emrediyor… “Biz de müslümaniz” diyenler, Allah ve Rasulullah (s.a.s.)’in bu emirlerini yerine getireceklerine, Allah ve Rasulullah (s.a.s.) düşmanlarını destekleyip iktidara getirmekte ve emirlerine itaat etmektedirler… Böylece yeryüzünü ifsad edenlere ortak olmaktadırlar… Bu müfsidler, katliâmları ve müstaz’aflara uyguladıkları işkencelerin, zulümlerin gücünü ve desteğini kendilerine taraftar olan bu, “biz de müslümanız” diyen şuursuzlaştırılanlardan almaktadırlar…

îslâm’ı yasaklama suçuna ortak olanlar ve mü’mİn muvahhidlere yapılan zulmün destekçileri, yine kendisini İslâm’a nisbet eden ve müslümanolduklarını söyleyen­lerdir…

İşgal altındaki İslâm topraklarına egemen olan müs-tekbir tağutîhükümetlerin, işledikleri küfr, şirk, zulüm ve her türlü haram fiillere, yani zinanın yaptırılması, kuma­rın oynatılması, içkinin içirilmesi, faizinticeretin vazge­çilmez bir unsuru olması, her türlü hırsızlığın işlenmesi­nin ortağıdır onlara destek verenler… Hem onlara destek verecek, kalî ve fiilî dualarıyla yardımcı olacak, hem de ezan okuyup da camileri dolduracaklar!… Ne kadar korkunç bir çelişki!..

Bir büyük şehrin, bir büyük camiinde cuma va’zında memleketin en tanınmış ve bir devre tağutî düzenin “Çağdaş Daru’n-Nedvesi”ndemilleti temsil eden eski milletvekili olan bir vaiz, şu sözleri söylüyor otuz beş yıllık camiye dolup dolup boşalan topluluğa:

Otuzbeş yıldır bu kürsüden sizlere, zina haramdır yaklaşmayın, içki haramdır içmeyin, faiz haramdır yeme­yin dedikçe, zina, içki ve faiz arttıkça arttı.!..

Hem kendisi, hem de otuz beş yıldır kendisini dinle­yenler, zinayı serbest yaptıran, hata bir ticaret olarak kabul edip vergiye bağlayan, [18] içki üreten Tekel Bakanlığı­na sahib ve faizi ekonominin vazgeçilmez bir unsuru sa­yan ve koruyan bir gayri İslâmı devletin ve hükümetin destekleyicileri, yardım edicileri olduklarının farkında değiller mi acaba?!.. Vaiz, gayr-i îslâmî bir devletin 657 sayılı “Devlet Memurları Kanunu”na tabi ve maaşlı bir memuru iken, dinleyenlerin bir çoklarının gayr-i İslâmî devletin anayasasını ve anayasa gereği kurulup icraya de­vam eden hükümleri kabul edenler olduğu apaçık iken ve bu haramları işlesinler diye hükümetleri kendilerine vekil kılmış iken, vaizin sarfettiğibu sözler ne oluyor?!..

Bu gayr-i İslâmî anlayışın tamamen değişmesi la­zımdır… Kur’ân’a ve Sünnet’e göre iman etmeli, ibadet işlemeli, düşünmeli ve fiilîyatadökmeliyizL.

Ya bu gayr-i İslâmî, tağutî ve zulme dayalı gidişata dur demeli, ya da hep beraber batmak an meselesi oldu­ğunun farkına varılmalı… Çünkü bu geminin kaptan köş­künde her ne kadar tağutî ve gayr-i İslâmîzihniyete bağlı olanlar iktidar koltuğunda oturuyorlarsa da, bu gemide biz mü’min muvahhid müslümanlar da varız. Ve vazifemiz:

“(Yeryüzünde) fitne kalmaymcaya ve din (yalnız) Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerler­se, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur. [19] ayet-i kerimesiyle Rabimiz Allah (c.c.) tara­fından beyan buyrulup emr edilmiştir!..

Bu sosyal Sünneti, Numan b. Beşir (r.a.)’ın rivaye-tiyle önderimizRasulullah (s.a.s.), şöyle beyan buyurur.

“Allah’ın sınırları hususunda gösteriş yapıp onları zayi eden ve onları, içine düşen kimselerin benzeri, şu topluluğun benzeri gibidir. Onlar, bir gemi üzerine kura attılar. Neticede bazıları geminin aşağı katında, diğer ba­zıları da geminin yüksek katında oldular.

Geminin alt katındaki suya, üst kattakilerin üzerin­den geçiyorladı. Üstekiler, onların bu gidiş-gelişleriyle e-ziyet duyuyorlardı. Derken su getirenlerden biri, bir balta aldı da geminin aşağısını delmeye başladı.

Gemidekiler, onun yanına gelip:

Sen, ne yapıyorsun?, dediler. Oda:

Sizler, benim yüzümden eziyettesiniz. Benim için de, sudan ayrı kalmakkaabil değil, dedi.

İşte bu durumda, eğer o gemidekiler, bu kişinin elleri üzerinde yakalar da, onu men’ederlerse, hem onu kurtar­mış olurlar, hem de kendilerini kurtarırlar. Eğer onu, ser­best bıraksalardı, hem onu helak etmiş, hem de kendileri­ni helak etmiş olurlardı.” [20]

Ve Ebu Said (el-Hudrî, r.a.)’ın rivayetiyle önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Sizden, herhangi biriniz bir kötülük görürse, onu hemen eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü yetmiyorsa di­liyle değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiş­tirsin (buğz etsin, kin duysun). İmanın en zayıfı da budur! [21]

Allah’a, gerek küfrederek ve şirk koşarak isyan etmiş olsunlar, gereksefısk ve fucûr, yani günah işleyerek isyan etmiş olsunlar, isyankârları ve işledikleri kötülükleri gör­düğümüz zaman tüm gücümüzü kullanarak karşı çıkmalı

ve onun tesir alanını yok etmeliyiz… Buna gücümüz yet­mediği takdirde, onların kötülüklerini ve işledikleri zulümleri apaçık bir şekilde müstaz’afinsanlara anlatmalı, onların uyanmalarına vesile olmalıyız. Böylece o isyan­kârların kuvvet aldığı desteklerini ortadan kaldırıp onları güçsüz bırakmalıyız… Buna da gücümüz yetmiyorsa, güç ve kuvvet elde edinceye kadar, en azından o müstekbir müşriklere, o kâfir zalimlere veya o fasık ve facirlere kar­şı içimizde kin besleyecek, onlardan ve yaptıkları kötü­lüklerden nefret edeceğiz!.[22] İşte bu, imanın en zayıf de­recesidir. Yani kalblerinde zerre kadar da olsa iman bulu­nanlar, yeryüzünün müstekbirlerine, tağutlarma ve gayr-i İslâmî düzenlerine, devletlerine ve hükümetlerine karşı kin duymalı, buğz edip nefretini ortaya koymalıdır…. Böyle davranmayıp müstekbir tağutlara, gayr-iİslâmî ik­tidarlara yardımcı olur, onlara destek verir ve yaşamaları sağlayacak olurlarsa, kendilerinden iman tamamiyle yok olmuş, artık onların imanlı olmalarından söz edilmez…

Abdullah b. Mes’ud (r.a.)’ın rivayetiyle Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur.

“Benden önce Allah’ın hiç bir ümmete gönderdiği peygamber yoktur ki, o peygamberin, ümmetinden hava­rileri ve Sünnetine tabi olan, emrine uyan ashabı olmasın.

Kıssa şu ki, sonra onların ardından yapmadıklarını söyleyen veemrolunmadıkları şeyleri yapan bir takım kötü nesiller meydana çıkar.

 

İşte kim, bunlara karşı eliyle mücadele ederse o, mü’mindir. Kim, onlara karşı diliyle mücadele ederse, o, mü’mindir. Kim, onlara karşı kalbiyle mücadele ederse o, mü’mindir. Amma bunun ötesinde, imandan bir hardal ta­nesi de yoktur.” [23]

“Yapmadıkları şeyleri söyleyen ve emrolunmadıkları şeyleri yapan, ” yeryüzünü ifsad eden kötülük odaklarına karşı, elimiz, dilimiz ve kalbimizle, tüm imkânları sefer­ber ederek karşı koymamız imanımızın ve müslüman in­sanımızın, hatta bütün insanlığın sağlık, selamet ve kur­tuluşudur!..

Cabir (r.a.)’ın rivayetiyle önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kıyamet günü Allah katında şehidlerin efendisi, Abdulmuttalib oğluHamza ile zalim bir idareciye, ayağa kalkarak ona iyiliği emredip kötülüklerden sakındıran ve bu yüzden o idarecinin öldürdüğü kimsedir.[24]

İster müslüman olsun, ister müşrik olsun yeryüzünde iktidarda bulunduğunda zulüm işleyen hiç bir hükümete karşı suskun davranamazmü’min müslümanlar!..

Müşrik iktidarların hem şirklerine, hem de zulümle­rine karşı mücadele eder ve onun tesirini yok etmek için Alİah yolunda savaşır müslüman. Zulüm ile idare eden zalim ve fasık hükümetlere karşı da susmaz mü’minmüslüman… O, müslüman oldukları halde zulüm ile idare edenlere karşı kıyam eder, onların zulmünü giderip yerine İslâm’ın adaletini yerleştirmeye çalışır… Çünkü mü’min

Bir mü’min muvahhid buna, asla rıza göstermediği gibi, bütün imkânlarıyla bu zulmün giderilmesine çalışır… Bu  uğurda şehid olursa, hadiste beyan edildiği  üzere şehidlerin efendisi Hz. Hamza (r.a.)’ınarkadaşı olur. Rabbimiz Alİah (c.c.) bizleri uyarıyor: “Ey iman edenler, yapamayacağınız şeyi neden söy­lersiniz?

Yapmayacağınız şeyi söyiemeniz, Allah katında bir gazab (konusu olması) bakımından (büyüdükçe) büyüdü (büyük suç teşkil etti).” [25]

Mü’min muvahhid, kendisine düşen ve gücü nisbetinde olan vazifelerine devam etmeii, diğer insanla­ra, iyiliği emrederken veya kötülükdenmen’ederken ken­disini unutmamalıdır…

Bu konuda Rabbimiz Allah (c.c.) şunları buyurur: “Ey İsrail oğulları, size bağışladığım nimetimi anın ve ahdime bağlı kalın ki, Ben de ahdinize bağlı kalayım. Ve yalnızca Benden korkun.

Yanınızda olan (Tevrat)’i doğrulayıcı olaraka indir­diğime (Kur’ân’a) iman edin. Onun inkar edenlerin ilki siz olmayın ve ayetlerimi az bir değer karşılığında değişme­yin (satmayın) ve yalnızca Benden korkun.

Hakkı, batıl ile örtmeyin ve sizce de bilinirken hakkı gizlemeyin.

Namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin ve rükû e-denlerie siz de rükû edin.

Siz, insanlara iyiliği emrediyorken, kendinizi mi u-nutuyorsunuz? Oysa siz, kitabı okumaktasınız. Yine de akıllanmıyacak mısınız?

Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şübhesiz, içi saygıyla ürperenlerin dışında kalanlar için bir ağırlıktır.[26]

Diğer insanlara iyiliği emrederken, kendisi yapma­yanın ve kötülüktenalıkor iken kendisi kötülük işleyenle­rin cezası için, Usame b. Zeyd(r.a.)’ın rivâyetiyle Rasu-lullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kıyamet gününde bir kişi getirilir, cehennemin içi­ne atılır da, cehennemde onun barsakları derhal kamından dışarı çıkar. Sonra o kişi, (barsakları etrafında) değirmen eşeğinin değirmende dönüşü gibi döner.

Bunun üzerine cehennem ahalisi, o kişinin başına

toplanırlar da:

Ey fulan, senin halin nedir? Sen, bize (dünyada) i-yilikle  emreden ve bizleri kötülükten nehyeden  değil miydin? derler.

Oda:

(Evet) ben, size iyilikle emrederdim, fakat onu kendim   yapmazdım.   Yine   ben,    sizleri   kötülükten nehyederdim de onu, kendim işlerdim, diye cevap verir. [27]

Rasulullah (s.a.s.)’in ümmetinden önceki “Ehl-i Kitab”ümmetlerin halleri bizim için birer ders ve birer ib­rettir.

Bundan dolayı Rabbimiz Allah şöyle buyurur: “Onların çoğunu günahta, düşmanlıkta ve haram yi­yicilikte çabalarına hız kattıklarını görürsün. Yapmakta oldukları ne kötüdür.

Bilgin-yöneticileri (Rabbanîyyun) ve yüksek bilgin­leri (Ahbar), onları, günah söylemelerinden ve haram yiyiciliklerinden sakınmalı değiller miydi? Yapmakta ol­dukları ne kötüdür.[28]

Ve yine buyurur Rabbimiz Alİah (c.c):

“İsrailoğullanndan küfredenlere, Davud ve Meryemoğlu İsâ diliyle lanet edilmiştir. Bu, isyan etmele­ri ve haddi aşmaları nedeniyledir.

Yapmakta oldukları münker (çirkin iş)lerden birbiri-lerinisakındırmıyorlardı. Yapmakta oldukları şey, ne kötü idi! [29]

Onlardan çoğunun, küfre sapanlarla dostluklar kur­duklarını görürsün. Kendileri için nefislerinin takdim etti­ği şey ne kötüdür. Allah, onlaragazablandi ve onlar, azabda ebedî kalacaklardır.

Eğer Allah’a, Peygamber’e ve O’na indirilene iman etselerdi, onları dostlar edinmezlerdi. Fakat onlardan çoyet

Bu ayetlerin açıklaması olan şu hadis-i şerif de ye­rinde hatılatmakgerek… Ebu Ubeyde (b. Abdullah b. Mes’ud, r.a.)rm rivâyetiyleRasulullah (s.a.s.) şöyle buyu­rur:

“İsrailoğulları içine (din bakımından) noksanlık gi­rince adam, (din) kardeşini günah üzerinde görür ve onu, o günahtan men’ederdi. Sonra ertesi gün olunca (günah­kâr) kardeşinin (bir gün önce) işlediğini gördüğü günah; adamı, o (günahkâr) kardeşiyle beraber yemek yemesine, beraber içmesine ve onunla sıkı-fıkı olmasına mânı olmazdı. Bunun sonucunda Allah, onların bazılarının kafb-lerini, diğer bazılarının kalblerinekarıştırdı. (Yani günah işleyenleri ile onlara arkadaşlık edenlerin tümünün kMb-İerini kararttı.) Ve onlar hakkında Kur’ân (ayetleri) indi.”

Sonra Rasul-i Ekrem (onlar, hakkında inen şu ayetle-ri-Mâide, 5/78-81 -okuyarak) buyurdu ki: (Hadiste ayetler

kaydedilmiştir.).

Ravî Ebu Ubeyde demiştir ki:

Rasulullah (s.a.s.) bunu buyururken bir tarafa yas­lanmış durumda idi. Sonra doğrulup oturdu ve:

“(Siz müslümanlar,) zalimin kollarından tutup onu (batıldan) hakka çevirmedikçe hayır (azabtan kurtulamaz ve mazur sayılmazsınız.) buyurdu.[30]

Allah’ın Nebilerinden Şuayb (a.s.) Kavmine seslenir­ken şöyle buyurur:

“Dedi ki: Ey kavmim, görüşünüz nedir, söyler misi­niz? Ya ben, Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve O da, beni kendisinden güzel bir rızıkla rızıklandırmış-sa? Ben, size yasakladığım şeylere (kendim sahiblenmek suretiyle) size aykırı düşmek istemiyorum. Benim iste­diğim, gücüm oranında yalnızca ıslah etmektir. Benim ba­şarım, ancak Allah iledir. O’na tevekkül ettim ve O’na iç­ten yönelip dönerim.[31]

İbn   Abbas   (r.anhuma)’nın   rivayetiyle   Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Küçüğümüze şefkat ve büyüğümüze saygı göster­meyen, iyiliği emretmeyen ve kötülüğü nehyetmeyen biz­den değildir.” [32]

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), hangi durumda bulu­nursak bulunalım, bir kötülük gördüğümüz zaman onu e-limiz, dilimiz ve kalbimizle gidermemizi emretmektedir… Gerçi bazı âlimler, el ile gidermek İslâm Devletinin va­zifesi, dil ile gidermek âlimlerin vazifesi ve kalbiyle buğzetmekse diğer halkın vazifesi olduğunu söylemişlerse, bundan maksad, toplum içindeki kargaşayı önlemektir… Yoksa kötülüğü gören mü’mİnmuvahhidler, hangi duru­ma güçleri yeterse, onu hemen kullanmalıdırlar!..

Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’m rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Yollarda oturmaktan sakının.”

Ashab:

Ya Rasulullah, oturmaktan başka çaremiz yoktur. Biz, oralarda konuşuyoruz, demişler.

Rasulullah (s.a.s.):

“Oturmaktan başka bir şey yapmayacaksanız, bari yolun hakkını verin!” duyurmuşlar. Ashab:

Onun hakkı nedir?, diye sormuşlar. (Rasuİullah, s.a.s.):

“Gözü yummak, ezayı defetmek, selâmı almak, iyili­ği emir, kötülüğü yasaklamaktır.” buyurmuşlar.[33]

Kötülüğü emretmek veya serbest bırakmak, iyiliği yasakalamak, kâfir ve müşriklerden daha kötü olan münafıkların değişmez karekteridir… Yani Allah’ın ve Rasu­lullah (s.a.s.)’in yasakladığı, haram kıldığını serbest bıra­kan, insanları olara teşvik edip koruyuculuğunu yapan, Allah veRasulü’nün helal kıldığı, yani serbest bıraktığnı yasaklayanlar, kim olursa olsun Allah’a karşı isyan bayra­ğını açmıştır…

Rabbimiz şöyle buyurur:

“(Sizden olduklarına dair yemin eden) münafık er­kekler ve münafık kadınlar, (sizden değil), birbirilerin-dendir. Çünkü onlar, kötülüğü emreder, iyilikten alıkorlar. (Siz ise, iyiliği emreder, kötülükten akkorsunuz.) Ve on­lar, ellerini sıkı tutarlar (Allah için harcamak hususunda cimrilik gösterirler). Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu. Çünkü münafıklar, fasıkların kendileridir.[34]

Ve mü’min muvahhid müslürnanların en belirgin Özelliğini, Rabbimiz Allah şöyle beyan eder:

“Onlar ki, yeryüznde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılar, zekatı verirler, ma’rufu emrederler, münkerdensakındırırlar. Bütün işle­rin sonu Allah’a aiddir. [35]

Mü’min muvahhidlerin en belirgin özelliğidir, gerçek iman, salih amel, iyiliğin emri ve kötülüğün nehyi… Zaten bu vazife, ümmet tarafından dosdoğru bir şekilde, tüm engellere rağmen gerçekleşecek olursa[36]bu, kurtuluşun müjdesidir!…

Bu konuda, şu hadisi de kaydedelim.

A (b.EbuTalib(r.a.))’dan

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

“Allah, Ebu Bekir’i esirgesin! Kızını benimle evlen­dirdi, beni hicret yurduna (Medine’ye) taşıdı ve kendi malından Bilal’ı azad etti.[37]

 



[1] A’raf, 7/157.

[2] Bkz.Ahzâb, 33/36.

El-Mıkdam b. Ma’dİyekrib (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir ki, Rasu-iullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Dikkat! Kendisine benden bir hadis ulaşacak ve koltuğuna gerilmiş °’duğu halde:

Bizimle, sizin aranızda Allah’ın Kitabı vardır. Bu Kitab’ta neyi helâl ulursak, onu helâl kabul eder ve neyi haram bulursak, onu haram kılarız!, dıvecek olan bir adam çıkar mı?

Oysa Allah’ın Peygamberinin haram kıldığı şey, ‘Alİah tarafından ha- kılman şey gibidir.” (Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l -İlm, B.10, Hds.

[3] Âl-iîmrân, 3/110.

[4] Tevbe.9/71.

[5] ÂMİmrân, 3/102-105.

[6] Lokman, 31/17.

[7] Bakara, 2/177.

[8] Mâide, 5/105.

[9] Mâide, 5/105

[10] Sünen-i ibn Mace, Kitabu’I-Fiten, B.20, Hds. 4005. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’I-Fiten, B.8, Hds. 2257. Sünen-i EbuDavud, Kitabu’l-Melahim, B.17, Hds. 4338.

[11] Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B.20 Hds. 4004.

[12] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B.9, Hds. 2259.

 

[13] Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B.20, Hds. 4008.

[14] ÂM İmrân, 3/175

[15] Mâide, 5/44.

[16] Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B.20, Hds. 4007.

[17] Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B.20, Hds. 4009. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Melahim, B.17, Hds. 4339.

[18] Zina, yargıtayca kâr getiren ticaret sektörü olarak kabul edilmiş ve vergilendirilmiştir.

Bkz. Yargıtay, 5.C. D. 11 Şubat 1948 Tarih, Esas No 298, Karar No 422. (Melahat Aktaş, İslam Toplumunda ve Çağımızda Kadın, İst, 1985, 5. Baskı, Sh.152, 98. Dipnot)

[19] Bakara, 2/193. Enföl, 8/39.

[20] Sahih-i Buhârî, Kitabu’ş-Şehadat, B.31, Hdl. 48. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B.l 1, Hds. 22^4.

[21] Sahih-i Müslim, Kitabu’1-İman, B.20, Hds. 78. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B.10, Hds. 2263. Sünen-i Neseî, Kitabu’1-İman, B.17, Hds. 4975-4976. Sünen-i tbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B.20, Hds. 4013. Sünen-i Ebu Davud,Kitabu’i-Melahinı, B.17, Hds. 4340.

[22] İbn Mes’ud (r.a.)’in rivayetiyle Rasuluilah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Allah’a isyan bayrağını açanlara kalben kızmakla Alİah!a yaklaşmaya Çalışınız. Onları asık yüzle karşılayınız. Onlara kızmakla, Allah’ın hoş­nutluğunu arayınız. Onlardan uzaklaşmakla Allah’a yaklaşmaya çalışınız.” İbn Şahin’in Efrad’ından İmam Suyutî,  Camiü’s-

Sağir, Hds.  3351. Camİu’s-Sağir Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, Vdğ. İst. l996, c. 2, Sh. 230-231,Hds. 1799.

Aclunî, Keşfu’1-Hafa, C.l, Sh.313, Hds.1008.

[23] Sahih-i Müslim, Kitabu’1-İman, B.20, Hds. 80.

[24] Hakim’in  Müstedrek’inden,  İmam  Suyutî,  Camiu’s-Sağir Muh­tasarı…, C.2, Sh. 476, Hds. 2380.

İmam Hafız El-Munzİrî, Hadislerle İslâm, Terğib ve Terhib, çev. A. Muhtar Büyükçmar, vdğ. İst.1985, C.4, Sh.5O6,Hds.8.

[25] Saff, 61/2-3.

[26] Bakara, 2/40-45.

[27] Sahih-i Buhârî, Kitaba Bedi’1-Halk, B.10, Hds. 76 Sahih-i Müslim, Kitabu’z-Zühd ve’r-Rekaik, B.7, Hds. 51.

[28] Mâide, 5/62-63.

[29] Mâide, 5/78-81.

[30] Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B.20, Hds. 4006. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’t-Tefsiru’l-Kur’ân, B.6. Hds. 3238. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Melahim, B.17, Hds. 4336.

[31] Hûd, 11/88.

[32] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Birri ve’s-Sila, B.15, Hds. 1986.

(Not: Baz) ilim adamları şöyle demektedirler: Rasulullah (s.a.s.): “Bizden değildir” sözünün mânâsı, bizim Sünnetimizden değildir, (yani) bizim edebimizden değildir, buyuruyor.

AH b. E!-Medinî, Yahya b. Said’den naklen diyor ki: Süfyan es-Sevrî, “bizden değildir” tabirinin, bizim gibi değildir şeklinde tefsir edilmesini reddederdi.)

[33] Sahih-i Müslim, Kitabu’s-Selâm, B.2, Hds. 3.

Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Mezalim ve’1-Gasb, B.22, Hds.26

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’1-Edeb, B.13, Hds.4815.

[34] Tevbe, 9/67.

[35] Hacc, 22/41.

[36] İmam Ömer el-Faruk (r.a.), emr-i bilmaruf ve nehyi anilmünker’e öyle sur’atlİ devam etmiştir ki, sonunda şöyle söylemiştir:

Hep doğru söylemek beni yalnız bırakt. (Yani, hakkı söylediğim i-çin dostlar beni terk etti veya hakks Ömer’e dost bırakmadı.) Aclunî, Keşful-Hafa, C.2. Sh. 183, Haber no: 2198. (Not: İbn Sa’d, Tabakat adlı kitabında Ebu Zerr’denrivayet etmiştir.)

Alİah, Ömer’i esirgesin! Acı da olsa hakkı söyler v. hakk(ı olduğu gibi açıklaması) kendisini arkadaşsız bi-rakmıştır.

Allah Osman’i esirgesin! Melekler, O’ndan haya e-derler.

Allah, Ali’yi esirgesin! Allahım Ali nereye dönerse, hakkı da O’nunla beraber çevir.” 36

[37] Sünen-i Tirmizî, Kitabul-Menakıb, B.62, Hds.3960.