Yolumuz Cihad-1

Yegâne Rabbimiz, İlâhımız ve Melikimiz Allah Teâlâ, mü’min muvahhid kullarını yeryüzünün vârisleri kılmıştır.[1] Kendisine, yalnız ve yalnız kendisine itaat ve ibâdet edilen Rabbimiz Alİah (c.c), insan kullarından hak kazanmış olanları, yeryüzünün imaret ve emaretine hali­feler kılmıştır.[2] Ve Rabbimiz Alİah, mü’min muvahhid kullarının yalnızca kendi rızası ve yalnızca kendi yolunda cihad etmelerini emir buyurmuştur. Bundan dolayı yolu­muzun cihad olduğunu beyan ediyoruz.

Cihad kavramı için, mü’min muyahhid, âlim, fazıl, muttaki, mücâhid ve şehid Abdullah Azzam (r.a.) şunları kaydediyor;

“Cihad, lûgatta: “Cehede, yechedü, cehden veya cuhden, kökünden gelmiştir. Cehede fiilinin mastarı “el-Cuhdu” damme ile veya fetha ile olup, vus’at (güç) veya takat manasına gelir.

Denilmiştir ki: (El-Cuhdu) dammeli olduğu zaman vus’at ve takat mânâsına, (el-Cehdu) fethalı olduğu zaman meşakkat mânâsına gelir. (El-Cehdu) fethalı olduğu za­man, “en son had” mânâsına da kullanılır. Ayette: “En son hadde kadar yemin ettiler.” Yani çok kuvvetli bir şe­kilde yemin ettiler.

El-Cehdu ve’I Cihadu, Lûgatta: İnsanın iyi şeylere nail olması veya kötülüklerin defi için var gücüyle bütün takatini sarf etmesi mânâsına gelir (Lisanu’l Arab, Kamusu’l Muhit).[3]

Cihad, yalnız ve yalnız Allah yolunda mü’min muvahhidlerin, din, can, akıl, nesil ve mal emniyetlerini sağlamak, Rabbleri Allah’a gereği şekilde kulluk yapmak için sarf ettikleri her türlü çabanın adıdır. Allah’ın emret­tiği ve Rasulullah (s.a.s.)’in öğrettiği gibi kul olmaya çalı­şırken önümüze çıkan bütün engelleri ortadan kaldırma gayretidir, Allah yolunda cihad…

Cihad el ile olur, cihad dil ile olur, cihad mal ile olur ve cihad her zamanda, her mekânda edâ edilen, kerahat vakti olmayan yüce bir ibadettir, Mü’min muvahhidler, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad ibadetini her an diri tutmakla mükelleftirler…

Cihad, nefsin, gayr-i şer’î isteklerine karşı mücadele etmekten tutun da, yeryüzünde fesad çıkaran ve Allah’ın dininin hâkim olmasını istemeyen tağutlara karşı savaşıp onları yok etmeye kadar her merhalesiyle gerçekleştirilmesi gerekli olan anın vacibidir…

Cihad, dünya semasında “Lâ ilahe illallah” bayrağın­dan başka hiç bir bayrağın ve sancağın yükselmemesi, dalgalanmaması için yapılan büyük çalışmanın ifadesi­dir…

Her zaman ve her mekânda cihad üzere olmak, onu hakkıyla devam ettirmek izzet, cihadı terk etmek ve ona dönmemek zillettir!

Cihad, bir benzeri bulunmayan, Rabbimiz Allah’ın kendisinde razı olduğu yegane ibadetlerdendir…

Kâfirlerin ve müşriklerin her zaman kendisinden korktukları, onun karşısında sindikleri,. Ödlerinin patladığı ve yok olup gittikleri bir ibadettir, Alİah yolunda cihad…

Bundan dolayı bütün küfür milleti, mü’min muvah-hidlerde cihad şuuru ve cihad ruhu uyanmasın diye var gücüyle çalışmaktadır… Mü’minlerin cihad aşkıyla kıyam etmesi, tüm kâfir ve müşrik ordularının her ferdini tir tir titretmekte, korkutmakta ve kaçacak delik aratmaktadır…

İşte bunun için tağutî düzenler, mü’minlerde cihad şuuru uyanmasın diye binlerce oyun oynamakta ve tu­zaklar kurmaktadır…

Mü’min muvahhidler, tarihin her döneminde olduğu gibi, kıyamete kadar cihad ruhunu diri tutmak zorundadırlar… Dünyada izzet, ahirete cennet için yegane şart bu­dur…

îşte İbn Abbas (r.a.)’ın bir şehâdeti…

Rasulullah (s.a.s.), Abdullah b. Revâha (r.a.)’ı bir serıyye başında gönderdi ve bu, Cuma gününe rastladı. Arkadaşları, sabah erkenden gittiler. O’na gelince:

Geri kalır, Rasulullah (s.a.s.) ile namazı kılar ve sonra onlara yetişirim, dedi.

Rasulullah (s.a.s.) ile beraber namaz kılınca, Rasul-i Ekrem, O’nu gördü ve buyurdu ki:

Arkadaşlarınla birlikte sabah erkenden yola çık­maktan seni ne alıkoydu?” Abdullah b. Revâhâ:

Seninle beraber namaz kılmak ve sonra onlara ye­tişmek istedim, dedi. (Rasulullah) buyurdu ki:

Yeryüzünde ne varsa infâk etsen, onların erken çı­kışlarının faziletine ulaşamazsın!” [4]

Yegâne önderimiz ve biricik örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)’in imamlığını yaptığı, yeryüzünün en hayırlı cema­atının kıldığı namaz ibadetinin sertâcı Cuma namazına kalmaktan daha hayırlı ve daha kıymetli olan ibâdet: Allah yolunda cihad! Ayrıca yeryüzünde her ne var ise, on­ları Allah yolunda infak etmekten daha sevablı ve faziletli bir ibâdet: Allah yolunda cihad!

Huşu ile kılınan namazın sahihleri mü’minler kur­tulmuşlardır. [5]Rasulullah (s.a.s.)’in peşinde huşu ile kılı­nacak Cuma namazına tercih edilen faziletli ibâdet: Allah yolunda cihad!

Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Rasulullah (s.a.s.)’e:

Amellerin hangisi efdaldir?, diye soruldu.

Rasulullah (s.a.s.):

“Allah ve Rasulü’ne iman etmektir” buyurdu.

Ondan sonra hangisi?, diye soruldu.

Allah yolunda cihaddır”, buyurdu.

Ondan sonra hangisidir?, denildi.

Makbul olmuş Hacc’dır” cevabım verdi.[6]

Hayat: iman ve cihaddır.

Allah’a ve Rasulü’ne İman etmek, sonra malıyla ve canıyla Alİah yolunda cihad etmek, hayatın gerçek anla­mıdır.

Mucaşî ibn Mes’ud (r.a.) şöyle dedi:

Mekke’nin fethinden sonra ben, kardeşim (mücâlid)le Rasulullah’a geldim ve:

Yâ Rasulullah, kendisiyle hicret etmek üzere bey’at etmem için sana kardeşimi getirdim, dedim.

Rasulullah (s.a.s.):

“Hicret etmiş olanlar, ondaki faziletlerle gitmiştir” buyurdu.

-Şimdi sen, onunla ne üzere bey’at edeceksin?, diye sordum.

“Ben, onunla İslâm, iman ve cihad üzere bey’at ede­rim.”, buyurdu.[7]

Hayat: iman ve cihaddır.

Gerçek mânâda Tevhid üzere iman etmek imanın ge­reği olan teslimiyeti göstermek ve Allah yolunda tüm gücünü sarfetmek… Misak anında Rabbimiz Allah’a verilen ahdin ve dünya hayatında Rasulullah (s.a.s.)’e yapılan bey’atın gereğidir cihad…..

Cihad, özde ve halde mü’min olmanın vazgeçilmez icablarındandır. Önce iman ve hemen peşi sıra anılan sadıkların vasfıdır, cihad etmek…

Rabbimiz Alİah (c.c.) şöyle buyurur:

“Mü’mİn olanlar, ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve Rasulü’ne iman ettiler, sonra hiç bir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sâdık (doğru) olanların tâ kendileridir.[8]

Mü’min olanlar, Allah’a ve Rasulü’ne iman etme ko­nusunda hiç bir kuşkuya düşmedikleri gibi, mallarıyla ve canlarıyla Alİah yolunda savaşırken de hiç bir kuşkuya düşmezler… İman eder ve bilirler ki, Allah yolunda cihad ve cihadın bir bölümü olan savaş, gerçek imanın göster­gesidir… Ve hayatın bir parçasıdır… Hayatın bir parçası iman, diğer parçası cihaddır. İmansız hayat olmayacağı gibi, Alİah yolunda cihadsız da hayat olmaz… İmansız ve cihadsız bir yaşantı, “hayat süren leşler” olmaktan başka bir şeyi ifade etmez!..

Cihadı imanın aslından saymaktadır önderimiz Rasu-lullah (s.a.s.)… Cihad, imanın esasından olan üç şeyden biridir…

Enes b. Mâlik (r.a.) rivayet ediyor.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Üç şey imanın esasındandır:

(Birincisi) Lâ ilahe illallah diyen bir kimseye (el ve dil uzatmaktan) çekinmemiz. (İşlemiş olduğu) bir günah yüzünden onu kâfir saymamam izdir. (Yani İslâm’a uyma­yan) bir fiilden dolayı onu, İslâm dışı ilân etmememizdir.

(İkincisi:) Cihad, Allah’ın beni (Peygamber olarak) gönderdiği andan, ümmetimin en çok neslinin Deccal’le savaşacağı âna kadar devam edecektir. Adaletli (bir idâ-reci)nin adaleti, onu ortadan kaldıramayacağı gibi, zâlim (bir idâreci)nin zulmü de kaldıramaz.

(Üçüncüsü ise:) Kadere imandır. [9]

Allah yolunda cihadın, kıyamete kadar süreceğini böyle beyan buyuruyor Rasulullah (s.a.s.)!… İman ile kü­für, Tevhid ile şirk arasında saflar tamamıyla ayrılmış ve her grup inançlarının gereğiyle amel etmektedirler… İman ve Tevhid grubu Allah yolunda savaşırken, küfür ve şirk grubu da şeytan yolunda savaşıyor… İman ve Tevhid gru­bu, hakkın ve adaletin hâkimiyeti, iyilik ve güzelliğin ik­tidarı için savaşırken, küfür ve şirk grubu da, batılın ve zulmün hâkimiyeti, kötülük ve çirkinliğin iktidarı için sa­vaşmaktadır… Diğer bir anlatımla, iman ve Tevhid cephe­si savaş erleri olan mü’min muvahhid mücahidler, Al­lah’ın yegane Rabb, Rasulullah (s.a.s.)’in yegane önder, Kur’ân-ı Kerîm’in yegane anayasa ve İslâm’ın yegane ha­yat nizâmı olma uğrunda savaşırken, küfür ve şirk cephesi yâni şeytanın ordusu da, tağutların rabliği, önderliği ve heva-u heveslerinden kaynaklanan kanunların anayasa ve tağutî düzenin de yegane hayat düzeni olması uğrunda, hak ve adalet yani İslâm cephesiyle savaşmaktadırlar… Dünyanın her yerinde bu böyledir!…

Âlemlerin Rabbi Allah (c.c.)’in sevdiği ve yardım et­tiği cephe, iman ve Tevhid cephesidir, yani Allah yolunda ve hakkın üstünlüğü için savaşan, cihad eden cephedir.

Rabbimiz Allah, şöyle buyurur:

“Hiç şübhesiz Alİah, kendi yolunda, sanki birbirleri­ne kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.[10]

Mü’min muvahhidler, imandan, Tevhidden, salih a-melden ve İslâmî anlayışlardan hiç bîr taviz vermeden, birbirlerine kenetlenmiş, sanki kurşun ile kaynatılmış bir ümmet olduklarını idrâk ederek ve kardeşlik hukukunu yerine getirerek cihadı sürdürmelidirler… Bir vücudun a-zâlan ve sağlam bir kalenin cüzleri gibi birbirleriyle irtibatlı olup her ferd üzerine düşen ferdî ve toplumsal vazi­fesini yerine getirmelidir…

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Ey iman edenler, sizi acı bir azabdan kurtaracak bir ticâreti size haber vereyim mi?

Allah’a ve O’nun Rasulü’ne iman edersiniz, malları­nızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz.

O da, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ır­maklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte büyük mutluluk ve kurtuluş bu­dur.[11]

Eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlı olanını, yani hayatın iman ve cihad olduğunu ey iman edenler… En bü­yük kurtuluş ve en yüce mutluluk, hayatın iman ve cihad olduğunu bilip, idrâk ederek, şuurlu bir şekilde amel hâli­ne dönüştürmektir… Bu, öyle bir ticârettir ki, hakkıyla gerçekleştirildikten sonra mü’mini acı bir azabdan kurtarır ve ebedî cennetlere, hem de Adn Cennetlerindeki konak­lara yerleştirir… Çünkü bu eşi olmayan ticâret, iman et­miş, salih amel işlemiş ve imanında hiç bir şübheye düş­memiş muvahhid ve mücâhid kul ile yegane Rabbi Allah arasında gerçekleşmiştir!… Mü’min muvahhid kul, Rabbi-nin kendisine emrettiği ve kendisinden istediğini vermiş, yani Allah yolunda malıyla ve canıyla cihad ederek, malı­nı ve canını Rabbine cennet mukabili satmış, Rabbi Allah da, o kulun su samimiyetine, bu ihlâsma karşılık ondan razı olup kendisine Adn cennetlerindeki konaklan ver­miştir… Bu büyük mutluluk ve kurtuluş olan ticâretten her iki taraf razı olmuşlardır.

Allah, nıü’min muvahhid kulunun bu itilasından, Rabbinin emrini yerine getirmesinden dolayı kulundan razı olurken kulu, Rabbinin kendisine va’d ettiklerine ka­vuştuğu için her zaman olduğu gibi Rabbinden razı olmuştur[12]

Cihad, Rabbimiz Allah’ın razı olduğu iman ve salih amel üzere olmak için gösterilen gayretin, yapılan çaba­nın bir ifâdesi idi… İslâm’ı bilmek, anlamak ve önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’în yaşadığı gibi yaşamaktır… Hayatı, Kur’ân-ı Kerîm’in bir canlı hâli olan Rasulullah (s.a.s.)’in mü’min muvahhidler için yegane örnek olduğuna inanıyor ve öylece biliyoruz.[13]

Mü’min muvahhidlerin hayatlarının her biriminde, gerek savaşta, gerekse barışta nasıl hareket edeceklerini, Rabbimiz Allah emretmiş ve Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), bu emrin nasıl yerine getirileceğini yaşayarak göstermiştir… Kitab ve Sünnet, hayatımızın iki ana kay­nağıdır. Hayatımızı, bu iki ana kaynağa göre tanzim etmemiz, vazgeçilmez vazifemizdir… Bu iki kaynaktan son­ra gelen İcma ve Kıyas kaynaklan, bu iki kaynağa bağlı olarak değer kazanır…

Bundan dolayı yolumuz apaydınlık, meselelerimizin çözümü apaçıktır. Cihad, cihad deniliyor ama naşı! yapacağız? Bu ibâdeti nasıl edâ edeceğiz?.. Soruları mü’min muvahhidlerin soracağı ve cevabsız bırakacağı sorular olması gerektir. Çünkü cihad nedir ve nasıl yapılacak, kimlere karşı nasıl gerçekleştirilecektir, tüm yönleriyle i-zâh edilmiş ve bilfiil yaşanarak örneklendirilmiştir.

Bunun için Rabbimiz Allah şöyle buyurun

“Allah adına gerektiği gibi cihad edin. O, sizleri seç­miş ve din konusunda size bir güçlük yüklemem iştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi). O (Alİah), bundan daha önce de, bunda (Kur’an’da) sizi, “müslümanlar” ola­rak isimlendirdi. Peygamber sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerinde şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın, sizin mevlânız O’dur. İşte ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcı.[14]

Allah yolunda hakkıyla cihad eden, kendilerine hiç bir güçlük, yani imkânlarının ve tâkatlarının üstünde bir sorumluluk yükletilmeyen, Peygamberin kendilerine şahid olduğu ve kendileri insanlar üzerine şahid oiduğu ve kendileri insanlar üzerine şahid olan mü’min muvah-hidlere, Rabbimiz Allah, “müslümanlar” adını vermiştir. Bizler, Rabbimizin bize vermiş olduğu “müslümanlar” a-dmdan başka bir ad ve sıfat kabul etmiyoruz. Elhamdü­lillah bizler, müslümanlarız, bizler mü’min ve muvahhid-leriz. Bizleri böyle ansınlar, söz etsinler ve yazsınlar. Bizleri, “Müslümanlar” adından başka bir ad ile ananlar, bizlere iftira edenlerdirler!…

Bizler, İslâm milleti ve Rasulullah (s.a.s.) ümmeti­yiz. İslâm milletinden başka bir millete, dâvaya ve ideo­lojiye bağlılığımız yoktur, olamaz da!.. Rasulullah (s.a.s.)’in ümmetiyiz ve hangi ırktan, hangi ülkeden ve hangi renkten olursa olsun tüm mü’minler, muvahhidler, müslümanlar kardeştirler. Onların ırkı, rengi ve dili, Rabbimiz Allah’ın ayetidir. [15]

Biz mü’min muvahhidler, biz müslümanlar, dünyanın neresinde olursak olalım ve hangi kavme, hangi ırka, hangi renge ve hangi dile mensub olursak olalım, bir vü­cudun organları gibi birbirimizdeniz ve bir başa bağlıyız…

Hepimiz biriz, birimiz hepimiziz… Allah (c.c), bizim Rabbimiz ve Mevlâmizdir. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır. Rabbimiz ve Mevlâmız Allah, O’nun uğrun­da, dininin hâkim olması için, O’nun ve müslümanların düşmanlarıyla savaşmamızı emretmiştir ve şöyle buyur­muştur:

“Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki, hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve oiur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir serdir. Allah bilir de, siz bilmezsiniz.[16]

Savaşmak, ama bir gayesi, bir mantığı olan savaş­mak… Allah yolunda, Allah’ın dini hâkim olsun diye, mü’min muvahhidlerin dünya ve âhiretlerinin selâmetleri için savaşmak…

Evet, savaşmak, can, din, mal, nesil ve akıl emniyeti için savaşmak… Yeryüzünde haddini aşmış, Rablik ma­kamını işgal etmiş, yani Allah’ın kanunlarını bir yana bı­rakıp, heva-u hevesinden kaynaklanan kanunları yapıp yürürlüğe koyan tağutlara karşı, onların haddini bildirmek ve alaşağı etmek için savaşmak…

Savaş, tüm maddî ve manevî zorluklarıyla göz önün­dedir. Elbette şuurlanmamış, nefislere ağır gelir. Durup dururken, işi-gücü yerinde kendisi keyif çatarken, bunları bırakıp malıyia, canıyla Allah düşmanlarına karşı savaş­mak tabiî ki, nefislere zor gelir. Rahatına düşkün, geçici dünyanın süsüne kananların hoşuna gitmez böyle bir emir ve onu icra etmek… Fakat madem ki, Rabbimiz Alİah bu­nu emretmiştir, bu yâni Allah yolunda savaş, mutlaka biz mü’min muvahhid müslümanlar için en hayırh olandır. Alİah yolunda savaşmak için terk etmemiz lâzım olan her neyi seviyorsak, hiç şübhesiz onu terk etmeliyiz. Çünkü Allah’ın savaş emri ve o emri yerine getirmek, tüm sevdiğimiz şeylerden hayırlıdır… Savaşa gitmekle o sevdikle­rimizi kaybedecek isek, hemen Allah yolunda savaşı ter­cih etmeliyiz. Çünkü hayırlı olan budur. Çünkü biz kulla­rın bilmediğini, Rabbimiz Allah bilir!,.

“Alİah yolunda savaşın ve bilin ki, şübhesiz Allah işitendir, bilendir” [17]

Ve müslümanlar, ferd ferd bu ilâhî emrin muhatabla-ndırlar. Her mü’min muvahhid bu konuda kendisinden so­rumludur. Kendisi bizzat, bu emri hemen yerine getirmeli, gevşek davranmamalı, bir başkasının öne çıkmasını bek­lememelidir. Bu vazifeyi edâ etme noktasında çok hızlı ve serî davranmalıdır. Sanki yeryüzünde bir tek mü’min muvahhid o var ve bu emir hemen icra edilmelidir! Her mü’min, her müslim böyle iman etmeli, böyle bilmeli ve bu şuurla davranmalıdır… O zaman tüm İslâm milleti, tüm Rasulullah (s.a.s.) ümmeti her an Allah yolunda sava­şa hazır bir ordu hâline gelir… Ümmetin, savaşmakla yü­kümlü her ferdi böyle yetiştirilmeli ve şuurlu bir şekilde hazırlanmalıdır…

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“Artık sen, Allah yolunda savaş, kendinden başka­sıyla yükümlü tutulmayacaksın. Mü’minleri de hazırlayıp teşvik et. Umulur ki Allah, küfredenlerin ağır baskılarını geri püskürtür. Allah, kahredici baskısıyla daha zorlu, acı sonuçlandırmasıyla da daha zorludur.” [18]

“Ey Peygamber, sana ve seni izleyen mü’minlere Al­lah yeter.

Ey Peygamber, mü’minleri savaşa karşı hazırlayıpteşvik et…” [19]

Rabbimiz Allah’ın, “savaş” emri gelince, her mü’min üzerine düşeni yapmalıdır. Hem bu emri amele dönüştürülmeli, hem de diğer müslümanları savaşa teşvik etmeli­dir. Allah yolunda şartlarına riâyet ederek cihad eden mü’min muvahhid, diğer müslümanları da cihada ve ciha­dın bir bölümü olan savaşa teşvik etmelidir…Onları, Alİah yolunda cihada ve savaşa teşvik etmesi, yegane Rabbimiz Allah’ın bir emridir. Namaz kılın, oruç tutun, zekât verin, hacca gidin emirleri gibi Allah’ın bir emridir… Nasıl ki, mü’min müslümanlar namaz, oruç, hacc ve zekât emirle­rini yerine getiriyor, ve birbirlerini teşvik ediyor, yapma­yanlar ikâz ediliyor, gerekirse tavır konuluyorsa, Allah yolunda cihad etmek ve savaşmak farzı için de aynı tavır ve aynı halin sergilenmesi lâzımdır… Çünkü Allah yolun­da, Allah’ın dini olan İslâm’ın hâkimiyetini, mü’minlerin Allah adına iktidarlarım istemeyenlerle savaşmak, Rab­bimiz Allah’ın bir emri olduğu gibi, mü’min müslümanlan cihada/savaşa teşvik etmek de, yine Rabbimiz Allah’ın biz mü’min muvahhidlere bir emridir!..

Rasulullah (s.a.s.)’e verilen emir, O’nun vârislerine de verilmiştir… Hitabın has olması, hükmün âmm olması­nı engelleyici değildir. Hüküm, geneldir… Verilen emir, kıyamete kadar her zaman ve her mekânda geçerlidir. Ne­rede ehl-i küfre ve ehl-i şirke karşı savaşmak var ise, ora­da mü’min müslümanları savaşa teşvik de vardır… Savaş için hazırlık da vardır… Hiç bir zâlim ve tağutî güç bunu engelleyemez. Kâfirlere, müşriklere, mürtedlere ve tağut-lara rağmen bu ilâhî emir ile amel etmek, mü’min müslü-manlarm boyunlarına bir borçtur ki, kazaya bırakmak el­bette büyük bir suçtur…

Eğer Allah dilemiş olsaydı, elbette onlardan inti­kam alırdı. Ancak (savaş), sizleri birbirinizle denemesi içindir, Allah yolunda öldürülenler ise (Allah) kesin olarak onların amellerini giderip boşa çıkarmaz.”[20]

Allah yolunda savaşmak, bizler için bir imtihandır, yoksa Rabbimiz Allah’ın bizlere olan bir ihtiyacından do­layı değildir. Alİah, hiç bir şeye muhtaç değildir. O, â-lemlerden müstağnidir. O’nu noksan sıfatlardan tenzih e-deriz. Eğer Rabbimiz Allah dilerse, anında Allah düş­manlarından intikam alır. Fakat imtihan halinde olan kulların, Sünnetullah gereği imtihanlarının sonuçlanması gerekir… Sünnetullah’da hiç bir değişme olmaz…

“Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri belirtip a-yırt etmeden ve sabredenleri de belirtip ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?”[21]

Rabbimiz ve halikimiz, yani yaratma ve emir etme­nin yalnız ve yalnız kendisine aid olan [22] Allah’ın bildiği, cihad edenler ve etmeyenler, sabır edenler ve etmeyenle­rin imtihan alanında olanlar tarafından da bilinmesi için Allah yolunda savaş farz kılınmıştır…

“Andolsun ki, sizi imtihan edeceğiz. Tâ ki, içinizden mücâhidleri ve sabr-u sebat edenleri belirtelim. Haberlerinizi imtihan meydanlarına nümûne yapalım. [23]

Sabreden, yani Allah yolunda ve Allah’ın emrettiği gibi direnen, Allah’ın verdiği türri imkânları, güç ve kuv­veti Allah için harcayan mücahidlerin bu örnek davranışı, imtihan meydanının gıbta edilecek davranışıdır. Diğer mü’min müslümanlar, imtihan olup imtihanını başarı ile bitiren ve örnek bir tavır sergileyen mücahidin hayatını kendilerine örnek almalıdırlar… Rabbimiz Allah (c.c.)’nin kasem ile beyan buyurduğu imtihan bunun içindir!..

İmtihan sahasında olup, Allah’ın “savaşın” emrine karşı gevşek davrananların durumunu şöyle beyan ediyor Rabbimiz Allah: “Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz bi­zi halkı zâlim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bıra­kılmışlar (müstaz’aflar) adına savaşmıyorsunuz?

İman edenler, Allah yolunda savaşırlar, küfredenler de, tağutun yolunda savaşırlar. Öyleyse şeytanın dostla­rıyla savaşın. Hiç şübhesiz şeytanın hileli düzeni pek za­yıftır.[24]

Alİah yolunda ve müstaz’afların müstekbirlerden kurtulmaları uğrunda savaş… Rabbimiz Alİah, yeryüzün­de zayıf bıraktırılmış, güçten düşürülmüş, tağutlar tara­fından engellenmiş olan kullarının kurtuluşu için, zâlim müstekbirlerle savaşmayı, kendi yolunda savaşmak olarak değerlendirmiştir…

Müstaz’aflar, içinde yaşadığı ülkeye egemen olan zâlim, müstekbir, kâfir, müşrik ve tağutî düzenden ve o düzenin koruyucularından kurtulmak için, Rabbimiz Al­İah’dan yardım ye kendilerini derleyip toparlayacak, ken­dilerine cemaat halinde tanzim edecek, pasivize edilen dinamiklerini yeniden canlandıracak bir önder, yani imam talebinde bulunuyorlar…

Ayet-i kerimede beyan edilen müstaz’aflar, inkarcı değillerdir. Onlar, âlemlerin Rabbine inanan, O’ndan baş­ka rab, ilâh, melik, mevlâ tanımayanlardır. Bulundukları ülkede esaret altındadırlar… Kurtulmak istiyorlar ama güçleri, kuvvetleri buna yetmiyor, dağınık vaziyette, her­hangi bir plan ve programları ve kendilerini bir araya geti­recek imamları yoktur…

Yeryüzünde, kullara kul olmak istemiyorlar… Kulla­ra kul olmaktan kurtulup, yalnız ve yalnız Rabbimiz Al­lah’a kul olmak istiyorlar…

Rabbimiz Allah, kendisine iman eden mü’min mu-vahhid kullarını uyarıyor… Madem ki, iman edilmiş, yani hayatın bir cephesi elde edilmiş, diğer cephenin de elde edilmesi lâzımdır… O zaman hayat, bütünlüğünü kazan­mıştır. Çünkü hayat, İman ve cihaddır.

Bundan dolayı cihadın bitiş zamanı, savaşın durma zamanı yoktur. Yeryüzünde bir tek müstaz’af bile kalmayıncaya, ilâhî adaletin, yani İslâm’ın tamamıyla hâkim o-luncaya kadar zâlimlere ve tağutİara karşı savaş devam edecektir…

Bugün işgal altındaki İslâm topraklarındaki mü’min muvahhid müslümanlar, esaret altında ve müstaz’af hali­ne getirilmişlerdir… Mevcud işgalci egemen tağûtî güçler, müslümanları kendi topraklarında esir etmiş ve müstaz’af duruma getirmişlerdir. Bu esaret altındaki müstaz’aflar, Allah katından bir yardım ve bir imam beklemektedirler… Allah’ın izniyle onlara ön ayak olacak, onlara rehberlik yapacak kadrolara ihtiyaç had safhadadır…

Mü’min muvahhidler, Allah yolunda tağutlarla, şey­tanın taraftarlarıyla savaşmalıdirlar… Bu, onların en bü­yük vazifelerinden ve ânın vacibidir. Çünkü Rabbimiz Al­lah: “Öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın…” diye emretmektedir… Bu emrin edasının ertelenen her saniyesi, müs-lümanların aleyhinedir…

“Ey iman edenler, ne oldu ki size, Allah yolunda sa­vaşa kuşanın denildiği zaman yer(iniz) de ağırlaşıp kaldı­nız? Ahiretten (cayıp da) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama ahirettekine (göre) bu dünya hayatının yararı pek azdır.

Eğer savaşa kuşanıp çıkmazsanız O, sizi pek acıklı bir azabla azablandıracak ve yerinize bir başka topluluğu getirip değiştirecektir. Siz, O’na hiç bir şeyle zarar vere­mezsiniz. Alİah, her şeye güç yetirendir.[25]

Ey iman edenler, ey Rabbimiz Allah’a söz verenler, ey Ailah’dan başka rab tanımayanlar, ey canlarını ve mallarını cennet karşılığı Rableri Allah’a satanlar, size ne oluyor? Niçin bu haldesiniz? Hani Rabbiniz Allah ne em­rederse şübhesiz inanacak ve hemen yapmaya koyulacak­tınız? Rabbiniz Allah, size savaşıa kuşanın, O’nun yolun­da ve müstaz’aflann kurtuluşu için cihad edin diye emir vermiştir. Peki, nasıl oluyor da, bu emir karşısında hemen harekete geçmiyor ve yerinizde mıhlanıp kalıyorsunuz? Sanki ahiretteki cennet ve cennet nimetlerinden vaz­geçmiş gibisiniz… Sanki geçici dünya hayatına razı olmuş gibisiniz…

Sizler iman etmiş kişilersiniz ve idrâk edin ki, ahire-te göre dünya hayatının yararı pek azdır. Dünya fani, ahi-ret yurdu bakîdir. Dünyada üç-beş gün kalacaksınız, ama ahirette ebediyen…

Eğer bütün bu uyarmalara rağmen hâlâ yerinizden kımıldamıyor, harekete geçmiyor ve savaşa kuşanmıyor­sanız, iyi bilin ki, pek yakında sizi pek acıklı bir azabla azablandıracaktır Rabbiniz Alİah!.. Ve sizler, cihad emri­ni yerine getirmez, yeryüzünde fesad çıkaran kâfir, müş­rik, mürted ve diğer tağûtî şeytanî güçlerle savaşmaz ise­niz, Alİah, sizleri giderir ve yerinize bu emri icra edecek mü’min muvahhid ve mücahidleri getirir…

O mücahidler, Allah yolunda ve müstaz’aflann kur­tuluşu uğrunda cihada kuşanır, savaş meydanına atıhr, zâlim müstekbirlere, işgalci müşriklere, müstevlî mürted-lere, karşı var gücüyle savaşırlar… Alemlerin Rabbi Al­lah, onların yardımcisıdır… Ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır O!..

Bu ilâhî tehdit karşısında mü’min ve müslim olanlar hâlâ yerlerinden devinmiyorlarsa bu, korkunç bir felâket­tir… Rabbimiz Allah bizi, bu felâketten muhafaza eylesin ve yerlerinde mıhlanıp kalanlardan eylemesin… O’nun emrini, gereği gibi yerine getirenlerden eylesin…

 



[1] Musa kavmine; Allah’dan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz (yeryüzü) Allah’ındır. Ona, kullarından dilediğini mirasçı kılar. En gü­zel sonuç müttakiler içindir, dedi.” (A’raf, 7/128)

“Andolsıın biz, zikir (Levh-i Mahfuz veya Tevrat)’dan sonra Zebur’da da; Hiç şübhesiz arza salih kullarım vâris olacaktır, diye yazdık.” (Enbiya, 21/105)

“Ve sizi, onların topraklarına,, yurtlarına, mallarına ve daha ayak bas­madığınız bir yere mirasçı kıldı. Alİah, her şeye güç yetirendir.” (Ahzâb, 33/27)

“İşte böyle, Biz bunları, başka bir kavime miras olarak verdik.” (Duhan, 44/28)

“Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere (müstaz’aflara) lütufla bu­lunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.” (Kasas, 28/5)

[2] Semûd kavmine de, kardeşleri Salih’i gönderdik. Dedi ki: Ey kav­lim, Allah’a ibâdet edin, Sizin, O’ndan başka hiç bir ilâhımız yoktur. O, Sizi yerden yaratıp sizi orada bir ömür boyu yaşattı (orayı İmâr etmenizi ‘stedi) O halde O’ndan mağfiret dileyin. Sonra O’na tevbe edin. Şübhesiz «, Rabbim çok yakındır, duaları kabul edendir.” (Hûd, 11/61)

“Hani Rabbin, Meleklere: Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife yarata-cağım, demişti…” (Bakara, 2/30)

[3] Şehid Abdullah Azzam, Cihad Adab ve Ahkâmı, çev. Mustafa Özel-Yücel Şimşek, İst.1992, Sh.50

[4] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’1-Cuma, B.377, Hds.526.

[5] Mü’minler gerçektenfeİâh bulmuştur.

Onlar, namazlarında huşu içinde olanlardır.” (Mü mmûn, 23f\-l)

[6] Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-İman, B. 17, Hds.19

Sahih-i Müslim, Kitabu’1-İman, B.36, Hds.135 Sünen-i Tirmizî, Kitabu fedailu’1-Cihad, B.22, Hds.1709 Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cihad, B.17, Hds.3115-3116.

[7] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Meğazî, B.55, Hds.311-312. Sahih-i Müslim, Kitabu11-îmâre, B.22, Hds.83-84 Aynı konuda bakınız;

Sünen-i Neseî, Kitabu’I-Bey’at, B.15,Hds.4151-4153. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B.2, Hds.2480. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’s-Siyer, B.32, Hds. 1638. Sünen-İ Dârimî, Kitabu’s-Siyer, B.69, Hds.2515.

[8] Hucurât,49/15.

[9] Sünen-i Ebu Çavud, Kitabu’I-Cihad, B.33, Hds.2532

[10] Saff, 61/4

 

[11] Saff, 61/10-11-12

[12] Ey mutmaîn (tatmin bulmuş) nefis, ‘Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. ^ık kullarımın arasına gir. Cennetime gir.” (Fecr, 89/27-30)

[13] Bkz. Ahzâb, 33/21

[14] Hacc, 22/78

[15] Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı (farklı ve değişik) olması da, O’nun ayetlerindendir. Hiç şübhe yok bunda âlimler için gerçekten ayetler vardır.” (Rum, 30/22)

[16] Bakara, 2/216

[17] Bakara, 2/244

[18] Nİsâ, 4/84

[19] Enffll, 8/64-65

[20] Muhammed (Kıtal), 47/4

[21] ÂMİmrân, 3/142

[22] Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.” (A’raf, 7/54)

[23] Muhammed (Kıtal), 47/31

[24] Nisa, 4/75-76

[25] Tevbe, 9/38-39