(19) Yalnızca Allah’a Tevekkül Edenler

Yegâne Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuru­yor:

“Ey iman edenler, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırla­yın. Hani bir topluluk, size ellerini uzatmaya yeltenmişti de (Allah), onların ellerini sizlerden geri püskürtmüştü. Allah’dan korkup sakının. Mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül etmeli­dirler.” [1]

Yegâne Rabbleri Allah’a gerçekten iman etmiş olan mü’min müslümanlar, Rabbleri Allah’ın kendilerine vermiş ol­duğu nimetleri hiç unutmamalı ve şükrünü edâ etmelidirler… Kendileri, herşeyleriyle Allah için olduklarında, yegâne Rabb­leri, İlâhları, Melikleri, Mevlâları ve Velileri Allah Teâlâ, onla­rı nasıl nimetlendirip düşmanlarından koruduklarını görmüş ve yaşamışlardı… Rabbleri Allah’ın, her anlarında kendilerine hi­dayet ettiğini, bir çok sıkıntılardan kurtardığını ve ummadıkları yerlerden onları nzıklandirdığmı bizzat şahid olarak idrak et­mişlerdi… Dünden bugüne bütün mü’min müslümanlar için ge­çerli olan bir hâldir bu!.. Rabbimiz Allah, yalnızca kendisine kul olan muvahhid mü’minleri asla yalnız ve yardımsız bırak­mamış, her anlarında onlarla beraber olmuş, onlara yardım edip kendilerini darlıktan kurtarmıştır… Onlara uzanan düşman ellerini, onlara zarar vermekten alıkoymuş ve mü’min müslü-man kullarını düşmanlarından korumuştur…

Cabir b. Abdullah (r.anhuma) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte Cüheyneli bir kavme karşı savaştık. Bizimle şiddetli bir çarpışma yaptılar. Öğleyi kıldığı­mız zaman müşrikler:

Bu müslümanlarm üzerine bir hamle yapsak onları mutlaka perişan ederdik, dediler.

Cibril bunu, hemen Rasulullah (s.a.s.)’e haber vermiş, O da bize söyledi. Buyurdu ki: “Müşrikler:

Az sonra onların, çocuklarından daha çok sevdikleri namaz vakti gelecek, dediler.”

(Bunun üzerine, öğle ile ikindi namazı arasında “Kasr âyeti”, nazil oldu.)

İkindi olunca Rasulullah (s.a.s.), bizi iki saff yaptı. Müş­rikler, Kıble ile aramızda bulunuyorlardı. Derken Rasulullah (s.a.s.), tekbir aldı, biz de tekbir aldık. O, rükû etti, biz de rüku ettik. Sonra secdeye vardı. O’nunla birlikte ilk saff da secdeye vardı. Onlar, kalktığı vakit ikinci saff da secde ettiler. Sonra ilk saff geri çekildi. İkinci saff ilerleyerek, birinci saffın yerine durdular. Rasulullah (s.a.s.), (yine) tekbir aldı, biz de tekbir al­dık. O, rükû etti, biz de rükû ettik. Secdeye vardı. O’nunla bir­likte ilk saff secde etti, ikinci saff ayakta durdu. İkinci saff da secde ettiği vakit toptan oturdular. Rasulullah (s.a.s.), onlara selâm verdi.[2]

Allah’ın ve yalnızca O’na kul olan muvahhid mü’minle-rin düşmanları, mü’min müslümanlarm, Rasulullah (s.a.s.)’in peşinde cemaat olarak namaza dudukları zaman hücuma geçip onlara zarar vermeyi planlarken, yegâne Mevlâlan Allah Teâlâ, onları haberdar edip uyarmıştı… Düşman karşısında “Korku Namazı” nasıl kılınır? Nasıl davranılması gerekir? soruların ce­vabı, inzal olunan âyet-i kerimede mü’min müslümanlara be­yan olundu…

Şöyle buyurdu Rabbimiz Allah:

“Yeryüzünde adım attığınızda (yolculuğa ya da savaşa çıktığınızda) kâfirlerin size bir kötülük yapmalarından korkar-sanız, namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüb-hesiz kâfirler, sizin apaçık düşmanlarınızda.

İçlerinde olup onlara namaz kıldırdığında, onlardan bir grup, seninle birlikte dursun ve silahlarını (yanlarına) alsın. Böylece onlar secde ettiklerinde arkalarınızda olsunlar. Namaz­larını kılmayan diğer grup gelip seninle namaz kılsınlar. Onlar da korunma araçlarını ve silahlarını alsınlar. Küfredenler, size apansız bir baskın yapabilmez için, sizin silahlarınızdan ve em­tianız (erzak ve mühimmatınızdan ayrılmış olmanızı isterler. Yağmur dolayısıyla bir güçlüğünüz varsa veya hastaysanız, si­lahlarınızı bırakmanızda size bir sorumluluk yoktur. Korunma tedbirlerinizi alın. Şübhesiz Allah, kâfirler için aşağılatıcı bir azab hazırlamıştır.

Namazı bitirdiğinizde Allah’ı, ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık güvenliğe kavuşursanız namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, mü’minler üzerinde vakitleri be­lirlenmiş bir farzdır[3]

Rabbimiz Allah, kendisinden başka ilâh tanımayan, O’-nun dini olan İslâm’dan başka din kabul etmeyen ve Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e Ümmet olan muvahhid mü’min kullarını her zaman korumuş ve onlara yardım etmiştir…

Bunlardan bir kaç misâl verelim:

1) Bedir’de

 

Şöyle buyuruyor Rabbimiz Alİah:

“Hani kendisinden bir güvenlik olarak sizi bir uyuklama buruyordu. Sizi, kendisiyle tertemiz kılmak, sizden şeytanın pisliklerini gidermek, kalblerinizin üstünde (güven ve kararlılık duygusunu) pekiştirmek ve bununla ayaklarınızı (arz üzerinde) sağlamlaştırmak için size gökten su indiriyordu.

Rabbin meleklere vahyetmişti ki: ‘Şübhesiz Ben, sizinle-yim. İman edenlere sağlamlık katın. İnkâr edenlerin kalblerine amansız bir korku salacağım. Öyleyse, vurun boyunlarının üs­tüne, vurun onların bütün parmaklarına. [4]

2) Huneyn’de

 

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Andolsun, Allah bir çok yerlerde ve Huneyn gününde size yardım etti. Hani, çok sayıda oluşunuz sizi böbürlendirip -gururlandırmıştı, fakat size bir şey de sağlayamamıştı. Yer ise, bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra arkanıza dö­nüp gerisin geriye gitmiştiniz.

(Bundan) Sonra Allah, Rasulü ile mü’minlerin üzerine güven duygusu ve huzur indirdi. Sizin görmediğiniz orduları indirdi ve inkâr edenleri azablandırdı. Bu, inkarcıların cezası­dır.

Bunun ardından Allah, dilediği kimseden tevbesini kabul eder. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.[5]

3) Hicret Sırasında

 

Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

“Hani o inkâr edenler, seni tutuklamak, ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla tuzak kuruyorlardı. Onlar, bu tu­zağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyor­du. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırhsıdır.” [6]

“Siz, O’na (Rasulullah’a) yardım etmezseniz, Allah, O’-na yardım etmiştir. Hani kâfirler, ikiden biri olarak O’nu (Mek­ke’den) çıkarmışlardı. İkisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: ‘Hüzne kapılma! Elbette Allah, bizimle beraber­dir.’ Böylece Allah, O’na huzur ve güven duygusunu indirmiş­ti. O’nu, sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkâr edenlerin de kelimesini (inkâr çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah’ın kelimesi, yüce olandır. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.[7]

4) Yeryüzünde Mustaz’af iken

 

Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

“Hatırlayın! Hani sizler, sayıca azdınız ve yeryüzünde zayıf bırakılmıştınız. İnsanların sizi kapıp yakalamasından kor-kuyordunuz. İşte O, sizi (yerleşik kılıp) barındırandı, sizi yardı­mıyla destekleyendi ve size, temiz şeylerden rızıklar verdi. Ki, şükredesiniz. [8]

İmam îbn Kesir (rh.a.), bu âyetin tefsirinde şunları beyan eder:

“Allah Teâlâ, inanan kullarına nimetlerini ve onlara olan ihsanını beyan buyuruyor. Onlar azlıktılar, onları çoğalttı. Za­yıf sayılırdılar, korkuyordular, onları güçlendirdi ve onlara yar­dım etti. Fakir, muhtaç idiler de, onlara temiz şeylerden rızık verdi, onları çoğalti. Allah’a itaat ettiler, onlara emrettiklerinin tamamına sarıldılar. Bu, mü’minlerin Mekke’de kaldıkları za­mandaki hâlidir. Orada azlıktılar, korkuyorlardı ve zor durum­daydılar. Allah’ın diğer ülkelerinden Müşriği, Mecusî’si ve Rum’u ile insanların, kendilerini tutup kapmasından korkuyor­lardı. Azlıkları ve kuvvetsizlikleri sebebiyle onların hepsi ken­dilerine düşman idi. Medine’ye hicretlerine izin verilinceye ka­dar durumları, böyle kalmakta devam etti.

Nihayet Allah Teâlâ, onları Medine’ye sığındırdı. Medi­ne halkını onlar için hazırladı. Onlar da, kendilerini sığındırdı­lar. Bedir günü ve başka günlerde onlara yardım ettiler, mallan

İle desteklediler. Allah’a ve Rasulüne itaat yolunda canlarını feda ettiler.

Katâde ibn Diâme es-Sedûsî (rh.a.),

“Hatırlayın ki, bir zamanlar siz, yeryüzünde azlıktınız.” âyeti hakkında der ki:

Arabların bu kabilesi, insanların en zelili, hayat bakı­cından en mutsuzu, karınları en aç olanı, derileri en çıplak ola­nı, sapıklıkları en açık olanı idiler. Bir taşın başında İran ve Rum aslanları, arasında bağlı, mahkum durumdaydılar. Allah’a yemin olsun ki, o gün için ülkelerinde, insanların kendilerini çekemeyecekleri hiç bir şeyleri yoktu. Onlardan yaşayan, mut­suz olarak yaşar, ölenleri ise ateşte yakılır yok edilirdi. Yenilir­ler, yenmezlerdi. Allah’a yemin olsun ki, o gün için yeryüzün­de konakları bakımından onlardan daha kötü hiçbir kabile bil­miyoruz.

Nihayet Allah Teâlâ, İslâm’ı getirdi, İslâm’ı ülkelerde yerleştirdi. Onunla rızkı genişleti. İslâm ile onları, insanların boyunlarında hakim krallar yaptı. Allah Teâlâ, İslâm ile onlara, gördüklerinizi verdi. O hâlde Allah’ın nimetlerine şükrediniz. Muhakkak ki Rabbiniz, nimet vericidir, şükrü sever. Şükreden-ler, muhakkak ki, Allah’dan artırmaya (artırılmaya) lâyık olan­lardır.[9]

Rabbimiz Allah Tealâ, başta Rasulü Muhammed (s.a.s.) olmak üzere bütün muvahhid mü’min kullarının yardımcısı ol­duğunu ve onlara ummadıkları yerlerden rızıklandırdığım, en dar zamanlarda onları darlıktan kurtardığını hatırlatarak, kendi­sine tam güvenmelerini beyan buyurdular…

Mü’min müslümanların hayat örneği ve yegâne önderi ullah (s.a.s.)’in hayatından bir kaç tane örneğin hatırlatılması yerinde olur…

 

1) Rasulullah (s.a.s.)’in halifesi İmam Ebu Bekr (r.a.) an­latıyor:

Biz mağarada iken (bizi aramaya çıkan müşrikler bize çok yaklaşmış, üstümüze gelmişlerdi).

Ben:

Ya Rasulallah, bunlardan birisi eğilip de ayaklarının altına baksa, bizi muhakkak görecektir, dedim.

Rasulullah (s.a.s.):

“Ya Eba Bekr, üçüncüleri Allah olan iki kimseyi ne zan­nediyorsun?” buyurdu.[10]

2) Cabir b. Abdullah (r.anhuma) anlatıyor:

Bizler, Rasulullah (s.a.s.)’in beraberinde Necd gazvesin­de idik. Rasulullah (s.a.s.), büyük büyük ağaçları çok olan bir vadi içinde iken kendisine gün ortasının şiddetli sıcağı erişti. Rasulullah, bir ağacın altına indi, gölgesinde gölgelendi, kılıcı­nı da o ağaca astı. Sefer halkı da gölgelenmek üzere ağaçlık içinde dağıldılar.

Bizler, bu şekilde serinlediğimiz sırada birden Rasulul­lah, bizleri çağırdı. Bizler, hemen yanma geldik ve Rasulul-lah’ın önünde oturan bir bedevi ile karşılaştık.

Rasulullah (s.a.s.):

“Ben uyurken, bu bedevi Arab bana gelmiş, kılıcımı ala­rak kınından çekmiş. Bu sırada ben uyandım. Kılıcımı kının­dan çıkarmış, baş ucumda dikiliyordu.

Bana:

Şimdi seni benden kim kurtarır? dedi.

Ben:

Allah kurtarır! dedim.

O, kılıcı kınına soktu, sonra da oturdu. İşte o zât, budur ” buyurdu.

Cabir:

Rasulullah, o bedeviyi cezalandırmadı, demiştir.[11]

3) İbn İshak (rh.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), Beni Nadir’e gitti. Beni Amir’den olan iki maktulun diyeti için onlardan yardım istiyordu. O iki maktul ki, onları, Amr b. Ümeyye ed-Damrî katletmişti. Rasu­lullah (s.a.s.) bunu, o ikisi için akdettiği eman andlaşmasından dolayı yapıyordu. Beni Nadir ile Beni Amir’in aralarında and-laşma vardı. Rasulullah (s.a.s.), iki maktulun diyeti için onlar­dan yardım isteyerek onlara gelince, onlar dediler ki:

Evet, ya Ebu’l-Kasım! Senin bizden kendi istediğin şey için sana yardım ederiz.

Sonra birbiriyle tenhada kaldıkları zaman şöyle dediler:

Şübhesiz siz, asla bir daha O’nu şimdiki bu hâli üzere bulamazsınız!

Rasulullah (s.a.s.) de, onların evlerinden bir duvarın ya­nında oturmakta idi. Onlar:

Hangi.adam, işte şu evin üstüne çıkar da O’nun üzeri­ne bir kaya atar? Böylece O’ndan rahata kavuşuruz, dediler.

Bunun üzerine onlardan biri olan Amr b. Cihâş b. Kâ’b, bu çağrıya uydu ve:

Bunun için ben varım, dedi.

Böylece Rasulullah (s.a.s.)’in üzerine bir kaya atmak için yukan çıktı. Rasulullah (s.a.s.) ise, bir grup Ashabı içinde idi. Onların içinde Ebu Bekr, Ömer ve Ali de vardı. Allah, on­lardan razı olsun.

Allah, Rasulullah (s.a.s.)’e onlann kasd ettiği şeyi bildir­di. O da, kalktı ve Medine’ye dönmek üzere yola çıktı.

Ashab, Rasulullah (s.a.s.)’i bekledikleri zaman geç ka­lınca, O’nu aramaya kalktılar ve Medine’den gelen bir adama rastladılar. Ona sordular.

O da dedi ki:

O’nu, Medine’nin içinde gördüm.

Bunun üzerine oradaki Sahabeler de döndü ve Rasulul­lah (s.a.s.)’in yanma vardılar. O da, onlara Yahudilerin O’na kasdettikleri hainliğe dair olan haberi verdi. Rasulullah (s.a.s.), onlarla savaşmak için hazırlık yapmayı ve üzerlerine yürümeyi emretti.[12]

Bu olaylardan da apaçık ortaya çıktığı gibi Allah Teâlâ, her zaman ve her mekânda muvahhid mü’min kullarım düş­manların hain hilelerinden ve tuzaklarından korumuştur. Mus-taz’af mü’min müslüman kullarını, müstekbir müşrik ve zalim­lerin zulmünü engelleyerek koruması altına almıştır…

Bu konuda İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.) şöyle diyor

“İslâm’ın ilk yıllarında müşrikler galib, mü’minler ise nıağlub idiler. Andolsun ki müşrikler, devamlı müslümanlara zarar vermeyi, onları öldürmeyi ve mallarını-mülklerini yağ­malamayı istiyorlardı. Alİah Teâlâ ise, islâmiyet kuvvet kaza­nıp, müslümanların şevketi ve gücü artmcaya kadar, müşrikle­rin bu isteklerine mâni olmuştur. İşte bundan dolayı Hak Teâlâ:

Ey iman edenler, Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşü­nün! Hani müşrik olan bir güruh, sizi öldürmek, mallarınızı yağmalamak ve yurtlarınızdan sürmek için, ellerini size uzat­mışlardı da Allah, lütfü ve rahmeti gereği, onların ellerini, sizin üzerinizden çekmişti. İşte böylesi büyük nimetler, Allah’a isyan etme ve O’na karşı gelmeden geri durmanızı gerektirir. O hâlde Allah’dan korkun ve mü’minler sadece Allah’a güvenip dayan­sınlar, tevekkül etsinler. Yani, Allah’a itaata devam ediniz. O’­na itaat hususunda, hiç kimseden korkmayın, demiştir.[13]

Müstevli tağutlar tarafından işgal edilen İslâm toprakla­rında esaret altında yaşamaya çaba gösteren mü’min müslü­manların durumu, İslâm’ın ilk yıllarındaki mü’min müslüman­ların durumu gibidir. Müşrik ve zalim tağutlar galib, mü’min müslümanlar ise mağlublar… Egemen zalim tağutî güçler, her an mü’min müslümanlara zarar vermekte, onları hapishanelere, zindanlara tıkamakta, işkence etmekte, öldürüp şehid eylemek­te ve helâl kazançlarını yağmalamaktadırlar…

Bu çağda yaşayan mü’min müslümanlar, Selef-i Salihin olan ilk dönem muvahhid mü’minler gibi davranmalıdırlar… Katıksız imanlarına hiç bir gölge düşürmeden salih amel işle­meye bütün gayretleriyle devam edip takvaya ulaşmaya çalış­malıdırlar… Yalnız ve yalnız yegâne Rabbleri Allah’a tevekkül etmeli, O’na kul olup yalnızca O’ndan yardım dilemelidirler…

Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

“Kim de Allah’a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah, her-şey için bir ölçü kılmıştır.[14]

Âlemlerin Rabbi Allah’a tevekkül eden, yani üzerine dü­şen vazifeyi hakkıyla yapan ve sonucunun hayırlı olmasını Al­lah’a havale eden, O’na dayanıp güvenen kimseye Allah ye­ter!.. Bu tavrı, ancak muvahhid mü’min bir şahsiyet sergiler… Muvahhid şahsiyet, üzerine düşen kulluk vazifelerini hakkıyla yerine getirmeye çalışır. Gerek ferdî, gerekse toplumsal görev­lerini yerine getirenlere, Rabbleri Allah’a tevekkül edenlere, ve birbirlerinin hukuklarına riâyet etmeye çalışanlara, Allah yar­dım eder… Onları, korktuklarından emin kılar ve umduklarına ulaştırır…

Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:

“Allah’dan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak dav-randın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar çevrenden dağı­lır giderlerdi. Öyleyse onlan bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah’a tevekkül et. Şübhesiz Allah, tevekkül edenleri sever.

Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğra­tacak yoktur ve eğer sizi yapayalnız ve yardımsız bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleye mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül etsinler. [15]Abdullah ibn Abbas (r.anhuma) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), gecenin bir kısmında teheccüd nama­zı kılmak için kalktığında şöyle dua ederdi:

“Allah’ım, kendimi yalnız Sana verdim, yalnız Sana ıman ettim, yalnız Sana güvendim, yalnız Sana döndüm, yalnız Senin burhanlarına dayanarak mücadele ettim. Aramızda yal­nız Seni hakem kıldım. [16]

Rabbimiz Allah:

“Mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler” diye buyurur. [17]

İmam Taberî (rh.a.) şöyle diyor:

“Bu ifadeden maksad şudur:

Ey iman edenler, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gel-meken ve sizden aldığı ahdi bozmaktan kaçının. Aksi takdirde çâre bulamayacağınız bir cezayı hak edersiniz. Mü’minler, iş­lerini Allah’a bıraksınlar, O’nun kaza ve kaderine teslim olsun­lar, O’nun zaferine ve yardımına güvensinler. Çünkü bu, onla­rın dinlerinin kemâle ermesidir. [18]

 



[1] Mâide, 5/11.

[2] Sahih-i Müslim, Kitabu Salatu’l-Müsafırine, B. 57, Hds. 308-310. Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Mağazî, B. 33, Hbr. 161-167. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B. 5, Hbr. 3225. Sünen-i Neseî, Kitabu Salati’1-Havf, B. 1, Hbr. 1544- 1550. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu Salatu’s-Sefer, B. 12, Hbr. 1236. Sünen-i İbn Mace, Kitabu İkametu’s-Sala, B. 151, Hbr. 1260. İmam Malik, Muvatta’, Kitabu Salati’1-Havf, Hbr. 1-3.

[3] Nisa, 4/101-103. Âyetlerin geniş izahı için bkz. İmam Kurtubî, A.g.e.c. 5, Sh. 428-459.

Ayrıca bkz. İmam el-Vahidî, A.g.e. Sh. 183-186. Abdulfettah el-Kadî, A.a.e. Sh. 130-131.

[4] Enfal, 8/11-12.

[5] Tevbe, 9/25-27.

[6] Enfal, 8/30. Âyette hatırlatılan olay için bkz. İbn Hişam, A.g.e. C. 2, Sh. 146-147.

Îbnü’1-Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih Tercümesi-İslâm Tarihi, çev. M.

Beşir Eryarsoy, İst. 1985, C. 2, Sh. 103-104.

Abdulfettah el-Kadî, A.g.e. Sh. 189-190.

İbn Kesir, A.g.e. C. 7. Sh. 3284. Ahmed b. Hanbel’den.

[7] Tevbe, 9/40.

[8] Enfal, 8/26.

[9] İbn Kesir, A.g.e. C. 7, Sh. 3276-3277.

[10] Sahih-i Buhârî, Kitabu Fedaili Ashabu’n-Nebî, B. 1, Hds. 5.

Kitabu’t-Tefsir, B. 144, Hds. 183. Sahih-i Müslim, Kitabu Fedailu’s-Sahabe, B. 1, Hd. 1. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B. 10, Hds. 3293.

[11] Sahih-i Buhârî, Kitabu’I-Mağazî, B. 34, Hds. 169. Kitabu’l-Cihad, B. 83- Hds. 121. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Fedail, B. 4, Hds. 13. İmam el-Vahidî, A.g.e. Sh. 201. Abdulfettah el-Kadî, A.g.e. Sh. 147-148. İmam Suyutî, Esbâb-ı Nüzul, C. 1, Sh. 257. Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 3, Sh. 390.

[12] İbn Hişam, A.g.e. C. 3, Sh. 267-268.

Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Zakir Kadirî ilgan-

Ahmet Temir, İst. 1992, C. 5, Sh. 445-447.

İmam el-Vahidî, A.g.e. Sh. 202.

Abdulfettah el-Kadî, A.g.e. Sh. 147.

İmam Suyutî, A.g.e. C. 1, Sh. 257.

[13] Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 8, Sh. 535.

[14] Talak, 65/3.

[15] Âl-iîmrân, 3/159-160.

[16] Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-Teheccüd, B. 1, Hds. 1. Kitabu’t-Tevhid, B. 7, Hds. 12. Sahih-i Müslim, Kitabu’z-Zikr, B. 18, Hds. 67. Sünen-i İbn Mace, Kitabu İkametu’s-Sala, B. 180, Hds. 1355. Sünen-i Neseî, Kitabu Kıyamu’1-Leyl, B. 9, Hds. 1619. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’d-Daavat, B. 28, Hds. 3640. Sünen-i Dârimî, Kitabu’s-Salat, B. 169, Hds. 1494. İmam Malik, Muvatta’, Kitabu’1-Kur’ân, Hds. 34.

[17] Al-i İmrân, 3/122. Rabbimiz Allah, diğer bir ayette şöyle buyurur:  “Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah âyeter.” Ahzab, 33/3.

[18] et-Taberî, Taberî Tefsiri, C. 3. Sh. 243.