(33) Allah’ı Zikretmek

Yegâne Rabbimiz Alİah (Azze ve Celle) şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin.

Ve O’nu, sabah ve akşam teşbih edin. O’dur ki, sizi ka­ranlıklardan nura çıkarmak için size rahmet (salât) etmekte, melekleri de (size dua etmektedir). O, mü’minleri çok esirge­yendir.

O’na kavuşacakları gün, onların dirlik temennileri: ‘Se­lâm’dır. Ve O, onlara üstün bir ecir hazırlamıştır.[1]

Zikretmek, hatırlamak, hiç unutmamak ya da unutulduğu an tekrar hatırlamak… Unutulmamalı olanı devamlı hatırda tut­mak, zikretmek demektir… İnsanın yegâne yaratanı ve Rabbi Allah Teâlâ, mü’min nıüslüman şahsiyet tarafından çokça zik-redimelidir ki, hiç unutulmasın… Kalb ve beyin, devamlı Al­lah’ı anmakla meşgul olmalıdır… Muvahhid mü’minin her hâli ibadet olmalıdır… Yani, her hâlinde Allah’ı görüyormuş gibi hareket etmelidir… Çünkü o, Allah’ı görmüyorsa da Allah, onu görüyor… Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), “ihsan'”i açıklarken böyle buyurmuştu.[2] Her anında kalbi, beyni, dili ve hâli ile Rabbi Allah’ı hatırlayıp O’nun huzurunda olduğunun farkında olduğunu idrak eden muvahhid mü’min şahsiyet, za­man zaman en büyük düşmanı olan şeytan tarafından gaflete düşürülüp bu baş vazifesi kendine unutturulabilinir… [3]

Rabbimiz Allah, böyle bir durum için şöyle buyurur:

“Unuttuğun zaman Rabbini an!” [4]

Mü’min bir kalb ve müslim bir beyin sahibi olan muvah­hid şahsiyet, Rabbi Allah ile kesintisiz bir rabıta kurmalı ve bu rabıtasında devamlı olmalıdır… Kalbi, her anında Rabbi Allah’ı anmalı, beyni bunu unutmamalı ve vücûdun diğer organları, Rabbi Allah’ın emrettiği şekilde hareket etmelidir… Kalb, Al­lah’ı anmakta gafil davrandığı bir anda, sıkıntı duymaya baş­lar… Bu gaflet, ona azab vermeye başlar… Kalb, gafletten kur­tulup Rabbi Allah’ı anmaya başladığında sıkıntısı biter, ferah­lanır ve tatmin olup sükûnete erer, huzur bulur…

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Bunlar, iman edenler ve kalbleri Allah’ın zikriyle mut­main olanlardır. Haberiniz olsun, kalbler, yalnızca Allah’ın zik­riyle mutmain olur.

İman edip salih amellerde bulunanlar, ne mutlu onlara. Varacak yerin güzel olanı (onlarındır). [5]  Abdullah ibn Abbas (r.anhuma) diyor ki:

Allah Teâlâ, kullarına farz kıldığı her ibadete belli bir sınır koymuştur. Kullann özürlerine göre de onları bu ibadetlerden muaf tutmuştur. Ancak Allah’ı zikretmek bunların dışın­da tutmuştur. Zira Allah’ı zikretmeye bir sınır koymamış ve Allah’ı zikretme hususunda delilerden başka hiçbir kimsenin özürünü kabul etmemiştir. Kulların, Allah’ı, ayakta iken, otu­rurken, yatarken, gece ve gündüz, karada; (havada) ve denizde, yolcu iken, mukim iken anmalarını istemiş, zengin olanın, fakir olanın, hasta olanın, sağlıklı olanın da O’nu, gizli veya açıkça zikretmesini emretmiştir. Sabah-akşam kendisinin teşbih edil­mişini istemiş. Bunu yapan kullarına ise, Allah’ın ve melekle­rin merhametli davranacaklarını ve Allah’ın onları, sapıklığın karanlıklarından çıkarıp hidayetin aydınlığına sevk edeceğini beyan etmiştir. Zira Allah, mü’minlere pek merhametlidir.[6]

Rabbimiz Allah, her hâllerinde kendisini zikreden mu­vahhid mü’min kullarının durumunu şöyle beyan buyurur:

“Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zik­rederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler (ve derler ki:) ‘Rabbimiz, Sen bunu, boşuna yaratmadın. Sen, pek yücesin, bizi ateşin azabından koru. [7]İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.) şunları söyler:

“Allah Teâlâ, mü’min kullarına da, Nebî ve Rasullere emrettiği şeyleri emretmiş, Peygamberlerini eğittiği gibi, onları da irşad etmiş ve işe yeniden mü’minleri ilgilendiren hususla başlamış, Peygamberine:

“Ey Peygamber, Allah’dan kork!” [8]  dediği gibi, mü’minlere de:

“Ey iman edenler, Allah’ı çok zikredin.” demiştir.

Ayrıca burada şöyle bir incelik vardır:

Mü’min, bazan Allah’ı zikretmeyi unutabilir. Dolayısıyla zikrine devam etme emri verilmiştir. Peygamber’e gelince, O, mukarreblerden olduğu için unutmaz. Ancak ne var ki, hü­kümdara yakın olan kimse de, ona yaklaştığı için bazan aldanır da böylece korkusu azalır. İşte bu sebeble Cenab-ı Hak:

“Ey Nebî, Allah’dan ittika et!” buyurmuştur.

Çünkü ihlâsh kimse, büyük bir tehlike üzerinde bulunur. Zira, evliya için hasene sayılan, Peygambere göre seyyie olabijr”[9]

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Rabbini, sabah-akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.[10]

“Rabbinize, yalvara yalvara ve için için dua edin. Şübhe-siz O, haddi aşanları sevmez. [11]

Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Zikrin hayırlısı, gizli olanıdır. [12]

Mü’minlerin annesi Aişe (r.anha):

Rasulullah (s.a.s.), her hâlinde (her anında) Allah’ı zikrederdi, demiştir.[13]

Rasulullah (s.a.s.)’e katıksız iman edip O’nu, önder ve hayat örneği kabul eden her mü’min müslüman, O’nun gibi, yegâne Rabbi Allah’ı anmalı, her anında Allah’ı hatırlamalı ve ihsan üzere olmaya gayret etmelidir… Allah’ı zikretmek, dün-ya-ahiret dengesini sağlamak ve emrolunduğu gibi olmak de­mektir… Aşırı gitmeyip, her hak sahibinin hakkını veren, Al­lah’ı ve hükümlerini unutmayan kâmil mü’mindir…

Ebu’d-Derda (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Ben size, amellerinizin en hayırlısını, malikinizin (Al­lah) katında en çok beğenilen, (çenetteki) derecelerinizi en çok yükselten, altın ve gümüşü (Allah yolunda) vermekten size da­ha sevablı olan ve düşmanınıza rastlayıp da boyunlarını vurma­nız (gazî olmanız) ile düşmanlarınızın boyunlarınızı vurmasın­dan (şehid edilmenizden) daha üstün faziletli işi haber vereyim mi?”

Sahabîler:

Ya Rasulallah, bu amel nedir? dediler.

Rasulullah (s.a.s.):

“Zikrullah (Allah’ı anmak)tır” buyurdu.[14]

Bu, apaçık bir hakikat olduğu için, Abdullah ibn Abbas (r.anhuma):

Aklı başından giden kişi müstesna, Allah’ı zikretmek­te hiç kimse mazur görülmez! demiştir. [15]

Muaz b. Cebel (r.a.) ise, şöyle der:

Hiç bir adam kendini, Allah (Azze ve Celle)’nin aza­bından, Allah’ı anmak (ibadetin)den daha çok kurtarıcı bir amel (ibadet) işlemedi.[16]

Abdullah b. Büsr (r.a.) anlatıyor: Adamın biri:

Ya Rasulallah, İslâm’ın (nafile) ibadetleri bana fazla geldi ve bana (devamlı yapabileceğim) bir şey bildir ki, ona sa­rılayım! dedi.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Dilinin, devamlı olarak Allah’ın zikri ile ıslak kalması. [17]

Muvahhid mü’minler, her anlarında Rabbleri Allah Te-âlâ’yı anarken, O’nu teşbih ederler… Bu tesbihat sabah-akşam devamlıdır…

İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.), şu açıklamayı yapar:

“Yani, ‘O’nu zikrettiğinizde, sizin O’nu zikretmenizin bir ta’zîm ve O’nu noksanlardan tenzih etmek tarzında olması gerekir’ demek olup, bu âyetteki ‘teşbih’ kelimesiyle kasdedilen de budur. Buradaki ‘teşbih’ sözüyle namazın kasdedildiği de ileri sürülmüştür. Yine, ‘namaz için, o kimsenini sabah-ak­şam yapacağı teşbihi, bunu devamlı yapmasına bir işarettir’ de­nilmiştir.

Bu, böyledir! Zira, sözün umumî ve genel olmasını iste­yen kimse, iki uçtan bahseder. Bu iki uçtan, o ikisinin ortası da anlaşılmış olur.

Nitekim, Hz. Peygamber (s.a.s.):

“Şayet sizin evveliniz ve sonunuz.[18] buyurmuş,

“sizin ortanız…..” dememiştir. İşte böyle olan sözler, umumîliği en ileri bir tarzda ifade ederler. [19]

İmam Kurtubî (rh.a.) de şöyle der:

“Yani dillerinizi, hâllerinizin çoğunda teşbih, tehlîl, tah-mîd ve tekbir ile meşgul ediniz.

Mücahid (rh.a.) dedi ki:

Bu sözleri, abdestli, abdestsiz ve cünub olan herkes söyleyebilir. Bunun, ‘O’na dua edin’ anlamında olduğu da söy­lenmişti ir.

(Şair) Cerir şöyle demektedir:

“Duna teşbihini (namazını) sakın unutma. Çünkü Yusuf,

Rabbine (o vakit) dua etmişti de teşbih edince (Rabbi) O’nu seçmişti.”

Bu açıklamaya göre, sabah-akşam Allah için namaz kılı­nız, denilmek istenmiştir. Çünkü namaza da teşbih denilebil­mektedir. Özellikle sabah, akşam ve yatsı vakitlerinin sözkonu-su edilmesi, bu vakitlerde kılınacak namazların teşvik edilme­sinin daha uygun oluşundan dalayıdır. Zira bu vakitler, günün çeşitli noktalan ile bitişik bulunmaktadır.

Katâde ve Taberî de şöyle demişlerdir:

Burada, sabah ve ikindi namazlarına işaret edilmekte­dir.[20]

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah’ı teşbih edip (yüceltin).

Hamd, O’nundur. Göklerde ve yerde, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz vakit de.” [21]

Yegâne Rabbimiz Allah’ı çokça zikreden ve O’nu, sa-bah-akşam teşbih eden katıksız iman edenlere verilen nimetleri şöyle beyan ediyor Allah:

“O’dur ki, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için size rahmet (salât) etmekte, melekleri de (size dua etmektedir). O, mü’minleri çok esirgeyendir.”

Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, muvahhid mü’min kulları­nın velisidir… Onların dostu ve yardımcısıdır… Onları koruyan ve her türlü sıkıntıdan kurtarandır…

“Allah iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisidir. Onları, karanlıklardan nura çıkarır. [22]

İmam İbn Kesir (rh.a.) şöyle diyor:

“Sizi, karanlıklardan nura çıkarmaak için, size rahmeti ve övgüsü sayesinde, meleklerinin de size duası sebebiyle sizi cehalet karanlıklarından ve sapıklık zulumatmdan, hidayet ve yakîn nuruna götürür. [23]

Abdullah ibn Humeyd (rh.a.), Mücahid (rh.a.)’den nak­leder:

Mücahid (rh.a.) şöyle demiş:

Ne zaman:

“Şübhesiz, Allah ve melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey iman edenler, siz de O’na salât edin ve tam bir teslimiyetle O’na selâm verin.” [24]âyeti indirildi,

Ebu Bekr (r.a.):

Ya Rasulallah, Allah Teâla ne zaman hayır indirirse, onda, biz sana ortak olduk, dedi.

Bunun üzerine:

“O’dur ki, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için size rahmet (salât) etmekte, melekleri de (size dua etmektedir). Allah, mü’minleri çok esirgeyendir.[25] âyeti in­di.[26]

İmam Kurtubî (rh.a) şöyle diyor:

“Derim ki: Bu da, yüce Allah’ın bu ümmet üzerindeki en büyük nimetlerden bir nimettir. Aynı zamanda bu ümmetin, di­ğer ümmetlerden daha üstün oluşuna da bir delildir. Yüce Al­lah, bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. [27]

Allah’ın kula salât getirmesi, ona rahmet buyurması ve ona bereketler vermesidir. Meleklerin salâtı ise, mü’minlere d-ua etmeleri, onlar için Allah’dan mağfiret dilemeleridir. [28]

Emirü’l-mü’minin İmam Ömer ibnü’l-Hattab (r.a.) anla­tıyor:

Rasulullah (s.a.s.)’e esirler geldi. Bir de baktık ki, esir­lerden bir kadın aranıyor. Esirler arasında bir çocuk bulduğu vakit onu alıyor, göğsüne yapıştırıyor ve emziriyor.

Rasulullah (s.a.s.) bizi:

“Bu kadının, çocuğunu ateşe atacağını sanır mısınız?” buyurdu.

Biz:

Hayır, Vallahi, onu atmamak elinden gelirse (atmaz), dedik.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):

“Muhakkak Allah kuluna, bu kadının çocuğuna acıma­sından daha çok acır (merhamet eder).” buyurdular.[29]

Meleklerin, mü’min müslüman kullar için dua etmesi ve onlar için Allah’dan mağfiret dilemeleri konusunda, Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

“Arş’ı yüklenmekte olan ve çevresinde bulunanlar, Rabblerini hamd ile teşbih etmekte, O’na iman etmekte ve iman edenlere mağfiret dilemektedirler: ‘Rabbimiz, rahmet ve ilim bakımından herşeyi kuşatıp sardın. Tevbe edenler ve senin yoluna tabi olanlara mağfiret et ve onları cehennem azabından koru.

Rabbimiz, onları, Adn cennetlerine sok ki, onlara (bunu) va’dettin. Babalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanla­rı da. Gerçekten Sen, üstün ve güçlü olansın, hüküm ve hikmet sahibisin.

Ve onları, kötülükten koru. O gün Sen, kimi kötülükten korumuşsan, gerçekten ona rahmet etmişsin. İşte büyük kurtu­luş ve mutluluk budur.[30]

İmam İbn Kesir (rh.a.) şöyle diyor:

“Ve O (Allah), mü’minleri çok esirgeyicidir.” Dünya ve ahirette mü’minlere merhametlidir. Dünyada, başkalarının bil­mediği hak yolu onlara göstermekle onlardan başka küfür, bid’at ve isyan taraftarlarının ve sapıkların sapıttığı yolda, on­lara doğruyu göstermekle merhamet etmiştir. Ahiretteki merha­metine gelince, mü’minleri büyük dehşetten, yani kıyamet teh­likesinden korumuş, meleklerine; onları kurtuluş müjdesiyle karşılamalarını, cehennemden kurtulup cennete gittiklerini müjdeleyerek bildirmelerini emretmiştir. Bu, Allah’ın onlara sevgisinden, şefkatinden başka bir şey değildir.[31]

Ahiret âleminde ebedî cennet yurduna “Selâm” ile karşı­lanan muvahhid mü’minlere Allah, üstün bir ecir hazırlamıştır:

“Gerçek şu ki, bugün cennet halkı, sevinç ve mutluluk dolu bir meşguliyet içindedirler.

Kendileri ve eşleri, gölgeliklerde, tahtlar üzerinde yas­lanmışlardır.

Orada taptaze meyveler onların ve istek duydukları her-şey onlarındır.

Çok esirgeyen Rabb’dan onlara bir de sözlü ‘selâm’ (vardır). [32]

“Onlar, Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerin­den ve soylarından salih davranışlarda bulunanlar da (Adn cen­netlerine girer). Melekler, onlara her kapıdan girip (şöyle der­ler):

‘Sabrettiğinize karşılık selâm size. (Dünya) yurdun(un) sonu ne güzel.[33]

“Oradaki duaları: ‘Allah’ım, Sen, ne yücesin’dir ve oradaki dirlik temennileri: ‘Selâm’dır. Dualarının sonu da: ‘Ger­çekten hamd, Âlemlerin Rabbi Allah’ındır.[34]

Allah’a katıksız iman edip tam itaat ederek, O’nu çokça anan ve sabah-akşam teşbih eden muvahhid mü’minlerin göre­ceği, kendisinden hiçbir şübhe olmayan karşılık bu olduktan sonra, o hâlde:

“Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi, Al­lah’ı zikretmekten tutkuya kaptırarak alıkoymasın. Kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların tâ kendileridir.” [35]

 



[1] Ahzab, 33/41-44.

[2] Bkz. Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-İman, B. 37, Hds. 43. Sahİh-i Müslim, Kitabu’1-İman, B. 1, Hds. 1. Sunen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sünnet, B. 17, Hds. 4695. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’1-İman, B. 4, Hds. 2738.

[3] Bkz. En’am, 6/68. Kehf, 18/63.

[4] Kehf, 18/24.

[5] Ra’d, 13/28-29.

[6] et-Taberî, Taberi Tefsiri, C. 6, Sh. 503.

İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, C. 12, Sh. 6554.

[7] Âl-i İmrân, 3/191. Nisa, 4/103.

[8] Ahzab, 33/1

[9] Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 18, Sh. 269.

[10] A’raf, 7/205.

[11] A’raf, 7/55.

[12] İmam Buhârî, Halku Efalu’1-İbad – Hadis-i Şerifler Işığında İlâhi Kelâmın Müdafaası, çev. Yusuf Özbek, İst. 1992, Sh. 92, Hds. 287. Ahmed ibn Hanbel, Kitabu’z-Zühd, C. 1, Sh. 25, Hds. 54.

İmam er-Rûdânî, Cemu’I-Fevaid, C. 5, Sh. 234, Hds. 9213.

Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 1, Sh. 172, 180, 187 ve Ebu Ya’lâ’dan.

İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C. 4, Sh. 17, Hds. 17. Ebu Avane ve

İbn Hıbban’dan.

[13] Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-Ezan, B. 19 (Bab başlığında).

Kitabu’1-Hayz, B. 8 (Bab başlığında). Sahih-i Müslim, Kitabu’1-Hayz, B. 30, Hbr. 117. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’t-Tahare, B. 9, Hbr. 18. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’t-Tahare, B. 11, Hbr. 302.

[14] Sünen-i İbn Mace, Kitabu’1-Edeb, B. 53, Hds. 3790. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’d-Daavat, B. 5, Hds. 3509.

İbn Kesir, A.g.e. C. 12, Sh. 6553. Ahmed b. Hanbel’den.

[15] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 14, Sh. 121.

[16] Sünen-i İbn Mace, Kitabu’1-Edeb, B. 53, Hds. 3790’nın devamında. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’d-Daavat, B. 5, Hds. 3599’un devamında. Abdullah İbnü’l-Mübarek, Kitabu’z-Zühd, Sh. 256, Hbr. 980. İmam er-Rûdânî, A.g.e. C. 5, Sh. 234, Hbr. 1217. Taberânî’den.

[17] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’d-Daavat, B. 4, Hds. 3597. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’1-Edeb, B. 53, Hds. 3793.

Ahmed ibn Hanbel, Kitabu’z-Zühd, C. 1, Sh. 62, Hds. 189. C. 2,

Sh. 551, Hds. 2370.

İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C. 3, Sh. 330, Hds. 5. İbn Hıbban ve

Hakim’den.

Abdullah ibn Mübarek, Müsned, çev. Tevhid Ajans, İst. 1998, Sh.

21, Hds. 44.

İbn Kesir, A.g.e. C. 12, Sh. 6553. Ahmed b. Hanbel’den.

[18] Bkz. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu’l-Kiyame, B. 15, Hds. 2613. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’z-Zühd, B. 30, Hds. 4257.

[19] Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 18, Sh. 269.

[20] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 14, Sh. 122.

[21] Rum, 30/17-18.

[22] Bakara, 2/257.

[23] İbn Kesir, A.g.e. C. 12, Sh. 6555.

[24] Ahzab, 33/56

[25] Ahzab, 33/43

[26] İmam Suyutî, Esbab-ı Nüzul, C. 2, Sh. 538-539.

Abdulfettah el-Kadî, A.g.e. Sh. 315

İmam Kurtubî A.g.e. C. 14, Sh.

[27] Âl-iİmrân, 3/110

[28] İbn Abbas (r.anhuma)’dan. 922) İmam Kurtubî, A.g.e. C. 14, S. 123

[29] Sahih-İ Buhârî, Kitabu’1-Edeb, B. 18, Hds. 28. Sahih-i Müslim, Kitabıf t-Tevbe, B. 4, Hds. 22. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cenaiz, B. 1, Hds. 3089. Taberânî, Mu’cemu’s-Sağir, C. 1, Sh. 270, Hds. 181. et-Taberî, A.g.e. C. 6, Sh. 503.

İbn Kesir, A.g.e. C. 12, Sh. 6555. Ahmed b. Hanbel’den (Benzer hadis).

[30] Mü’min, 40/7-9.

[31] İbn Kesir, A.g.e. C. 12, Sh. 6555.

[32] Yasin, 36/55-58.

[33] Ra1 d, 13/23-24.

[34] Yunus, 10/10.

[35] Münafikun, 63/9.