NAMAZDAKİ HUŞÛ

Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Onlar, namazlarında huşû içinde olanlardır.”[1]

Kurtuluşun birinci adımı olan katıksız imanı elde eden ve hedefe doğru ilk adımı atan muvahhid mü’minlerin ikinci kurtuluş adımı, huşû ile namaz kılmak, veya kıldık­ları namazlarında huşûlu olmaktır.

Bu ayetin inzâlinden sonraki durum şöyle anlatılmış­tır:

“Hz. Peygamber (s.a.s.) namaz kılarken, bazan başını semaya kaldırır, bazan da başını sağa-sola çevirir bakar­lardı. Bunun üzerine Allah, bu ayet-i kerimeyi inzâl bu­yurarak onlara namazlarını huşû içinde kılmalarını em­retti. Bu ayet-i kerimenin inmesinden sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) ve ashabı, namaz kılarken, başlarını önlerine eğerek, secde ettikleri yerden başka hiçbir yere bakmıyorlardı.”[2]

Muhammed b. Sirin (rh.a.) şöyle diyor:

– Rasulullah’ın sahabîleri namaz kılarken, gözlerini göğe doğru dikiyorlarmış. Bu ayet-i kerime inince artık gözlerini secde yerine çevirmişlerdir.[3]

Onlar, namazlarında huşû içinde olanlardır.” ayeti hakkında İbn Abbas (r.a.)’dan rivayetle Ali İbn Ebu Talha der ki:

– Huşû içinde olanlar, korkanlar, sükûnet içinde olan­lardır.

Mücahid, Hasan, Katade ve Zührî’den de böyle rivayet edilmiştir.

Ali b. Ebu Talib (r.a)’dan rivayetine göre huşû, kalbin huşû’udur.

İbrahim en-Nehaî (rh.a.) de böyle söylemiştir.

Hasan el-Basrî (rh.a) der ki:

– Onların huşûları, kalblerinde idi de, bununla gözlerini kapadılar ve mutevazî oldular.[4]

Namazdaki huşû konusunda Ümmetin İmamları bu şekilde tesbitte bulunmuşlardır…

Yegâne Rabbimiz Allah, Ulu’l-Azm peygamberlerden Musa (a.s.)’a hitaben şöyle buyurur.

Gerçekten Ben, Ben Allahım, Benden başka ilâh yok­tur. Şu hâlde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dos­doğru namaz kıl.”[5]

Muvahhid mü’min, O’ndan başka hiçbir rabbi olma­yan, yegâne Rabb, Melik ve İlâh olan Allah Teâlâyı derinden hatırlamak için, O’nun huzurunda bulunmanın tam idra­kinde olarak şuurlu ve huşûlu namaza durur… Bütün ha­yatını Allah’ın emrine ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ne göre tanzim eden mü’min müslümanlar her hâliyle ibadet hâlindedirler… Bundan dolayı Allah Teâlâ’yı hiçbir an unutmazlar… Ancak namaz dışındaki hâlleri, başka şeylerle meşgul olmayı gerektiren hâllerdir… İbadetlerin en büyüğü olan namaz, her hareketiyle yalnızca Allah için olduğundan ve Allah’ın huzurunda bulunduğundan, ayrıca huşû ile edâ edildiğinden, bu durumda yalnızca Allah ile meşgul olunulur… Namaz kılınması anında yalnız ve yalnız Allah anılır… Kıyamda, O’nun kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîm’den ayetler okunur… Rüku ve secdelerde O, tesbih edilir, ka’dede O’na dua edilir… Yani namazın bütünü Allah için­dir… Allah’ı zikretmek içindir…

Âlemlerin Rabbi Allah’ı anmak için dosdoğru namaz kılmak, ancak huşû ile gerçekleşir…

İmam Taberî (rh.a.) şunları beyan eder:

“Namaz içinde ‘Huşû’ hâlinde olmaktan maksad, Al­lah’dan korkarak ve sükûnet içinde namaz kılmaktır. Bu da, namaz kılanın kalbini, sadece namaza vermesi, namaz dışındaki herşeyi kalbinden çıkarması ve namazı, diğer bütün şeylere tercih etmesiyle olur. İşte o zaman namaz kılan kişi, rahatlık hisseder ve kıldığı namazdan zevk alır. İşte bu şekilde namaz kılan kimse, hem kalben, hemde vücûdca sükûnet hisseder, huzur içinde olur. Ayet-i Ke­rime, işte böyle bir mü’minin kurtuluşa ereceğini beyan etmektedir”[6]

İmam İbn Kesir (rh.a.) de, şu tesbitte bulunur:

“Namazda huşû, ancak kalbini namaz için boşaltan, namaz dışındaki şeylerden namaz sebebiyle vazgeçip sadece onunla meşgul olan ve onu, başka şeylere tercih edenler hakkında meydana gelebilir. İşte o zaman namaz, kişi için bir rahatlık ve göz aydınlığı olur.”[7]

Mü’min Muttaki kul, her hâlinde Allah’ın huzurunda ibadet hâlinde olmakla beraber, ilgilendiği şeyler, şöyle veya böyle onun kalbini ve beynini meşgul etmekte, onu, dün­yevî şeylere yöneltmektedir… Bundan dolayı bir gündüz-bir geceden meydana gelen bir günde belli anlarda beş vakit, her türlü meşguliyetten vaz geçip yalnız Allah’ı zikretmek  üzere namaz kılar…

Baştan sona Allah Teâlâ’yı zikretmek olan namaz, mü’min müslümanların günde beş vakit dünya işlerinden el-etek çekip Rabbleri Allah’ın huzuruna çıkarak O’na olan kulluk vazifelerinden dolayı hesab veriş demektir… “İftitah Tekbiri” ile dünyevî bütün mesele ve işleri elinin tersiyle arkasına atan muvahhid mü’minler , Rabbleri Allah’ın hu­zurunda, O’ndan korkarak ve O’nu severek huşû içinde sükûnet hâliyle rükuya ve secdeye varırlar… Büyük bir tevazu duygusuyla Allah’ın Rabbliğini, Melikliğini ve İlâh­lığını idrak eder, iman ettiklerinin şuuruna varır, kendi acizliğinin ve kusurlu kul oluşunun farkına vararak en şerefli yeri olan ak alnını Rabbi için toprağa koyarlar… Toprak gibi mutevazî olmaya gayret ederken, yaratılmış oldukları toprak ile birleşirler… Secdeye varıp alnını yere koyan mü’min müslüman kul, bu şuur ile namazı edâya çalışır…

Rabbi Allah’ın huzurunda, o ana kadar işlemiş olduk­larının hesabını verir, iyiliklerinden dolayı hamd ve şükür ederken, hatalarından, suçlarından, kusurlarından ve gü­nâhlarından dolayı tevbe edip affını taleb etmektedirler…

Rabbleri Allah’ın yüceliğini, kuvvet ve kudretini teslim ederken, kendi acizliğini ve güçsüzlüğünü beyan ederler…

Göz aydınlığı olan namaz, huşû içinde edâ edildiği tak­dirde kulu, bütün kötülüklerden alıkor, diğer insanlara karşı kibirlenmekten engeller, her hâlinde tevazulu olmasını sağlar…

Enes b. Malik (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Bana dünyada, kadınlar ve güzel koku sevdirildi. Gö­zümün nuru da namazdır.”[8]

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in gözünün nuru olan namaz, muvahhid mü’minler için de göz nurudur… Gözünü ve göz nurunu nasıl koruyup kolluyorsa, ondan daha dikkatli bir şekilde namazı koruyup kollaması gere­kir… Namazı, huşû içinde edâ ederken onu, hoşuna gittiği şekilde değil, Rasulullah (s.a.s.)’in tarif ettiği ve kıldığı şek­liyle kılması gerekir… Gerek bedenî, gerekse ruhî yönüyle mü’min müslümanların namazı, Rasulullah (s.a.s.)’in na­mazına benzemelidir… Rasulullah (s.a.s.), nasıl namaz kıldı ise, o şekilde kılınmalıdır… Rasulullah (s.a.s.)’in namaz ön­cesi, namaz kılınırken ve namaz sonrası Sünnetlerine has­sasiyetle dikkat edilmeli ve bile bile herhangi bir kusur iş­lenmemelidir…

Malik İbn Huveyris (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:

“Benim nasıl namaz kılar olduğumu gördünüzse, öy­lece namaz kılınız.”[9]

Mü’min müslümanların, gerek ferden, gerek cemaat ile kıldıkları namaz, Rasulullah (s.a.s.)’in kıldığı namaz gibi olması gerekir… Şeklen O’nun kıldığı namaza benzemeli olduğu gibi, huşû bakımından da O’nun kıldığı namaza uymasına çalışılması ve bu konuda bütün imkânın sarfedilmesi lazımdır… Namaz kılan mü’min müslüman-lar, Rabbleri Allah ile münâcât hâlinde oldukla­rını idrak ederlerse, namazda istenilen huşûyu elde edebi­lirler…

Enes (r.a.) rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Her biriniz namazına durduğu vakit, şübhesiz Rabbi ile münâcât eder, yahud Rabbi, kendisiyle kıblesi arasında­dır.”[10]

Gereği gibi namazı dosdoğru kılan mü’min kul, Rabbi Allah’ın huzurunda, O’nunla münâcât hâlinde olduğunun şuurunda olursa, başka hiçbir şeyle meşgul olmaz… Za­man zaman istemeden hatıra gelen şeyleri, bu şuur ile gi­derir ve kendisini Rabbiyle münâcât hâlinden alıkoymaya çalışan bütün düşünceleri zihninden siler… Yalnızca Rabbi Allah’ı düşünür, O’nu zikreder, okuduğu Kur’ân’ın mânâ­sının farkında olur, yaptığı duaları şuurlu yapar… Şeyta­nın vesveselerinden, nefsinin kendisini oyalamalarından, Allah Teâlâ’ya sığınır… Gözleri secde yerinde, okuduklarını fısıltı ile okuyup kulağına işittirir… Kalbi, beyni ve ruhu tamamiyle Rabbi Allah’a yönelmiş bir hâlde namazı dos­doğru kılmaya gayret eder…

Müminlerin annesi Aişe (r.anha) şöyle anlatır:

Ben, Rasulullah (s.a.s.)’e, namaz içinde başı sağa-sola çevirmeyi sordum.

“O, kulun namazından şeytanın kapıp kaçtığı bir şey­dir.” buyurdu.[11]

Ebu Zerr (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Kul, namazda iken (yüzüyle) sağa-sola dönmediği müddetçe Allah Teâlâ da (rahmet nazarıyla) ona yönelmeye devam eder. (Yüzüyle) sağa-sola dönecek olursa, (Allah da) ona yönelmekten vazgeçer.”[12]

Ammar b. Yâsir (r.anha)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Kişi namazı bitirir de kendisine, ancak namazın onda bir (sevab)ı, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, dörtte biri, üçte biri, yarısı (gibi namazdaki ihlasına göre sevab) yazılır.”[13]

Abdulvahid b. Zeyd (rh.a.) şöyle der:

– Alimler, kulun kıldığı namazdan onun için, sadece şuurlu olarak (gafil olmaksızın) kıldığı kısımların sevab temin ettiği hususunda ittifak etmişlerdir.[14]

İmam Gazâlî (rh.a.), bu konuda şunları beyan eder:

“Şu kadar var ki, zahirî teklifte fetvâ, halkın kusurları nisbetinde takdir edilir. Bütün namazda huzur-u kalbi şart koşmak, fetvâ makamı için mümkün değildir. Tam bir hu­zur-u kalbten insanların ekserisi âcizdir. Buna ancak  bazı kimselerin gücü yeter. Zarûret sebebiyle, namazın tama­mında huzur-u kalbi şart koşmak mümkün olmazsa, ta­mamen terk de edilmez. Hiç olmazsa cüz’î bir mikdarında huzur-u kalbin bulunması zarûreti vardır. Buna da, en elverişli olan ilk tekbirdir. Bunun için zarûrî olarak bu ka­dar ile iktifa edilmiştir.

Bununla beraber, gaflet ile kılan kimse ile hiç kılmaya­nın müsâvî olmamasını umarız. Çünkü gafletle de olsa namaz kılan, hiç olmazsa zahirî fiile baş vurmuş, bir an olsun kalbini hazırlamıştır. Nasıl böyle olmasın? Abdestsiz olduğunu unutup namaz kılan kimsenin, abdestsiz olması hasebiyle Allah katında namazı batıl iken, kusuru ve özrü nisbetinde de olsa amelinin mükâfatını alıyor. Bu ümit ile beraber, bir lahza olsun kalbi hazırlayan ile tamamen hu­zuru terk eden elbette bir olamaz.”[15]

Abdullah b. Muhammed b. Hanefiye (rh.a.) şöyle de­miştir:

Ben ve babam bir damadımızın ziyaretine gitmiştik. Namaz vakti geldi. Damadımız, aile ferdlerinden birine:

– Ey kızcağız, bana abdest suyu getir. Umulur ki, na­mazımı kılarım da istirahat ederim, dedi.

Abdullah dedi ki:

– Damadımızın bu sözünün şeriata uygun olmadığını kendisine anlattık.

O da bize, Rasulullah (s.a.s.)’in:

“Ya Bilâl, kalk! Bizi namazla rahatlat” buyurduğunu işittiğini söyledi.[16]

Muvahhid mü’minlerin en rahat edeceği ve huzura ere­ceği an, huşû ile namazı dosdoğru kıldıkları andır… Çünkü o sırada yegâne Rabbleri Allah ile münâcât hâlindedirler… Kusurlarını arzedip özürlerini beyan ederek, Rabbleri Al­lah’dan affedilmeyi dilemektedirler…

Yalnızca Allah’ı Rabb edinmiş ve O’na teslim olmuş bu mü’min müslümanların vasıfları, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyan olunur Rabbimiz Allah tarafından:

Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalbleri ürperir. Kendi­lerine isabet eden müsibetlere sabredenler, namazı dosdoğru kılanlar ve rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler.”[17]

Çeneleri üstüne kapanıp ağlıyorlar ve (Kur’ân) onların huşû (saygı dolu korku)larını arttırıyor.”[18]

Mücahid (rh.a.):

Aziz ve Celîl olan Allah Tebareke ve Teâlâ’nın:

Onların yüzlerindeki alâmet, secde izindedir.” (Fetih, 48/29) ayet-i Kerimesi hakkında:

– Bu alâmet, huşûdur, buyurmuştur.[19]

Vakitlerine riâyet olunarak ve şartlarına dikkat edilerek kılınmaya çalışılan namazlarda huşûnun olmayışı, mer­hamet olunmuş ümmetin felâketi demektir… Felâketten kurtuluş, namazlarda huşûlu olmaktır… Namazlarda huşû kaldırılırsa, en korkunç felâketin içine düşmek gerçekleşmiş olur… Bundan dolayı muvahhid mü’minler, dosdoğru kıl­dıkları namazlarında huşûya çok dikkat etmeleri gereki­yor…

Damrat İbn Habib (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Bu Ümmetten kaldırılacak şeyin ilki, emanet ve huşû­dur. O kadar ki, neredeyse bir tek huşû sahibi göremez­sin.”[20]

Şeddad b. Evs (r.a.)’dan.


Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“İnsanlardan ilk kaldırılacak şey, huşû’dur.”[21]

 



[1]    Mü’minun, 23/2.

[2]    Abdulfettah el-Kadî, Esbâb-ı Nüzûl, çev. Doç.Dr. Salih Akdemir,

Ank.1986, Sh.259. Bu haberi, Beyhakî ve Hakim (Müstedrek, C.2, Sh.393)

rivayet etmişlerdir.

İmam el-Vahidî, A.g.e., Sh.350.

[3]    et-Taberî, A.g.e., C.6, Sh.59.

İbn Kesir, A.g.e., C.10, Sh.5546.

[4]    İbn Kesir, A.g.e., C.10, Sh.5545.

[5]    Tâhâ, 20/14.

[6]    et-Taberî, A.g.e., C.6, Sh.59.

[7]    İbn Kesir, A.g.e., C.10, Sh.5546.

[8]    Sünen-i Neseî, Kitabu İşretu’n-Nisa, B.1, Hds.3928.

İbn Kesir, A.g.e., C.10, Sh.5546. İmam Ahmed b. Hanbel’den.

Taberanî, Mu’cemu’s-Sağir. C.2, Sh.196, Hds.513 (Son cümle).

[9]    Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Ezan, B.18, Hds.28.

Kitabu’l-Edeb, B.27, Hds.38.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Mesacid, B. 53, Hds.292.

İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B. 108, Hds.203.

Sünen-i Dârimî, Kitabu’s-Salat, B.42, Hds.1256.

Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5, Sh.53.

[10] Sahih-i Buhârî, Kitabu’s-Salat, B.33, Hds.55.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Mesacid, B.13, Hds.54.

[11] Sahih-i Buhârî, Ebvabu Sıfati’s-Salat, B.12, Hds.20.

Kitabu Bed’i’l-Halk, B.11, Hds.98.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Salat, B.160-161, Hds.910.

Sünen-i Neseî, Kitabu’s-Sehv, B.10, Hds.1197-1199.

[12] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Salat, B.160-161, Hds.909.

Sünen-i Neseî, Kitabu’s-Sehv, B.10, Hds.1196.

Sünen-i Dârimî, Kitabu’s-Salat, B.134, Hds.1430.

[13] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Salat, B.123-124’den sonra “Namazın Seva-

bını Azaltan Hususlar Babı”, Hds.796.

Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir – Mefâtihu’l-Gayb, çev. Prof. Dr. Suat

Yıldırım, Vdğ., Ank. 1993, C.16, Sh.390.

Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh.373. C.3, Sh.427.

[14] Fahruddin er-Râzî, A.g.e., C.16, Sh.390.

İmam Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Din, çev. Ahmed Serdaroğlu, İst., Ty. C.1,

Sh.439.

 

[15] İmam Gazâlî, A.g.e., C.1, Sh.439-440.

[16] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B.86, Hds.4986 ve 4985’de aynı konu-

da başka bir rivayet.

İbn Kesir, A.g.e., C.10, Sh.5546. İmam Ahmed b. Hanbel’den.

[17] Hacc, 22/35.

[18] İsra, 17/109.

[19] Abdullah İbnü’l-Mübarek, Kitabu’z-Zühd ve’r-Rekaik, çev. M.Adil

Teymur, İst. 1992, Sh.48, Hbr.173.

[20] Abdullah İbnü’l-Mübarek, Kitabu’z-Zühd, Sh.47, Hds.172.

[21] İmam Suyutî, Camiu’s-Sağir Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail

Mutlu, Vdğ. İst.1996, C.2, Sh.118, Hds.1526 (2821). Taberânî,

Mu’cemu’l- Kebir’den.