“Deki: ‘Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri eviripçeviren kimdir?” Onlar: ‘Allah, diyeceklerdir. Öyleyse de ki: ‘Peki, siz yine de korkup sakınmayacaksınız?” (1)
Âlemlerin Rabbi Allah, yalnız ve yalnız kendisine ibadet etsinler diye yaratmış olduğu insan kullarına en son mesajını ulaştırsın diye kendisine vahiy gönderip tebliğ ve davet ile vazifeli kıldığı enson Nebî ve en son Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e böyle buyurmaktadır…
Onlara, o, Allah Teâlâ’yı insan kulları üzerinde ortaksız hüküm koyucu kabul etmeyenlere, hükümde kendilerini Allah’a ortak kılanlara, ilâhlaştırdıkları havalarından kaynaklanan hükümlerini, egemen oldukları toplumda Allah’ın hükümlerinin yerine koyarak, Allah’ın insan kullarını sevk ve idare eden tağutlara de ki:
“Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir?”
Onlar:
Allah, diyeceklerdir.
De ki:
“Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir?”
Onlar:
Allah, diyeceklerdir.
De ki:
“Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir?
Onlar:
Allah, diyeceklerdir.
De ki:
“Ve işleri eviripçeviren kimdir?”
Onlar:
Alla, diyeceklerdir.
Öyleyse de ki:
” Peki, siz yine de korkup sakınmayacak mısınız?”
Mademki, Allah’ı tanıyor, O’nun eşsiz ve ortaksız kudretini kabul ediyorsunuz, niçin Allah’dan başka hüküm koyucu oluyor veya hüküm koyuculara baş eğiyor, itaat ediyorsunuz? Mademki, Allah’ın yeğane yaratıcı ve kâinatın sahibi olduğunu kabul ediyorsunuz, o hâlde niçin O’nun insan kullarının tabi olup hayatlarını onunla düzenlesinler diye Rasulü(s.a.s.)’in vasıtasıyla gönderdiği hükümleri kabul etmiyorsunuz? Kabul ettğinizi, inkâr etmediğinizi söylüyor iseniz, niçin Allah’ın hükümleriyle hükmediyor ve Allah’dan başka hüküm koyucuların hükümleriyle hükmediyorsunuz? Allah’ın hükümlerini bir yana bıraktığınız yetmiyormuş gibi, yeğane Rabbi Allah’a kul olan ve O’nun hükümlerini gündeme getirene düşman oluyor, elinizdeki maddî güç ve toplumsal egemen otorite ile O muvahhid mü’mini eziyor, işkence ediyor, mahkum edip zindana tıkıyor, gerekirse öldürüp şehid ediyorsun?..
Söyleyin!.. Söyleyin!.. Nedir bu yaptıklarınız?
Yegane Rabbimiz Allah Teâlâ, bu tuğyan eden âsî kullarına sorulmasını emrediyor!..
” De ki: ‘Düşündünüz mü hiç! Eğer Allah, sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalblerinizi mühürlerse, Onları size Allah’dan başka getirebilecek ilâh kimdir?”(2)
‘De ki: ‘Haber verin, eğer suyunuz yerin dibine güç verecek olsa, bu durumda kim size bir akarsu kaynağı getirebilir?” (3)
“Eğer O (Allah), rızkını tutsa (vermese) rızkınızı verecek olan kimmiş?”(4)
Allah Teâlâ’dan başka hiçbir ilâh yoktur!… İbadet edilmeye lâyık yegâne ilâh Allah’dır… O’nun dışında ilâh ve rab diye kabul edilenler, haktan sapmışların uydurduğu sahte ilâh ve rablerdir…
İnsan, yegâne yaratanı Allah Teâlâ’nın kendisine çok kıymetli bir nimet olarak verdiği açık nimetini kullansa, hakkı, doğruyu ve güzeli bulup idrak ederek inanacaktır… Rabbi Allah’ın kudretini şuurlu bir şekilde görecek, her şeye kadîr olan yegâne Rabbi Allah’ın farkına varacak ve O’ndan başka ilâh olmadığına emin olacaktır!…
“Bir de insan, yediğine bir bakıversin.
Biz, şübhesiz suyu akıtıkça akıttık.
Sınra yeri yardıkça yardık.
Böylece onda taneler bitirdik.
Üzümler, yoncalar,
Boyları birbiriyle yarışan ve iç içe girmiş ağaçlı bahçeler.
Meyveler ve otlaklar,
Size ve hayvanlarınıza bir yarar(Meta) olmak üzere.”(5)
“De ki: ‘Sizi inşâ eden(yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz?
De ki: ‘Sizi yeryüzünde üretip türeten O’dur. Siz, O’na toplanıp götürüleceksiniz.” (6)
O’dur, hem göklerde, hem de yerde ilâh olan!.. O’dur, âlemlerin ortaksız tek Rabbi!.. Tek yaratanı ve tek sahibi!.. O’nun, yaratma konusunda ortağı yoktur… Yaratan ve emreden O’dur!.. Yarattıklarına hükmeden, onların tabi olduğu gibi, hükümde de hiçbir ortağı yoktur!.. O, hükümde hiç kimseyi ortak etmemiştir ve etmez de!..(7)
“İşte bu, sizin gerçek Rabbimiz olan Allah’dır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz?” (8)
Katıksız iman sahibi muvahhid mü’min olan da, Allah’a iftira edip ortak koşan müşrik olan da ve Allah’dan gelen hükümleri inkâr edip kâfir olan da bilip idrak eder ki, âlemlerin bir tek yaratanı var… O da, Allah’dır… Muvahhid mü’min şahsiyettin, müşrik ve kâfirden en büyük farkı, Allah’ın hem yaratan hem de hüküm sahibi olduğunu kabul edip iman etmesidir… Müşrik ve kâfir kişi, Allah’ın yaratıcı olduğunu kabul eder, hükmünde yalnız olmadığına inanır ya da O’nun hükmüne inanmadan reddeder… Hükmünde hiçbir ortağı olmayan Âlemlerin Rabbi Allah’a, hüküm konusunda, yani insan kulları için beyan buyurduğu ve yalnızca O’na itaat etsin diye açıkladığı hükümde, tağutları ortak edip insanları iki itaat merciîne tabi kılan müşrik ve kâfir zihniyet, Allah’a karşı tuğyan etmiştir… Allah’a baş kaldırıp hükümlerini hayatta geçersiz sayan, kendi hükümlerini Allah’ın hükümlerinin yerine koyarak, ellerindeki egemen gücü kullanarak insanlara uygulatan tağutlar, Allah’ın yaratan olduğunu kabul ettikleri için kendilerine hitaben:
“İşte bu sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’dır.” buyurulmuştur… O, hem yaratandır, hem de yöneten!… O, kendisine hakkıyla kulluk edilecek yegâne Rabb ve ilâh’tır… Gercek Rabbimiz Allah’dır… Sizi yaratan ve sizler için dünyada tabi olacağınız hükümleri va’zeden Gerçek Rabb…
İlim adamlarımız derler ki:
Bu ayeti kerime, yüce Allah’ı Tevhid’in kendisi olan bu meselede hak ile batıl arasında üçüncü bir durum olmadığını hükme bağlamaktadır. Benzeri bütün meselelerde durum böyledir. Bunlar ise, hakkın yalnızca bir tarafta meselelerde söylenecek sözler, bir zâtın varlığının nasıl olduğunu anlatılması ile ilgilidir.(9)
“Öyleyse haktan sonra sapıklıktan (dalâletten) başka ne var?”
Madem ki, yaratan ve emreden hak Rabb yalnızca Allah’dır, O’ndan başkası batıldır… Allah’dan başka hüküm koyuculara yönelmek, onlara itaat etmek haktan yüz çevirmektir ki bu, batıl ve sapıklığın tâ kendisidir… Çünkü ilim adamlarımız da dediği gibi, hak ya haktan yanadır, ya da batıldan… Haktan yüz çeviren batıla düşen, batıla yüz çeviren kaka ermiş olur… Hakkı bırakan, sapıklığa sarılır… Çünkü haktan sonra sapıklık da bir arada olmaz… Biraz hak, biraz batıl hâli, batıldan ve delâletten başka bir şey değildir…
Bunun için Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Hakkı batıl ile örtmeyin ve hakkı gizlemeyin.”(10)
Allah Teâlâ, Âlemlerin Rabbi olduğunu ve yalnızca hüküm sahibi olup hükmünde hiç kimseyi ortak kılmadığını bile bile O’nun hükmünden başka hükümlere ve O’dan başkalarına kulluk yapmaya nasıl çevriliyorsunuz?
“Allah, hakkın tâ kendisidir. O’nun dışında olanların taprıkları ise, şübhesiz batılın tâ kendisidir. Gerçekten Allah, yücedir, büyüktür.” (11)
“İşte böyle. Şübhesiz Allah, O,hak olandır ve şübhesiz O’nun dışında taptıkları (ilâhlar) ies, batıldır. Şübhesiz Allah, yücedir, büyüktür.” (12)
Kendisinden başka hak ilâh ve hak rab olmayan Allah Teâlâ, hakkın tâ kendisidir… Haktan başkası batılın tâ kendisidir… Kim ki, Allah’ı yegâne Rabb ve ilâh olarak tanımaz, O’na katıksız iman etmez ve O’ndan gelen hükümleri kabul etmez ya da kabul etmekle beraber tağutun hükümleriyle hükmederse, batılın tâ kendisiyle beraber olmuş ve batıllaşmış gitmiştir… Çünkü haktan sonra tam sapıklık ve noksansız batıl gelir!…
Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’ya tam teslim olmayan, hayatının her birminde Allah’ın hükümlerine göre hareket etmeyen haktan uzaklaşmış ve batıl ile beraber olmuştur…
Muvahhid mü’minler, Rabbi, İlâh ve Malik olarak Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’ya katıksız iman etmiş ve tam teslim olmuşlardır… Böylece mü’min müslüman olmuş ve tağutu her yönüyle reddederek, hayatlarını Allah’dan gelen vahye göre düzenlemiş, Allah’ın hükümlerine tabi olup o uğurda her türlü gayreti göstermişlerdir… Muvahhid mü’minler kesin olarak bilip iman etmişler ki, Allah Teâlâ hakkın tâ kendisidir… Ve hak, Allah’dan gelendir!…
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“De ki: ‘Ey insanlar, şübhesiz size Rabbinizden hak gelmiştir. Kim hidayet bulmuşsa, o, ancak kendi nefsi için hidayet bulmuştur. Kim saparsa, o da, kendi aleyhine sapmıştır. Ben, sizin üzerinizde bir vekil değilim.” (13)
İmam ibn Kesir (rh.a), meşhur Kur’ân tefsirinde bu ayetin açıklamasını şöyle yapar:
“Allah Teâlâ, Rasulü (s.a.s.)’e emredip şöyle buyurur: insanlara haber ver ki senin Allah katından onlara getirmiş olduğun, hakkında hiçbir şüphe olmayan gerçektir. Kim onunla hidayete erer ve tabi olursa, bunun faydası ancak kendisine döner. Kim ondan saparsa bunun vebali ancak kendisine aittir.
Onlara deki; Ben, sizin başınıza bir bekçi değilim sizler, müminler oluncaya kadar ben, sizin başınıza bekçi dikilmedim. Ben, sadece sizi uyarıcıyım. Hidayete erdirmek ise, Allah’a aiddir.(14)
Âlemlerin rabbi Allah Teâlâ şöyle buyuruyor. Deki; hak rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Şüphesiz biz, zalimlere bir ateş hazırlamışız, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır.(15)
Hak, rabbinden (gelen)dir. Öyle ise kuşkuya kapılanlardan olma (16)
Allah’ın kendilerine verdiği akıl nimetini gereği gibi kullanan insanlar, Allahın hak olduğunu ve Allah’dan gelen vahyin hakkın tâ kendisinden başka bir şey olmadığını bilir, idrak eder ve inanırlar… Onlar, katıksız iman ettikten sonra batılın her türlüsünden vazgeçer, batılın hakka, dalaletten hidayete dönerler… Kendi hayatlarını mes’ul bulundukları aile hayatlarını ve bütün imkânlarını sarf ederek toplumsal hayatı, hak olan ve kendisinden başka hak bulunmayan Allah’ın indirdiği hükümlere göre düzenlemeye bütün güçleriyle çalışırlar.. Ve bilip inanırlar ki, ferdi ailevi ve toplumsal huzur, barış, kardeşlik ve mutluluk, Allahın, hükümlerine göre inanıp yaşamakla geçekleşir… Allahın emirlerine itiat ve nehyettiklerinden çekinmek, huzur ve mutluluğun kaynağıdır. Akıl nimetini kullanabilen hangi insan, haktan, kaçar ve hakka tabî olmakla elde edeceği huzur, barış ve mutluluk ortamını istemez ki?..
Dünyanın hangi bölgesinde olursa olsun ve hangi çağda bulunursa bulunsun muvahhid mü’min şahsiyet batılı ve batılın ortaya koymak istediği her şeyi reddeder…. Çünkü her ne kadar mantığa uydurulmaya ve yaldızlı ambalajlarla süslü gösterilirse gösterilsin hakkı inkâr eden batıl, her hâliyle sapıklığın tâ kendisidir…
Muvahhid mü’minler, katıksız iman edip salih amel işlemeye gayret ederek, hakka teslim olmuş, hakkın karşısına dikilip, başkaldırarak tuğyan eden bütün batıl ideolojileri reddetmiştir… Bütün tağutî ideolojiler, küfür ve şirktir… Küfür, nasıl görünürse görünsün, ne isim alırsa alsın tek millettir… Görüntüleri ve isimlerinin farklı oluşu, onları farklı kılmaz…
İmanlarından ve salih amellerinden taviz vermeyen, küfre, şirke, tuğyana karşı mücadele eden, müstekbir egemen tağutlara baş eğmeyen muvahhid mü’minler, hak üzere olup Hak Allah’dan kendilerine indirilmiş olan hayat kitabı Kur’ân ile hayatlarını düzenlerler… Üzerinde oldukları dosdoğru ve hak yolda yürümeye devam eder, dini yalnızca Allah’a has kılarak emrolundukları gibi ibadet Allah’a has kılarak emrolundukları gibi ibadet işlemeye çalışırlar… Çünkü yegâne Rableri Allah, Onlara böyle buyurmuştur… Yegâne hayat önderleri ve örnekleri Rasulü(s.a.s.)’e hitab edenRableri, Allah, Rasulü(s.a.s.)’e sıfatında olanlara da hitab etmektedir… Çünkü muvahhid mü’minler, önderleri Rasulullah(s.a.s.) izi üzerine, yani Sünneti üzere yaşamaya gayret eden şahsiyetlerdir…
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
“Şübhesiz, sana bu kitabı hak ile indirdik. Öyleyse sen de dini, yalnızca O’na hâlis kılarak Allah’a ibadet et.” (17)
“Sen, artık Allah’a tevekkül et. Çünkü sen, apaçık olan hak üzerindesin.” (18)
Apaçık hak üzere olan ve Allah’a tevekkül eden Rasulullah(s.a.s.)’e uyup O’nu takib eden muvahhid mü’minler, insanlar için çıkarılmış ve hiçbir aşırılığı olmayan tam kıvamında vasat bir ümmettirler… Bu ümmet, Rabb olarak Allah’a, din olarak İslâm’a ve Rasul olarak Rasulullah Muhammed(s.as.)’e iman etmiştir… Yegâne Rabb Allah’ın, yalnızca kendisine ibadet etsinler diye yarattığı insan kulları için hayat nizamı olarak beyan buyurduğu islâm’ı, Rasulullah(s.a.s.)’i örnek ve ömder kabul ederek yaşamaya çalışan muvahhid mü’minler ümmeti, tek bir ümmettir… Bu ümmet, İslâm Milleti’dir…İnsanlık tarihi boyunca ve bugünden kıyamete kadar yeryüzünde iki Millet vardır: İslâm Milleti ve Küfür Milleti!..
İslâm Milleti, tek bir Millet ve tek bir ümmet iken; küfür milleti, çok çeşitli isimlerle, çok çeşitli ideolojilerle ortaya çıkmıştır…
Rabbimiz Allah, İslâm Milleti’ne hitaben şöyle buyuruyor:
“Gerçekten sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbimizin. Öyleyse Bana ibadet edin.” (19)
Rabbi, Meliki ve İlâhı Allah Teâlâ olan ümmet!.. Hayata nizamı İslâm, düstüru kur’ân ve önderi Rasulullah(s.a.s.) olan ümmet!.. Yalnız Allah’a kullukeden ve ibadetlerinde Allah’a asla şirk koşmayan en hayırlı bir ümmet!.. Tevhid ve iman üzere olup, hayat düstûru kur’ân ve onun uygulayıcısı olan Rasulullah (s.a.s.)’in Sünnetî’ne göre hayatını ve hayatı tanzim eden bir ümmet!..
Emrolunduğu gibi iman etmek ve ibadet etmek hususunda Allah’a tam teslim olmuş ümmetin muvahhid mü’min fertleri birbirlerine benzerler… Çünkü onlar, Allah yolunda olup hak üzerinde bulunmakta ve birbirlerinin velîleri olduklarının farkında olan uyanık şahsiyetlerdir… Onlar, bir Milletin fertleri, bir vücudunun organlarıdırlar… Onlar akîde ve amel bakımından, yani inanç ve yaşantı bakımından birbirlerine benzerler… Onlar, kendilerinden başkalarına benzemezler… Çünkü onlar, Rableri Allah olan bir ümmettirler… Onlar, İslam Milletidirler… Onlar, islam’a tabi olmakla mü2min müslüman şahsiyetin özelliklerini kazanmışlardır… Onlar, başkalarına benzeyecek olurlarsa, hakkı bırakıp batıla, İslam’ı bırakıp küfre tabi olurlar… Çünkü haktan sonra delâlet ve batıl gelir… İslam’dan başkası, küfür ve şirktir…
Hak üzere olan İslam Milleti’nden başkalarına benzemeye çalışanlar, onlardan uzaklaşmıştır… Ve ismen müslüman olsa da, inanç ve yaşantı bakımından onlardan değildir… Her kime benzemeye çalışıyorsa ondandır.
Amrb. Şuayb’ın dedesinden rivayet edilmiştir:
Rasulullah şöyle buyurur:
“Bizden başkalarına benzemeye çalışanlar, bizden değildir. Yahudî ve Hıristiyanlara benzemeyin. Çünkü Yahudîlerin selamlaşmaları parmak işaretleriyledir. Hıristiyanların selamlaşmaları ise, el ile işaret etmektedir.” (20)
İbn Ömer(r.anhuma)’nın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
” Kendisini bir kavme benzetmeye çalışan kimse, o kavimdendir.” (21)
Bu hadisin şerhinde şunlar söylenmiştir:
“Hadisi şerif, müslümanların dışındaki topluluklara kılık kıyafet itibariyle benzemek câiz olmadığını, kişi, kendisini hangi hususta bir kavme benzetmişse o hususta, o kavimden sayıldığını ifade etmektedir.
Eğer kendisini küfürde bir kavme benzetmişse bu kimse, kâfirlikte o kavimle beraberdir. Günah e isyanda benzetmişse, günah ve isyanda onlarla beraberdir. Eğer herhangi bir kavme aid alâmetleri taşımakta onlara benziyorsa, bu alâmetleri taşımanın dünyevî ve uhrevî sorumluluğunda onlarla beraberdir.” (22)
Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Ey iman edenler, eğer kendilerine kitab verilenlerden herhangi bir gruba boyun eğecek olursanız, sizi imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler.” (23)
“Ey iman edenler, eğer inkâr edenlere itaat ederseniz, sizi imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler.” (23)
“Ey iman edenler, eğer inkâr edenlere itaat ederseniz, sizi topukların üzerinde gerisingeri çevirirler. Böylece büyük hüsrana uğrayanlara dönersiniz.
Hayır, sizin Mevlânız Allah’dır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.” (24)
Asla değişmez hakikat bu iken, egemen zalim tağutlar tarafından işgal edilen ve tağutî hükümlerle hükmolunan İslam topraklarında esaret altında yaşamaya çalışan müslümanların içinden birileri hâlâ İslam Milleti’nden başkalarına benzemeye çalışıyorlar… Müslüman oldukları iddiasında bulunmakla beraber, inkâr edenler ve kendilerine kitab verilenlerle beraber olup onları birliğine iştirak etmeye can atıyorlar… İşte hak, işte batıl!.. İşte hidayet, işte dâlâlet!.. Ey akledenler, ibret alıp uyanın!..
1) Yunus, 10/31. 2) En’âm,6/46. 3) Mülk, 67/30. 4) Mülk, 67/21. 5) Abese, 80/2432. 6) Mülk, 67/23-24. 7) Bkz. Kehf,18/26. 8) Yunus,10/32. 9) İmam Kurtubî, el-Câmiuli-Ahkâmi’l-Kur’an, çev. M. Beşir Eryarsoy, ist.1999, C.8, Shf.518. 10) Bakara, 2/42. 11) Hacc, 22/62. 12) Lokman, 31/30. 13) Yunus, 10/108. 14) İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, çev. Dr. Bekir Karlığa Dr. Bedrettin Çetiner, İst. 1985, C.8, Sh. 3889. 15) Kehf, 18/29. 16) Âli İmrân, 3/60. 17) Zümer, 38/2. 18) Neml, 27/79. 19) Enbiya, 21/92. 20) Süneni Tirmizî, Kitabu İsti’zan Ve’-lAdab, B.7, Hds. 2835. 21) Sünen-i Ebu Davud, Kîtabu’-Libas, B.4, Hds. 4031. Kuzaî, Şihâbü’l-Ahbar Tercümesi, çev. Prof. Dr. Ali Yardım, İst.1999, Sh.97, Hds. 280. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 2, shf. 50 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Tabarî, Tabarî Tefsiri, çev. Hasan Karakaya Kerim Aytekin, İst. 1996, C.8, sh.185. 22) Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Hzr. Necati Yeniel Hüseyin Kayapınar, İst. 2000, C. 14, sh. 107. 23) Âli İmrân, 3/100. 24) Âli İmrân, 3/149150.