Emiru’l- Mü’minin İmam Ömer b. Hattab (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.), şöyle buyurdu:
“Ameller, ancak niyete göredir. Herkese ancak niyet ettiği şey vardır.
Her kimin hicreti, Allah’a ve Rasulü’ne ise, onun hicreti Allah’a ve Rasulü’nedir. Kimin hicreti, elde edeceği bir dünya, yahud evleneceği bir kadın içinse, onun hicreti de hicret ettiğinedir.” (1)
Yegâne hayat nizamı olan İslâm’ın üçte biri sayılan bu hadis, amellerde niyetin çok önemli olduğunu beyan eder. Aynı zamanda ilmin de üçte biri sayılan “Niyet hadisi”, kalbin ameli olarak değerlendirilmiştir. Muvahhid mü’min kulların bütün ameli, kalb ile, dil ile ve diğer vücud organları ile gerçekleşir…
Bu konuda, büyük hadis imamlarından Ebu Davud (rh.a.), şöyle demiştir:
“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den beşyüzbin hadis yazdım. Bunlardan ahkam hususunda dörbin sekizyüz hadis seçtim. Zühd ve takvaya dair hadislere gelince, onları kitabıma almadım. Bir insana bunlardan dini için dört tanesi yeter:
1) “Ameller, ancak niyete göredir.”
2) “Helâl belli, haram da bellidir. İkisi arasında (helâl mı, haram mı belli olmayan bir takım, şübheli şeyler vardır…..” (2)
3) “İnsanın (dini ve dünyası hakkında) ihtiyaç duymadığı şeyleri (malayanî) terk etmesi, onun müslümanlığının güzelliklerindendir.” (3)
4) “Hiç biriniz, kendiniz için arzu ettiğinizi, kardeşiniz için arzu etmedikçe (kemâliyle) iman etmiş olmaz.”(4)
İmam Ebu Davud (rh.a.)’in bu ifadesine göre “Niyet hadisi”, İslâm’ın dörtte biridir. (5)
“Ümmü Kays’ın Muhaciri” Kıssası, bu hadisin söylenmesine sebeb olduğu beyan edelir… Daru’ş-şirk olan Mekke’den Daru’l-İslâm olan Medine’ye hicret eden Ümmü Kays isimli müslüman kadın ile evlenmek niyetiyle Mekke’den Medine’ye gelen müslüman kişinin, bu niyetinden dolayı muhacir mi, yoksa müsafir mi sayılacağı gündeme girmiştir… “Amellerin, ancak niyete göre olduğu” beyan edilerek, herkes ancak niyet ettiği şeye göre değerlendirileceği hakikatı ortaya çıkmıştır. (6)
İnsan kullarını imtihan eden yegâne Rabbimiz Allah (Azze ve Celle), imtihan sahası olan dünya hayatında kullarının istediğini vereceğini beyan buyurur:
“Kim ahiret ekinini (kazancını) isterse, Biz ona, kendi ekininde arttırmalar yaparız. Kim de dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz, ancak onun ahirette bir nasibi yoktur.” (7)
Ahiret için niyetlenip isteyene, aheritte bol bol karşılık verilir… Bütün niyeti dünya ve dünyalık olana da, dünyalık verilir, amma onun niyeti ve isteğinde ahiret olmadığı için ahiretten dolayı herhangi bir nasibi olamaz. Çünkü, “Ameller, ancak niyete göredir. Herkese ancak niyet ettiği şey vardır.”
Âlemlerin Rabbi Allah katında değer kazanan ve değerlendirilen yalnızca niyetlerdir… Kul tarafından yapılan tüm davranışlar, hâl ve tavırlar, niyetine göre değer kazanır… Diğer insanlar, o insanın hangi niyetle o ameli işlediğini bilemezler… Çünkü niyet, kalb ile ilgili olan bir meseledir… İnsanın kalbinde olan ise, bir başka insan için gaybî olduğundan ne olduğu bilinmez… İnsanın yaptığı iyi hareketleri, iyi niyet ile mi, yoksa riyakarca kötü niyetle mi yaptığını ancak Allah bilir… Ve şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
“Sözü açığa vursan da (gizlesen de birdir). Çünkü şübhesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir.” (8)
“De ki: “Sinelerinizde olanı gizleseniz de, açığa vursanız da Allah, onu bilir, Ve göklerde olanı da, yerde olanı da bilir. Allah, her şeye güç yetirendir.” (9)
“….. Şübhesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir.” (10)
“(Allah,) gözlerin hainliklerini ve göğüslerin saklamakta olduklarını bilir.” (11)
Kalblerde saklı olanları bilen Rabbimiz Allah, kullarını niyetlerine göre hesaba çekecektir…
“Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah, sizi onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azablandırır. Allah, herşeye güç yetirendir.” (12)
Kalblerde geçeni yalnızca bilen Allah, insana şahdamarından daha yakın olduğu için nefsinin, ona ne vesveseler verdiğini yalnızca bilen yine Allah’dır…
“Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ve vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona, şahdamarından daha yakınız.” (13)
“…. Ve bilin ki, muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer….” (14)
Yegâne önderimiz ve biricik hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), bu hakikate işaret etmektedir…
Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur hayat önderimiz Rasulullah (s.a.s.):
“Şübhesiz ki Allah, sizin bedenlerinize ve sûretlerinize bakmaz, lâkin kalblerinize bakar.”
Ve parmaklarıyla göğsünü işaret etmiştir. (15)
İnsanın kalbindeki niyeti ne ise, ona göre değer kazanır. Niyeti iyi ve hayır üzere ise, yaptığı amel de niyetiyle örtüşüyorsa, yani ameli de niyeti gibi iyi ve hayır üzere ise, yaptığının karşılığında sevab alır… Çünkü niyet ile amel birbirini tasdik etmelidir… İyi niyet, bile bile yapılan kötü ameli temize çıkarmaz… Kötü amel, iyi niyetten dolayı bir kıymet kazanmaz… Niyetin hesabını Allah’a verecek olan insan, yaptıklarından dolayı, içinde yaşadığı toplum tarafından hesaba çekilir… Diğer insanlar, insanı niyetinden dolayı değil, amelinden dolayı hesaba çeker, ya kıymet verir mükafatlandırır, ya değersiz bulup cezalandırır…
Ayrıca şu da unutulmamalıdır ki, insan kullarını niyetlerine göre değerlendiren Rabbimiz Allah, onların amellerine göre de değerlendirir ve karşılığını ona göre verir…
Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle önderimiz Rasulullah (s.a.s.), şöyle buyurur:
“Şübhesiz ki Allah, sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Lâkin kalblerinize ve amellerinize bakar.”(16)
Mü’min muvahhid olan müslüman bir kulun, hem niyeti iyi olmalı, hem de ameli iyi olmalıdır… Mü’min müslüman her zaman ve her mekânda iyilik ve hayır üzere bulunmalıdır… Malum olduğu üzere iyi ve hayırlı olan şey, İslâm’a uygun olan şey demektir… İyilik ve hayır, yalnız Allah’ın razı olduğu niyet ve ameldir… Allah’ın razı olduğu şey ise, Rasulullah (s.a.s.)’in gösterdiği gibi hareket etmekle gerçekleşir… Çünkü Rasulullah (s.a.s.), iyilik ve hayrın örneği ve bu yolun önderidir…
Cabir b. Abdullah (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur önderimiz Rasulullah (s.a.s.):
“Bundan sonra (malumunuz olsun ki,) sözün en hayırlısı, Allah’ın kitabıdır. İrşadların (yolların) en hayırlısı da, Muhammed (s.a.s.)’in irşadıdır (yoludur).” (17)
Niyet ve amel arasındaki ilişki hakkında şöyle bir örnek verir Rasulullah (s.a.s.).
Ebu Keşbe el-Enmarî (r.a.)’ın rivayetiyle Rusulullah (s.a.s.), şunu beyan buyurur:
“Üç (haslet) vardır ki, onlar üzerine yemin ederim ve size bir söz söyleyeceğim ki, onu hafızanızda tutun!”
Sonra şöyle buyurdu:
“Sadaka vermekten kulun malı eksilmez, uğradığı haksızlığa karşı sabreden kulun, Cenab-ı Allah ancak şerefini arttırır ve dilencilik kapısını açan bir kula Allah, mutlaka yoksulluk kapısını (veya buna yakın bir ifâde kullandı) açar.
Size bir söz söyleyeceğim ki onu, hafızanızda tutun!”
Sonra şöyle buyurdu:
“Dünya, ancak dört kişinindir. (Yani dünyada ancak dört sınıf insan vardır.)
Allah, mal ve ilim verdiği kul ki, bu kul, bu nimet içinde Rabbini sever ve sayar, bununla akrabasına sılada bulunur (onları yoklar ve yardım eder). Allah’ın bu nimette olan hakkını da tanır. İşte bu kul, Allah katında en üstün derecelerdedir.
Allah’ın ilim verip mal vermediği kul ki, bu kul doğru niyetlidir:
— Malım olsaydı, bu malda falanın, yaptığı gibi yaparım, der.
İşte o, niyetine göre karşılık görür ve ikisinin sevabı da eşittir.
Allah’ın mal verip ilim vermediği kul ki, ilimsizlik yüzünden malında körü körüne hareket eder, bu nimet içinde Rabbini sevmez ve saymaz. Bununla akrabasına sılada bulunmaz ve Allah için o malda hiç bir hak tanımaz. İşte bu kimse, en kötü mertebelerdedir.
Allah’ın, mal da, ilim de vermediği bir kul ki:
— Malım olsaydı bu malda (israf ve sefahet düşkünü) falanın yaptığı gibi yapırdım, der.
Bu da, niyetine göre karşılık görecektir ve her ikisinin günahı eşittir.” (18)
Rasulullah (s.a.s.)’in verdiği örnekte, görüldüğü gibi insanlar, hem niyetlerinden, hem de yaptıklarından sorumludurlar… Niyet edip de imkânsızlıktan dolayı yapamadıkları iyilik ve kötülüklerden dolayı da sorumluluk gündeme gelir… Niyet sahibi, niyetinin durumuna göre karşılık bulur… Ona, niyetine göre sevab ve ceza verecek ancak Allah’dır… Toplum, o insanı amelinden dolayı yargılar… Eğer işlediği amel iyi ve hayırlı ise, kendisi toplum nazarında iyi ve hayırlı bir insandır… İsterse o iyi ve hayırlı amelleri gösteriş, yani riyâ niyetiyle yapmış olsun… Niyetinden dolayı hesabını Allah’a verecektir… Çünkü onun kötü niyetini yalnızca Allah bilir… İnsanlar, onu değerlendirirken, yaptığı iyi ve hayırlı amellerine göre değerlendirirler… Bu iyi ve hayırlı amelleri, ne niyet ile yaptıklarını bilmezler…
Bu konuda, Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şu örneği verir muvahhid mü’minlerin önderi Rasulullah (s.a.s.):
“Kıyamet gününde insanların üzerine ilk hüküm verilecek olanı, şehid edilen bir adamdır. Bu adam getirilerek ona Allah, nimetlerini tarif edecek o da, onları tanıyacaktır.
— Bu nimetler hakkında ne yaptın? diye soracak.
Şehid:
— Senin uğrunda çarpıştım. Nihayet şehid edildim! diyecektir.
Hakk Teâlâ:
— Yalan söyledin! Lâkin sen, cesur denilmek için çarpıştın. Gerçekten denildi de! buyuracak.
Sonra onun hakkında emir verecek ve yüz üstü sürüklenecek, nihayet cehenneme atılacaktır.
Bir de, ilmi öğrenip öğreten ve Kur’ân’ı okuyan bir adamdır. Bu da, getirilerek kendisine nimetlerini tarif edecek, o da, onları tanıyacaktır.
— Bunlar hakkında ne yaptın? diye soracak.
O adam:
— İlmi öğrendim ve öğrettim. Senin rızan için Kur’ân’ı da okudum, diyecek.
Hakk Teâlâ:
— Yalan söyledin! Lâkin sen ilmi, âlim denilsin diye öğrendin. Kur’ân’ı da, ‘o, karî’dir’ (iyi okuyucu) denilsin diye okudun. Gerçekten denildi de, buyuracak.
Sonra onun hakkında emir verecek ve yüzü üstü sürüklenecek, nihayet cehenneme atılacaktır.
Bir de, Allah’ın yakasını genişlettiği ve kendisine malın her çeşidinden verdiği adamdır. Bu da, getirilerek ona nimetlerini tarif edecek, o da, onları tanıyacaktır.
— Bunlar hakkında ne yaptın? diye sorulacak.
O adam:
— Uğrunda mal sarfetmesini dilediğin hiç bir yol bırakmadım. Mutlaka senin için sarf ettim, diyecek.
Hakk Teâlâ:
— Yalan söyledin! Lâkin sen, ‘o, cömerttir’ desinler diye yaptın. Gerçekten denildi de, buyuracak.
Sonra onun hakkında emir verecek ve yüzü üstü sürüklenecek, sonra cehenneme atılacaktır.” (19)
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bu apaçık beyanından anlaşıldığı gibi, insanların salih amel sahibi olarak gördükleri ve amellerinin zahirine göre değer verip saydıkları kişiler, Allah’ın katında niyetlerine göre değerlendirilmektedirler… Yaptıkları ameller, zahirde Allah’ın emrettiği ve kedisinden razı olduğu amellerdir… Fakat bu amelleri, Allah rızasını gözeterek yapmadıkları, aksine insanların nazarında belli bir değer kazanmak için yaptıkları için Allah’ın katında hiç bir değer kazanmamışlardır… Bu iyi, hayırlı ve salih amelleri işlerken niyetleri iyi olmadığı için hiç bir güzel karşılık bulamamış, cennet umarken, cehennemi boylamışlardır… Halbuki içinde yaşadıkları toplum, onları bu iyi ve salih amelleriyle tanımış ve kendilerini salihlerden görüp değerlendirmişlerdi… Çünkü diğer insanlar, onların ne niyet taşıdıklarını bilemez, ancak hâl ve hareketlerine göre değerlendirir… İnsanlar, insanları değerlendirirken ortaya koydukları ölçü, söz, hâl ve harekettir… İnsanlar, insanları sözleriyle, hâl ve hareketleriyle, yani amelleriyle değerlendirirler…
İnsanın, sözleri, hâli ve hareketi kötülük üzere ise, hiç kimse onun hangi niyetle böyle söylendiğine ve böyle davrandığına bakmaz… O, ne söylemiş ve nasıl davranmış ise, o kişiyi, ona göre değerlendirirler… Müslümanlar açısından “İkrah-ı Mülci” gündemde olmadıkça durum, bundan ibarettir… İkrah-ı Mülci durumu, ruhsatı gündeme getirir ki, o anda zor durumda olan bir mü’min müslüman, inancının aksine bir söz söylemiş ve bir harekette bulunmuş olabilir… Bu, Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in vermiş olduğu bir ruhsat olup, mü’min müslümanın ruhsat ile amel etmesi, kendisine herhangi bir yükümlülük getirmez…
Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:
“Kim, imandan sonra Allah’a (karşı) inkâra sapıp da -Kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu hâlde baskı altında zorlanan hariç- inkâra göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah’dan onlara bir gazab vardır ve büyük azab da onlaradır.” (20)
Bu konuda Ammar b. Yâsir (r.a.)’ın olayı meşhurdur. Mekkeli müşriklerin korkunç işkencesi ve ağır zulmü altında olan Ammar b. Yâsir (r.a.), en son takadına ve imkânına kadar onların işkencesine dayanmış, işkence altında gücü bitmiş ve ne söylediğinin farkında olmayacak dereceye düşürülmüştü… Böyle bir ikrah-ı mülci altında O, müşriklerin kendisine söyletmek istediği “elfaz-ı küfür” olan sözleri söylemişti. Böyle davranmakla işkenceden kurtulmuştu… Canını kurtardıktan sonra pişman olmuş ve ağlayarak Rasulullah (s.a.s.)’in yanına gelmişti.
“Bu yüzden Rasulullah (s.a.s.)’e Ammar’ın inkâr ettiği haberi verildi. O ise:
“Hayır muhakkak ki Ammar, tepeden tırnağa kadar iman doludur. İman, O’nun etine, kanına karışmıştır.” buyurdu.
Nihayet Ammar, ağlar bir vaziyette Rasulullah (s.a.s.)’e geldi.
Rasulullah (s.a.s.), O’nun gözyaşlarını siliyor ve şöyle buyuruyordu:
“Eğer onlar, sana yine işkence yaparlarsa,demiş olduğun bu sözü tekrar de!”
Derken Allah Teâlâ, bu ayeti (Nahl, 16/106) indirdi.(21)
Hadisi Beyhakî, buradakinden daha geniş olarak rivayet etmiştir. Bu rivayette, Ammar’ın Hz. Peygamber (s.a.s.)’e sövdüğü ve onların ilâhlarını hayırla andığı da kaydedilmiştir.
Bu rivayette Ammar, şöyle demiştir:
— Ey Allah’ın elçisi, sana sövmedikçe ve ilâhlarını hayırla anmadıkça beni bırakmadılar.
Hz. Peygamber:
“Kalbini nasıl buluyorsun?” diye sordu da Ammar:
— İmanla dopdolu, dedi.
Bunun üzerine Allah Rasulü (s.a.s.):
“Onlar, eğer işkencelerine dönerlerse, sen de bu söze dön!” buyurdu.
Ve bu hususta Allah Teâlâ:
“Kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu hâlde baskı altında zorlanan hariç…” (Nahl, 16/106) ayetini indirdi.(22)
Ya böyle bir ikrah-ı mülci hâli , ya da zaruret hâli gündeme gelirse mü’min müslüman kişi, ma’zur görülür… Zaruretler gündeme gelince, mü’min müslümanlar için yasaklanmış olan şeyler, o hâl geçinceye kadar mübah olur…
Bu konuda, “Mecelle”de şöyle denilmektedir:
“Zaruretler, memnu olan şeyleri mubah kılar.” (23)
Zaruret hâli için Rabbimiz Allah, şöyle buyurur:
“O, size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah’dan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa, saldırmamak ve sınırı aşmamak üzere (yiyebilir). Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (24)
Mü’min müslümanın ikrah-ı mülci ve zaruret hâlinin dışında, yaptıklarından ve söylediklerinden sorumlu olduğu malumdur… Bunun için yaptıkları ve söyledikleri şeylerden hesaba çekilir…
Ebu Zerr el- Gifarî (r.a.)’ın rivayetiyle önderimiz Rasulullah (s.a.s.), şöyle buyurur:
“Ümmetimin yanılması, unutması ve zorlandığı şey (in günah)ın Allah Teâlâ, şübhesiz affetmiştir.” (25)
Bu konuda, “Mecelle”de şöyle denilmektedir:
“Kişi, ikrarıyla muâheze olunur.” (26)
Kişi, herhangi bir yanılma, unutma ve zorlanma, yani ikrah-ı mülci veya zaruret hâli olmadan söylenenlerden ve yapılanlardan hesaba çekilir… Söylediği ve yaptığının durumuna göre değerlendirilip ya cezalandırılır, ya da mükafatlandırılır… Eğer söyledikleri ve yaptıkları kötü ve günah ise, bu suçtan dolayı cezalandırılır… Eğer söyledikleri ve yaptıkları iyi ve hayırlı şeylerse, bu durumundan dolayı mükafatlandırılır…
Kısacası, kalbindeki taşıdığı niyetinden dolayı Allah’a hesab verirken, amelinden dolayıda içinde yaşadığı topluma, yani kendisinin dışındaki insanlara hesab verir…
Allah, insan kullarını niyetlerinden ve amellerinden dolayı hesaba çekerken, insanlar, birbirilerini amellerinden dolayı yargılarlar… Çünkü onlar, birbirilerinin kalblerinde neler gizlediklerini bilemezler…
Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:
“Onların (kurbanların), etleri ve kanları kesin olarak Allah’a ulaşmaz, ancak O’na, sizden takva (iyi niyet ve ihlas) ulaşır…….” (27)
Kurban bayramında, kurban kesen mü’min müslümanın bu fiili, diğer insanlar tarafından takdir ve dualar ile karşılanırken Allah, o mü’min müslümanın takvasına yani niyet ve ihlasına bakar… O mü’min müslümanın hangi niyet ile kurban kestiğini ancak Allah bilir… Bundan dolayı niyet, salih amele ters düşmemeli… Niyet iyi olmalı ki, salih amel değer kazansın…
Kötü niyet ile iyi amel işlenebilir amma iyi niyet ile kötü amel işlenemez… Kötü niyet ile işlenen salih bir amelin Allah katında bir değeri yoktur, fakat bu niyetten haberi olmayan insanların katında salih amelin bir değeri vardır… İyi niyet ile Allah’ın yasakladığı, yani haram kıldığı bir amel işlenemez… Böyle bir mantık, böyle bir anlayış hem nakle, hem de akla aykırıdır… Böyle bir durum, aklını kullanma yetkisinde olan her muvahhid mü’min tarafından red olunur… Çünkü yapılan amel, Kur’ân’a ve Sünnet’e, yani Rabbimiz Allah’ın emirlerine ve önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in yaptıklarına aykırıdır… Böyle haram bir işi yapan veya bir fikri beyan eden kişinin niyeti, ancak Allah tarafından bilindiği için o kişi, ikrarı ve ameli ile muâhaze olunur…
Su niyetiyle şarab içilemeyeceği gibi, Kâbe’ye gitmek niyetiyle meyhaneye gidilmez… Fakirlere yardım etmek gayesiyle hırsızlık yapılamayacağı gibi, diğerlerin namusuna saldırmasınlar diye gençler için genelevler açılamaz. Niyetimiz iyi, kalbimiz temiz safsatalarıyla Allah’ın ve Rasulullah (s.a.s.)’in haram kıldığı bir şey, helâl kılınamaz… Yani Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in yasakladığı bir şey, iyi niyet adı altında serbestleştirilemez…
Yegâne hayat nizamı İslâm’a ve işgal altındaki İslâm topraklarında esaret altında yaşayan mustaz’af mü’min müslümanlara hizmet etmek iyi niyetiyle gayr-ı İslâmî metodlarla amel edilemez…. Gayenin meşruluğu gibi, metodun ve aracın da meşru, yani İslâm’a uygun olması lazımdır… İyi niyet, kötü ameli temize çıkarmaz… O nasıl iyi niyettir ki, sahibine kötü amel işletmektedir… Bilindiği gibi, kişinin aynası, onun işidir… Yaptıkları ve söyledikleri ortada iken, her şey apaçık iken başka bir lafa bakılır mı?.. Niyet iyi ise, amelin de iyi olması lazımdır… Niyet gizli, amel açıktır… Niyet gaybî, amel zahirdir… İslâm’da zahire itibar edilir, gaybı yalnızca bilen Allah’dır…
“O, gaybi bilendir. Kendi gaybını kimseye açık tutmaz.” (28)
“….. Allah sizi, gayb üzerine muttali kılacak değildir. Amma Allah, elçilerinden dilediğini seçer. Öyleyse siz de, Allah’a ve elçilerine iman edin. Eğer iman eder ve sakınırsanız, sizin için büyük bir ecir vardır.” (29)
Bu beyandan sonra, şu hadislere dikkat çekmek isteriz…
Mü’minlerin annesi Aişe (r.anha)’nın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):
“Bir ordu, Kâbe’yi (harab etmeye) kasdedecek. Bunlar, Beyda mevkiîne geldiklerinde, evvelleri ve ahirleriyle (yani kumandanlarından son neferlerine kadar hepsi) yere batarlar.”
Aişe (r.anha), dedi ki:
“Ya Rasulellah, bunlar, evvelleri ve ahirleriyle nasıl yere batarlar? Halbuki bunların arasında (alış-verişle geçinen) çarşılar halkı ve o zalimlerden olmayan kimseler vardır, dedim.
Rasulullah (s.a.s.):
“Bunlar, evvelleri ve ahirleriyle batırılırlar. Sonra bu batırılanlar, (kıyamet gününde) kendi niyetlerine göre diriltilirler.” buyurdu. (30)
İbn Ömer (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Allah, bir kavme azab indirince, o kavim içinde bulunan (iyi-kötü) her ferde azab isabet eder. Sonra (Kıyamet gününde) Herkes kendi ameline göre diriltilir.” (31)
Rabbimiz Allah, mü’min muvahhid kullarını böyle bir azabdan dolayı uyarmaktadır:
“Ve sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korunup sakının. Bilin ki, gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması daha şiddetlidir.” (32)
Mü’min müslümanların içinde yaşadığı toplumda ortaya çıkan zulmü, fısk ve fücuru, fitnenin her türlüsü, mü’minler tarafından engellenmesi gereklidir… Bu engelleme faaliyetinde tüm imkânlar seferber edilmelidir… Mü’min müslümanlar, Allah’a karşı, İslâm’a karşı ve ümmetin vahdetine karşı bir fitne, bir münker ve bir masiyet gördükleri zaman, onu gidermek, ortadan kaldırmak için elleriyle, dilleriyle ve kalbleriyle karşı çıkıp önlemelidirler…
Ebu Said (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse onu, hemen eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü yetmiyorsa, diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa, kalbiyle değiştirsin (buğz etsin). İmanın en zayıfı da budur.” (33)
İmam Ebu Bekir (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.), Ümmetini şöyle ikaz ediyor:
“Şübhesiz insanlar, kötü bir şeyi görüp de men’etmedikleri zaman, Allah’ın onlara umumî bir ceza vermesi çabuklaşır (veya yakınlaşır).” (34)
Yeryüzünden zulmün ve zalimin her türlüsünü kaldırmak, yerine adaleti ve adil olanları geçirmek, muvahhid mü’minlerin baş vazifelerinden iken, (35) elbette zulmedenlere zerre miktarı bile olsa yardımcı olamaz ve onlara meyledemezler… Çünkü Rabbimiz Allah’ın şu emrini kendilerine şiâr edinmişlerdir:
“Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’dan başka velileriniz yoktur, sonra yardım da göremezsiniz.” (36)
Bunu, böylece beyan ettikten sonra, iyi niyet ile yapılmayan salih amellerin sahibleri için hiç bir faydası olmadığını beyan eden şu hadis-i şerife dikkat edilim!..
Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur müttakilerin önderi Rasulullah (s.a.s.):
“Nice oruçlu vardır ki, orucundan kendisine aç kalmaktan başka bir şey yoktur. Ve gece namazına nice kalkan vardır ki, kalkışından kendisine uykusuzluktan başka hiç bir şey hasıl olmaz.” (37)
İnsanın kalbinde taşıdığı niyetinin gizli olup başkaları tarafından bilinemeyeceği, diğer insanların değerlendirmesi ancak zahirde gördükleriyle olduğuna dair şu delilleri de kaydetmekte fayda umarız.
Üsame b. Zeyd (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), bizi bir seriyye ile (cihada) göndermişti. Cüheyne Kabilesi’nden Huru Kaatâ bir sabah baskını yaptık. Derken ben, bir adama eriştim.
Adam, hemen:
— Lâ ilâhe illallah, dedi.
Amma ben, kendisini vurdum. Bundan kalbime bir şübhe düştü ve hadiseyi Rasulullah (s.a.s.)’e anlattım.
Rasulullah (s.a.s.):
“Lâ ilâhe illallah, dedi mi? Sen de, onu öldürdün mü?” buyurdu.
Ben:
— Ya Rasulellah, o, bu sözü ancak silahtan korktuğu için söyledi, dedim.
“Bâri kalbini yarsan da, bu sözü doğru söyledi mi, söylemedi mi bilseydin ya!..” buyurdular.
Artık bu sözü bana, o kadar tekrarladı durdu ki, keşke o gün (yeni) müslüman olmuş olsaydım diye temenni ettim. (38)
Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’dan.
(…….)
Halid:
— Ya Rasulellah, namaz kılanlardan nice kimseler var ki, onlar, kalblerinde olmayan şeyi dilleriyle söylerler, dedi.
Rasulullah:
“Ben, insanların kalblerini açmaya, karınlarını (göğüslerini) yarmağa memur değilim!” buyurdu. (39)
Mü’minlerin annesi Ümmü Seleme (r. anha) anlatır:
Rasulullah (s.a.s.), Ümmü Seleme’nin odasının kapısı önünde şiddetli bir kavga işitti de, onlara doğru çıktı ve şöyle buyurdu:
“Şübhesiz, ben (de sizin gibi) bir insanım. Zaman olur ki, bana (sizden iki) hasım gelir de, bazınız (haksızken), bazınızdan daha düzgün konuşmuş olabilir. Ben de, o düzgün sözleri doğru sanarak, onun lehine hüküm verebilirim.
Bundan dolayı kimin lehine bir müslimin (veya gayr-ı müslimin) hakkı ile hükmettimse, (bilinsin ki) bu hak, ateşten bir parçadır. İster onu alsın, ister bıraksın.” (40)
Yegâne Rabbimiz, Melikimiz ve İlâhımız Allah (Azze ve Celle), Rasulü (s.a.s.)’e, gaybı bilmediğini insanlara ilân etmesi için şöyle buyurur:
“De ki: ‘Size, Allah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmiyorum ve ben size, bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam.” De ki: ‘Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?” (41)
Hüküm, zahirde söylenen söze ve yapılan harekete göre verilir. insanlardan gizli olan gayba göre herhangi bir hüküm verilemez… Çünkü o konuda ne bir delil mevcuddur, ne de bilinen bir şey vardır…
Rabbimiz Allah, hakkında herhangi bir bilgimizin bulunmadığı şeylerin peşine düşmemizi yasaklamıştır:
“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.” (42)
İyi cins topraktan yapılan küpün veya testinin çinde bulunan sıvı maddenin dışına sızdığı gibi, kalblerde gizli, yalnızca kul ile Allah arasında bulunan niyetler de, söz, hâl ve hareket olarak dışa yansıyıp ortaya çıkar…
Gaybı olan içteki niyet ve isteğin ne olduğu zahirde görülen amelinden anlaşılır… Niyetin hak, amelin batıl olması veya niyetin iyi, amelin kötü olması, kabul edilir bir şey olmaması gerekir… Niyet ne ise, amel ona göredir. Amel ne ise, ona göre değer bulur…
Bu konuda Rabbimiz Allah, şöyle buyurur:
“Senden, yalnızca Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, kalbleri kuşkuya kapılıp kuşkularında kararsızlığa düşenler izin ister.
Eğer (savaşa) çıkmak isteselerdi, her hâlde ona bir hazırlık yaparlardı. Ancak Allah, (savaşa) gönderilmelerini çirkin gördü de ayaklarını doladı ve: ‘(Onlara) siz de, oturanlarla birlikte oturun’ denildi.” (43)
Onlar, Allah yolunda savaşmak üzere İslâm ordusuna katılmak isteselerdi, onların böyle bir niyeti olsaydı, bu konuda bir hazırlıkları olurdu… Böyle bir niyetlerinin olduğuna dair herhangi bir amel ortaya koyar, niyetlerini tasdik eden bir durum sergilerlerdi… Sözleri, hâlleri, tavırları, fikir ve hareketleri, niyetlerinin apaçık göstergesidir…
“Niyet hadisi”nin devamında, her kimin hicret niyeti Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e ise, o, hicret sevabını alır; nikâhlamak istediği bir müslüman kadın veya helâl bir dünya malına kavuşmak ise, hicret sevabını alamaz, niyet ettiği şeye ulaşmış olur, denilmektedir…
Dikkat edilecek olunursa burada, Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in yasakladığı herhangi bir şeye niyetlenme veya tevessül etme yoktur… Kendisiyle nikâhlanmak istenilen kadına veya elde etmek istenilen helâl dünya malına niyet etmek, haram ve batıl bir şey değildir… Aksine helâl olan şeylerdir…
Bu hakikattan da anlaşıldığı gibi mü’min müslümanın niyeti ve ameli, iyi ve hayırlı olup birbiriyle örtüşerek birbirini tasdik etmelidir… İyi niyet, hayırlı ve salih ameli ortaya koymalı, salih ve hayırlı amel de, iyi niyetin göstergesi olmalıdır…
Rabbimiz Allah’ın ve önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in yasakladığı ameller, iyi niyet ile işlenemez ve iyi niyet onları temize çıkaramaz!..