HAYAT, İMAN VE CİHADDIR

Mucâşî İbn Mes’ud (r.a.) şöyle dedi:

Mekke’nin Fethi’nden sonra ben, kardeşim (Mucâlid) le Rasulullah (r.a.s.)’a geldim ve:

— Ya Rasulellah (r.a.s.), kendisiyle hicret etmek üzere bey’at etmen için sana kardeşimi getirdim, dedim.

Rasulullah (s.a.s.):

“Hicret etmiş olanlar, ondaki faziletle gitmişlerdir.” buyurdu.

— Şimdi sen onunla, ne üzere bey’at edeceksin? diye sordum.

“Ben onunla, İslâm, iman ve cihad üzere bey’at edeceğim.” buyurdu. (1)

Aynı konuda şu sahih hadisi de kaydedelim.

İbn Abbas (r.anhuma)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“(Mekke’nin) Fethi’nden sonra (Medine’ye) hicret yoktur. Velâkin cihad ve niyet vardır. (Onun için mü’minlerin imamı tarafından) Allah yolunda gazaya çağrıldığınız zaman hepiniz icabet edip seferber olunuz.” (2)

Muvahhid mü’minlerin hayatı, iman ve cihad üzerinde temellendirilmiştir… Hayat, iman ve cihaddır… Allah’ın emrettiği ve razı olduğu, Rasulullah (s.a.s.)’in anlattığı, öğrettiği ve gösterdiği şekilde iman etmek, meselenin en önemli yanı, ikinci önemli olan ve diğer yarısı ise, imanın gereği gibi yaşamaya gayret etmektir… Cihad, bu gayretin adıdır…

Gerek özel hayatında, gerekse aile, çalışma ve toplumsal hayatta, iman ile cihad beraber olmalıdır… İmansız bir cihad ve cihadsız bir iman düşünülemez… Tek kanatlı kuşun uçamayacağı ve düşmanlarına yem olacağı gibi, iman cihadsız, cihad imansız tek kanatlı olmak demektir… Kâmil mü’min, iman ve cihadda sahib olup gereğini yerine getirendir…

İman ve cihad üzerine bina edilen mü’min müslümanların hayatı, bey’at veya ahid ile sapasağlam hâle gelir… Gerek Daru’l-İslâm’da, gerekse Daru’l-Harb’de mü’min müslümanlar, İslâm’ın gereği olan bey’at veya ahid vazi-felerini gerekli şartlarına dikkat ederek gerçekleştirmelidirler… İmansız ve cihadsız bir hayat olmayacağı gibi, bey’atsız ve ahidsiz de bir hayat olmaz… Daru’l-İslâm’da, yani egemenliğin kayıtsız şartsız Allah’a aid olduğu ve İslâm’ın hakim bulunduğu bir ülkede, Ümmetin İmamına bey’at yapılmalıdır… Daru’l-Harb de ise, İslâm Cema-ati’nin teşekkülü ve Daru’l-Harb Emiri gündeme gelmelidir… Çünkü Daru’l-Harb’de egemenlik, zalim tağutların elinde olup, küfür ve şirk yasalarının hakimiyeti söz konusudur…

Mü’min müslümanlar, Daru’l-İslâm’da Ümmetin imamına bey’at ederken, Daru’l-Harb’de mü’minlerin seçtiği Daru’l-Harb Emiri’ne ahdederler… Dünyanın en ücra bir köşesindede olsa üç müslümanın kendi aralarında bir emir seçip ona ahd etmeden yaşamalarının helâl olmayacağını beyan buyuran önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’dir… (3)

Abdullah İbn Ömer (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Her kim, bir eli itaattan çıkarırsa, kıyamet gününde Allah’a hiç bir hücceti olmadığı hâlde kavuşur. Ve her kim boynunda bir bey’at olmadığı hâlde ölürse, cahiliyyet ölümü gibi (bir ölümle) ölür.” (4)

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.) bey’atlaşırken, İslâm, iman ve cihad üzere bey’atlaşıyordu… Kendisiyle bey’atlaşan mü’minlerden tam bir teslimiyet ve itaat istiyordu… Kalben, hiç bir şüphe duymadan katıksız bir şekilde iman edecek, imanın gereğini hâl ve hareketleriyle amel olarak ortaya koyacak ve İslâm’ı yaşarken büyük bir cehd içinde olacaktır… Bu durum, iman ve İslâm’ın gereğidir… Bu tavır, Allah’a gerçek kul olmanın vazgeçilmez şartıdır… Çünkü hayat, iman ve cihaddır…

Behz b. Hakim babasından, o da, dedesinden rivayet eder:

Rasulullah (s.a.s.)’e:

— Ey Allah’ın Nebîsi, sana gelmemeye ve dinine girmemeye parmaklarımın sayısınca yemin etmiştim. Ben, Allah ve Rasulü (r.a.s.)’nün bana öğrettiğinden başka hiç bir şey bilmeyen biri idim.

Şimdi Aziz ve Celîl olan Allah’ın rızası için Rabbimizin seni bize ne ile gönderdiğini soruyorum? dedim.

“İslâm ile” buyurdu.

— İslâm’ın alâmetleri nelerdir? dedim.

“Aziz ve Celîl olan Allah rızası için müslüman oldum, küfrü, isyanı bıraktım demen, namazı kılman, zekatı vermen, müslümanların malı, can ve ırzlarının birbirlerine haram olduğunu, müslümanların birbirlerine yardım eden kardeşler olduklarını kabul etmen ve Aziz ve Celîl olan Allah’ın, müşrikler arasında iken İslâm’ı kabul ettiği hâlde onları bırakıp müslümanların içine gelmeyen kimsenin hiç bir amelini kabul etmeyeceğini bilmendir.” buyurdu. (5)

Abdullah İbn Ömer (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“İslâm, beş şey üzerine kurulmuştur:

Allah’dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet etmek,

Namaz kılmak,

Zekat vermek,

Hacc etmek,

Ramazan orucu tutmak.” (6)

Bitmiş olduğu beyan edilen “hicret”, Mekke’den Medine’ye yapılan hicrettir… Mekke’nin Fethi’nden sonra Mekke şehri de bir İslâm şehri olmuş, putların tümü kırılmış, şirkin merkezi hâline getirilen Mekke tekrar Tevhid’in merkezi hâline dönüştürülmüştür… Bundan dolayı buradan hicret etmek gerekmez… Mekke’den başka bir şehre hicret edenler ise, daha önceki hicret eden muhacirler gibi olmaz ve onların aldığı sevabı alamazlar… Fetihden sonra hicret yoktur amma Allah yolunda cihad etmek ve İslâm üzere yaşamaya niyet edip azm etmek vardır… Hicret, hangi mekân ve hangi zamanda olursa olsun şartları oluştuğunda gündeme gelen bir ibadet ve şartlar çerçevesinde işlenen bir ameldir…

Ya’lâ (r.a.) şöyle demiştir:

Mekke’nin Fethi günü babamı, Rasulullah (s.a.s.)’in huzuruna getirerek:

— Ya Rasulellah (r.a.s.), babamın hicret etmesi hususunda bey’atını kabul buyur, dedim.

O da:

“Hicret kesildi, cihad etmesi hususunda bey’atını kabul ediyorum.” buyurdu. (7)

 

Muaviye (b. Ebi Süfyan)’dan.

“Tevbe (vakti) sonra ermedikçe, hicret (vakti) de sona ermez. Güneş, battığı yerden doğmadıkça da tevbe sona ermez.” (8)

Abdullah b. Vağıt es-Sâdî (r.a.)’dan.

Bir heyetle Rasulullah (s.a.s.)’in huzuruna geldik. Her birimiz ihtiyacını arz ediyordu. Rasulullah (s.a.s.)’in huzuruna en son ben çıktım ve:

— Ya Rasulellah (r.a.s.), geride adamlarımı bıraktım. Onlara, “hicret kesildi” diyorlar, dedim.

Rasulullah (s.a.s.):

“Küffarla savaş devam ettikçe hicret kesilmez.” buyurdu. (9)

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Ümmetin bir yerde bulunmasını, tek bir Tevhid cephesini oluşturmasını, müşriklerle beraber ikamet etmemesini ve onların karartılarını  (kalabalığını) çoğaltmamasını emrediyor… Mü’min müslümanların iman ve cihad üzere bir hayat yaşamaları için imanın hakim olduğu bir ortama ve bir topluma ihtiyaç vardır. Küfürün ve şirkin dolayısıyla kâfir ve müşriklerin egemen olduğu bir ortam ve bu toplumda imanın gereğini yaşamak çok zor olduğu malumdur… Böyle bir ortamda zaman gelir egemen müşrik tağutlar, imanın gereği olan amelleri yasaklar ve o amellerde bulunan mü’minlere en ağır cezalar verir, zulüm ve işkence ederler…

Kays (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), Has’âm kabbilesinden bir gruba karşı bir müfreze gönderdi. Oradakilerden bazıları secde ederek müslüman olduklarını belirtip öldürülmemelerini taleb ettilerse de, çarpışma sırasında öldürüldüler.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.), öldürülen müslümanlara diyetin yarısının ödenmesini emretti ve:

“Ben, müşriklerle beraber yaşayan müslümanlardan uzağım.” buyurdu.

Daha sonra da:

“Müslümanlarla müşriklerin ateşleri birbirini  görmesin!” buyurdu. (10)

Behz b. Hakem’in dedesi (Muaviye b. Hayda, (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“(Allah’a) ortak koşan bir müşrik müslüman olduktan sonra, kâfirlerden ayrılıp müslümanlar (camiasın)a katılmadıkça Allah, onun hiç bir amelini kabul etmez.” (11)

Müşriklerin ve şirkin hakim olduğu Mekke’den İslâm ülkesi olan Medine’ye hicret etmeyenler, Meke’nin müşrik yöneticilerinin zoruyla Bedir’e getirilmiş ve Rasulullah (s.a.s.) başkumandanı olan Tevhid ordusuna karşı çıkartılmış ve onlarla savaştırılmıştı… Hicret etmeyenler, böyle bir zilletin içine düşmüş ve zelil olmuşlardı….

Bu konuda, Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Melekler, kendi nefislerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman derler ki: ‘Nerede idiniz?’ Onlar: ‘Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (mustaz’aflar) idik.’ derler. (Melekler de): ‘Hicret etmeniz için Allah’ın arzı geniş değil miydi?’ derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır O!” (12)

Hayat, iman ve cihaddır!…

Enes b. Malik (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Üç şey imanın esasındandır:

(……….)

(İkincisi:) Cihad, Allah’ın beni (Peygamber olarak) gönderdiği andan, Ümmetimin en son neslinin Deccal’le savaşacağı ana kadar devam edecektir.

Adaletli (bir idareci) nin adaleti onu ortadan kaldıramayacağı gibi, zalim (bir idareci) nin zulmü de kaldıramaz.” (13)

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah yolunda savaşan –ki onları, Allah daha iyi bilir– devamlı oruç tutan, gece ibadet eden, huşu ile namaz kılan gibidir.” (14)

İmran b. Huseyn (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Kişinin Allah yolunda (savaş) safında kalması (veya durması), kişinin altmış sene ibadet etmesinden faziletlidir.” (15)

Evet, hayat, iman ve cihaddır…

Bu, böyledir!…