RASULULLAH (S.A.S.)’İN İZİNDE

Mü’minlerin annesi Aişe (r.anha) şöyle demiş:

Rasulullah (s.a.s.), bir iş yaptı da, o hususta ruhsat verdi. (Bir takım insanlar, Rasulullah’ın yapıp da ruhsat verdiği o iş, kendisine hasdır zannedip) o işi yapmaktan çekindiler.

Onların bu çekinmesi, Rasulullah’a ulaşınca, Allah’a hamdettikten sonra:

“Bir takım topluluklara ne oluyor ki, onlar, benim yapmakta olduğum bir şeyi yapmaktan çekiniyorlar! Allah’a yemin edirim ki ben, onların Allah’ı en çok bilenleri ve Allah’dan en çok korkanıyım!” buyurdu. (1)

Bu hadisin imam Müslim (rh.a.)’in kaydındaki lafızları şöyledir:

“Bir takım adamlara ne oluyor ki, benim ruhsat verdiğim bir iş kulaklarına varıyor da ondan hoşlanmıyorlar ve çekiniyorlar…..”

İmam Müslim (rh.a.), diğer bir rivayeti ise şöyledir:

Mü’minlerin annesi Aişe (r.anha) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), bir işe ruhsat verdi de, bazı insanlar ondan çekindi. Bu, Rasulullah (s.a.s.)’in kulağına geldi. Ve kızdı. O derece ki, gadab yüzünden belli oldu. Sonra şöyle buyurdu:

“Bazı kavimlere ne oluyor ki, bana ruhsat verilen şeyden yüz çeviriyorlar! Vallahi ben, onların Allah’ı en iyi bileni ve O’ndan en çok korkanıyım.” (2)

Hadisin rivayetlerine dikkat edilecek olunursa şu hakikatin ortaya çıkmış olduğu görülecektir:

Rasulullah (s.a.s.)’e Rabbimiz Allah, ruhsat vermiş, O da, bu verilen ruhsat gereği hâl ve harekette bulunup gereğini yapmış, örnek olarak nasıl yapılacağını göstermiş ve ümmetinin aynısını yapması için ruhsat vermiştir… Hâl böyle iken ve böyle olması gerekli iken, Ashab-ı Kiram’dan bazı mü’min müslümanlar, Allah’a yakınlık ve takva konusunda kendilerince azimet kabul ettikleri ameller işlemeye karar vermişler… Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), onların bu iyi niyetlerinden kaynaklanan kararlarının doğru olmadığını, Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in verdiği ruhsat ile amel etmenin, bu ruhsat sınırlarını aşmamanın en iyi, en hayırlı olduğunu beyan etmiş, hatta onların verilen ruhsat ile amel etmeyişlerine kızmıştır… Çünkü, insanlar içinde yalnız ve yalnız Allah’ı en iyi bilen ve O’ndan en çok korkan, yani gereği üzere takva sahibi olan Rasulullah (s.a.s.)’dir… Tevhid, Rasulullah (s.a.s.)’in anladığıdır… İman, O’nun beyan ettiğini kalb ile tasdik, dil ile ikrar etmektir… Takva ise, O’nun yaptıkları gibi davranmaktır… O’nun yapmadıklarını yapmak, O’nun yaptığını azımsamak ve nefsini zora koşmak, ne Tevhidi iyi anlamanın göstergesidir, ne de müttaki olmanın gereğidir… Aslı itibariyle böyle davranmak, bir sapmadan başka bir şey değildir… Çünkü böyle bir tavır, Allah’a kul olma konusunda ve Allah’ın rızasını kazanma konusunda Rasulullah (s.a.s.)’den daha çok ibadet etmek ve  O’nu geçmek iddiasını taşır… Bu iddia, hiç bir zaman isbat edilemez, her zaman ve her mekânda sonucu bomboş olan çürük bir görüştür… Haddini aşmaktan başka bir şey değildir… Bu aşırılık, helâk olmanın sebebidir… Bundan dolayı, önderimiz Rasulullah (s.a.s.), yapılan aşırılığa kızmış, yapanları uyarmış ve onlara ortayolu tavsiye etmiştir…

Yeri gelmiş iken bu konuda şu iki hadis-i şerifi hatırlatmak hayır olur… Rasulullah (s.a.s.)’in bu tavsiye ve emirleri hiç bir vakit unutulmamalıdır…

Abdullah İbn Mes’ud (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdular:

“Taşkınlar (haddini aşanlar), helâk olmuştur.”

Bunu, üç defa söyledi. (3)

İbn Abbas (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), Akabe Sabahı bineğinin üzerinde bana:

“Gel, benim için taş topla.” buyurdu.

Ben de topladım. Onları, eline koyunca (Elindeki bir tanesini göstererek):

“İşte böylelerini topla! Dinde aşırılıktan sakınınız. Çünkü sizden öncekiler, dinde kendilerini zorlayarak aşırılığa gittikleri için helâk olmuşlardır.” buyurdu. (4)

Allah’ın velisi,yani dostu olmak, Rasulullah (s.a.s.) gibi inanmak ve inancının gereği olan salih ameli O’nun gibi işlemeye çalışmakla gerçekleşir… Evliyaullah, Rasulullah’ın izinde gidenlerdir… Rasulullah (s.a.s.)’in ayağını kaldırdığı yere, peşi sıra gidenlerin ayak basması ve O’nu, o hassasiyetle izlenmesi, kurtuluşun vazgeçilmez ilkesidir… Bu konudaki noksanlık geri kalmak, ziyade ise ileri gitmek demektir… Her iki hâl,  yani ifrat ve tefrit hâli  İs-lâm’da hoş karşılanmamış, Allah’ın dinine uygun olan ve Allah’ın razı olduğu hâl, ortayolu dengeli tutma hâlidir… Bu razı etme ve razı olma hâli de, ancak önder  Rasulullah (s.a.s.)’e tabi olmak, O’nu çok dikkatli bir şekilde izlemekle gerçekleşir… Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ni işleyen, yani hayatını, O’nun hayatı gibi düzenleyenler O’ndandır… Rasulullah (s.a.s.)’in sevdiği, ümmetinden olarak kabul ettiği kişiler, O’nun Sünneti’ni gereği şekilde yaşayan muvahhid mü’min müslümanlardır…

Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:

Üç kişi, Rasulullah (s.a.s.)’in kadınların evlerine geldi de, Rasulullah’ın ibadetinden soruyorlardı. Bunlara Rasulullah’ın ibadeti haber verilince kendileri bu ibadeti azımsadılar ve:

— Biz nerede, Rasulullah (s.a.s.) nerede? Muhakkak Allah, Rasulü’nün geçmiş olan ve gelecekte işlemesi muhtemel bulunan bütün günahlarını mağfiret etmiştir, dediler.

İçlerinden biri:

— Bana gelince ben, geceleri daima namaz kılacağım, dedi.

Diğeri de:

— Ben, her zaman oruç tutacağım ve oruçsuz olmayacağım, dedi.

Üçüncüsü de:

— Ben de, kadınlardan ayrı yaşayacağım, hiç evlenmeyeceğim, dedi.

Onlar, bu sözleri söylerken Rasulullah (s.a.s.), onların yanına çıkageldi de:

“Sizler, şöyle şöyle söyleyen kimseler misiniz? Dikkat edin! Allah’a yemin ederim ki, ben sizin, Allah’dan en çok korkanınız ve en çok takvalı olanınız bulunmaktayım. Bununla beraber ben, oruç tutarım, oruçsuz bulunurum. Nafile namaz kılarım (gecenin bir kısmında) uyurum. Kadınlarla da evlenirim. (İşte benim  Sünnetim, hayat yolum budur.) Her kim benim sünnetimden (hayat yolumdan) yüz çevirirse o, benden değildir.” buyurdu.(5)

Kelime-i Şehadetin birinci kısmı, yani “Eşhedu enlâ ilahe illallah”, yegâne Rabbimiz Allah’ı, Rububiyet ve Uluhiyet yönüyle Tevhid etmektir… Kelime-i Şehadetin ikinci kısmı, yani “Eşhedü enne Muhammeden Abduhu ve Rasuluhü.” yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in Allah’ın kulu ve en son Nebîsi, en son Rasulü olduğunu tasdik etmek demek olduğu gibi, Allah’ın emirlerini yerine getirirken yegâne örnek olarak kabul etmek ve O’na, yani Sünnetine tabi olmak demektir… Yegâne düsturumuz ve hayat rehberimiz Kur’ân-ı Kerim’i, Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’nde olduğu gibi algılamak ve uygulamak, Allah’ın rızasına ermektir… Rasulullah (s.a.s.)’in hâl ve hareketi, yani yaşayışı, Kur’ân-ı Kerim’in uygulanışından başka bir şey değildir… Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti, Kur’ân-ı Kerim’in nasıl uygulanacağının canlı bir örneğidir…

“Kur’ân-ı Kerim’i nasıl anlayalım ve nasıl yaşayalım?” sorusunun tek cevabı: “Rasulullah (s.a.s.)’in anladığı, anlattığı ve yaşadığı gibi” cümlesidir!..

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in Sünnet-i Seniyye’sine, yani Sahih Sünnetine Muhalefet edip, aykırı davranarak yapılacak uygulamalar, Kur’ân-ı Kerim’e de muhalefet edip aykırı davranmak demektir… Kur’ân-ı Kerim, Sünnetin Proğramı; Sünnet, Kur’ân-ı Kerim’in uygulanışıdır!..

Bundan dolayı, iyi niyetten de olsa bilmeyerek Sünnet’e muhalefet edenleri hemen ikaz edip yanlışlarını düzelten Rasulullah (s.a.s.), gerekirse ibret ve ders olsun diye onların bu hareketlerine kızmış, kesin tavrını belirlemiştir…

Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.), şöyle anlatır:

Kadınları terk edip (onlardan uzak yaşayan) kimselerden olan Osman b. Maz’un’un işi ortaya çıktığında, Rasulullah (s.a.s.), O’na haber gönderip (çağırttı. Gelince)de şöyle buyurdu:

“Osman, şübhe yok ki ben, ruhbanlıkla emrolunmadım. Sen, benim sünnetimi terk mi ettin?”

(Osman:)

— Hayır, Ya Rasulellah (s.a.s.), cevabını verdi.

(O zaman Rasulullah (s.a.s.) şöyle cevab verdi:

“Şübhe yok ki, namaz kılmam, uyumam, oruç tutmam, yemek yemem, evlenmem, boşamam benim sünnetimdir. Artık kim benim sünnetimi terk ederse, benden değildir!

Osman, muhakkak ki, üzerinde ailenin hakkı vardır, üzerinde nefsinin hakkı vardır.” (6)

Adalet, her hak sahibinin hakkını, hakettiği gibi vermektir… Zulüm, hak sahibinin hakkını gasbetmek ve yerine getirmemektir… Mü’min müslümanlar, adaleti tam bir şekilde yerine getirmek ve zulümden tamamen uzaklaşmakla emrolunmuşlardır…

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“Şübhesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiblerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.”(7)

Ebu Zerr el- Gıfârî (r.a.), rivayet eder:

Rasulullah (s.a.s.)’den naklen Allah Tebâreke ve Teâlâ’dan rivayet ettikleri meyanda şunu rivayet etti:

“(Allah) buyurdu ki:

— Ben, zulmü kendime haram kılmışımdır. Onu, sizin aranızda da haram kıldım. Bundan dolayı birbirinize zulmetmeyin!” (8)

Yegâne hayat nizamı İslâm, zulmün her türlüsünden, küçüğünden büyüğüne kadar her türlü haksızlıktan arınmış, adaletin tâ kendisi olan ilâhî nizamdır… İnsanlığın kurtuluşu, İslâm’a tam teslimiyet ile tabi olmaktan başka bir şey ile gerçekleşmez!..

Abdullah b. Amr b. El-As (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Sizden herhangi birinin gönlü (arzusu/hevası), benim getirdiğim dine tabi oluncaya kadar hakkıyla iman etmiş olmaz.” (9)

Allah’ın kabul ettiği katıksız iman, insanın tüm istek ve arzularını İslâm’a göre ayrarlaması ve İslâm’a tam teslim olmasıyla kâmilleşir… Hevasını İslâm’a tabi kılmayan kişi, iman noktasında kâmilleşmediği gibi, amel noktasında hüsran içinde kalır… Bütün istek ve arzusunu İslâm’a, yani Kur’ân ve Sünnet’e tabi kılmayan kişi, hevaya uyar, böylece kaybedenlerden olur… Çünkü bir insanın mürşidi Kur’ân olmazsa, ona şeytan mürşidlik eder… Mürşidi Kur’ân olmayanın, mürşidi şeytandır!..

Rasulullah (s.a.s.), ümmeti için en tehlikeli gördüğü durum, hevaya uymak ve tul-i amel olduğunu beyan eder…

Avf b. Malik (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Ümmetimin hakkında endişe ettiğim hususların en tehlikelisi: Hevaya uymak ve tul-i emel’dir.” (10)

Hevâ kelimesini, Seyyid Şerif Cürcânî şöyle tarif eder:

“Hevâ: Şeriatın daveti olmadan, nefsin lezzet duyduğu şehvetlere meyletmesidir.” (11)

Yegâne hayat nizamı İslâm’a muhalefet ederek, ona teslim olmayarak, onun ilkelerine aykırı davranarak, inanmak ve yaşamak, hevaya tabi olmak demektir… Bundan dolayı tüm gayr-ı İslâmî tağutî fikirler, felsefeler, ideolojiler, düzenler ve hareketler hevâdan kaynaklanan şeylerdir… Hevâ ve heves mahsulü olanlardır… Mü’min müslüman olmak, hevâyı terk edip, İslâm’a sımsıkı bağlanmakla olur… Bu da, yegâne önder ve hayat  örneği Rasulullah (s.a.s.)’i titizlikle izlemekle gerçekleşir…

Rasulullah (s.a.s.)’in işaret buyurduğu tehlikeli durumu, Emirû’l-Mü’minin İmam Ali b. Ebu Talib (r.a.), biraz daha açarak şöyle izah eder:

— Sizin için iki şeyden korkarım: Hevâya uymak ve tul-i emel (emel uzunluğu). Çünkü hevaya uymak, insanı haktan çevirir ve uzun emel de ahireti unutturur.  (12)

İnsanın iman etmesi ve salih amel işlemesi sonucu olgunlaşması hakkındaki bu yerinde tesbitler, Rabbimiz Allah’ın bildirmesi sonucu beyan edilmiştir…

Şöyle buyurur Allah Teâlâ (c.c.):

“…. İstek ve tutkulara (hevâya) uyma, sonra seni Allah yolundan saptırır. Şüphesiz Allah yolundan sapanlara, hesab gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azab vardır.” (13)

“Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi heva  (istek ve tutkular)dan sakınırsa,

Artık şübhesiz cennet (onun için) bir barınma yeridir.” (14)

Hevâ ve hevesten tamamen arınarak, her şeyi ile Kur’ân’a ve Sünnet’e uymak, dünyada ve ahirette kurtuluşun vazgeçilmez ilkesidir… Ferdten, devlete, aileden topluma, bu ilkenin gereği gündeme getirilir ve hayatta uygulanacak olursa, olgun ferd, adil devlet, huzurlu ve temiz bir aile ile toplum gündeme gelir… Bu uygulama, ancak Sünnet’in gereğini yerine getirmekle olur… Çünkü Sünnet, Kur’ân’ın hayata uygulanışıdır…

Zürara (rh.a.) anlatıyor:

Sa’d İbn Hişam b. Âmir, Allah yolunda savaşmaya niyet ederek Medine’ye gelmiş ve Medine’de kendisine aid bulunan bir ‘akar’ı satarak, bedeli ile silah ve at satın almak, böylece ölünceye kadar Bizanslılara karşı cihadda bulunmak istemiş.

Medine’ye gelinc,e Medinelilerden bazı kişilere tesadüf etmiş. Onlar, kendisini bu işten nehyetmişler ve O’na, Nebiyyullah (s.a.s.)’in hayatında altı kişilik bir cemaatın bunu yapmak istediğini, fakat Nebiyyullah (s.a.s.)’in, onları bundan nehyettiğini ve kendilerine:

“Benim şahsımda, sizin için güzel bir örnek yok mudur?” buyurduğunu haber vermişler. (15)

Bütün muvahhid mü’min müslümanların en güzel örneği, Rasulullah (s.a.s.)’in şahsıdır… O’nun şahsında, tüm mü’min müslümanlar için en güzel hayat örneği vardır… Bu hakikatı, Rabbimiz Allah beyan buyurur:

“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Rasûlü’nde güzel bir örnek vardır.” (16)

Rasulullah (s.a.s.), Ümmeti için en güzel örnekti… Çünkü O’nun beyan ettikleri ve uyguladıkları, Kur’ân’ın canlı örneğiydi, yani Rasulullah (s.a.s.) canlı bir Kur’ân veya Kur’ân’ın canlanmış şekliydi… Rabbimiz Allah’ın kelâmı ve Melek Cebrail (a.s.) vasıtasıyla vahyedilen Kur’ân-ı Kerim, ayet ayet sahifelere yazılmış ve Rasulullah (s.a.s.)’in yaşamasıyla hayata uygulanmıştır…

Kur’ân’daki ilâhî emirlerin hayata uygulanışının biricik örneği, Rasulullah (s.a.s.)’in hâli, kâli ve takrirleridir… Bu da, sahih Sünnet’in bütünüdür…

Yine Zürara (rh.a.)’in naklettiği Sa’d b. Hişam b. Amr’ın kısasında şöyle bir olay yer alıyor:

(Sa’d b. Hişam, şöyle demiş:)

Bunun arkasından ben:

— Ey mü’minlerin annesi, bana, Rasulullah (s.a.s.)’in ahlâkını anlat, dedim.

Aişe (r.anha):

— Sen, Kur’ân okuyorsun değil mi? dedi.

— Evet, okuyorum, dedim.

— İşte, Nebiyyullah (s.a.s.)’in ahlâkı, Kur’ân idi, dedi. (17)

Rasulullah (s.a.s.)’in yaşantısının Kur’ân’ın tâ kendisini olduğunu beyan eden izzet ve şeref sahibi olan şahsiyet, mü’minlerin annesi ve Rasulullah (s.a.s.)’e en sevgili olan Aişe (r.anha)’dır…

Zatül Selâsil gazvesinden dönen Amr İbnu’l-As anlatıyor:

Amr, dedi ki:

Ben (bu gazveden döndüğümde) Rasulullah (s.a.s.)’ın huzuruna geldim ve:

— Ya Rasulellah (s.a.s.), Sahabîler içinde sana en sevimli kimdir? diye sordum.

Rasulullah (s.a.s.):

“Aişe’dir.” buyurdu.

Ben:

— Erkeklerden kimdir? dedim.

Rasulullah (s.a.s.):

“Aişe’nin babası” buyurdu.

Ben:

— Sonra kimdir? dedim.

Rasulullah (s.a.s.):

“Ömer İbnu’l-Hattab.” buyurdu ve akabinde bir takım erkeklerin isimlerini saydı.

Ben, Rasulullah (s.a.s.)’ın beni onların en sonunda söyler korkusuyla sustum (da başkalarını sormadım.)(18)

Rasulullah (s.a.s.)’e en sevgili olan ve O’nu en iyi tanıyan mü’minlerin annesi Aişe (r.anha) böyle demişti: “İşte, Nebiyyullah (s.a.s.)’in ahlâkı, Kur’ân idi.”

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’i en iyi anlayan ve bilen izzet ve şeref sahibi anemiz Aişe (r.anha)’ın tesbitiydi bu!.. Yıllarını Rasulullah (s.a.s.) ile beraber geçirmiş, O’nunla aynı yuvayı paylaşmış ve en ince meseleleri Rasulullah (s.a.s.)’den sormuş olan mü’minlerin annesi Aişe (r.anha) hakkında Ebu Musa (r.a.) şöyle söyler:

— Biz Peygamber (s.a.s.)’in Ashabı, hangi hadiste müşkilimiz olmuş ve Aişe’ye sormuş isek, mutlaka O’nun yanında o hadise dair malumat bulmuşuzdur. (19)

Rasulullah (s.a.s.)’in yaptıkları, Kur’ân’ın izahından başka bir şey değildir… O’nun vazifesi, sözleriyle, hâlleriyle ve tavırlarıyla Kur’ân-ı Kerim’i insanlara apaçık beyan etmektir… Ümmet, Kur’an-ı Kerim’in lafzını Rasulullah (s.a.s.)’den öğrendiği gibi, uygulamasını da O’ndan öğrenmş ve O’ndan öğrenip gördüklerini aynen uygulamıştır…

Umeyye b. Abdullah b. Halid, Abdullah b. Ömer’e:

— Vakit namazları ve korku namazı Kur’ân’da var, fakat sefer namazını Kur’ân’da bulamıyoruz, dedi.

İbn Ömer de:

— Yeğenim, Aziz ve Celîl olan Allah, hiç bir şey bilmezken bize Muhammad (s.a.s.)’i gönderdi.

Onun için biz, Muhammed (s.a.s.)’in yaptığını gördüklerimizi yapırız, dedi. (20)

Abdullah b. Ömer (r.a.), Rasulullah (s.a.s.)’in değerini, makamını ve konumunu en güzel bir şekilde beyan ediyordu bu sözlerinde… Biz, Kur’ân’da şunu buluyoruz, bunu bulamıyoruz meselesini hiç gündeme getirmeden, Rasulullah (s.a.s.)’in uygulamasına bakarız… O, nasıl davrandı ve bize neyi buyurdu ise, İslâm’daki olan odur… Çünkü O, bize Kur’ân-ı Kerim’i açıklayandır… Kur’ân’da olan emirlerin mahiyetini O, bize beyan etmektedir… Kur’ân’da apaçık olarak bulamadıklarımızın yokluğuna kesinlikle karar vermez, o konuda Sahih Sünnet’e bakarız… Bize yok gibi gelen bir emir veya nehiy, Sünnet’te beyan edilmiş olabilir… Çünkü Sahih Sünnet, Kur’ân ile çatışmaz… Her zaman ve her mekânda Kur’ân ve Sünnet bütünlüğü gündemdedir…

Rasulullah (s.a.s.) bizleri, “Kur’ân’da ne bulmuş isek, ona tabiyiz, başka bir şeyi bilmeyiz” tavrından nehyetmiş, Kur’ân ile birlikte kendisine hikmetin verildiğini, Rasulü’nün haram kıldığı şeyin, Allah tarafından haram kılınan şey gibi olduğunu beyan buyurmuştur!.. (21)

Allah, Rasulü (s.a.s.)’e Kitab ve hikmeti indirdiğini beyan buyururken, (22) Rasulullah (s.a.s.)’de, kendisine Kur’ân’la beraber onun bir benzerinin verildiğini bildirir…(23)

Ümmetin imamlarından İmam Muhammed b. İdris Eş-Şafii (rh.a.), ayetlerde geçen hikmetin, Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti olduğunu beyan etmiştir. (24)

Yeryüzünün en hayırlı nesli olan Ashab-ı Kiram (Allah cümlesinden razı olsun), bunu, böyle inanıyor, böyle anlıyor ve böyle uyguluyorlardı… Çünkü Rabbimiz Allah, Rasulullah (s.a.s.) için şöyle buyurmuştu:

“Rasul size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’dan korkun. Şüphesiz Allah, cezası (ikabı) pek şiddetli olandır.” (25)

Selman-ı Farisî (r.a.) şöyle demiştir:

Bize, Müşrikler (den biri):

— Görüyorum ki, sahibiniz (Rasulullah) size her şeyi öğretiyor. Hatta kaza-ı haceti bile öğretiyor, dedi.

Selman, şu cevabı vermiş:

— Evet, hakikaten O, bizden birimizin sağ eli ile taharetlenmesini ve Kıble’ye karşı kaza-ı hacet etmesini men’ etti. Hayvan tersi ve kemiklerle taharetlenmekten de men’etti.

Hem:

“Hiç biriniz, üçten aşağı taşla taharetlenmesin.” buyurdu. (26)

Rasulullah (s.a.s.)’in Ashabı’nın inancı ve anlayışı böyle idi… Rasulullah (s.a.s.), onların en iyi ve yegâne muallimi ve mürebbisi idi… Dolayısıyla bütün ümmetin yegâne muallim ve mürebbisidir. Canımızdan çok sevdiğimiz Rasulullah (s.a.s.)… Ümmetin her ferdi, hayatî bütün meselelerini Rasulullah (s.a.s.)’den öğrenmiş ve O’nun gösterdiği şekilde yapmaya gayret etmiştir… Ferdden devlete, aileden topluma, mü’min müslümanların üzerindeki sorumlulukların bütününü beyan eden Rasulullah (s.a.s.), ferdin nasıl davranacağını, devletin nasıl yönetileceğini, ekonominin nasıl olacağını, hukukun nasıl işleneceğini, ailenin nasıl mutlu olabileceğini, insan eğitiminin nasıl yapılacağını tek tek beyan etmiş, Allah (Azze ve Celle)’in bu konudaki emirlerini izah buyurmuştur… Bu müesseselerin ayrılmaz bütünlüğünü beyan buyurmuş ve bu bütünlüğün korunmasını emretmiştir… Eğer bu bütünlük korunmaz, müesseseler parçalanacak ve en önemli müesseseler İslâm’dan koparılıp tağutların eğemenliğine geçecek olursa, o zaman ve o mekânda yaşayan mü’min müslümanların da hayatı paramparça olmuş, izzet hâli kalmamış ve zillet hâli başlamıştır…

Rabbimiz Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“… Sana da zikri (Kur’ân’ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler diye.” (27)

“Biz Kitab’ı, ancak hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir gaye ile) indirmedik…” (28)

Katıksız iman sahibi mü’min müslümanların vasfını da, şöyle beyan buyurur Rabbimiz Allah:

“Aralarında hükmetmesi için, Allah’a ve Rasulü’ne çağrıldıkları zaman mü’min olanların sözü: ‘İşittik ve itaat ettik, demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır.” (29)

Muvahhid mü’min müslümanlar, Emiru’l-Mü’minin İmam Ömer b. Hattab (r.a.)’ın söylediği gibi söyler ve iman ederler!…

Şöyle diyordu Emiru’l-Mü’minin İmam Ömer b. Hattab (r.a.):

— Biz, Allah’ı Rabb, İslâm’ı din, Muhammed (s.a.s.)’i Peygamber olarak kabul edip tasdik ettik. (30)

Enes b. Malik (r.a.)’ın rivayetiyle Önder Rasulullah (s.a.s.), Sünnetini ve Sünneti ihya edenleri şöyle beyan buyuruyor…

Enes b. Malik (r.a.), dedi ki:

Rasulullah (s.a.s.) bana şöyle buyurdu:

“Evladcığım, hiç kimseye karşı kalbinde bir hile bulunmaksızın sabaha çıkmağa veya akşama varmağa gücün yeterse (bunu) yap!.”

Sonra bana şöyle buyurdu:

“Evladcığım, işte benim sünnetim budur. Kim benim sünnetimi ihya ederse, beni ihya etmiş ve kim beni ihya ederse, cennette benimle beraber olur.” (31)

Asrı-ı Saadet’te Rasulullah (s.a.s.)’e bey’at edenler, Rasulullah (s.a.s.)’ın hayatını, çoluk-çocuklarını koruyacakları gibi korumaya söz veriyorlardı… Medine’den gelip Mekke civarındaki Akabe mevkiînde Rasulullah (s.a.s.) ile bey’atleşen Medineli mü’min müslümanlar, karşılığında cennet almak üzere Rasulullah (s.a.s.)’i korumaya söz veriyorlardı…

Olayı, Ka’b b. Malik (r.a.) uzunca bir şekilde rivayet eder… Rivayetin bir yerinde şöyle anlatır:

Derken Peygamber (s.a.s.), beraberinde amcası Abbas olduğu hâlde çıkageldi. Abbas, o zaman henüz müslüman değildi. Ancak yeğeninin yanında bulunmaktan hoşlanmıştı. Oturduğumuzda ilk sözü Abbas aldı ve şöyle dedi:

— Ey Hazrec topluluğu, bildiğiniz gibi Muhammed (s.a.s.) bizdendir. O’nu, kavmine karşı gerektiği gibi koruduk ve korumaktayız da. Şerefinden hiç bir şey kaybetmiş değildir. Ülkesinde de güven içindedir.

Biz de, şöyle dedik:

— Biz, senin ne dediğini duyduk. Ey Allah’ın Rasulü, haydi sen konuş. Rabbin için, kendin için ne dilersen onu söyle!

Bunun üzerine sözü aldık, konuştu. Okudu ve bizlere İslâm’ı tebliğ etti. Ve şöyle dedi:

“Beni, kadınlarınızı ve çocuklarınızı koruduğunuz gibi korumanız şartıyla sizin biatınızı kabul ediyorum oldu mu?”

Bunun üzerine hemen el-Bera b. Ma’rûr, O’nun elini tuttu ve şöyle dedi:

— Evet, seni hak ile gönderene yemin olsun ki, kendimizi ve ailemizi koruduğumuz gibi, seni koruyacağımıza da kesin olarak söz veriyoruz. Ey Allah’ın Rasulü, bil ki, vallahi biz harb ehliyiz!

Ebu’l-Heysem b. et-Tayyihan da, şöyle dedi:

— Ey Allah’ın Rasulü, bizim, o adamlarla (senin düşmanlarınla) bir takım anlaşmalarımız vardır. Biz onlarla, anlaşmamızı bozarsak, sonra sen onlara galib gelirsen, acaba dönüp bizi bırakır mısın?

Peygamber (s.a.s.), O’nun bu sözlerine gülümseyerek şöyle açıklama yaptı:

“Bilakis kana kan, yıkıma yıkım. Ben sizdenim, siz de bendensiniz. Harb yaptıklarınızla harb, barış yaptıklarınızla barış yaparım.” (32)

Aynı konuda diğer bir rivayeti de, “Eş-Şa’bî” (r.a.) anlatıyor:

Peygaber (s.a.s.), amcası Abbas’la beraber Ensar’dan yetmiş kişinin yanına gitti. Akabe’de ağacın altında buluştular:

“Konuşacak olanınız konuşsun, fazla uzatmasın! Çünkü müşriklerden aleyhinize bir casus vardır.” dedi.

Temsilcileri olan Ebu Ümâme dedi ki:

— Rabbin için, kendin ve Ashabın için iste, ne isteyeceksen!

Şöyle buyurdu:

“Rabbim için, O’na ibadet edip O’na hiç bir şeyi ortak koşmamanızı istiyorum. Kendim ve Ashabım için de, bizi bağrınıza basıp barındırmanızı, bize yardım etmenizi, kendi nefsinizi savunup koruduğunuz şeylerden bizi de savunup korumanızı istiyorum.”

— Peki, biz teklifinizi yerine getirirsek, karşılığında ne alırız?

” Karşılığında cennet sizin olur.” buyurdu.

— Peki, anlaştık, dedi. (33)

Akabe’de gerçekleşen bu bey’atı yapanlar, Allah yolunda İslâm’ın hakim olması ve Rasulullah (s.a.s.)’in hayatının korunması için insanların kırmızısı ve siyahı ile savaşmayı göze almış, bunun şuurunda oldukları hâlde bey’atlaşmışlardı…

İbn İshak, şöyle der:

Bana, Asım b. Ömer b. Katâde haber verdi ki:

Millet, Rasulullah (s.a.s.)’in bey’atı için toplandıkları zaman, Abbas b. Ubade b. Nadle el-Ensarî (ki O, Beni Salim b. Avf’ın kardeşidir) şöyle dedi:

— Ey Hazrec topluluğu, bu adamla niçin bey’atlaştığınızı biliyormusunuz?

Dediler ki:

— Evet.

Dedi ki:

— Siz O’nunla, insanların kırmızısı ve siyahıyla harb etmek üzerine bey’atlaşıyorsunuz. Eğer mallarınıza bir musibetin gelmesiyle eksildikleri ve eşrafınız helâk olunca O’nu, kendi başına yardımcısız bırakmayı aklediyorsanız bunu, şimdiden yapınız. Vallahi, eğer böyle bir şey yaparsanız bu, dünya ve ahiret ziyanıdır. Eğer O’nun davet ettiği şeyde, malların eksilmesine ve eşrafın katl olunmasına rağmen O’na vefa etmenize aklınız kesiyor ise, O’nu tutunuz. Vallahi bu, dünya ve ahiret hayrıdır.

Dediler ki:

— Biz O’nu, malların musibete duçar olmasına ve eşrafın katl olmasına rağmen tutarız.

Ya Rasulellah (s.a.s.), eğer biz buna, vefa edersek, bununla bizim için ne vardır?

Buyurdu ki:

“Cennet.”

Dediler ki:

— Elini ver!

O da, elini verdi. O’nunla bey’atlaştılar.

Asım b. Ömer b. Katâde’ye gelince O, şöyle dedi:

— Vallahi, bunu, Abbas başka şey için söylemedi, ancak Rasulullah (s.a.s.)’e verilen andlaşmayı pekiştirmek için söyledi. (34)

Beyhakî, Rufaa’nın şöyle dediğini rivayet eder:

Bir yerden bir takım şarab tulumları gelmişti. Ubade b. Samit (r.a.) de gelip onları delerek şöyle dedi:

— Biz, Rasulullah (s.a.s.)’e cennet karşılığında, dinî emirlere itaat etmekte ihmalkâr davranmamak, darlık ve bolluk hâllerinin ikisinde de infak etmek, iyiliği emir ve kötülükten vazgeçirmek, yericilerin yermesi korkusundan ötürü hakkı söylemekten ayrılmamak ve Rasulullah Medine’ye geldiği zaman kendimizi, kadın ve çocuklarımızı koruduğumuz gibi O’nu da korumak üzere bey’at ettik. İşte bizim bey’at ettiğimiz şeyler bunlardır.”(35)

Yeryüzünün en hayırlı ve en iyi örnek nesli olan Ashab, önderimiz Rasulullah (s.a.s.) ile bey’atlaşırken, O’nu ve getirmiş olduğu yegâne hayat nizamı İslâm Dini’ni korumak üzere söz veriyorlardı… Şu bir hakikattır ki, Ashab, verdiği söze son anına ve son nefesine kadar sadık kalmış, gereğini yerine getirmişti… Hayatını, Rasulullah (s.a.s.)’in hayatına fedâ etmiş, canını, O’nun canının selameti için vermişti… Rasulullah (s.a.s.), canını korumuş, hayatı için siper olmuşlardı… Rasulullah (s.a.s.)’i korumak, O’nun getirdiği dini korumak, O’nun Sünneti’ni korumakla olur… Rasulullah (s.a.s.), hayatında da korunmalı, vefatından sonra da korunmalıdır… Katıksız imanın ve sapasağlam Tevhid’in gereği budur!..

Önderimiz ve canımızdan daha çok aziz bildiğimiz, sevdiğimiz Rasulullah (s.a.s.)’in hayatta iken, O’na iman eden Ashabı, yani ilk Tevhid Cemaati’nin mü’min müslümanları, O’nu nasıl korumuş olduklarının bir kaç örneğini kaydedilim.

Rasulullah (s.a.s.), Mekke’den Medine’ye hicret edeceği geceden bir örnek:

Bunun üzerine Cibril (a.s.), Rasulullah (s.a.s.)’e geldi ve dedi ki:

— Bu gece sen, yatağında yatma.

Gecenin ilk üçte biri geçtiği zaman, (suîkastcı müşrikler) O’nun kapısına toplandılar ve ne zaman uyuyacağını kolluyorlardı ki, O’nun üzerine atılsınlar.

Rasulullah (s.a.s.), onların yerlerini aldığını görünce, Ali b. Ebu Talib’e dedi ki:

“Benim yatağında yat ve benim bu yeşil hadramî cübbemle örtün ve onun içinde uyu. Sana hoşlanmadığın hiç bir şey isabet etmez.”

Rasulullah (s.a.s.) uyuduğu zama, o cübbe içinde uyurdu. (36)

Emiru’l-Mü’minin İmam Ali b. Ebi Talib (r.a.) canını, Ümmetin Önderi Rasulullah  (s.a.s.)’in canına fedâ etmek üzere, O’nun yerine o gece O’nun yatağında yatmıştı…

Ümmetin öncü nesli olan Ashab’ın imtihan edildiği “Uhud Savaşı”ndan bir kaç sahneyi beraberce okuyalım, ders ve ibret alalım!..

Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), Uhud (harbi) günü Ensar’dan yedi, Kureyş’den iki kişi arasında yalnız bırakılmış. Müşrikler, kendisini kuşatınca:

“Bunları, bizden kim püskürtecek ki, cennet onun ola!” Yahud: “Cennette o, benim refikim ola!” buyurmuş.

Bunun üzerine Ensar’dan bir zat ilerleyerek çarpışmış ve öldürülmüş.

Sonra kendisini yine kuşatmışlar ve (tekrar):

“Bunları, bizden kim püskürtecek ki, cennet onun ola!” Yahud: “Cennette o, benim refikim ola!” buyurmuş.

Ve (yine) Ensar’dan bir zat ilerleyerek çarpışmış neticede öldürülmüş.

Bu minval üzere devamla yedi kişi(nin hepsi) öldürümüş. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.), iki arkadaşına:

“Arkadaşlarımıza insaf etmedik!” buyurmuşlar. (37)

İbn İshak dedi ki:

(Mekke müşriklerinden) Kureyşliler, Rasulullah (s.a.s.)’in etrafını sardığı zaman, buyurdu ki:

“Kim bizim için kendisini satacak?”

Bunun üzerine Ziyad b. Seken, Ensar’dan beş kişi ile birlikte kalktı –Bazıları derler ki: O, ancak Umare b. Yezid b. Seken’dir.–

Ve Rasulullah (s.a.s.)’in önünde bir bir savaştılar. Birer birer önünde ölüyorlardı. Nihayet onların sonuncusu Ziyad veya Umare oldu. O da, savaştı ve O’na yara isabet etti. Sonra müslümanlardan bir topluluk geldiler ve müşrikleri O’ndan izâle ettiler, onlara galib oldular.

Rasulullah (s.a.s.):

“Umare’yi bana yaşlaştırın,” dedi.

Onlar da O’nu, O’na yaklaştırdılar. Rasulullah (s.a.s.) ayağını, O’na yastık yaptı. Böylece yanağı, Rasulullah (s.a.s.)’in ayağının üstünde olduğu hâlde öldü. (38)

Ensar’dan olan Ashab, Rasulullah (s.a.s.)’e verdikleri ahidlerine böyle sadık kalmış ve O’nu böyle fedâkârlıklarla koruyorlardı… Hayatlarını, O’nun hayatını korumak için fedâ ediyorlardı…

Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:

Uhud günü olup da insanlar Rasulullah (s.a.s.)’in yanından dağıldıkları zaman Ebu Talha, Rasulullah (s.a.s.)’ın önünde kendi kalkanını Rasulullah (s.a.s.)’a siper yaparak, oradan hiç ayrılmadı. Ebu Talha, ok yayını çok sert çeken bir atıcı idi. Uhud günü O, elinde iki yahud üç yay kırdı. Yanından ok dolu kubur ile geçen kimse olurdu da Rasulullah (s.a.s.), Ona: “Ok kabını, Ebu Talha’ya boşalt!” derdi.

Enes, dedi ki:

Rasulullah, yükselir, askere bakarsa hemen Ebu Talha:

— Babam-anam sana fedâ olsun, yükselme! Düşman oklarından bir okun sana isabet etmesinden korkarım! İşte göğsüm, senin göğsüne siperdir! derdi. (39)

Tevhid Cemaati’nin katıksız iman sahibi kahraman mü’minlerin tavrı bu idi… Onların göğsü, Rasulullah (s.a.s.)’i böyle koruyorlardı…

İşte bir kaç örnek daha:

İbn İshak dedi ki:

Mus’ab b. Umeyr (r.a.), Rasulullah (s.a.s.)’in önünde savaştı, nihayet katl olundu. O’nu katleden, İbn Kame el-Leysî idi. Zannediyor ki O, Rasulullah (s.a.s.)’dir. Sonra Kureyş’e döndü ve şöyle dedi:

— Muhammed’i katlettim. (40)

İbn İshak dedi ki:

Bana, Beni Adiyy b. Neccar’ın kardeşi Kasım b. Abdurrahman b. Rafi haber verip şöyle dedi:

Enes b. Malik’in amcası Enes b. Nadir, Muhacirlerden ve Ensar’dan bir takım adamlarla beraber bulunan Ömer b. Hattab ve Talha b. Ubeydullah’ın yanına gitti. Baktı ki, ellerini savaştan çekmişler:

— Sizi oturtan nedir? diye sordu.

Dediler ki:

— Rasulullah (s.a.s.), öldürüldü.

Dedi ki:

— O’ndan sonra hayatta ne yapacaksınız? Kalkınız ve Rasulullah (s.a.s.)’in yolunda öldüğü dâvâ üzere ölünüz.

Sonra kavmi karşıladı ve onlarla savaştı, nihayet katlolundu. (41)

“Delailu’n-Nübüvve” adlı eserde Beyhakî, İbn Ebu Necih vasıtasıyla rivayet etti ki, Ebu Necih şöyle demiştir:

Muhacirlerden biri, Uhud gününde Ensar’dan bir adama uğradı. Ensar’dan olan adam, kan içinde kıvranıyordu.

Ona, dedi ki:

— Ey fulan, duydun mu Muhammed öldürülmüş?

Ensarî, dedi ki:

— Eğer Muhammed (s.a.s.) öldürüldüyse de risaleti tebliğ etti. Siz de, dininiz uğrunda savaşın. (42)

İşte Ümmetin öncüleri olan Ashab-ı Kiram’ın anlayışı ve uygulayışı… Rasulullah (s.a.s.) hayatta olduğu müddetçe hem O’nu, hem de tebliğ ettiği hak dini korumak, ümmetin baş vazifesidir… Rasulullah (s.a.s.)’in vefatından sonra, O’nun miras bıraktığı dini, yani Kur’ân ve Sünnet’ten oluşan İslâm’ı korumak, Ümmetin en önemli vazifesidir… Ümmet, Kur’ân ve Sünnet’e gelecek en küçük bir zararı bile önlemek için göğsünü siper etmekten çekinmeyecektir… Kur’ân ve Sünnet’i dış zararlardan korumaya çalışırken, onların gereğini hayatında yaşatmakla da onları koruyacaktır… Her muvahhid mü’min bu korumayı, kendisine baş vazife edinecek ve vazifesini hakkıyla yapmaya gayret edecektir…

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in Sahih Sünneti’ni hücumlardan, düşman saldırılarından korumak, Rasulullah (s.a.s.)’i Uhud günü savaş meydanında korumak demektir… Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ni yaşamak, O’nu ihya etmek demektir… O’nu ihya etmek, O’nu Uhud günü savaş meydanında göğsünü kendisine siper edip korumak demektir… Sünnet’in korunması, Rasulullah (s.a.s.)’in korunmasından başka bir şey değildir…

Günümüzün muvahhid mü’min müslümanları, Uhud günü savaş meydanında Rasulullah (s.a.s.)’i koruyan mü’min müslümanların inancı ve hassasiyetiyle Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ni korumalıdırlar!..

İşte o eşsiz örneklerden biri daha:

Beni Neccar’ın kardeşi Muhammed b. Abdullah b. Abdurrahman b. Ebu Sa’saa el- Mazenî, haber verdiğine göre:

Millet, şehid edilmiş olanlarla meşgul olurken, Rasulullah (s.a.s.) dedi ki:

“Sa’d b. Rebi’nin ne yaptığını (diriler içinde midir, yoksa ölüler içinde midir?) benim yerime O’na bakacak bir kişi var mıdır?

Ensar’dan bir adam dedi ki:

— Ya Rasulellah (s.a.s.), senin için Sa’d’ın ne yapmakta olduğuna ben bakarım.

Gitti, baktı ve O’nu ölmek üzere maktullerin içinde yaralı olarak buldu.

Adam dedi ki:

O’na dedim:

— Rasulullah (s.a.s.) bana emretti ki, sen, dirilerin içinde misin, ölülerin içinde misin diye bakayım?

Dedi ki:

— Ben, ölülerin içindeyim (ölmek üzereyim). Rasulullah (s.a.s.)’e benden selâm ilet ve O’na de ki:

Sa’d b. Rebi, sana şöyle diyor:

Allah, bizden yana seni ümmetinden bir peygamber olarak en hayırlı mükafatla mükafatlandırsın.

Kavmime de benden selâm ilet ve onlara de ki:

Sa’d b. Rebi size şöyle diyor:

Bir an peygamberiniz (s.a.s.)’e düşmanlar tarafından yol bulunursa, Allah katında sizin için bir özür bulunmaz.

(Ensarî) dedi ki:

— Sonra ölmesine kadar orada kaldım. Rasulullah (s.a.s.)’e geldim ve O’nun haberini, O’na bildirdim.(43)

Kanının son damlasına kadar Rasulullah (s.a.s.)’i korumak, mü’min müslümanların üzerine edâsı, anın vacibi olan bir sorumluluktur… Rasulullah (s.a.s.)’i bu şuur ve hassasiyetle koruyan Ümmetin mü’min müslümanları, Rasulullah (s.a.s.)’in vefatından sonra, O’nun aynısı olan Sünneti’ni de aynı iman, aynı şuur ve aynı hassasiyetle korumalıdırlar… Sahih Sünnete sarılmak, Rasulullah (s.a.s.)’in Ümmetine verdiği bir emirdir…

Irbad b. Sariye (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Sizden kim yaşarsa, fazla ihtilafa şahid olacaktır. Onun için bilip tanıdığınız sünnetime ve hidayete erdirilmiş olan Hulafa-i Raşidiyn’in sünnetine yapışınız. Bunları, dişlerinizle sıkıca tutunuz.” (44)

Rasulullah (s.a.s.)’in izinde olmak ve o yolda yürümek demek, Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti, yani hâl ve tavrı üzere yaşamak demektir… Rasulullah (s.a.s.) ve değerli Ashabı hangi hâl üzere ise, o hâl üzere olmak katıksız imanın gereği ve salih amelin şartıdır… Kurtuluş da budur!..

Avf b. Malik (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur önderimiz Rasulullah (s.a.s.):

“Yahudiler yetmişbir fırkaya ayrıldı. (bunlardan) biri cennette ve yetmişi ateştedir. Hristiyanlar da, yetmişiki fırkaya ayrıldı. (Onlardan da) yetmiş bir fırka ateşte ve biri cennettedir.

Muhammed’in canı (kudret) elinde bulunan (Allah)’a yemin ederim ki, benim ümmetim muhakkak yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka cennette ve yetmiş iki fırka ateştedir.”

— Ya Rasulellah (s.a.s.), cennette olan fırka kimlerdir? diye soruldu.

O:

“Cemaat” diye cevab verdi. (45)

Bu konuda, İmam Tirmizî’nin kaydettiği bir hadis-i şerif, olayı daha da açıklamakta ve konuya netlik kazandırmaktadır…

Abdullah b. Amr (r.a.)’ın rivayetiyle Rusulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“İsrailoğullarına gelen herşey papuçun papuça (bir tekin öbür tekine) eşitliği gib ümmetime de gelecektir. Hatta onlardan aşikâr olarak annesine yaklaşan kimse bulunursa, ümmetimden de bunu yapacak kişi bulunacaktır.

İsrailoğulları, yetmiş iki millete ayrılmışlardı. Ümmetim, yetmiş üç millete ayrılacaktır. Bunların bir milletten başka hepsi cehenemdedir.”

Ashab:

— Ya Rasulellah (s.a.s.), o (müstesna olan millet) kimdir? dediler.

Rasulullah (s.a.s.) buyurdu ki:

“Ben ve Ashabım  hangi millet üzere isek (odur).” (46)

Rasulullah (s.a.s.) ve O’na tabi olan Ashabı, hangi akide ve hangi anlayış üzerinde ise, o akide ve o anlayış üzere olup Tevhih akidesinin gereği olan ameli yapanlar, cenneti hak etmiş mü’min kullardır…

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle)’nin buyruklarına dikkat edilecek olunursa kurtulanlar, ancak Allah ve Rasulü’nün emirleri doğrultusunda iman edip amel işleyenler olduğu görülecektir…

İşte Rabbimiz Allah’ın emirleri:

“Mü’minler, o kimselerdir ki, Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’ne iman edenler, O’nunla birlikte toplu (mu ilgilendiren) bir iş üzerinde iken, O’ndan izin alıncaya kadar bırakıp gitmeyenlerdir. Gerçekten senden izin alanlar, işte onlar, Allah ve Rasulü’ne iman edenlerdir. Böylelikle, senden kendi bazı işleri için izin istedikleri zaman, dilediklerine izin ver ve onlar için Allah’dan bağışlanma dile. Şübhesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

Rasul’ün çağırmasını, kendi aranızda kiminizin kimini çağırması gibi saymayın. Allah, sizden bir diğerinizi siper edinerek kaçanları gerçekten bilir. Böylece O’nun emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden veya onlara acı bir azabın çarpmasından sakınsınlar.” (47)

“Kim kendisine dosdoğru yol apaçık belli olduktan sonra, Rasule  muhalefet ederse ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa onu, döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!..”(48)

Bu, böyledir!..