ALLAH’A VE RASULÜ (S.A.S.)’E İTAAT EDENLER

Yegâne  Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse, (Allah) onu, altın­dan ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de sırt çevirirse, onu acı bir azab ile azablandırır.”[1]

“Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse, onu, altından ırmaklar akan içinde ebedî kala­cakları cennetlere sokacak. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”[2]

Âlemlerin Rabbi Allah’ı Rabb kabul edip iman eden her mü’min kul, Allah’ın emrine hiçbir itiraz etmeden ve herhangi bir isteksizlik duymadan itaat eder… Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’i, Allah’ın en son Rasulü ve en son Nebîsi olduğun kabul edip iman eden her mü’min kul, O’nun Sünneti’ne hiçbir kuşku duymadan itaat eder… Çünkü O, Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e katıksız iman etmiş, imanında hiçbir şübheye düşmemiştir… Bu iman, hiçbir itiraz etmeden itaat etmeyi gerektirir…

“Allah ve Rasulü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Rasulüne isyan ederse, artık gerçekten O, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.”[3]

Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in hükmüne tabi olmak, kadın ol­sun, erkek olsun her muvahhid mü’minin imanının gereğidir… Allah ve Rasulü, herhangi bir konuda hüküm verdiler mi, mu­vah­hid mü’minlere düşen, “İşittik ve itaat ettik”demeleri ve dedikleri gibi olmalarıdır.

“Aralarında hükmetmesi için, Allah’a ve Rasulüne çağrıl­dıkları zaman mü’min olanların sözü: ‘işittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte felâha kavuşanlar bunlardır.

Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse ve Allah’dan korkup O’ndan sakınırsa, işte kurtuluşa ve mutluluğa erenler bunlar­dır.”[4]

Kişide katıksız iman var olduğu zaman, takvaya yönelir… Tak­vaya yönelip gereği gibi dosdoğru davranan, Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e, yani Kitab ve Sünnete itaat eder… Allah’a iman ve itaat, Kur’ân’ı Kerim’e tabi olmak demektir… Rasul (s.a.s.)’e iman ve itaat, Sünnet üzere yaşamaktır… Sünnet, Kur’ân-ın hayata uygulanışı olduğu için, Sünnet üzere yaşamak, Kur’ân üzere yaşamaktır…

“Allah’a ve Rasulüne itaat edin ki, merhamet olunası­nız.”[5] buyuran Rabbimiz Allah, kendisine itaatı, Rasulüne itaat ile birlikte anmaktadır… Allah’a itaat edenler, Rasulullah (s.a.s.)’e itaat etmekle mükelleftirler… Rasulullah’a itaat etmeden, Al­lah’a itaat edemez…

“Kim Rasule itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur.”[6]

İmanla beraber itaat edenlerin mükâfatı, cennetde Pey­gamberler, sıddîkler, şehidler ve salihlerle beraber olmaktır… Onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği çok iyi arkadaştırlar…

“Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği Peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar.”[7]

Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.):

“Cennetlik olanlarınızı haber vereyim mi?” buyurdu.

-Evet, ya Rasulullah, dediler.

Şöyle buyurdu:

“Peygamber olan cennettedir, sıddîkler cennettedir, şehid cennettedir. Küçük yaşta ölen çocuk cennettedir. Şehrin diğer ucundaki kardeşini sadece Allah rızası için ziyaret eden cen­nettedir.”[8]

Allah’ı yegâne Rabb olarak tanıyıp iman ederek itaat eden­ler ve Rasulullah (s.a.s.)’i nnder olarak tanıyıp iman ederek itaat edenler, cennette olan bu güzel dostlarla beraber, Allah’ın ni­met verdiklerinden olurlar… Allah’a ve Rasulüne emrolun­dukla­rı gibi itaat edenler, hayatlarını Allah’ın Kitabı ve Rasulullah’ın Sünneti’ne göre düzenleyenler arasında yetmişbin muvahhid mü’min hesaba çekilmeden cennete gireceklerdir…

İbn Abbas (r.anhuma) anlatıyor:

Bir gün Rasulullah (s.a.s.), bizim yanımıza çıktı da şöyle buyurdu:

“Bana, bütün ümmetler gösterilip arzolundu:

Bir Peygamber beraberinde bir kişi ile, bir Peygamber ya­nında iki kişi ile, bir Peygamber beraberinde bir topluluk ile geç­meye başladılar. Bir Peygamber de yanında hiçbir kimse gel­meyerek geçti.

Ben, uzakta ufku kapatmış kalabalık bir karaltı gördüm de bunun, benim ümmetim olmasını ümit ettim.

Bana:

-Bu, Musa Peygamberle kavmidir, denildi.

Sonra bana:

-Şu tarafa bak! denildi.

Ben, o taraflarda da ufku kaplamış çok büyük bir karaltı gör­düm.

Bana:

-İşte bunlar, senin ümmetindir. Bunların beraberinde yet­miş­bin kişi vardır ki bunlar, hesaba çekilmeksizin cennete girecekler, denildi.”

Rasulullah (sonra odasına girdi ve) cennete hesabsız gire­ceklerin vasıflarını insanlara beyan etmeden insanlar da dağıldı. Rasulullah’ın Ashabı, kendi aralarında şöyle müzakereye girişti­ler:

-Bizlere gelince, bizler şirk içinde doğduk. Lâkin bizler, Al­lah’a ve Rasulüne iman ettik (bu sebeple cennete gireriz). Fakat şu hesabsız cennete girecek olan bahtiyarlar bizim (İslâm içinde doğan) oğullarımızdır, dediler.

Bu münazara Rasulullah’a ulaştığında (dışarı çıkıp):

“Cennete, hesaba çekilmeden girecek olanlar şu mü’min­ler­dir ki onlar, eşyada uğursuzluk olduğunu kabul et­mezler (teşe’um yapmazlar), efsun (Rukye) yapmazlar, şifânın (Allah’­dan olduğuna inanıp) dağlamaktan olduğuna inanmazlar ve her hususta Rablerine dayanıp güvenirler.” Bu­yurdu.

Bunun üzerine Ukaşe b. Mıhsân, ayağa kalktı da:

-Ben, onlardan mıyım ya Rasulullah? dedi.

Rasulullah:

“Evet (onlardansın)!”buyurdu.

Akabinde bir başkası ayağa kalktı da:

-Ben de onlardan mıyım? dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

“Bu hususta Ukaşe, senin önüne geçti!” buyurdu.[9]

Hadis-i şeriften apaçık anlaşılan, Âlemlerin Rabbi Allah’a iman edip itaat ederek tam tevekkül edenler, cennete girecek olanlardır… O mü’min müslümanlar, Allah’ın razı olduğu amelleri işleyen ve razı olmadığı hâllerden uzak duranlardır… Akîdelerini de bid’at ve hurafelerden arındırmış, gerek akîdede, gerekse amelde şirkten uzaklaşmışlardır…

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in, kendisine itaat edenlerin cennete gireceklerini, itaat etmekten çekinenler ise, cennete giremeyeceklerini haber vermiştir…

Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.):

“Ümmetimin hepsi cennete girecekler. Ancak imtina edenler girmeyecektir!” buyurdular.

Ashab:

-Ya Rasulullah, kimler imtina edecekler? diye sordular.

Rasulullah:

“Her kim bana itaat ederse, cennete girecektir. Her kim de bana âsî  olursa, o da (davetimi kabulden ve emirlerime itaat­ten) çekinip imtina etmiş olur (ve cennete giremez).” buyurdu.[10]

Cabir b. Abdullah (r.anhuma) anlatıyor:

Bir kere Rasulullah (s.a.s.) uyurken, yanına bir takım me­lekler geldi de bunlardan bazıları:

-Bu Zât uyuyor, dedi.

Bazıları da:

-Gözü uyuyor, fakat kalbi uyanıktır, dedi.

Bunun üzerine bu melekler (birbirlerine):

-Bu dostunuzun yüksek sıfatı vardır (yüksek mevkiî sahibi­dir). Haydi siz de, bunun yüksek mevkiîni harici bir örnekle temsil ediniz, dediler.

Fakat bazıları:

-İyi amma bu Zât uyuyor, dediler.

Bazıları da:

-Hayır, O’nun gözü uyuyor, fakat kalbi uyanıktır, dediler.

Bunun üzerine melekler:

-Bu Zât’ın haricî benzeri, şu bir kimsenin misali gibidir ki, o kimse yeni bir ev yaptırtır, o evde bir ziyafet yemeği tertib eder ve bu ziyafete insanları davet etmek için bir davetçi gönderir. Bu davetçinin davetine kim icabet ederse, o (mükemmel) eve girer ve ziyafet yemeğinden yer. Her kim de davetçinin davetine icabet etmezse o eve giremez ve ziyafet yemeklerini de yiyemez!

Bunun üzerine melekler, yine birbirlerine:

-Haydi bu temsili, bu Zât’a izah ediniz de anlasın! dediler.

Fakat yine bunlardan bazıları:

-İyi amma bu Zât uyuyor, dediler.

Bazıları da:

-Hayır, gözleri uyuyor amma kalbi uyanıktır, dediler.

Bunun üzerine melekler(kendi aralarında temsili şöyle izah ettiler):

-O ev, cennettir. Davetçi de Muhammed’dir. Her kim Mu­hammed’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiştir. Her kim de Mu­hammed’e âsî olursa, Allah’a âsî olmuştur. Muhammed, insan­ların arasını ayırt etmiştir (itaat ve isyan şiârını bildirip mü’min­leri, münkirleri ayırt etmiştir):[11]

Cabir b. Abdullah el-Ensarî (r.anhuma) anlatıyor:

Bir gün Rasulullah (s.a.s.), bizim anımıza çıka geldi ve şöyle buyurdu:

“Rüyada gördüm ki, Cibril başucumda ve Mikail ayaku­cumda oluyorlar. Onlardan biri (öteki) arkadaşına:

-O’nun için bir misal ver! diyordu.

O da şöyle dedi:

-Dinle! Kulağın dinlesin ve anla, kalbin anlasın! Senin mi­salin ve ümmetin misali, bir hükümdârın misaline benzer ki, bu hükümdar bir konak edinmiş, bu konağın içinde bir oturma yeri yaptırmış, sonra orada bir sofra hazırlamış ve sonra bir elçi göndererek halkı yemeğe davet etmiştir. Onlardan kimi elçiye icabet etmiş, kimi de O’nu (n davetini) terk etmiştir.

Hükümdar Allah’dır. Konak İslâm’dır. Oturma yeri cennet­tir. Ya Muhammede, sen de elçisin! Sana kim icabet ederse, İslâm’a girer ve kim İslâm’a girerse cennete girer ve kim cen­nete girerse,  orada bulunan nimetlerden yer!”[12]

Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e şirksiz iman edip amel ederek itaat eden mü’min müslüman kullar, dünya hayatlarında izzet üzere yaşar, ahrette ise yerleri ebedî cennettir… Allah ve Ra­sulü’ne itaat etmede samimi olanlar, Allah’dan başka hiç kimsenin hükmüne itaat etmez ve Rasulullah (s.a.s.)’den baş­kasını da önder olarak görmez… Kendi hayatını ve çevresinin hayatını İslâmlaştırır… Hayatı İslâm’a göre düzenler, İslâm’dan başka hiçbir beşerî ve tağutî düzeni kabul etmez…

Yegâne Rabbi Allah’ın şu emri her zaman hatırında olan mu­vahhid mü’min, Tevhid ve iman üzere olduğu için, Allah’a ve Ra­sulüne itaat noktasında asla yanlışlık yapmamaya gayret eder…

“De ki: ‘Allah’a ve  Rasulüne itaat edin.’ Eğer yüz çevirir­ler­se, şübhesiz Allah, kâfirleri sevmez.”[13]

 



[1]    Fetih, 48/17.

[2]    Nisa, 4/13.

[3]    Ahzab, 33/36.

[4]    Nur, 24/51-52.

[5]    Âl-i İmrân, 3/132.

[6]    Nisa, 4/80.

[7]    Nisa, 4/69.

[8]    Taberânî, Mucemu’s-Sağir, C.1, Sh.143, Hds.79.

İbn Hacer el-Askalânî, Metalibu Âliye, çev. Mehmet Ali Kara, İst. 1998, C.2, Sh.299, Hds.2992. Ebu Ya’lâ’dan.

[9]    Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Tıbb, B.42, Hds.67.

Kitabu’r-Rikak, B.50, Hds.128-129.

Kitabu’l-Libas, B.18, Hds.29.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.94, Hds.374.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfaru’l-Kıyame, B.14, Hds.2563.

[10]   Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İ’tisam, B.2, Hds.12.

Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh.361.

[11]   Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İ’tisam, B.2, Hds.13.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Emsâl, B.1, Hds.3019-3020.

Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.2, Hds.11-12.

Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.1, Sh.399.

[12]   Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Emsâl, B.1, Hds.3019.

Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.2, Hds.11.

Et-Taberî, A.g..e., C.4, Sh.412.

[13]   Âli-İmrân, 3/32