Ebu Hüreyre (r.a)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:
“Her kim ilim arayarak bir yola girerse, Allah da ona, cennete ulaştıracak yolu kolaylaştırır.”[1]
Aynı konuda, “Sünenler'” de yer alan diğer bir hadis de şöyledir:
Ebu’d-Derda (r.a)’dan.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:
“Her kim ilim tahsil etmek amacıyla bir yola gidecek olursa, Allah onu, cennet yollarından bir yola sokmuş olur.
Kuşkusuz ki melekler, ilim yolunda olan bir kimseden hoşlandıklarından dolayı (ona) kanatlarını sererler, göklerde ve yerde bulunan (yaratık)larla suda bulunan balıklar (tümüyle Allah’dan) âlimin bağışlanmasını dilerler.
Muhakkak ki, âlimin abide (olan) üstünlüğü, ayın ondördüncü gecesindeki dolunayın diğer yıldızlara (olan) üstünlüğü gibidir.
Âlimler, peygamberlerin varisleridir. Peygamberler, miras olarak dinar ve dirhem bırakmazlar, ilim bırakırlar. Kim o ilmi elde ederse, çok büyük bir nasib elde etmiş olur.”[2]
Hadiste geçen, “Allah da ona, cennete ulaştıracak yolu kolaylaştırır” fıkrasından maksad, ya onun dünyada hayırlı işlere muvaffak kılınmasıdır yahud da ahrette bir zorluk çekmeden ve kolayca cennete ithâl edilmesidir.[3]
Bu hadis-i şerifte, arayıcısının cennete götüreceğinden bahsedilen ilimden maksadın, öğrenilmesi farz-ı ayn, farz-ı kifâye veya mendub olan ve dince övülen ilimler olduğunda şübhe yoktur.
Bu bakımdan hadis-i şerifte, Kur’ân ve Sünnet ilimlerinden bir ilim öğrenmek için bir yola giren ya da uzak veya yakın bir yolculuğa çıkan bir kimseyi, tuttuğu bir yol sebebiyle Allah’ın cennete ulaştıracağına dair bir müjde bulunduğunu söyleyebiliriz.
Meleklerin, ilim talibinden razı ve memnun olmaları sebebiyle onların yoluna kanat sermeleri hususunda İmam Hattâbî (rh.a) şöyle diyor:
“Meleklerin ilim talibine kanatlarını sermesi, çeşitli şekillerde yorumlanabilir:
1-Meleklerin kanatlarını sermelerinden maksad, ilim talibine tevazu göstermeleri, onlara saygıya lâyık olmalarından dolayı boyun eğmeleri ve ilimlerine saygı göstermeleridir denebilir. Nitekim bu kelime:
“Onlara acıyarak tevazu kanadını ger.”[4] ayet-i kerimesinde de bu mânâya gelmektedir.
2-Meleklerin uçmayı bırakıp yere inmeleridir de denebilir. Nitekim bu kelime:
“Bir kavm, Allah (Azze ve Celle)’yi zikir için otururlarsa, onları melekler kuşatırlar, rahmet kaplar, üzerlerine sekinet iner ve onları Allah, kendi nezdindekilere anar.”[5] hadis-i şerifinde de bu mânâya gelmektedir.
3-Gerçekten meleklerin, ilim talibini kanatlarının üzerine alıp onu gideceği yere götürebilmek için kanatlarını onların yoluna sermesidir, şeklinde yorumlayanlar da olmuştur. Bu sözleriyle, meleklerin onlara yardım etmeyi arzu ettiklerini ifade etmek istemişlerdir.”
Metinde geçen:
“Göklerde ve yerde bulunan bütün yaratıklar ve balıklar Allah’dan, âlimin bağışlanmasını isterler” cümlesi hakkında İmam Hattâbî (rh.a) şunları beyan etmiştir:
“Allah, ulemânın ilmi vasıtasıyla hayvanlarda, insanlar için pek çok faydalar ve maslahatlar bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Âlimler, insanlara bu gerçekleri ve hayvanların hakkına riâyet edilmemesi hâlinde doğacak zararları, hayvanlara mutlaka iyi davranmaları gerektiğini anlatırlar. Allah da, onların bu emeğine karşılık hayvanlara onlar için duâ etmeyi ilhâm eder. Onların hayvanlara olan iyiliklerini, bu şekilde mükâfatlandırır. Nitekim:
“El-Cezâu min cinsi’l-amel” buyrulmuştur.
Âlimler, parlaklıkta ayın ondördüncü gecesindeki bir dolunaya benzetilirken, Âbidin yıldızlara benzetilmesindeki hikmete gelince, âbidin ışığı yıldızlarınki gibi sadece kendine yetecek kadarken âlimin ışığı ise, başkalarının yolunu da aydınlatması ve ayın ışığını güneşten aldığı gibi, âlimin de bu ışığını Rasulullah (s.a.s)’ den almış olmasıdır.”[6]
Yegâne Rabbimiz Allah ilmi, hem kalbin, hem de bedenin amelinden önce zikretmiştir… İlim, amelden öncedir… Önce ilmin öğrenilmesi ve idrak edilmesi gerekir… Sonra ilmiyle amil olmak, yani bildiği hakikat ile amel etmek gerek…
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Şu hâlde bil, gerçekten Allah’dan başka ilâh yoktur.”[7]
Bu ayet-i kerimenin izahında İmam Maverdî (rh.a) şunları söyler:
“Her ne kadar Rasulullah (s.a.s), yüce Allah’ı bilen birisi ise de, bu buyruğa dair üç türlü açıklamada bulunulmuştur:
1-Yüce Allah’ın sana, Allah’dan başka hiçbir ilâh olmadığını bildirdiğini bil.
2- İstidlâl yoluyla bildiğin hususu artık katî bir haber olarak da bil.
3- Allah’dan başka hiçbir ilâhın olmadığını zikret. Böylelikle yüce Allah, zikri (Peygamber’in) kendisi yapacağından ötürü, ilim diye ifâde etmiş olmaktadır.”
Süfyan b. Uyeyne (rh.a)’e, ilmin faziletine dair soru sorulmuş, o da şöyle demiştir:
“Sen, yüce Allah’ın önce ilmi söz konusu eden:
“Şu hâlde bil, gerçekten Allah’dan başka ilâh yoktur…”diye buyurduğunu ve ilimden sonra ameli emretmiş olduğunu duymadın mı? Yine yüce Allah’ın:
“Bilin ki dünya hayatı, ancak bir oyundur, bir eğlencedir… Rabbimizden bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) çaba gösterip yarışın.” (Hadid, 57/20-21) diye buyurduğunu,
“Biliniz ki, mallarınız da, evladlarınız da birer fitnedir (imtihandır).” (Enfal, 8/28) diye buyurduktan sonra-bir başka yerde:
“O hâlde onlardan sakın” (Teğabun, 64/14) diye buyurduğu gibi, “Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah’a … aiddir.” (Enfal, 8/41) diye buyurup bundan sonra da ameli emreden buyrukları duymadın mı?”[8]
Hayat nizamı İslâm’ın, hayat kitabı Kur’ân-ı Kerim’in ilk ayeti “Oku!”emriyle başlamıştır:
“Yaratan Rabbinin adıyla oku!
O, insanı bir alak’tan yarattı.
Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir.
Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir.
İnsana bilmediğini öğretti.”[9]
“Oku!” ve “Bil!” emirleriyle insan kullarına ilmin gereğini beyan buyuran Allah Teâlâ, yegâne Rabb olduğu için kullarını yalnızca kendisine ibadet etsinler diye yaratıp [10]onlara gerçeği öğretmiştir…
“Rahmân (olan Allah)
Kur’ân’ı öğretti.
İnsanı yarattı.
Ona beyanı öğretti.”[11]/a
İbn Abbas (r.anhuma)’nın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:
“İlm öğrenirken ölen kimse o kadar yükselmiş olarak Allah’a kavuşur ki, kendi ile Peygamberler arasında yalnız Peygamberlik derecesi kalır.” 51/b
İlim, kendisiyle amel edilmeden, sadece öğrenmek ve bilmek suretiyle faydalı olacak değildir… İlmin faydası, onun amele dönüşmesiyle, yani kendisiyle şirk koşmadan Allah’a ibadet edilmesiyle ortaya çıkar.. İlimle amel edildiği takdirde, Allah’ın rızası kazanılır ve derecesi yükselir..
El-Hasan (rh.a)’dan.
Rasulullah (s.a.s)şöyle buyurur:
“Kime ölüm, İslâm’ı ihyâ etmek için ilim peşinde iken gelirse, cennette onunla peygamberler arasında tek bir derece vardır.”[12]
İlim, hayat nizamı İslâm’ı öğrenmek ve kişinin üzerine düşen kulluk vazifelerini gereği gibi yerine getirmek için tahsil edilir.. Dünya hayatını helâller üzerine bina edip, dünya metaından yeterli derecede faydalanmak ve kendisini ebedî vatan olan ahiret yurdundaki cennete hazırlamak için ilim elde etmek farzdır… Dünyasını, bir muvahhid mü’minin izzetine yakışır bir şekilde mamur etmek, dünyadaki payını unutmadan ahiret için hazırlanıp yatırım yapmak için ilim şarttır..
Ebu Hüreyre (r.a)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:
“İlim aramak, (kadın-erkek) her müslüman üzerine farzdır.”[13]
İmam Sevrî (rh.a)’in beyanıyla, “bu ilimden maksad, bilmemesi hâlinde kulun mazur sayılmadığı bilgilerdir.”[14]
Farz-ı ayn olan ilim, mü’min müslüman kulun, kendisiyle Rabbi Allah’a ibadet ettiği, kulluk vazifesini hakkıyla yerine getirdiği ilimdir…Kadın olsun, erkek olsun her mü’min müslümanın üzerine farzdır ki, kulluk vazifelerini yerine getirmek için ihtiyaç duyulan ilmi elde edip, onunla amel etsin!..
Farz-ı kifaye olan ilim ise, her kulun üzerine farz olmayan, fakat İslâm Milleti’nin diğer milletler karşısında mağlub olmaması, her zaman ve her mekânda üstün olması için ehil olanların öğrenmesi gereken ve onunla amel ettiği fen ilimleridir.. Çağdaş teknolojinin gereği olan ilmi, helâl yollardan elde etmek ve imanın emrine vererek helâl yollardan kullanmak, ehil olan mü’min müslümanların üzerine farzdır… Bu farzı, yeterli derecede kişinin yerine getirmesi kâfi gelir.. Her mü’min müslümanın öğrenmesi şart değildir..
İslâm Milleti’nin diğer milletler karşısında izzetini, bağımsızlığını ve özgürlüğünü koruması için farz-ı ayn ilme ihtiyacı olduğu gibi, farz-ı kifaye ilimlere de ihtiyacı vardır… Önce zalim egemen tağutlar tarafından işgal edilip küfür ve şirkin hakim olduğu İslâm topraklarındaki esaret hayatından kurtulmalı, bununla beraber farz-ı kifâye olan teknolojiyi elde etmelidir… Teknolojide öyle ileri derecelere ulaşmalıdır ki, tek millet olan küfür milleti, ona muhtaç olsun ve onun üstünlüğünü kabul etsin… Bu ilmi elde ederken, İslâm izzetinden asla taviz vermemeli, şirk ve küfür konusunda çok hassas davranıp, şirke ve küfre asla bulaşmamalıdır… Katıksız imanına ve gölgesiz Tevhidine hiçbir zarar getirmeden, salih amelini zedelemeden teknoloji sahasındaki fen ilimlerinin tahsil etmelidir… Bu ilmi elde eden muvahhid mü’min, öğrendikleriyle amel etmeli, diğer mü’min müslümanlara öğretmeli ve İslâm Milleti’nin faydasına kullanmalıdır…
Farz-ı ayn ilmi öğrenmiş ve onunla amel etmiş olan muvahhid mü’min kulun, farz-ı kifâye ilimleri elde edişi, hem kendisine, hem de ümmete alabildiğine faydalı olur… Çünkü bu vazifesinin şuurunda ve sorumluluğunu idrak etmiş olan imanlı kul, teknolojiyi imanın hizmetine verir… İmanın hizmetinde olan teknoloji, dünyayı huzur ve barış içinde imar eder… İnsanlık âleminin mutluluğu için kullanılır..
Kendinden , ailesinden, toplumdan, insanlık âleminden , yeryüzünden ve kâinattan sorumlu olan, her birine karşı ayrı bir vazifesi olup, bu vazifesini emrolunduğu şekilde yerine getirmesi üzerine borç olan muvahhid mü’min, öğrendiği ilmi, her yönüyle fayda için sarfeder.. Rabbi ve ilâhı olan Allah’ın kendisine emrettiği şekilde dosdoğru olmaya çalışır… Bir âlim olarak Allah yolunda olmaya gayret eden iman etmiş şahsiyetli kul, ilim sermayesini, dünyanın ahiret tarlası olması için kullanır… Dünyayı, ahretin kazanç yeri yapar…
Dünyada iken, her şeyiyle Allah’a teslim olur… Katıksız iman edip salih ameller işler ve dünyada iken Rabbi Allah’ın rızasını kazanarak, cenneti hakkeden kullar arasına katılır… Allah yolunda yürür ve batıl yollara düşmemeye gayret eder… Dosdoğru hak yolu üzerinde ayağını direr, kalbini ve ayağını sabit kılıp, üzerine düşen kulluk vazifesini yaparak Allah Teâlâ’ya tefekkül eder ve yardımı yalnız O’ndan diler…
Ebu Hüreyre (r.a)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s):
“Her kim ilim tahsili için çıkarsa, O, dönünceye kadar Allah yolunda (cihada)dır.”[15]
Kadın olsun, erkek olsun vasat ümmetinin her muvahhid mü’min olan ferdi, Allah yolunda olup ilim öğrenmeli ve bununla amel edip Rabbi Allah’ın rızasını kazanmalıdır… Öncelikle zalim egemen tağutların işgalinden İslâm topraklarını kurtarmalı ve esaret altındaki İslâm Milleti’ni Allah’ın izniyle hürriyetine kavuşturmalıdır… Esaretten kurtulup özgür olan İslâm Milleti, en üst seviyede teknolojiye sahib olmalıdır… İşte o zaman teknolojiyi faydalı bir şekilde kullanabilir ve imanın emrine, İslâm’ın hizmetine verdiği teknolojide yeni yeni faydalı buluşlar yapabilir… Esaret altındaki yapacağı buluşlar, egemen zalim tağutların zulüm aracı olmakta ve onların faydasına, mazlum insanlara zarar vermektedir…
Allah yolunda ilim tahsil eden mü’min müslümanlar, bunların hesabını iyi yapmalı ve ilimleri ile tağutlara hizmet etmemelidirler… Esirin beş emniyeti de yok edilmiş, din, can, mal, akıl ve nesil emniyeti kalmamıştır… Esirin mal varlığı, kendisini esaret altında tutanlara aiddir… Her ne zaman isterlerse, onun mal varlığına el koyar ve kendisini zindan içinde zindana hapsederler… Esirin teknik buluşları, egemen tağutların faydasınadır… Çünkü bu buluşlardan egemen tağutlar, egemenliklerin devam ve sömürülerin sürekliliği için faydalanırlar.. Önce bağımsızlık ve hürriyet, sonra teknolojik gelişme!..
İmanın ve İslâm’ın hizmetine verilmiş olan ilmin, hem dünyada, hem de ahirette faydası vardır… Mü’min müslüman kişi, faydalı ilimden hem dünya hayatında yararlanır, hem de ahiret hayatında bolca sevaba nâil olur… Onun ölmesiyle, bıraktığı faydalı ilmin sevabı kesilmez… Ölümünden sonra da devam eder…
Ebu Hüreyre (r.a)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s):
“İnsan öldüğü vakit, bütün amelleri ondan kesilir. Yalnız üç şeyden:
Sadaka-i câriyeden
Faydalı olan ilimden
Ve kendisine duâ eden salih evlâddan kesilmez.”[16]
Faydalı ilim, tahsil eden ve inanarak onunla amel işleyen mü’min müslüman şahsiyet, dünyada onun faydasını gördüğü gibi, ölmeden önce başkalarının öğrenip amel etmeleri için faydalı ilim bırakırsa, onunla amel edildikçe kendisine sevab yazılır… Öğrendiği ilimle hakkıyla amel ettiği için ilim, Allah’ın izniyle “Kendisini cennete ulaştıran bir yola koyduğu” gibi, bıraktığı faydalı ilim ile amel edenler de kendilerini cennete ulaştıracak bir yola girmiş olurlar…
Faydalı ilim, cennet yolcusuna lazım olan önemli bir azıktır… Bu azığı yeterli derecede almayan ve gereğini yapmayanlar, bu yolda sıhhatli yürüyemez ve mutlu sonuca eremezler… Bu azıktan, emrolundukları gibi davrananlar faydalanır ve mutlu sonsuz bir menzile ulaşırlar..
Muvahhid mü’minlerin kulluk vazifesi, faydalı olan ilmi elde etmek, farz-ı ayn ilim konusunda noksanlıklarını tamamlayıp onunla amel işlemek ve farz-ı kifâyeden üzerine düşeni öğrenip gereğini yerine getirmektir.. Böylece İslâm toprakları, çağdaş zalim egemen tağutların işgalinden kurtulur, esaret altındaki İslâm Milleti hürriyete kavuşur!..
[1] Sahih-i Müslim, Kitabu’z-Zikr, B. 11, Hds.38.
Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İlm, B. 11 (Bab başlığında)
Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 17, Hds.225.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-İlm, B. 1, Hds.3643.
İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, çev. Rıfat Oral, Konya, 2003, C.1, Sh.265-266, Hds.16/213.
İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e., C.1, Sh.125, Hds.6. İbn Hıbban ve Hakîm’den.
[2] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-İlm, B. 1, Hds.3641
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İlm, B. 19, Hds.2822.
Sünen-i İbn Mace, Mukaddime B. 17, Hds.223.
Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B. 32, Hds.349.
İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C.1, Sh.262, Hds.13/210.
[3] Haydar Hatipoğlu, A.g.e., C.1, Sh.385.
[4] İsra, 17/24.
[5] Sahih-i Müslim, Kitabu’z-Zikr, B. 11, Hds.39. (Ebu Hüreyre ve Ebu Said el-Hudrî’den)
[6] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Hzr. Necati Yeniel- Hüseyin Kayapınar, İst. 1991, C.13, Sh.244-245.
[7] Muhammed, 47/19.
[8] İmam Kurtubî, A.g.e., C.16, Sh.136.
[9] Alak, 96/1-5.
[10] Bkz. Zariyat, 51/56.
[11]/a Rahman, 55/1-4.
[11]/b İmam Hafız el-Munzîrî A.g.e., C.1, Sh.129, Hds.11. Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat’tan.
El-Hafız Şihabüddin Ahmed b. Ali ibn Hacer el-Askalânî, Terğib ve Terhîb, çev. Abdulvehhab Öztürk, İst. 1982, Sh.38, Hds.36.
[12] Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.32, Hds.360.
[13] Sünen-i İbn Mace, Mukaddime B.17, Hds.224.
Taberânî, Mu’cemu’s-Sağir, C.1, Sh.72, Hds.14.
İmam-ı Âzam Ebu Hanife, Müsned, çev. Muhammed Selim Köse, İst. T.Y. Sh.39, Hds.30/1, 31/2.
Kuzâî, Şihâbü’l-Ahbâr Tercümesi, çev. Prof. Dr. Ali Yardım, İst. 1999, Sh.59, Hds.120.
İmam er-Rûdânî, Cemu’l-Fevaid, C.1, Sh.55, Hds.218.Taberânî, Mu’cemu’l-Kebir ve Mu’cemu’l-Evsat’tan.
İmam Suyutî, Camiu’s-Sağir Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, Vdğ. İst. 1996, C.2, Sh.546, Hds.2570 (5264)-2572(5266). İbn Adiyy, el-Kâmil, Beyhakî, Şuabu’l-İman ve İbn Abdilberr, el-İlm’den.
[14] Haydar Hatipoğlu, A.g.e., C.1, Sh.388.
[15] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İlm, B. 2, Hds.2785.
Sünen-i İbn Mace, Mukaddime B. 17, Hds.227.
Taberânî, Mu’cemu’s-Sağir, C.1, Sh.352, Hds.262.
İmam Suyutî, Camiu’s-Sağir Muhtasarı, C.3, Sh.370, Hds.3692 (8839). Ebu Nuaym’ın Hilye’sinden.
[16] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Vesaya, B. 3, Hds.14.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Vesaya, B. 14, Hds.2880.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Ahkâm, B. 36, Hds.1393.
Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Vesaya, B. 8, Hds.3632.
Sünen-i Dârîmî, Mukaddime, B. 46, Hds.565.
Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh.372.