Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Şübhesiz muttakî olanlar, cennetlerde ve pınarlardadırlar.
Rablerinin kendilerine verdiğini alanlar olarak. Çünkü onlar, bundan önce ihsânda (güzel davranışta) bulunanlardı.”[1]
Muttakî, kendisini şirkten, küfürden, bid’attan, hurafeden, her türlü itaatsizlik ve günahtan koruyan mü’min şahsiyettir…
Muttakî, Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in verdiği haberlere hiçbir şübhe duymadan iman eden, hayatını Kur’ân ve Sünnet’in hükümlerine göre düzenleyen, dünyasını ahireti için hayırlı bir tarla hâline getirip ahirete bolca sevab hazırlıkları yapan muvahhid mü’min kişidir. Kendisini, ailesini ve içinde bulunduğu toplumu, yegâne Rabb Allah’a kul yapmaya gayret eden muttakî şahsiyet, Allah’dan başka bütün hüküm koyucu zalim egemen tağutları reddetmekle İslâmî kimliğini beyan eden bir kuldur..
Allah’ı Rabb, İslâm’ı din ve Rasulullah (s.a.s.)’i önder kabul edip iman eden muttakî mü’min kul, Allah’a ve Rasulü’ne itaatini hakkıyla yerine getirdiği için dünyada izzet ve ahirette cennet ile mükâfatlanmıştır…
“Allah’a ve Rasulüne itaat edin ki, merhamet olunasınız.
Rabbinizden olan mağfiret ve eni, göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın. O, muttakîler için hazırlanmıştır.
Onlar, bollukta da, darlıkta da infâk edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki haklarından) bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.
Ve çirkin bir hayasızlık işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah’dan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar, yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile israr etmeyenlerdir.
İşte bunların karşılığı, Rabblerinden bağışlanma ve içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlerdir. (Böyle) yapıp edenlere ne güzel bir karşılık (ecir var).[2]
“O cennet, Biz, kullarımızdan takva sahibi olanları (ona) varis kılacağız.”[3]
Muttakî mü’min kullar, takvalarındaki hassasiyetlerinden dolayı, insanların en kerimi, yani en üstün olanlarıdır…
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.)’e:
-İnsanların (Allah katında) en çok kerem ve ihsâna nâil olanı kimdir? diye soruldu.
Rasulullah (s.a.s.)’e:
“İnsanların en kerimi, en muttakî olanıdır.” buyurdu.[4]
Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:
“Ey insanlar, gerçekten Biz sizi, bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şübhesiz Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız (ırk ya da soyca değil), takvaca en ileride olanınızdır. Şübhesiz Allah, bilendir, haber alandır.”[5]
Üstünlük, şeref ve izzet, yalnız ve yalnız Allah’a kul olmakta, kullara kul olmaktan kurtulmak ve Allah’ın hükümlerine teslim olmaktadır… Kâmil mânâda iman sahibi olan ve emrolunduğu gibi şirksiz salih amel işleyen, böylece takvaya ulaşan Allah’ın velî mü’min kulları, üstünlüğü hakk eden şahsiyetli kullardır…
“Haberiniz olsun, Allah’ın velîleri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır.
Onlar, iman edenler ve (Allah’dan) sakınanlardır.”[6]
İman ve takva, cenneti hakk etmeye iki sebebtir ki, ikisi birlikte bu mükâfatı elde etmek için gereklidir… Birinden birisinin olmaması, cennet mükâfatının kaybedilmesine sebebdir… Özellikle imanın olmayışı, cenneti ebedî kaybetmek demektir… İman ve takva sahibi olanlar, çok güçlü, sıhhatli ve sağlam iki kanada sahib bir kuş gibidirler…
Allah’a ve Rasulü(s.a.s.)’e iman edip gereği gibi itaat edenler, dünyada şeref ve izzeti elde etmiş, huzur ve mutlu bir hayat yaşarlar…
“De ki: ‘Size, bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar (muttakîler) için Rabblerinin katında, içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır. Allah, kullarını hakkıyla görendir.”[7]
“Fakat Rablerinden korkup sakınanlar (muttakîler), onlar için Allah katında-bir şölen olarak içinde ebedî kalacakları altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. İyilik yapanlar için, Allah’ın katında olanlar daha hayırlıdır.”[8]
“Takva sahiblerine va’dedilen cennet, onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu, korkup sakınanların (mutlu) sonudur. İnkâr edenlerin sonu ise ateştir.”[9]
“Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadırlar.
Oraya esenlikle ve güvenlikle girin.
Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp çektik. Kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar.
Orada, onlara hiçbir yorgunluk dokunmaz ve onlar, ordan çıkarılacak değildirler.”[10]
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.):
-(Mü’mini) cennete dahil eden (cennete girmesine sebeb olan) amellerin en çoğu hangisidir? diye soruldu.
Rasulullah (s.a.s.):
“Takva ve huy güzelliğidir!” buyurdu.[11]
Ebu Umâme (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Rabbiniz olan Allah’dan korkun, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucu tutun, mallarınızın zekatını verin, sizden olan idarecilerinize itaat edin! Rabbinizin cennetine girersiniz.”[12]
“Rabbin makamından korkan kimse için iki cennet vardır.”[13] Ayet-i kerimesinin tefsirinde İmam Taberî (rh.a.) şunları kaydeder:
“Allah’ın kullarından kim O’ndan korkar, huzurunda hesaba çekileceğinden sakınır da emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınacak olursa, ona iki cennet verilecektir.
Abdullah ibn Abbas, Rabbinin huzurunda durmaktan korkanın, Allah’a itaat edip O’na karşı çıkmayı terk etmekle olacağını söylemiştir.
Mücahid ise: Allah’ın huzura çıkmaktan korkanın, günah işlemeyi kasdettikten sonra, Allah’ın huzuruna çıkacağını hatırlayarak onu terk etmekle olacağını söylemiştir.
Katâde ise: Mü’min kulun Allah’ın huzuruna çıkarılıp hesab vermekten korkmasının o gün için amel işlemesi ve gece-gündüz kulluk etmesiyle olacağını söylemiştir.”[14]
Ebu’d-Derdâ (r.a.) anlatıyor:
O, Rasulullah (s.a.s.)’i, minberde şöyle anlatırken duymuş:
“Rabbinin makamından korkan kimse için iki cennet vardır.” (Rahman, 55/46).
Bunun üzerine O’na:
-O kişi, zinâ etse, hırsızlık yapsada mı? diye sormuş.
Rasulullah tekrar:
“Rabbinin makamından korkan kimse için iki cennet vardır.” ayetini okuyarak cevab vermiş.
Ebu’d-Derdâ, ikinci defa:
-O kişi, zinâ etse ve hırsızlık yapsada mı? diye sormuş.
Rasulullah, aynı ayeti tekrar okumuş.
Ebu’d-Derdâ, üçüncü defa aynı soruyu sorunca, Rasulullah:
“Evet, Ebu’d-Derdâ’ya rağmen (Ebu’d-Derdâ’nın burnu yere sürünse de).” buyurmuş.[15]
Abdullah ibn Kays (Ebu Musa el-Eş’arî, r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“İki cennet vardır ki, bunların kapları ve içlerinde bulunan şeyler hep gümüştendir. Diğer iki cennet vardır ki, bunların kapları ve içlerinde bulunan şeyler de altındandır. Adn cennetindeki cennetliklere bunların, kendi Rabblerine bakmaları arasında, Allah’ın vechi üzerindeki büyüklük ridâsından başka bir şey bulunmayacaktır.”[16]
Ebu Musa el-Eş’arî, altından olan iki cennetin Allah’a yaklaşan kişilere verileceğini, gümüşten olan iki cennetin ise, amel defterleri sağdan verilenlere tahsis edileceğini rivayet etmiştir.[17]
Rabbimiz Allah Teâlâ, iman eden kullarını takvalı olmaya davet edip, kendilerine takvayı emretmektedir:
“Ey iman edenler, Allah’dan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah’dan korkun. Hiç şübhesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
Kendileri Allah’ı unutmuş, böylece O da, onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların tâ kendileridir.”[18]
“Kim Rabbinin makamından korkarsa ve nefsi heva (istek ve tutkular)dan sakındırırsa,
Artık şübhesiz cennet (onun için) bir barınma yeridir.”[19]
“Eğer o (ölecek kişi) yakın kılınan (mukarreb olan)lardan ise,
Bu durumda rahatlık, güzel rızık ve nimetlerle donatılmış cennet (onundur).
Ve eğer ‘Ashâb-ı yemin”den ise,
Artık Ashâb-ı yemin’den selâm sana.”[20]
“Artık Ashâb-ı yemin (sağ ehli) hariç,
Onlar, cennettedirler, birbirlerine sorarlar.”[21]
“Artık kitabı sağ elinden verilen kişi der ki: ‘Alın, kitabımı okuyun.
Çünkü ben, gerçekten hesabıma kavuşacağımı sanmış (anlamış)tım.’
Artık o, hoşnud bir hayat içindedir.
Yüksek bir cennette.
Devşirilecek (meyve ve eşsiz ürün)leri pek yakındır.
Geride kalan günlerde peşin olarak sunduklarınıza karşılık olmak üzere afiyetle yiyin ve için.”[22]
[1] Zariyat, 51/15-16.
[2] Âl-i İmrân, 3/132-136.
[3] Meryem, 19/63.
[4] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Enbiya, B.16, Hds.48.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Fedail, B.44, Hds.168.
[5] Hucurat, 49/13.
[6] Yunus, 10/62-63.
[7] Âl-i İmrân, 3/15.
[8] Âl-i İmrân, 3/198.
[9] Ra’d, 13/35.
[10] Hicr, 15/45-48.
[11] Sünen-i İbn Mace, Kitabü’z-Zühd, B.30, Hds.4246.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.61, Hds.2072.
İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B.138, Hds.285.
Beyhakî, Kitabü’z-Zühd, çev. Enbiya Yıldırım, İst. 2000, Sh.164, Hds.529.
[12] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’s-Sefer, B.430, Hds.611.
[13] Rahman, 55/46.
[14] Et-Taberî, A.g.e., C.8, Sh.110.
[15] İmam er-Rûdânî, Cemu’l-Fevaid, C.4, Sh.134, Hds.7254. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh.357 ve Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir’den.
Et-Taberî, A.g.e., C.8, Sh.111.
[16] Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Tefsir, B.299, Hds.399.
et-Taberî, A.g.e., C.8, Sh.111.
[17] et-Taberî, A.g.e., C.8, Sh.111.
[18] Haşr, 59/18-19.
[19] Nazi’at, 79/40-41.
[20] Vakıa, 56/88-91.
[21] Müddessir, 74/39-40.
[22] Hakka, 69/19-24.