Âlemlerin yegâne Rabbi Allah Teâlâ, insan kullarını yeryüzünde bir halife olarak yarattı… İnsanı en güzel bir kıvamda ve yalnızca kendisine ibadet etsinler diye yaratan Allah Teâlâ, ona emaneti yükledi… İnsan, boşu boşuna yaratılmış değildir… O, âlem içinde ciddî bir vazifesi olan ve bu kulluk vazifesini hakkıyla yapmak ile mükellef olan bir şahsiyettir…
Rabbimiz Allah, insan kulunun yaratılışını ve vazifesini şöyle beyan buyurur:
“Hani Rabbin, meleklere: ‘Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim.’ demişti.”([1])
“Hani Rabbin, meleklere: ‘Gerçekten Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım.’ demişti.
‘Onu, bir biçime sokup, ona ruhumdan üflediğim zaman siz, onun için hemen secdeye kapanın.”([2])
“Doğrusu, Biz insanı, en güzel bir biçimde yarattık.”([3])
“Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı. Sizi sûretlendirdi, sûretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel-temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir.”([4])
“Sizi yaratan O’dur. Buna rağmen sizden kiminiz kâfir, kiminiz mü’min. Allah, yaptıklarınızı görendir.
Gökleri ve yeri hak olmak üzere yarattı ve size düzenli bir biçim (sûret) verdi. Sûretlerinizi de güzel yaptı. Dönüş, O’nadır.”([5])
“Andolsun Biz, Âdemoğlunu yücelttik. Onları, karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık. Temiz-güzel şeylerden rızıklandırdık ve yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.”([6])
İmam Kurtubî (rh.a.) şöyle diyor:
“Esasen üstünlük, mükellef oluşun esası olan akıl iledir. Akıl sayesinde Allah, bilinip tanınır ve akıl ile O’nun sözü kavranılır. Akıl sayesinde Allah’ın nimetlerine ve peygamberlerinin tasdikine ulaşılır. Şu kadarı var ki, kuldan bütün istenenler yalnız akılla yerine getirilemediğinden dolayı on-lara bir de peygamberler gönderilmiş, kitablar indirilmiştir. Şeriatın misali güneştir, aklın misali de gözdür. Göz açılıp sağlıklı görme imkânına sahibse, güneşi görür ve eşyanın detay çizgilerini idrâk eder.”([7])
Kadî Beydâvî (rh.a.), “Envâr et-Tenzil” adlı tefsirinde şunları beyan eder:
“Andolsun ki Biz, Âdemoğlunu mükerrem kıldık.” Güzel sûret, dengeli mizaç ve düzgün boy vererek şerefli kıldık. Akılla ayırdetme, konuşma ve anlatma, işaret ve çizgiyle merâmını belirtme gücünü, yeryüzünde geçinme yollarını ve çeşitli sanatlara başvurarak oradaki imkânlardan faydalanma yollarını öğrettik. Ulvî ve süflî sebeb ve müseb-beblerle kendi faydalarına olan şeyleri öğrenmelerini sağla-yarak şerefli kıldık. Ve daha buna benzer sayıya, hesaba gelmez şeylerle…
Bunlar arasında İbn Abbas’ın söylemiş olduğu şu ifade dikkat çekicidir:
-Her canlı yiyeceğine kendisi uzanırken insan, yiyeceğini eliyle ağzına getirir.”([8])
Rabbimiz Allah’ın yücelttiği ve yarattıklarının bir çoğundan üstün kıldığı insan kullarına nice nimetler bahşetmiştir… İnsan, boş yere yaratılmamıştır… Onun yaratılış sebeb ve hikmeti, Rabbi Allah’ı tanımak, bilmek, katıksız iman etmek ve O’na hiçbir şeyi şirk koşmadan ibadet eylemektir!..
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:
“Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şübhesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.”([9])
“Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır. Ve O’nun emriyle gemileri, denizde yüzmeleri için size, emre âmâde kılandır. Irmakları sizin için emre âmâde kılandır.
Güneşi ve ayı hareketlerinde sürekli emrinize âmâde kılan, geceyi ve gündüzü de sürekli emrinize âmâde kılandır.
Size, her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu, sayıp bitirmeye güç yetiremezsiniz.”([10])
“Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?”([11])
“İnsan, kendi başına ve sorumsuz bırakılacağını mı sanıyor?”([12])
Âlemlerin Rabbi Allah’ın insan kulları, O’nun tarafından, gayeli ve sorumlu bir varlık olarak yaratılmıştır…
İnsanın yaratılış gayesi:
“Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.”([13])
İnsanın sorumluluğu:
“Gerçek şu ki, Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar, bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar. Onu, insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.”([14])
Abdullah İbn Ömer (r. anhuma)’nın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):
“Her birerleriniz çobandır ve her birerleriniz elinin altındakinden (güttüğünden) sorumludur.”([15])
Abdullah İbn Abbas (r. anhuma)’nın beyanıyla, “farzlar ve itaat” olan emaneti([16]) yüklenen insan, onun gereğini yerine getirmek için yaratılış gayesi olan “Allah’a ibadeti” hakkıyla yapması, kendisinden beklenen kulluk vazifesidir… İman, itaati gerektirir; itaat ise, ibadeti!..
Allâme İbni Abidin (rh.a.) şöyle diyor:
“Malumun olsun ki, din işlerinin temeli itikadat, âdab, ibadât, muamelât ve ukubât üzerine kurulmuştur.”([17])
Seyyid Şerif Cürcânî (rh.a.), ibadeti şöyle tarif eder:
“İbadet: Mükellefin, nefsinin hevası hilafına, Rabbi için ta’zim olarak yaptığıdır.
Ubûdiyyet=Kulluk: Ahidleri yerine getirmek, hadleri koruyup gözetmek, mevcûda razı olmak ve kaybedilene sabretmektir.”([18])
İslâm Milleti’nin mutlak müctehid imamlarından İmam Muhammed b. İdris eş-Şâfiî (rh.a.) şu tesbiti yapmaktadır:
“Allah, onları inkâr ve kötülükten kurtarıp ışığa ve hidayete kavuşturdu. Kitab’ta, kullarına kolaylık olsun diye lütfederek, helâl kıldırdıklarını bildirdi. Dünya ve ahirette saadetlerinin, haramlardan sakınmalarında olduğunu bildiği için, onları da kendilerine açıkladı. Allah, onları sözle ve amelle kulluk etmeye ve haramlardan sakınmaya çağırarak itaatleriyle imtihan etti. Allah, onları haramlardan korusun. Kendisine itaat edenleri, cennetinde ebedî kalmakla ve azabından kurtarmakla mükafatlandırdı. Ulu Allah’ın nimeti ne yücedir.
Kendisine isyan edenlere vereceği cezanın, kendisine itaat edenlere vereceği mükafatın zıddı olacağını onlara bildirdi.”([19])
İnsanın yaratılış gayesi ve sorumluluğunun bütün hayatı kuşatıcı olduğu gibi, insanın ihyası da maddî ve manevî hayatını kuşatıcı olması gerekir… Sapasağlam ve katıksız bir iman bu tevhid akidesinin gereği olan sahih amel ve güzel ahlâk konularında derin ve çaplı ihyanın gerekli olduğu bir çağda yaşıyoruz… Şirkin hakim, tevhidin mahkum, küfrün hakim, imanın mahkum, müşrik ve kâfirlerin egemen, mü’min müslümanların esaret altında, aynı za-manda İslâm topraklarının işgal edildiği bir karanlık dönemde, çok zor şartlarda hayat devam etmektedir…
İslâm’ın egemen olduğu zaman ve mekânda farz-ı kifaye olan insanı ihya hareketi, İslâm’ın mahkum, mü’-min müslümanların esaret altında bulunduğu zaman ve mekânda farz-ı ayn hâline gelmiştir… Katıksız iman konusunda ihya olmuş her şuurlu muvahhid mü’mine farz-ı ayndır ki, diğer insanların ihya hareketine katılsın ve onların bilgilenmesi, eğitilmesi, bikdiklerini yaşanır hâle getirmesi ve şuurlanması için bütün imkânlarını harcasın… Böylece, kullara kul olmaktan kurtulup, yalnızca Allah’a kul olsun… Allah’a tuğyan eden zalim müstekbirlerin köleliğinden kurtularak, yalnızca Allah’a kul olmak hürriyetine kavuşsun…
İnsanı ihya konularını şu şekilde beyan edebiliriz:
1) İmanda İhya
Teknolojik üstünlük ile dünya halklarına egemen olmaya çalışan çağın müstekbir güçleri, yani sömürücü zalim tağutlar ve onların geri bırakılan bölgelerdeki yardakçıları, işgal ettikleri İslâm topraklarında küfür ve şirk tohumları ektiler… Yüz yıla yakın bir zamandır, milyonlarca mazlumun kanıyla ve teriyle sulayıp yetiştirmeye, geliştirmeye çalıştıkları küfür ve şirk tohumları zamanla yetişmiş, korkunç meyvelerini vermeye başlamıştır… İslâm topraklarını işgal eden emperyalist zalimler, müslüman nesillerin imanlarıyla oynamış, eğitimle, öğretimle, zaman zaman zor kullanarak korkunç bir irtidad gündeme getirmişlerdir… Şuurlu bir irtidadın yanında,([20]) içine şirk karışmış bir iman,([21]) egemen tağutlara itaat eden, kendisini müslüman sayan acaip bir tip ortaya çıkmıştır… “Daru’l-Harb”e dönüşmüş, işgal edilen İslâm toprakları, ayrıca bir “Daru’l-Ucûbe” hâline getirilmiştir!..
Âlemlerin Rabbi Allah’a en büyük iftira olan ve Allah’ın asla affetmediği korkunç bir zulüm olarak beyan edilen şirk,([22]) egemen hâline getirilmiş, Tevhidî değerler hayattan uzaklaştırılmış ve İslâm’ın hayata müdâhil olmaması için gerekli bütün önlemler alınmıştır…
İşgal edilmiş İslâm toprakları, Nemrud’un egemen olduğu bir Mezopotamya, Fir’avn’ın egemen olduğu bir Mısır ve Ebu Cehil’in egemen olduğu şirkin merkezi hâline getirilen Tevhid yurdu bir Mekke görüntüsü sergilemektedir… Bu mustaz’af topraklarda ve mazlum İslâm milleti, arasın-da Halilullah İbrahim (a.s.)’ın, Kelimullah Musa (a.s.)’ın ve Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in mirası olan Tevhid’i yeniden gündeme getirecek yeryüzünün varisleri muvahhid mü’minlerin, Tevhidî ihya hareketini başlatmaları kaçınılmaz ve ertelenmez bir anın vacibidir…
Egemen şirk otoritesi ve kültürünün dayatmasıyla küfür ve şirke, bid’at ve hurafeye düşmüş insanların yeniden İslâm’a davet edilmeleri gerekir… Onlara doğruların izah edilmesi, bütün şeytanî engellemelere rağmen İslâm’ın tebliğ olunması ve hidayet bulmalarına yardımda bulunulması, mü’min müslümanların vazifesidir… İnsanlar, iman ile tanışır ve inanırlarsa, bu katıksız iman onları kardeşler edecek ve toplumsal barış ortaya çıkacak, insanlar arası kavgalar bitip huzurlu bir ortam oluşacaktır…
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Cahiliyyenin egemen olduğu bir şirk toplumunda, insanlara Tevhid’i, imanı, salih ameli ve güzel ahlâkı nasıl tebliğ ve davet etmiş, onları nasıl terbiye ederek olgunlaşmalarını sağlamış ise, aynı metod ile hareket etmek gerekir… Çünkü Rasulullah (s.a.s.), muvah-hid mü’minlerin biricik önderi ve hayat örneğidir…([23])
Benû Malik b. Kinane’den bir adam anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.)’i, Zu’l-Mecaz çarşısında dolaşırken ve şöyle derken gördüm:
“Ey insanlar, Lâ ilâhe illallah deyin de kurtuluşa erin!”
Ebu Cehil ise, öte yandan O’nun yüzüne toprak atıp şöyle diyordu:
– Ey insanlar, bu adam, sakın sizi dininizden etmesin! O, sizden dininizi bırakmanızı, Lât ve Uzza’yı bırakmanızı istiyor.
Fakat Rasulullah (s.a.s.), ona hiç aldırmadan (görevine devam ediyordu).([24])
Beni Diyl Kabilesi’nden Rebia b. İbad anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.)’i, cahiliyye devrinde Zu’l-Mecaz panayırında şöyle derken gördüm:
“Ey insanlar, Lâ ilâhe illallah deyin, kurtuluşa erin!”
O, böyle derken, insanlar çevresinde toplanmışlardı. Arkasından da parlak yüzlü, şaşı ve iki saç örgüsü bulunan bir adam da:
– O, dinden çıkmıştır. O, yalancıdır. Ey insanlar, bu, sizi aldatıp dininizden ve atalarınızın dininden ayırmasın! diyor ve gittiği her yere o da gidiyordu.
Bu adamın kim olduğunu sorduğumda, bana, amcası Ebu Leheb olduğunu söylediler.([25])
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“İnkâr edenler dediler ki: ‘Bu Kur’ân’ı dinlemeyin ve onda (okunurken) yaygaralar koparın. Belki üstün gelirsiniz.’
Artık gerçekten o inkâr edenlere şiddetli bir azab tattıracağız ve yaptıklarının en kötüsüyle cezalandıracağız.
Bu, Allah’ın düşmanlarının cezası olan ateştir. Bizim ayetlerimizi inkâr etmeleri dolayısıyla bir ceza olarak, orada onlar için ebedilik yurdu vardır.”([26])
İmam Taberî (rh.a.), bu ayetin tefsirinde şunları beyan etmiştir:
“Allah’ı ve Peygamberini inkâr eden o Kureyş müşrikleri, kendilerine itaat eden diğer müşrik arkadaşlarına:
– Muhammed, Kur’ân okuduğu zaman, O’nu dinlemeyin! Ondaki şeylere uyarak onunla amel etmeyin! Kur’ân okunurken ıslık çalarak, el çırparak, araya laf sokarak karışıklık çıkarın, gürültü yapın. Böylece belki galib gelirsiniz. Bu davranışınızla, O’nu dinlemek isteyenleri engellemiş olursunuz. Böylece, O’nu dinlemeyen kimse Muhammed’e uyup, O’nun söyledikleriyle amel etmez. Siz de, O’na galib gelmiş olursunuz, diyorlardı.
Ayette zikredilen: “Gürültü (yaygara) yapın” ifadesini, Abdullah İbn Abbas:
– İnsanları meşgul edin.
Mücahid:
– Islık çalarak, el çırparak, söz karıştırarak onu dinlemeyin.
Dehhak:
– O’nu ayıplayın.
Katâde:
– O’nu inkâr edin, O’na karşı çıkın.
Ma’mer:
– Konuşun, bağırıp çağırın ki, işitmesinler. Şeklinde izah etmişlerdir.([27])
Bunun gibi nice işkencelerle engellenmeye çalışılan İslâm’ın tebliği ve İslâm’a davet ile insanların ihyası, her şeye rağmen devam etmiştir… Başta Rasulullah (s.a.s.) ve O’na iman etmiş Ashab-ı Kiram (Allah, onlardan razı olsun), hiç yılmadan, bütün eziyetlere göğüs gererek, direnerek ve sabır ederek yollarına devam etmişlerdir… Allah yolunda, Al-lah’ın rızası için mücadele ve mücahede etmişlerdir… Kan-ları dökülmüş, bazıları şehid edilmiş, yerlerinden, yurtla-rından uzaklaştırılmış, fakat onlar dâvâlarından vazgeçme-mişlerdir…
Rabbimiz Allah, Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e yılmadan mücadele etmeyi emretmişti… O, imanı anlatacak ve insanları ihya edecekti… O (s.a.s.), insanlar iman edinceye, namazı kılıncaya ve zekatı verinceye kadar insanlarla uğraşacak, onlara anlatacak, onların akıllarını erdirip iknâ edecek, iman edenlerin terbiyesiyle uğraşacak ve onların imanlarını canlı tutmaya yardımcı olacaktı… Biz, O’nun ümmeti olarak şahidlik ediyoruz ki, O (s.a.s.), Risalet ve Nübüvvet vazifesini hakkıyla yapmıştır… O (s.a.s.), kendisine Allah’ın verdiği vazifesini yerine getirmiş ve bu vazifenin devam ettirilmesi, yani İslâm’ı tebliğ ve İslâm’a davet ile insanların ihyası mes’elesini varisleri olan muvahhid, âlim mü’minlere bırakmıştır… O’ndan sonra muvahhid mü’minler, İslâm’ı yaşayarak temsil edecek ve insanların ihyası için çalışacaklardır… Onun miras bıraktığı iki kaynak olan Kur’ân ve Sünnet ile amel edecek,([28]) Allah’ın ipine sımsıkı sarılıp da-ğılmayacaklar…([29])
Bu mukaddes vazifeyi ümmetine, O (s.a.s.) vermişti…
Zeyd b. Sabit (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasu-lullah (s.a.s.):
“Benim sözümü işitip de (başkasına) tebliğ eden adamın yüzünü Allah ağartsın.”([30])
Ebu Bekre (r.a.)’dan:
Rasulullah (s.a.s.) (Vedâ Haccı sırasında) şöyle buyur-du:
“Kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız bu belde içinde, bu ayda, bugünün haramlığı kadar birbirinize haramdır.
Burada hazır bulunanlarınız, burada bulunmayanlara (yani gelecek nesillere) bunu tebliğ etsin. Olabilir ki, hazır olan kimse, bunu, daha iyi anlayacak bir kimseye tebliğ et-miş olur.”([31])
Emrolunduğu gibi dosdoğru olan Rasulullah (s.a.s.)([32]) İbn Ömer (r.anhuma)’nın rivayetiyle şöyle buyurur:
“Allah’dan başka hak ilâh olmadığına ve Muhammed’in Rasulullah olduğuna şehadet, namazı ikâme ve zekâtı edâ edinceye kadar insanlarla savaşmam bana emr olundu.”([33])
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), mü’minlerin kalblerini ihâta eden katıksız imanın canlı tutulmasını emrederken, Rabbimiz Allah’ın: “Ey iman edenler, iman edin!”([34]) emrini hatırlatmaktadır… İman, hem canlı tutulup her an salih amel ile kuvvetlendirilecek, hem de imanda sabır ve sebat edilecektir…
Ebu Hüreyre (r.a.)’dan:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“İmanınızı yenileyin!”
Denildi ki:
– Ya Rasulullah, imanımızı nasıl yenileyelim?
(Rasulullah, s.a.s.):
“Lâ ilâhe illallah’ı çok söyleyin.” buyurdu.([35])
İmanı ihya ile vazifeli muvahhid mü’minlerin vasfını şöyle beyan buyuruyor Rabbimiz Allah:
“Mü’minler, ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O’nun ayetleri okunduğunda iman-larını arttırır ve yalnızca Rabblerine tevekkül ederler.
Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.
İşte gerçek mü’minler bunlardır. Rabbleri katında onlar için dereceler, bağışlanma ve üstün bir rızık vardır.”([36])
“De ki: ‘Şübhesiz Allah, dilediğini şaşırtıp saptırır. Kendisine katıksızca yöneleni de dosdoğru yola yöneltip iletir.”
Bunlar, iman edenler ve kalbleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun, kalbler, yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.
İman edip salih amellerde bulunanlar, ne mutlu onlara! Varılacak yerin güzel olanı (onlarındır).”([37])
“Allah, kimin göğsünü İslâm’a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir. (Öyle) değil mi? Fakat Allah’ın zikrinden (yana) kalbleri katılaşmış olanların vay hâline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.
Allah, müteşabih (benzeşmeli) ikişerli bir kitab olarak sözün en güzelini indirdi. Rabblerine karşı içleri titreyerek korkanların ondan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalbleri, Allah’ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu, Allah’ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete erdirir. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için de bir yol gösterici yoktur.”([38])
İmanın, muvahhid mü’minlerde her an canlı tutulması ve gayr-i müslimlere de tebliğ edilip Tevhid’e davet edilmeleri gerekir… Mü’min müslümanların, Allah’a şirk koşma konusunda çok hassas olmaları ve bundan alabildiğince kaçınmaları kulluk vazifeleridir… Şirkin, büyüğünden ve küçüğünden, gizlisinden ve açığından, hatta şirk şübhesi olan şeylerden bile uzaklaştıkça uzaklaşmalı ve asla yaklaşılmamalıdır… İnsanın yaratılış gayesine ters düşen, dünyada korkunç bir suç ve ahirette büyük bir zillet ile ebedî cehennemlik olan şirk, her yönüyle terk edilmesi gereken bir şeydir… Muvahhid mü’minler, şirki ve küfrü her şeyi ile terk ettiği, yanına bile yaklaşmadığı gibi, diğer insanların da terk edip semtine uğramamaları için çalışmalıdır…
Ebu’d-Derda (r.a.)’dan:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Paramparça edilsen ve (ateşte) yakılsan bile Allah’a hiçbir şeyi ortak etme!”([39])
Enes b. Malik (r.a.)’dan:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Allah, (kıyamet gününde) cehennemdekilerin azabça en hafif olan birine:
– Yeryüzünde mal olarak ne varsa hepsi senin olsa, şu azabdan kurtulmak için onu fedâ eder miydin? diye soracaktır.
O da:
– Evet, fedâ ederdim ya Rabbi, diyecek.
Bunun üzerine Allah:
– Fakat sen, Âdem atanın sülbünde iken Ben, senden (şimdi göze aldığın fedakârlıktan) daha ehven bir şey istemiştim ki, Bana ortak koşmaman ve nankörlük etmemen-di. Fakat sen, (dünyaya gelince Tevhid’den) çekinip, müş-rikliğe yapıştın! diyecektir.”([40])
Rabbimiz Allah (Azze ve Celle), vazifelendirip gönderdiği Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e şu emri vermektedir:
“De ki: ‘Ben gerçekten, yalnızca Rabbime dua ediyorum ve O’na hiç kimseyi (ve hiçbir şeyi) ortak koşmuyorum.’
De ki: ‘Doğrusu ben, sizin için ne bir zarar, ne bir yarar (irşad) sağlayabilirim.’
De ki: ‘Muhakkak beni Allah’dan (gelecek bir azaba karşı) hiç kimse asla kurtaramaz ve O’nun dışında asla bir sığınak da bulamam.
(Benim görevim), yalnızca Allah’dan olanı ve O’nun gönderdiklerini tebliğ etmektir. Kim Allah’a ve O’nun Rasu-lü’ne isyan ederse, içinde ebedî kalıcılar olmak üzere onun için cehennem ateşi vardır.”([41])
Rasulullah (s.a.s.)’in vazifesi, Tevhid akîdesini insanlara tebliğ edip, onları hakka ve hayra davet etmek olduğu gibi, varisleri olan mü’min müslümanların da vazifesinin bu olduğunu beyan buyurmuştur…
Abdullah İbn Abbas (r.anhuma) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderdiği sırada ona hitaben:
“Sen, Kitab Ehli olan bir kavim üzerine valî gidiyorsun. Onlara vardığın zaman kendilerini, ‘Lâ ilâhe illallah ve enne Muhammeden Rasulullah’ dustûruna şehadet etmeye çağır. Eğer onlar, bunda sana itaat ederlerse, onlara Allah’ın kendilerine her gece ve gündüzde beş namaz farz kıldığını haber ver. Eğer onlar, bunda da sana itaat ederlerse, bu defa da kendilerine, Allah’ın onlara bir sadaka (zekat) farz kıldığını, bunun onların zenginlerinden alınıp fakirlerine verileceğini haber ver. Eğer onlar, bunda da sana itaat ederlerse, seni onların en kıymetli mallarını almaktan sakındırırım.” buyurdu.([42])
2) Amelde İhya
Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)’in beyan buyurduğuna dikkat edilecek olunursa, önce iman, sonra salih amel emrolunmuştur… İnsanı İhya, önce imandan başlanır… İman konusu iyice kavrandıktan, kalben tasdik, dil ile ikrar edildikten sonra, salih amel olarak vücûd organlarıyla isbat gündeme gelir… Her ne kadar amel imandan bir cüz değilse de, katıksız ve kuvvetli iman, salih ameli gerektirir… Aleyhinde herhangi bir suç işlenmedikçe ve zayıf da olsa imanın var olduğu kabul edilir… İman sahibi, amel ile kalbinde var olan imanı isbat etmelidir ki, diğer insanlar da onun imanının belirtisi olan ameli vasıtasıyla onun imanına şahid olup, onu mü’minlerden kabul etsinler…
İnsan, Rabbi Allah’a ibadet, yani kulluk ettikçe, yaratılış gayesine uygun bir hayat yaşar… İbadet, insanın bütün amellerini, yani hâl ve hareketini kuşatıcıdır… İnsan, amellerinde Allah’ın rızası doğrultusunda hareket ettikçe ibadet üzeredir… Eğer hâl ve hareketlerinde Allah’ın rızasından sapar, emrinden dışarı çıkar ve Rasulullah (s.a.s.)’in gösterdiği şekilde davranmazsa, isyan hâlindedir…
Rabbimiz Allah, insan kullarını kendisine ibadet etmeye çağırıyor ve ibadeti gereği üzere yapmayı emrediyor:
“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki, sakınasınız.
O, sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kıldı. Ve gökten yağmur indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse (bütün bunları) bile bile Allah’a eşler koşmayın.”([43])
Rabbimiz Allah, her ümmete, Allah’a kulluk edip tağuttan kaçınmaları için tebliğ eden bir Rasul göndermiştir…([44])
“Senden önce hiçbir Rasul göndermedik ki, ona, şunu vahyetmiş olmayalım: Benden başka ilâh yoktur, öyleyse Bana ibadet edin.”([45])
“Andolsun, Biz, Nuh’u kavmine gönderdik. (Onlara:) Ben, sizin için apaçık bir uyarıp korkutucuyum.
Allah’dan başkasına kulluk etmeyin. Ben, size (gelecek olan) acı bir günün azabından korkarım (dedi).”([46])
“Ad (halkına da) kardeşleri Hud’u (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim, Allah’a ibadet edin. Sizin, O’ndan başka ilâhınız yoktur. Siz, yalan olarak (ilâhlar) düzenlerden başkası değilsiniz.”([47])
“Dediler ki: Sen, bize yalnızca Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten doğru isen, bize va’dettiğin şeyi getir bakalım!”([48])
“Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih’i (gönderdik. Salih dedi ki:) Ey kavmim, Allah’a kulluk edin. Sizin, O’ndan başka ilâhınız yoktur.”([49])
“Medyen (toplumuna da) kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik. Şuayb, onlara) dedi ki: Ey Kavmim, Allah’a kulluk edin. Sizin, O’ndan başka ilâhınız yoktur. Size, Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir.”([50])
“İbrahim de, hani kavmine demişti ki: Allah’a kulluk edin ve O’ndan sakının. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.”([51])
“Andolsun, ‘Şübhesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’dir, diyenler’ küfre düşmüştür. Oysa, Mesih’in dediği (şudur): Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Çünkü O, kendisine ortak koşana, şüb-hesiz cenneti haram kılmıştır. Onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere yardımcı yoktur.”([52])
Rabbimiz Allah, insanları ihya etmek, onları Allah’a davet etmek ve iman edenleri biraraya getirip bir ümmet yaparak, İslâm Milleti’ni oluşturmak için gönderdiği Rasul ve Nebîleriyle hayat dustûru olan kitablar da göndermiştir… Kitab’ın kendisine indiği Rasul ve O’nun ümmeti, Rabbimiz Allah’ın hükümleri olan Kitab ile amel etmekle mükelleftirler…
“Elif, Lâm, Râ. (Bu,) ayetleri muhkem kılınmış, sonra hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından birer birer (bölüm bölüm) açıklanmış bir Kitab’dır (ki:)
Öyleyse, Allah’dan başkasına ibadet etmeyin. Gerçekten ben, sizi O’nun tarafından uyaran ve müjdeleyenim.”([53])
“Şübhesiz, sana bu Kitab’ı, hak ile indirdik. Öyleyse sen de, dini yalnızca O’na hâlis kılarak Allah’a ibadet et.”([54])
“De ki: ‘Ben, dini yalnızca O’na hâlis kılarak Allah’a ibadet etmekle emrolundum.
Ve ben, müslümanların ilki olmakla emrolundum.
De ki: ‘Ben, Rabbime isyan ettiğim takdirde, büyük bir günün azabından korkarım.’
De ki: ‘Ben, dinimi yalnızca O’na hâlis kılarak Allah’a ibadet ederim.”([55])
Önderleri Rasulullah (s.a.s.)’in varisleri ve yeryüzünde Allah’ın şahidleri olan muvahhid mü’minler, Rasulullah (s.a.s.)’in insanları ihya ettiği gibi, insanları ihya etmeye gayret etmelidirler… Onları, yalnızca Allah’a ibadet etmeye ve Allah’a şirk koşmamaya davet etmelidirler… İbadette hiç kimseyi Allah’a ortak kılmamalıdırlar…([56])
Âlemlerin Rabbi Allah’a:
“Biz, yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Senden yardım dileriz.”diye söz veren ve sözlerine sadık olan muvah-hid mü’minler, insanları ihya etmeye çalışırken, İslâm’ın metodundan başka hiçbir metod kullanmamalıdırlar… Çünkü meşru olan bir hedefe, ancak meşru bir yol ile gidi-lebilir… Meşru hedefe, gayr-ı meşru yollarla gitmeyi dene-mek, İslâm’dan sapmadan başka bir şey değildir…
İhya erleri olan muvahhid mü’minler, insanları, Kur’ân ve Sünnet ile ihya etmelidirler… Bununla beraber, icmâ-ı ümmet ve kıyas-ı fukaha da, Kur’ân-ı Kerim’in ve Rasulul-lah (s.a.s.)’in Sünneti’nin daha iyi anlaşılıp amel hâline gel-mesi için vazgeçilmez ihtiyaçtır… Ayrıca bin beş yüz yıllık İslâm mirasına sahip çıkıp onu, yerli yerinde değerlendire-rek faydalanmak gerekir…
Muvahhid mü’minler, insanları, Allah’ın ayetleriyle uyarmalı, onları Allah’a davet ederken, Allah’ın ayetleriyle daveti gerçekleştirmelidirler… Rabbimiz Allah’ın ayetlerinde buyurduklarını insanlara nakletmelidirler:
“Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz-dir. Öyleyse O’na ibadet edin, dosdoğru olan yol işte bu-dur.”([57])
“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.”([58])
“İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka ilâh yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır. Öyleyse O’na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir.”([59])
“Göklerin ve yerin gaybı Allah’ındır. Bütün işler O’na döndürülür. Öyleyse O’na kulluk edin ve O’na tevekkül edin. Senin Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.”([60])
“Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din, işte budur. Ancak insanların çoğu bilmezler.”([61])
“Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu hâlde O’na ibadet et ve O’na ibadette kararlı ol. Hiç O’nun adaşı olan birini biliyor musun?”([62])
“Ey iman edenler, rükû edin, secdeye varın, Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin, umulur ki, kurtuluş bulursunuz.”([63])
Allah Teâlâ’nın emrettiği, Rasulullah (s.a.s.)’in yaptığı ve gösterdiği gibi amel etmek, muamelatı da ihata eder… Muamelat, yani aile hukuku, medenî hukuk, ceza hukuku, yargı hukuku, devletler hukuku, iktisad ve maliye hukuku, muvahhid mü’min kulların kulluk vazifelerinin içindedir… Bütün kulluğu Allah için olan muvahhidler, bu konularda, Kitab ve Sünnet’ten asla ayrılmazlar…
İslâm’ı hayatlaştıran ve hayatı da İslâmlaştıran mü’-min müslümanlar, ibadet ve muamelatın birbirinden ayrıl-maz bir bütün olduğunu bilir, kabul eder ve inanırlar… Çünkü yalnızca “Hak Din İslâm” bütün hayatı kuşatan yegâne hayat nizamıdır… İnsan hayatının her yönüyle ilgi-lenmiş ve her ihtiyacını giderici hükümler beyan eylemiş-tir… İbadet ile ilgili hükümler beyan ettiği gibi, muamelat ile ilgili hükümlerin kendisinden daha iyi olmayan en iyisi-ni beyan etmiştir… İbadeti emreden Allah, muamelatı da emretmiştir… İbadetin nasıl yapılacağını gösteren Rasulul-lah (s.a.s.), muamelatta nasıl davranılacağını da göstermiş-tir…
İbadette Allah ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat edenler, herhangi bir ikrah-ı mülci olmadan muamelatta Allah ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat etmeyip, zalim tağutlara inanarak itaat ede-cek olurlarsa, Allah ve Rasulü (s.a.s.)’e iman etmemiş olur-lar… Bundan dolayı kâfir ve müşrik olup irtidad ederler… Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“De ki: ‘Allah’a ve Rasulüne itaat edin.’ Eğer yüz çevirirlerse şübhesiz Allah, kâfirleri sevmez.”([64])
“Üzerine Allah’ın adı anılmayanlardan yemeyin. Çün-kü o, elbette ki bir fısktır. Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına telkinde bulunurlar. Eğer onlara itaat ederseniz, elbette siz de müşrikler olursunuz.”([65])
İbnü’l-Arabî der ki:
– Mü’min bir kimse, itikadı ilgilendiren hususlarda müşrik bir kimseye itaat edecek olursa, bu itaati sebebiyle o da müşrik olur. Fakat fiilen ona itaat etmekle birlikte onun inancı, Tevhid üzere sağlıklı bir şekilde devam ediyor ve tasdikini sürdürüyorsa, âsî olur. Bunu, böylece belleyiniz.([66])
3) Ahlâkta İhya
Rabbimiz Allah’ın:
“Şübhesiz sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin.”([67]) diye övdüğü önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur:
“Ben, ancak ahlâkın güzelliklerini tamamlamak için gönderildim.”([68])
“Nebiyyallah (s.a.s.)’in ahlâkı, Kur’ân idi.” diyor, Mü’minlerin annesi Aişe (r.anha).([69])
Allah’ı ve ahiret gününü uman ve Allah’ı çokça zikreden muvahhid mü’minlerin hayat örneği Rasulullah (s.a.s.),([70]) ahlâkı, yani bütün hâl ve hareketleri Kur’ân üzere idi… O (s.a.s.), Rabbi Allah nasıl emrediyorsa öyle idi… O (s.a.s.), mürşid-i kâmillerin mürşidi ve insan-ı kâmillerin kâmiliydi… Anam-babam O’na feda olsun… Canım dahil olmak üzere her şeyden daha çok seviyorum önderim Rasulullah (s.a.s.)’i…
Mü’min müslümanlar, O’na itaat etmekle emr olun-muşlardır…([71])Muvahhid mü’minler, gerek ferden, gerek aile olarak, gerekse toplumsal boyutta, hayat örnekleri olan Rasulullah (s.a.s.)’e tabi olup, O’nun ahlâkıyla ahlâklanma-lıdırlar… Gerek müslümanlar arasında, gerekse diğer insan-lar bu konuda ihya edilmelidirler… Müslümanların, Sünnet ile amel edip Rasulullah (s.a.s.)’in ahlâkıyla ahlâklanmaları-na gayret sarf edilirken, gayr-ı müslimlere de, Rasulullah’ın ahlâkı tanıtılmalı ve davet edilmesi gerekir…
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Hayır, kim muhsin olarak (güzel davranış ve iyilikte bulunarak) kendisini Allah’a teslim ederse, artık onun, Rab-bi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar, mahzun olmayacaklardır.”([72])
“Kim Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği Peygamberler, sıddîkler, şe-hidler ve salihlerle beraberdirler. Ne iyi arkadaştır onlar.”([73])
“Ey iman edenler, Allah’dan sakının ve sadıklarla beraber olun.”([74])
Yaşadığımız çağa egemen olan zalim müstekbirler, gerek ferdî, gerekse toplumsal fıtrî ahlâk kurallarını ayaklar altına almış, İslâm ahlâkının zıddına ve insan fıtratına ters anlayışları ahlâk hâline getirmeye çalışmışlardır… Bu gayr-ı insanî anlayışların giderilip, onların yerine insan fıtratına en uygun olan İslâm ahlâkının yerleştirilmesi zarurîdir… Ahlâkî kurtuluşun yegâne yolu budur ve bu, böyledir!..
Güzel ahlâk konusunda önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in şu beyanlarına dikkat edelim!..
Ebu’d-Derda (r.a.)’dan:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Kıyamet günü mü’minin mizanında, hiçbir şey güzel ahlâktan daha ağır değildir. Nitekim Allah Teâlâ, kaba ve ağzı bozuk kişiyi asla sevmez.”([75])
Ebu Hüreyre (r.a.)’dan:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Mü’minlerin iman yönünden en mükemmel olanları, ahlâk yönünden en güzel olanlarıdır.”([76])
Nevvas b. Sem’an el-Ensarî (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.)’e, iyilik ve günahı sordum da, şöyle buyurdu:
“İyilik, ahlâk güzelliğidir. Günah ise, kalbinde gıcık yapan ve başkalarının muttali olmasından hoşlanmadığın şeydir.”
Ahlâken yücelmek ve zelîl hâlden kurtulmak için, Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ne tabi olmak ve O’nun ahlâkını ahlâk edinmek şarttır… Bu şartı yerine getirenler, ahlâk bakımından olgunlaşır ve aşağılık durumdan kurtulurlar…
“Eğer O’na itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz.”([77])
[1]) Bakara, 2/30. Ayrıca Bkz. A’râf, 7/74.
[2]) Sad, 38/71-72.
[3]) Tin, 95/4.
[4]) Mü’min, 40/64.
[5]) Teğabun, 64/3.
[6]) İsra, 17/70.
[7]) İmam Kurtubî, A.g.e., C.10, Sh. 445.
[8]) Kadî Beydâvî, Envâr et-Tenzîl, C.4, Sh. 55’den, İbn Kesir, A.g.e., C.9, Sh. 4798.
[9]) Casiye, 45/13.
[10]) İbrahim, 14/32-34.
[11]) Mü’minun, 23/115.
[12]) Kıyame, 75/36.
[13]) Zariyat, 51/56.
[14]) Ahzab, 33/72.
[15]) Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cuma, B. 11, Hds. 18.
Kitabu’l-Ahkam, B. 1, Hds. 2.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B. 5, Hds. 20.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Harac, B. 1, Hds. 2928.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Cihad, B. 27, Hds. 1757.
[16]) Bkz. İbn Kesir, A.g.e., C. 12, Sh. 6611-6612.
[17]) İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar Ale’d-Dürrü’l-Muhtar, Çev. Ahmed Davudoğlu, İst. 1982, C.1, Sh. 101.
[18]) Seyyid Şerif Cürcânî, Kitabu’t-Ta’rîfât – Arapça–Türkçe Terimler Sözlüğü, Çev. Arif Erkan, İst. 1997, Sh. 150.
[19]) Muhammed b. İdris eş-Şâfiî, Er-Risâle, Çev. Prof. Dr. Abdulkadir Şener – Prof. Dr. İbrahim Çalışkan, Ank. 1996, Sh. 8, Md. 40-41.
[20]) Bkz. Mâide, 5/54.
[21]) Bkz. Yusuf, 12/106.
[22]) Bkz. Nisa, 4/48 ve 116. Lokman, 31/13.
[23]) Bkz. Âl-i İmrân, 3/31-32. Ahzab, 33/21.
[24]) İmam Muhammed b. Muhammed b. Süleyman er-Rûdânî, Cemu’l-Fevaid – Büyük Hadis Külliyatı, Çev. Naim Erdoğan, İst. T.Y. C.3, Sh. 258, Hds. 6395. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 4, Sh. 63’den.
İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, C. 3, Sh. 62. Beyhakî’den.
[25]) İbn Kesir, A.g.e. C.3, Sh. 62. İmam Ahmed b. Hanbel ve Beyhakî’den İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, C. 15, Sh. 8734.
[26]) Fussilet, 41/26-28.
[27]) et-Taberî, A.g.e., C. 7, Sh. 258. Ayrıca Bkz. İbni Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, C. 13, Sh. 7056.
[28]) Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı bağlandığınız müddetçe, asla doğru yoldan sapmayacaksınız. Bunlar: Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin Sünneti’dir.” İmam Malik, Muvatta; Kitabu’l-kader, Hds. 3.
[29]) Bkz. Âl-i İmrân, 3/103.
[30]) Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 18, Hds. 230-232.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İlm, B. 7, Hds. 2794-2795.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-İlm, B. 10, Hds. 3660.
Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B. 24, Hds. 234.
[31]) Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İlm, B. 10, Hds. 9.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Kaseme, B. 9, Hds. 29.
Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 18, Hds. 233-234.
Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B. 24, Hds. 233.
[32]) Bkz. Hud, 11/112.
[33]) Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İman, B. 16, Hds. 18.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B. 8, Hds. 36.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İman, B. 1, Hds. 2733.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B. 95, Hds. 2640.
Sünen-i Neseî, Kitabu’z-Zekat, B. 3, Hds. 2436.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B. 1, Hds. 3927-3928.
[34]) Nisa, 4/136.
[35]) Er-Rûdânî, A.g.e., C. 1, Sh. 39, Hds. 111. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 2, Sh. 324’den.
İmam Suyutî, A.g.e., C. 2, Sh. 288, Hds. 1915 (3581).
[36]) Enfal, 8/2-4.
[37]) Ra’d, 13/27-29.
[38]) Zümer, 39/22-23.
[39]) Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B. 23, Hds. 4034.
İbn Kesir, A.g.e., C. 6, Sh. 2861. İbn Merdûyeh ve İbn Ebi Hatim’den.
[40]) Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Enbiya, B. 2, Hds. 9.
Sahih-i Müslim, Kitabu Sıfati’l-Münafikin, B. 10, Hds.51-53.
[41]) Cin, 72/20-23.
[42]) Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Mağazî, B. 64, Hds. 345.
Kitabu’l-Zekat, B. 1, Hds. 1.
Kitabu’t-Tevhid, B. 1, Hds. 1.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B. 7, Hds. 29-31.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’z-Zekat, B. 5, Hds. 1584.
Sünen-i Neseî, Kitabu’z-Zekat, B. 46, Hds. 2512.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’z-Zekat, B. 1, Hds. 1783.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’z-Zekat, B. 6, Hds. 621.
Sünen-i Dârimî,. Kitabu’z-Zekat, B. 1, Hds. 1622.
[43]) Bakara, 2/21-22.
[44]) Bkz. Nahl, 16/36.
[45]) Enbiya, 21/25.
[46]) Hud, 11/25-26. Mü’minun, 23/23. Nuh, 71/3.
[47]) Hud, 11/50. A’râf, 7/65.
[48]) A’râf, 7/70.
[49]) A’râf, 7/73, Hud, 11/61. Neml, 27/45.
[50]) A’râf, 7/85, Hud, 11/84, Ankebut, 29/36.
[51]) Ankebut, 29/16.
[52]) Mâide, 5/72 ve 117.
[53]) Hud, 11/1-2.
[54]) Zümer, 39/2.
[55]) Zümer, 39/11-14.
[56]) Âl-i İmran, 3/51. Meryem, 19/36. Zuhruf, 43/64.
[57]) Nisa, 4/36.
[58]) En’âm, 6/102.
[59]) Hud, 11/123.
[60]) Yusuf, 12/40. Ayrıca bkz. Yusuf, 12/67. En’âm, 6/57 ve 62.
[61]) Meryem, 19/65.
[62]) Hacc, 22/77.
[63]) Âl-i İmrân, 3/32.
[64]) En’âm, 6/121.
[65]) İmam Kurtubî, A.g.e., C.7, Sh. 147.
[66]) Kalem, 68/4.
[67]) İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B. 135, Hds. 273.
İmam Malik, Muvatta’, Kitabu Hüsnü’l-Hulk, Hds. 8.
İmam Suyutî, A.g.e., C.2, Sh. 65, Hds. 1422 (2584). Hakim, Müstedrek ve Beyhakî, Şuabu’l-İman’dan.
[68]) Sahih-i Müslim, Kitabu Salati’l-Müsafirin, B. 18, Hbr. 139.
Sünen-i Neseî, Kitabu Kıyamu’l-leyl, B. 2, Hbr. 1601.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu Salati’t-Tatavvu, B. 26, Hds. 1342.
Sünen-i Dârimî, Kitabu’s-Salat,, B. 165, Hds. 1483.
[69]) Bkz. Ahzab, 33/21.
[70]) Bkz. Âl-i İmrân, 3/31. Nisa, 5/59. Enfal, 8/1.
[71]) Bakara, 2/112.
[72]) Nisa, 4/69.
[73]) Tevbe, 9/119.
[74]) Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Birri ve’s-sıla, B. 61, Hds. 2070.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B. 8, Hds. 4799.
İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B. 135, Hds. 270.
[75]) Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sünnet, b. 16, Hds. 4682.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’r-Rada, B. 11, Hds. 1171.
Sünen-i Dârimî, Kitabu’r-Rikak, B. 74, Hds. 2795.
[76]) Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B. 6, Hds. 14-15.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’z-Zühd, B. 40, Hds. 2497.
Sünen-i Dârimî, Kitabu’r-Rikak, B. 73, Hds. 2792.
İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B. 138, Hds. 295.
[77]) Nur, 24/54.