Yegâne Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:
“Ey insanlar, sizi, tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden bir çok erkek ve kadın türetip yayan Rabbinizden korkup sakının. Ve (yine) kendisiyle, birbirinizle dilekleştiğiniz Allah’dan ve akrabalık (bağlarını ko-parmak)tan sakının. Şübhesiz Allah, sizin üzerinizde gö-zetleyicidir.”([1])
Rabbimiz Allah, insan kullarını bir tek nefisten yarattığını, onların aslının bir olduğunu ve aynı kökten türeyen dallar olduklarını beyan buyurmaktadır… Netice itibariyle insanlar, bir asıldan olan, aynı cinsten akrabadırlar…
İmam İbn Kesir (rh.a.)’ın beyanıyla:
“Allah Teâlâ burada, yaratıkların aslının bir baba ve anneden olduğunu zikretmektedir. Böylece yekdiğerine sevgi besleyecekler, güçsüzlerine merhamet ve şefkat göstereceklerdir.”([2])
İmam Taberî (rh.a.) de şunları söyler:
“Allah, bu ayet-i kerimede, bütün insanları tek bir kişiden yaratanın yalnızca kendisi olduğunu beyan etmiş ve insanlara ilk yaratılışlarını hatırlatmıştır. Tâ ki insanlar, tek bir anne ve babadan geldiklerini, bu nedenle birbirlerinin kardeşleri olduklarını bilsinler. Her birinin diğerinin üze-rinde kardeşlik hakkı olduğunu anlasınlar. Böylece birbirine karşı insaflı ve merhametli davransınlar. Haksızlık yapma-sınlar, zayıf olanlarını gözetsinler, onun ezilmesini önlesin-ler.”([3])
Yegâne hayat nizamı olan İslâm, akrabalık bağlarına çok önem verir ve bu bağların sımsıkı olmasını emreder… Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), Medine’ye hicret edip geldiğinde, Medinelilere yaptığı ilk konuşmasında, akrabalık ilişkilerinden bahsetmiş ve akrabalarla iyi ilişki kurmayı tavsiye etmiştir…
Abdullah b. Selâm (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurmuştur Rasulullah (s.a.s.):
“Ey insanlar, selâmlaşmayı çoğaltıp yaygınlaştırın, (muhtaçlara) yemek yedirin, akrabalarla iyi ilişki kurun ve halk uyurken geceleyin namaz kılın ki, selâm ile (selâmetle) cennete giresiniz.”([4])
Cerîr (r.a.) anlatıyor:
Biz, gündüzün ortasında Rasulullah (s.a.s.)’in yanında bulunuyorduk. Derken yalın ayak, kaplan postu rengindeki gömleklerini veya abalarını başlarına geçirmiş, kılıçlarını çekmiş, ekserisi hatta hepsi Mudar Kabilesi’ne mensub çıplak birtakım adamlar, Peygamber (s.a.s.)’e geldiler. Onların muhtaç hâlini görünce Rasulullah (s.a.s.)’in yüzü değişti. İçeri girip çıktıktan sonra Bilâl’e emir buyurdu. Bi-lâl, ezan okuyarak, kamet getirdi. Rasulullah (s.a.s.), na-mazı kıldırdı. Sonra hutbe okudu ve:
“Ey insanlar, sizi, tek bir nefisten yaratan Rabbinizden korkup sakının….” ayet-i kerimesini sonuna (yani): “Şüb-hesiz Allah, sizin üzerinizde gözetleyicidir.”[5] kadar ve Haşr Sûresi’ndeki:
“Ey iman edenler, Allah’dan korkun! Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah’dan korkun! Hiç şüb-hesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”([6]) ayet-i keri-mesini okudu.
(Sözüne devamla:)
“Bir adam, dinarından, dirheminden, elbisesinden, bir sâ’ buğdayından, bir sâ’ kuru hurmasından sadaka vermelidir. Velev ki, yarım hurma olsun.” buyurdu.
Derken Ensar’dan bir zât hemen hemen elinin taşıyamayacağı kadar, hattâ elinin taşımaktan aciz kaldığı bir ke-se getirdi. Sonra birbiri ardınca herkes bir şeyler getirdiler. Neticede, yiyecek ve elbiseden müteşekkil iki yığın gördüm.
Rasulullah (s.a.s.)’in (mübarek) yüzünün altınla yaldızlanmış gibi parladığını gördüm. Bunun üzerine Rasulul-lah (s.a.s.):
“Her kim İslâm’da güzel bir çığır açarsa, o çığırın ecri ile kendisinden sonra o çığırla amel edenlerin ecirlerinden hiçbir şey noksan edilmemek şartıyla sevabları kendilerine aiddir. Ve her kim İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o çığırın vebâlı ile kendisinden sonra onunla amel edenlerin vebâlı hiçbir noksanları olmamak üzere ona aiddir.” buyurdular.([7])
Yegâne hayat nizamı İslâm, aynı kökten oldukları için insanlık akrabalığına çok önem vermiş, birbirinin kıymetini bilmek ve yardımlaşmak konularını önplana alarak teşvik etmiştir… Akrabalık bağlarını koparmak, yeryüzünde fe-sad çıkarmakla eşdeğerde olduğunu beyanla, bu işin, Al-lah’ın lânetine vesile olduğunu ilân etmiştir…
“Demek ki, iş başına gelip yönetimi ele alırsanız, he-men yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkaracak ve akraba-lık bağlarınızı koparıp parçalayacaksınız öyle mi?
İşte bunlar, Allah, onları lânetlemiş, böylece (kulakları-nı) sağırlaştırmış ve basiret (göz)lerini de kör etmiştir.”([8])
Adaleti, ihsanı emreden ve, çirkin utanmazlıklardan, kötülüklerden, zorbalıktan sakındıran Allah Teâlâ, akrabaları gözetmeyi, onlara yardımda bulunmayı, akrabalık bağ-larını sağlamlaştırmayı emretmektedir…
“Şübhesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi em-reder. Çirkin utanmazlıklardan (fahşadan) kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir. Umulur ki, öğüt alıp düşünürsünüz.”([9])
“Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp-savurma.”([10])
Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasu-lullah (s.a.s.):
“Aile nesebinden, akrabanıza sıla yapabilecek kadar bilgi edinin! Çünkü sıla-ı rahim, aile içinde sevgi, malda bolluk ve ecelde ertelemedir.”([11])
Cubeyr b. Mutim (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Hısımlarla ilgilenmeyi kesen (ve bunu helâl sayan) kimse, cennete giremez!”([12])
Ebu Hureyre (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Allah, halkı yarattı. Bu yaratmayı yerine getirip tamamlayınca rahim (akrabalık/hısımlık), ayağa kalktı da Rahmân’ın (azamet) ridasının eteğini tuttu. Bunun üzerine Allah, ona:
– Ne istersin? diye sordu.
Rahim:
– (Ya Rabb,) bu kalkışım, kesilmekten Sana sığınanın kalkmasıdır (sana sığınıyorum), dedi.
Allah:
– Senin hakkını tanıyıp ilgiyi devam ettirene, Ben de mükafatını vermeyi sürdürmemden ve seninle ilgiyi koparana, Ben de mükafat verme ilgimi kesmemden razı olur musun? buyurdu.
Rahim de:
– Evet, razıyım ya Rabb, dedi.
Allah Teâlâ da:
– İşte rahimle (akrabalıkla – hısımlıkla) ilgilenmeyi devam ettirenle, devam ettirmeyip bu ilgiyi kesip koparanların hâli böyle olacaktır, buyurdu.”([13])
Küleyb İbn Menfa’a dedi ki:
Dedem (Bekir İbni’l-Haris) sordu:
– Ya Rasulullah, kime iyilik edeyim?
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Annene, sonra babana, kız kardeşine, erkek kardeşine ve bir de bunları takib eden akrabana (iyilik etmen) vacib bir haktır, yakınlarına da!..”([14])
Akrabalık ilişkilerine bu kadar önem veren hayat nizamı İslâm, akrabalık bağlarını, kan bağından “Din” bağına çevirmiştir… İslâm’da kan ve toprak bağı, ancak din bağı ile birleşirse önem kazanır… Din bağı, kan ve toprak ba-ğından önce gelir… Din bağı olmadan, kan ve toprak bağı-nın herhangi bir önemi yoktur… Akrabalar; ancak din, i-man ve Tevhid bağıyla birbirine bağlanan, İslâm üzere o-lanlardır… Kan ve toprak bağları olanlar, din, yani İslâm bağıyla birbirine bağlanmakdıkça aralarında akrabalık bağı oluşmaz. Kanda kardeş olanlar, dinde kardeş olmadıkça, birbirinin kardeşleri olamazlar… Hele hele kanda ve top-rakda kardeş olanlar, Allah’a başkaldırmış, imana karşı küfrü tercih etmişler ise, muvahhid mü’minlerle ilişkilerini kesmişlerdir… Bu tipte olanlar, muvahhid mü’minlerin kandan yana en yakınları olsalar bile, muvahhid mü’min-ler onları sevemez, veliler, yani dostlar edinemezler… Ara-larında din bağı olmadığı için, kan bağı onların dost olma-sına yeterli gelmez… Hele bir de Allah’a karşı isyan etmiş-lerse, hiç mi hiç dost olmazlar… Onlar, bu hâlde iken kan bağından dolayı onları dost edinmek, korkunç bir zulüm işlemektir… Şuurlu muvahhid mü’minler, böyle bir zulmü asla işleyemez ve Rabbleri Allah’a karşı isyankâr bir tavır sergileyemezler!.. Allah’ın düşmanlarını dost edinemezler!..
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Ey iman edenler, eğer imana karşı inkârı sevip tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte bunlar, zulmeden kimselerdir.”([15])
“Ey iman edenler, mü’minleri bırakıp kâfirleri veliler (dostlar) edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah’a apaçık olan kesin bir delil vermek ister misiniz?”([16])
“Ey iman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Onlar, size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur. Sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size, ayetlerimizi açıkladık, belki akıl erdirirsiniz.”([17])
Aynı kökten gelen insanların arasındaki akrabalık bağlarının kan değil, din bağı olduğunu, aynı Tevhid akîdesine iman edenlerin birbirlerinin kardeşleri ve velileri olduklarını beyan eden Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de bu konuda örnekler beyan buyurur… Örnek verilen şahsiyetler, Rabbimiz Allah’ın en seçkin kulları olan Rasuller ve onların iman etmeyen en yakınları… Kiminin oğlu, kiminin babası, kimimin hanımları ve kiminin amcaları… Bu kişiler, Allah’ın en seçkin salih kulları olan Peygamberlerin en yakınları iken, kan bağından dolayı bu yakınlık, din bağı ile bağlanmayınca hiçbir fayda sağlamadığı ortaya çıkmıştır…
Akrabalık ölçüsü, iman ve Tevhid ölçüsüdür… Akrabalık ölçüsü din, yani İslâm ölçüsüdür… Birbirleriyle sağlam iman ve itaat edilen bir İslâm ile bağlananlar, birbirlerinin kardeşleri, dostları ve yakınlarıdır… Eğer küfrü ima-na, şirki Tevhid’e, tuğyanı İslâm’a tercih ederlerse, bütün akrabalık ve dostluk bağlarını koparmış olurlar… Onlar, İslâm Milleti’nden çıkmış, Tevhid ailesinden uzaklaşmış-lardır… muvahhid mü’minlerle bir akrabalık ve velayet bağları kalmamıştır…
İşte en çarpıcı örnekleri!..
1) Nuh (a.s.) ve oğlu
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“(Gemi) onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: ‘Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kâfirlerle birlikte olma.’
(Oğlu) dedi ki: ‘Ben, bir dağa sığınacağım. O, beni sudan korur.”(Nuh) dedi ki: ‘Bugün Allah’ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur.’ Ve iki-sinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.
Denildi ki: ‘Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut.’ Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudî (dağı) üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: ‘Uzak olsunlar’ denildi.
Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: ‘Rabbim, şübhesiz benim oğlum ailemdendir ve Senin va’din de doğrusu haktır. Sen, hakimlerin hakimisin.’
(Allah) dedi ki: ‘Ey Nuh, kesinlikle o, senin ailenden de-ğildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme. Gerçekten Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.’
(Nuh) dedi ki: ‘Rabbim, bilgim olmayan şeyi, Senden istemekten sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum.”([18])
Baba, Rabbimiz Allah’ın “Ulu’l-Azm” Peygamberlerinden Nuh (a.s.), oğul ise, Rabbimiz Allah’ın, “Ey Nuh, kesinlikle o, senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır).” diye buyurduğu küfür milletinden olan ve tufan suyunda boğulan bir kâfir… Baba, muvahhid mü’min; oğul, müşrik bir kâfir!..
2) İbrahim (a.s.) ve babası
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Kitab’da İbrahim’i de zikret. Gerçekten o, doğruyu söyleyen bir Peygamberdi.
Hani babasına demişti ki: ‘Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere ne diye tapıyorsun?
Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol seni, bir yola ulaştırayım.
Babacığım, şeytana kulluk etme! Kuşkusuz şeytan, Rahmân (olan Allah)a başkaldırandır.
Babacığım, gerçekten ben, sana Rahmân tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum. O zaman şeytanın velisi olursun.’
(Babası) demişti ki: ‘İbrahim, sen, benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursan, andolsun, seni taşa tutarım. Uzun bir süre benden uzaklaş (bir yerlere git.).’
(İbrahim:) ‘Selâm üzerine olsun. Senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. Çünkü O, bana pek lütufkârdır.’ dedi.
Sizden ve Allah’dan başka taptıklarınızdan kopup ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım.”([19])
Oğul, Rabbimiz Allah’ın “Ulu’l-Azm” Peygamberlerinden, Millet-i İbrahim’in atası İbrahim (a.s.); baba ise, mü-tekbir tağut Nemrud’un “Puthâne Nâzırı”.([20]) Yani din işle-rinden sorumlu bakanı, ya da diyanet işleri bakanı, putpe-rest müşrik bir kâfir…
Rabbimiz Allah, Halilullah İbrahim (a.s.)’ın tavrını şöyle beyan buyurur:
“İbrahim dedi ki: ‘Babamı da bağışla. Çünkü o, şaşırıp sapanlardandır.”([21])
“İbrahim babası için bağışlanma dilemesi, yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine onun, gerçekten Allah’a düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu.”([22])
Çok duygulu, çok yumuşak ve çok merhametli olan Halilullah İbrahim (a.s.), Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’dan babasını bağışlamasını dilemekteydi… Babası, şaşırıp sapanlardandı… Ola ki, bu şaşırıp sapması bir gafletten ve bir cehaletten dolayı ortaya çıkmıştı… Ya da kendisine verilen bir dünyalıktan, bir makam, bir mevkiden ve bir menfaat-tan ötürü idi!.. Bundan dolayı İbrahim (a.s.), babasına:
“Selâm üzerine olsun. Senin için Rabbimden bağışlan-ma dileyeceğim. Çünkü O, bana pek lütufkârdır.” diye söz vermişti.
Bunun için İbrahim (a.s.) dua etmiş ve:
“Babamı da bağışla. Çünkü o, şaşırıp sapanlardandır.” demişti.
Fakat:
“Kendisine onun, gerçekten Allah düşmanı olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı.”
Millet-i İbrahim’in atası Halilullah İbrahim (a.s.), babası da olsa, Allah düşmanı olan birisiyle ilişkisini kesmiş, ondan uzaklaşmıştı… Din bağı olmayınca, kan bağı, iman kardeşliğini ve dostluğunu oluşturamazdı… Hele hele kan bağı yakınlığı olanlar Allah düşmanları olursa, onlarla asla yakınlaşma söz konusu olamazdı…
İbrahim (a.s.), Allah düşmanı olduğu için dünyadayken kendisinden uzaklaştığı babası Âzer’i ahirette çok perişan ve rezîl bir hâlde görür…
Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasu-lullah (s.a.s.):
“İbrahim (a.s.), kıyamet günü babası Âzer’i, üzeri toz-lu ve siyah bir hâlde gördü.”([23])
3) Nuh (a.s.) ve Lut (a.s.)’ın hanımları
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Allah, inkâr edenlere Nuh’un eşini ve Lut’un eşini örnek verdi. İkisi de, kullarımızdan salih olan iki kulumuzun nikâhları altındaydı, ancak onlara ihanet ettiler. Bundan dolayı, (kocaları) kendilerine Allah’dan gelen hiçbir şeyle yarar sağlamadılar. İkisine de: ‘Ateşe, diğer girenlerle birlik-te girin’ denildi.” ([24])
“(Elçi melekler) dediler ki: ‘Ey Lut, biz, Rabbinin elçileriyiz. Onlar, sana kesin olarak ulaşamazlar. Gecenin bir parçasında ailenle birlikte yürü (yola çık). Sakın hiçbiriniz dönüp arkasına bakmasın, fakat senin karın başka. Çünkü onlara isabet edecek olan, ona da isabet edecektir. Onlara va’dolunan (azab) sabah vaktidir. Sabah da yakın değil mi?’
Böylece emrimiz geldiği zaman, üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık.
Rabbinin katında belli bir biçime sokulmuş, damgalanmış olarak. Bunlar, zalimlerden uzak değildir.”([25])
Kocaları, Allah’ın iki salih kulu ve iki Peygamberi Nuh (a.s.) ve Lut (a.s.); hanımları ise, inkârcılardan olan iki kâfir kişi… Kocalarının Peygamber oluşu, bu iki kâfir kadına bir yarar sağlamamış, onlarla akraba oluşları kendilerini kurtarmamıştır… Din bağı olmayınca, kan bağının herhangi bir faydası yoktur…
4) Rasulullah (s.a.s.)’in amcaları
a) Ebu Leheb Abdu’l-uzza bin Abdul Muttalib
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Ebu Leheb’in iki eli kurusun, kurudu da.
Malı, kazandıkları, kendisine bir yarar sağlamadı.
Alevi olan bir ateşe girecektir.
Eşi de, odun hamalı (ve)
Boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak.”([26])
Abdullah İbn Abbas (r.anhuma) anlatıyor:
“(Öncelikle) en yakın hısımlarını (aşiretini) uyar.” (Şua-ra, 26/214) ayeti indiği zaman Rasulullah (s.a.s.), Safa Te-pesi üzerine çıkıp yükseldi de:
“Ey Fıhr oğulları! Ey Adiyy oğulları!” diye bütün Ku-reyş soylarına oymak oymak nidâ etmeye başladı.
Nihayet çağrılanlar, oraya toplandılar. Çağrılanlardan herhangi biri, oraya çıkmağa mukdedir olmadığı zaman, toplantıda ne olacağına bakması için bir elçi göndermiştir. Kureyş’le beraber Ebu Leheb de geldi.
Rasulullah (s.a.s.), bu topluluğa hitaben:
“(Ey Kureyş,) haydi bana reyinizi haber veriniz! Ben si-ze, şu vadide birtakım düşman süvarileri vardır, sizin üze-rinize baskın yapmak istiyorlar diye haber versem, bana inanır mısınız?” dedi.
Topluluk:
– Evet, inanırız. Biz, senin üzerinde yaptığımız her tücrübede senin doğru sözlü olduğunu tesbit ettik, dediler.
Rasulullah (s.a.s.):
“Öyleyse ben size, şiddetli bir azabın önünde sizleri uyarıp sakındırıcıyım…” buyurdu.
Bu hitabe üzerine Ebu Leheb:
– Yazık sana! Bundan sonraki günlerde hüsrana, zarar uğrayasın! Bizleri, bu konuşma için mi buraya topladın? dedi.
Bu sözler üzerine şu sûre indi:
“Ebu Leheb’in iki eli kurusun, kurudu da.
Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı.” (Tebbet Sûresi).([27])
b) Ebu Talib b. Abdulmuttalib
Müseyyeb İbn Hazn (r.a.) anlatıyor:
Ebu Talib’e ölüm âlametleri geldiği sırada ona, Rasulul-lah (s.a.s.) geldi ve amcasının yanında Ebu Cehil b. Hişam ile Abdullah İbn Ebi Umeyye’yi buldu.
Rasulullah, Ebu Talib’e hitaben:
“Ya Amca, Lâ ilâhe illallah kelimesini söyle de, bununla Allah katında sana şehadet edeyim.” buyurdu.
Ebu Cehl ve Abdullah İbn Ebi Umeyye:
– Ya Ebu Talib, Abdulmuttalib milletinden yüz mü çe-vireceksin? diye men’ettiler.
Fakat Rasulullah, bu Tevhid kelimelerini amcasına ar-zetmeye devam ediyordu. O iki kişi de, devamlı o sözlerini tekrar ediyorlardı. Nihayet Ebu Talib, bunlara söylediği son söz olarak:
– O (yani ben), Abdulmuttalib milleti (dini) üzeredir, dedi ve Lâ ilâhe illallah demekten çekindi.
Rasulullah (s.a.s.):
“İyi bil ki (ey amcam), Allah’a yemin olsun, ben sana, mağfiret dilemekten nehyolunmadığım müddetçe, senin için muhakkak mağfiret dileyeceğim.” buyurdu.
Akabinde Allah, bu hususta şu ayeti indirdi:
“Kendilerine, onların gerçekten çılgın ateşin arkadaşları oldukları açıklandıktan sonra –yakınları dahi olsa- müşrik-ler için bağışlanma dilemeleri, Peygamber’e ve iman edenle-re yaraşmaz.” (Tevbe, 9/113)([28])
Abbas b. Abdulmuttalib (r.a.), Rasulullah (s.a.s.)’e:
– Seni, amcam (Ebu Talib hakkında şefaat etmek)den ne alıkoydu? Allah’a yemin ederim ki o, seni her zaman saldı-rılardan korurdu ve senin için düşmanlarına karşı öfkele-nirdi, dedi.
Rasulullah (s.a.s.), Abbas’a:
“Ebu Talib, şimdi topuklarına kadar –dibi yakın- ateşten bir çukur içindedir. Eğer benim şefaatım olmasaydı, muhakkak ki o, cehennemin en derin çukurunda bulunur-du.” buyurdu.([29])
Ebu Said el-Hudrî (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.)’in yanında amcası Ebu Talib (in iyilikleri) zikredildiği sırada, Rasulullah şöyle buyurdu:
“Umarım ki, benim şefaatım, kıyamet günü amcama fayda verecektir. Şefaatimle amcam, topuklarına çıkabilen ateşten bir çukura konulacak, orada beyni kaynayacak-tır.”([30])
Yegen, Allah’ın “Uûl-Azm” Peygamberlerinden Rasu-lullah Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib (s.a.s.), amcaları ise, Allah’dan gelenleri inkâr eden ve müşrik ata-larının dini üzere olan kâfirler… Ebu Leheb Abdu’l-uzza b. Abdulmuttalib ile Ebu Talib b. Abdulmuttalib’in öz yeğen-lerinin Rasulullah oluşu, onlar iman etmediği için asla kendilerine bir faydası olmamıştır… Onların, Rasulullah (s.a.s.)’in amcaları olması, yani Rasulullah ile kan ve soy bağlarının olması, kendilerini cehennem azabından kurta-ramamıştır…
Yegâne hayat nizamı İslâm’da, din bağı akrabalığı, ya-ni iman kardeşliği olmadıkça, kan bağı akrabalığı, akraba-lık olarak kıymet kazanmaz ve önemsenmez!..
5) Muvahhid mü’minlerin kâfir akrabaları
Emirü’l-mü’minin İmam Ali b. Ebi Talib (r.a.) anlatıyor:
(Babam Ebu Talib ölünce) Rasulullah (s.a.s.)’e (vardım ve):
– Senin dalâlette olan amcan öldü, dedim.
“Git, babanı kabre koy! Sonra yanıma gelinceye kadar (kimseye bununla ilgili) bir söz söyleme.” buyurdu.
Bunun üzerine gidip onu kabre koydum ve (Rasulul-lah’ın) yanına geldim. Bana, yıkanmamı emretti. Ben de yıkandım. Bana dua etti.([31])
Emirü’l-mü’minin İmam Ali (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.)’e geldim ve:
– Ebu Talib öldü, dedim.
“Git, onu defnet!” buyurdu.
– Amma o, müşrik olarak öldü, dedim.
“Git, onu defnet!” buyurdu.
Ebu Talib’i defnedip yanına döndüğüm zaman da Ra-sulullah (s.a.s.), bana:
“Yıkan!” buyurdu.([32])
Şu olayı da, İmam Ali (r.a.) anlatıyor:
Bir adamın, müşrik olan anne ve babası için istiğfar et-tiğini işittim ve bunun üzerine kendisine:
– Müşrik oldukları hâlde annen ve baban için istiğfar mı ediyorsun? dedim.
O da:
– İbrahim, müşrik olduğu hâlde babası için istiğfar etmemiş miydi? dedi.
Bunu, Rasulullah (s.a.s.)’e anlattım ve bunun üzerine:
“Müşrikler için bağışlanma dilemeleri, Peygamber’e ve iman edenlere yaraşmaz.” (Tevbe, 9/113) ayeti indi.([33])
Yegâne Rabbimiz Allah, muvahhid mü’minlerle aralarında kan, soy ve toprak bağları olsa dahi, iman ve Tevhid, yani İslâm bağı olmadıkça, müşrikleri, kâfirleri, Yahudîleri, Hristiyanları ve diğer batıl ideoloji mensublarını dost edinmemeyi emretmektedir… Hangi ırktan, renkten, dilden ve bölgeden olursa olsun, katıksız iman edip Allah ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat edenler kardeş olup birbirlerinin akrabalarıdır… Böyle olmazlar ise, kan bağı olan akrabalar bile olsalar onlar yabancıdırlar… Hele hele küfürlerinde aşırı gidip muvahhid mü’minlere zarar veren Allah düşmanları olanlar, en yakın kan bağı akrabalar olsalar bile, onlarla dost olunmaz, onlara herhangi bir sevgi gösterilmez ve beraberlik söz konusu olmaz… Böyle davranmak, Rabbimiz Al-lah’ın muvahhid kullarına bir emridir!..
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler. Öy-leyse bu yıllardan sonra artık Mescid-i Haram’a yaklaşma-sınlar.”([34])
“Ey iman edenler, Yahudî ve Hristiyanları, dostlar (ve-liler) edinmeyin. Onlar, birbirlerinin dostudurlar. Sizden, onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şübhesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.”([35])
“Ey iman edenler, Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz, onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz, oysa onlar, haktan size geleni inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah’a inanmanızdan dolayı Rasulü de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı aramak gayesiyle çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsu-nuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bili-rim. Sizden kim bunu yaparsa, artık o, elbette yolun orta-sından şaşırıp sapmış olur.
Eğer sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatırlar. Onlar, sizin in-kâr etmenizi içten arzu etmişlerdir.
Ne yakın akrabalarınız, ne çocuklarınız kıyamet günü size bir yarar sağlayamaz. (Allah), sizin aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı görendir.”([36])
Hangi çağda ve dünyanın neresinde olursa olsun mu-vahhid mü’minlerin kesin ve net tavrı budur!.. Rabbimiz Allah’ın emrettiği ve işlendiği takdirde kendilerinden razı olduğu tavır, bu tavırdır!..
Muvahhid mü’minler, din konusunda kendileriyle savaşmayan, onlara düşman olmayan, onlara karşı kin besle-meyen ve onlara zarar vermeyen kan bağıyla kendilerine akraba olan kendi hâlinde kâfirlerle iyi geçinmeli, onlara iyi ve adaletli davranmalıdırlar… Harbî, olmayan bu kâfir akrabalarına iyi davranmak ve onlara İslâm’ı tebliğ edip İslâm’a davet etmek, muvahhid mü’minlerin vazifesidir… Ola ki, onların bu güzel tavrından dolayı, kâfir akrabaları-nın kalbi İslâm’a ısınır ve hidayet bulurlar… Ola ki, o kâfir akrabalarının hidayetlerine vesile olurlar…
Rasulullah (s.a.s.)’in Halifesi İmam Ebu Bekr (r.a.)’ın kızı Esma (r.anha) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.) zamanında (müşrik olan) annem, beni özleyerek ziyaretime gelmişti.
Ben, Rasulullah (s.a.s.)’e:
– Annemle ilgilenip onu kabul edeyim mi? diye sordum.
Rasulullah (s.a.s.):
“Evet, (onunla ilgilenip iyilik eyle!)” buyurdu.
Ravî Süfyan b. Uyeyne dediki:
– Allah Teâlâ, o kadın hakkında şu ayeti indirmiştir:
“Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.” (Mümtehine, 60/8)([37])
Bu ayet-i kerimeden hemen sonra gelen ayet-i kerime-de şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
“Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp çıkaranları ve sürülüp çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır. Kim, onları dost edinirse, artık onlar, zalim olanların tâ kendileridir.”([38])
[1]) Nisa, 4/1.
[2]) İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, C.4, Sh.1541.
[3]) et-Taberî, A.g.e., C.2, Sh.435.
[4]) Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Et’ime, B.1, Hds.3251.
İmam Hafız el-Munzirî, Hadislerle İslâm – Terğib ve Terhib, Çev. A. Muhtar Büyükçınar Vdğ. İst. T.Y. C.2, Sh.35, Hds. Hakım’den.
Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5, Sh.451.
et- Taberî, A.g.e., C.2, Sh.436.
[5]) Nisa, 4/1.
[6]) Haşr, 59/18.
[7]) Sahih-i Müslim, Kitabu’z-Zekat, B.20, Hds.69.
Sünen-i Neseî, Kitabu’z-Zekat, B.64, Hds.2544.
[8]) Muhammed, 47/22-23.
[9]) Nahl, 16/90.
[10]) İsra, 17/26.
[11]) Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.49, Hds.2045.
[12]) Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Edeb, B.11, Hds.13.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.6, Hds.18-19.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’z-Zekat, B.45, Hds.1696.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.10, Hds.1974.
İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B.32, Hds.64.
[13]) Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Tefsir, B.273, Hds.352.
Kitabu’l-Edeb, B.13, Hds.16.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.6, Hds.16.
İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B.26, Hds.50.
Abdullah İbn Mübarek, Birr ve’s-Sıla, Çev. Tevhid Ajans, İst.1998, Sh.27, Hds.125.
İbn Kesir, A.g.e., C.13, Sh.7304.
[14]) İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B.25, Hds.47. B.30, Hds.60.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B.129, Hds.5140.
[15]) Tevbe, 9/23.
[16]) Nisa, 4/144.
[17]) Âl-i İmrân, 3/118.
[18]) Hud, 11/42-47.
[19]) Meryem, 19/41-48.
[20]) Bkz. ez-Zebidî, Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Şehr: Kâmil Miras, Ank.1980, C.9, Sh.107, Beşinci Baskı.
[21]) Şuara, 26/86.
[22]) Tevbe, 9/114.
[23]) Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Tefsir, B.232, Hds.288.
[24]) Tahrim, 66/10, Ayrıca bkz. Kitabu’l-Enbiya, B.11, Hds.24.
[25]) Hud, 11/81-83.
[26]) Tebbet/Mesed, 111/1-5.
[27]) Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Tefsir, B.233, Hds.290.
111- Tebbet yedâ…. sûresi, Hds.494-496.
Kitabu’l-Cenaiz, B.98, Hbr.149.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.89, Hds.355.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiri’l-Kur’ân, B.90, Hds.3584.
İmam el-Vahidî, A.g.e., Sh.562-563.
Abdulfettah el-Kadî, A.g.e., Sh.431.
[28]) Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cenaiz, B.80, Hds.114.
Kitabu’t-Tefsir, B.152, Hds.195.
Kitabu Menakıbi’l-Ensar, B.39, Hds.103.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.9, Hds.39.
İmam el-Vahidî, A.g.e., Sh.285.
Abdulfettal el-Kadî, A.g.e., Sh.217.
İbn Kesir, A.g.e., C.7, Sh.3680. Ahmed b. Hanbel’den.
[29]) Sahih-i Buhârî, Kitabu Menakıbi’l-Ensar, B.39, Hds.102.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.90, Hds.357.
[30]) Sahih-i Buhârî, Kitabu Menakıbi’l-Ensar, B.39, Hds.104.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.90, Hds.360.
[31]) Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cenaiz, B.64-66, Hds.3214.
Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cenaiz, B.84, Hds.2008.
Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.1, Sh.97, 131.
[32]) Sünen-i Neseî, Kitabu’t-Tahare, B.128, Hds.192.
İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, C.3, Sh.193. Ebu Davud et- Teyalisî’-den.
[33]) Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B.10, Hbr. 3298.
Abdulfettah el-Kadî, A.g.e., Sh.218.
İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, C.7, Sh.3681, Ahmed b. Hanbel’den.
[34]) Tevbe, 9/28.
[35]) Mâide, 5/51.
[36]) Mümtehine, 60/1-3.
Esbâb-ı Nüzûlü için bkz.
Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Tefsir, B.307, Hds.410.
Sahih-i Müslim, Kitabu Fedaili’s-Sahabe, B.36, Hds.161.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B.98, Hds.2650.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiri’l-Kur’ân, B.60, Hds.3522.
[37]) Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Edeb, B.7, Hds.9.
Sahih-i Müslim, Kitabu’z-Zekat, B.14, Hds.49-50.
İmam el-Vahidî, A.g.e., Sh.494.
Abdulfettah el-Kadî, A.g.e., Sh.389.
İbn Kesir, A.g.e., C.14, Sh.7840. Ahmed b. Hanbel’den.
[38]) Mümtehine, 60/9.